Halkların geleceği komünalizmde ve demokratik ulus sistemindedir

0
452
KEMAL SÖBE
Son yüzyıllar modern sanayinin geliştiği ve ulus devletlerin kurulduğu yüzyıllar oldu. Sanayinin gelişimi vahşi kapitalizmin ve katı ulus devletlerin ortaya çıkmasına yol açtı. Bu yüzyıllarda demokrasi her ne kadar çok tartışıldıysa da, her ülke ve yönetim kendisini demokratik olarak gösterdiyse de, gerçek anlamda demokrasi ya

olmamış ya da çok dar ulusal sınırların içine hapsedilmiş, vahşi kapitalizmin kullandığı bir siyasi arguman olmanın ötesine geçememiştir. Sanayinin gelişimi aynı zamanda nicel olarak işçi sınıfını ve sınıf mücadelesini de bir ölçüde geliştirmiş, kapitalizme alternatif olmuştur. Avrupa merkezli gelişen kapitalizm hem dünya savaşlarına yol açmış hemde katı ulus devlet sistemleriyle kendilerine bağımlı modern koloniler kurmuşlardır. Ortadoğu, Afrika ve Latin Amerika ve bazı Asya ülkelerinde kurulan birçok yarı bağımlı  ya da yarı sömürge ülkeler olarak tarif edilen vahşi kapitalizmle yönetilen ve çarpık kapitalist bir yapıya sahip olan ve Türkiye’nin de bu ülkelere dahil olduğu ülkeler katı ulus devletler olup kendi halkına kan kusturmuşlardır ve bu sistemler hala en vahşi bir şekilde devam ediyor. 2. dünya savaşı sonrası Avrupa’da bazı demokratik adımlar atılmış, kimi toplumsal haklar kabul edilmiş ve bu ülkeler her ne kadar kendi içlerinde belli bir demokratikleşmeyi yakaladılarsa da, dış dünyaya karşı anti demokratik ve saldırgan olmaya devam etmişlerdir.

Avrupa’da gelişen işçi köylü ve halk ayaklanmaları ve yanı başında gerçekleşen Sovyet devrimi Avrupa’yı  kimi konularda demokratik olmak zorunda bırakmıştır. İşçi sınıfının nicel ve nitel gelişimi ve toplumsal mücadelelerin gelişimi Avrupa burjuvazisini  kendi içinde demokratik hareket etmeye  zorlamıştır. Avrupa burjuvazisi kendi isteğiyle kendi ülkesinde demokratik olmamıştır, demokratik olmak zorunda kalmıştır. Ama Avrupa burjuvazisinin dış dünyaya karşı tutumu günümüze kadar saldırgan olmuştur. Yani Avrupa devletleri öyle sanıldığı gibi dış dünyaya karşı hiçbir zaman demokratik olmamıştır. AB olarak bilinen birliktelik demokratik ulus birlikletikleri değil, sadece burjuva temelli birlikteliklerdir. 1. ve 2. dünya savaşları esasen Avrupa burjuvazisi arasında dünyayı paşlaşma temelinde oldu ve her kesimede her bakımdan pahalıya mal oldu. Bu açıdan 2. dünya savaşı sonrası Avrupa ulus devletleri artık bir birleriyle savaşmayı bir kenara bırakıp kendi aralarında emperyalist amaçlı bir birliktelik olan ve onun askeri kanadı olan NATO’yu kurup dünyanın her tarafında vurucu bir hüç olarak kullandılar. Sovyetlerin askeri ve siyasi olarak gelişip süper bir güç olarak Avrupa ve kapitalizme alternatif olabilecek duruma gelmesi AB’nin ortaya çıkmasına yol açtı. AB’nin en azından kendi içinde bazı demokratik adımlar atmaması işçi sınıfı ve köylülüğü, halkı farklı bir alternatif sistem arayışına koyabilir ve kapitalizm tehlikeye girebilirdi.

Avrupa burjuvazi bu nedenlerden ötürü kendi içinde demokratikleşmek zorunda kalmış ama dış  dünyaya karşı katı ulus sistemini sürdürmüştür. Demokratik ulus anlayışı günümüze kadar bile yaşamsallık kazanmamıştır. Zaten sınıflı sistemlerde demokratik ulus sistemini kurmak çok zordur. Demokratik ulus paradigması sınıflı sisteme ve onun kurduğu sömürü ağına karşıdır. Demokratik ulus anlayışı halkın ekonomisini öngörür, sınıflı toplumu tümden red eder. Çünkü sınıflı ve katı ulus devletler son 300 yıldır dünyayı büyük savaş ve yıkımlarla karşı karşıya getirdi. Katı ulus sistemlerin başka uluslara ve ezilenlere karşı hoş görüsü ve merhameti olmaz. Nitekim olmuyor. Yapılan araştırmalara göre dünyada yapılan maddi üretimin 10 milyar insana yetebileceği düşünülürken, 8 milyar insanın yarısına yakınının yoksulluk yaşaması işte adı geçen bu katı ulus zihniyetinin dünya üzerinde kurduğu sömürü sisteminde kaynaklanıyor. Sovyet devrimi de bir süre sonra katı ulus sisteminin farkı bir türü olmuş, demokratik ulus olmayı başaramamış, sosyalizm bir çeşit devlet  kapitalizmine dönüşmüştür.

Demokratik ulus sisteminde ulusların bir birleriyle savaşması düşünülemez. Çünkü demokratik ulus sisteminde bütün uluslar eşit haklara sahip olup, katı ulus sisteminin kurmuş olduğu geleneksel sınırlara karşıdırlar. Katı ulus devletler her zaman bir birleriyle sorunlar yaşarlar, gerektiğinde sınırları kapatırlar. Ama demokratik ulusçulukta günümüz katı ulus devlet sınırları çoktan anlamsızlaşmıştır, değerini kaybetmiştir. Kapitalizmin değersizleştiği koşullarda onun sınırlarıda önemini yitirir. Ve demokratik ulusun demokratik bireyleri geleneksel milliyetçiliği ve ulus devleti çoktan unutmuş ve enternasyonalize olmuş bireydir. Bu açıdan demokratik ulus olmadan komünalizm gelişmez. Bir ulusun diğer ulus üzerindeki hakimiyetinin sona ermesi ancak demokratik ulus paradigmasıyla olur. Avrupa uluslarının bireyleri bile yeterli bir demokratik ulus kültürüne sahip değildir. En gelişmiş Avrupa ülkelerinde bile bazı siyasi grupların devreye girmesiyle zaman zaman dış dünyaya karşı hiçte hoş olmayan tutumlar gelişebilmektedir. Katı ulus devletlerin bireyleri çoğu kez aşırı bireysel yaşarlar, kendilerini ilgilendirmiyorsa dış dünyanın sorunlarına kulaklarını tıkarlar, duymazlar.

Ama demokratik ulusun demokratik sosyalist bireyleri genel yaşam içinde her konuda hem içeriye  hemde dışarıya karşı duyarlı olurlar. Tüm dünyada hala savaşlar ve yoksulluk bir kadermiş gibi insanlara dayatılıyorsa, bütün bunlar katı ulus devletlerin toplumun başına bela edilmesindendir. Çözüm nedir? Çözüm, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın geliştirmiş olduğu demokrtatik ulus paradigmasının yaşamsallaşmasıdır. Komünalizm dar ulusal sınırlara hapsolmuş bireylerin ve toplumun yaşayacağı ve temsil edeceği bir sistem değildir. Halkların ulusların kardeşçe bir arada kendi kimlikleriyle bir birlerine saygı temelinde kardeşçe yaşayacakları sistem olan komünalizm ancak demokratik ulus koşullarında yaşamsal hale gelebilir. Demokratik ulus olunmadan kardeşlik gelişmez ve dolayısıyla komünalizm bir dünya sistemine dönüşmez. Her türlü dar yerel anlayışların toplumsal yaşamdan çıkması gerekiyor. Yani kendi ulusal kimliğimizi, kültürümüzü unutmayacağız ama günümüz katı ulus devlet ve sistemlerde olduğu gibi dar ve yerel  kalmayacağız, kendimizi başka uluslardan ve başka uluslarıda kendimizden üstün görmeyeceğiz. Kapitalist çağda oluşan uluslar sınıflı  sistemin değirmenine su taşıyan ve çok yerel kalan helke işlevi görmüşlerdir.

Çarpık kapitalizmin olduğu Türkiye ve benzeri ülkelerde katı ulusçuluk baskı rejimine yol açmış yaşamı cehenneme çevirmiştir. Türkiye’nin içine girdiği çıkmaz, başına bela edilen bu katı ulus devlet sisteminden dolayıdır. Bir bütünen Ortadoğu bu ateş çemberi içinde son yüz yıldır yanıyor. Bu ateş çemberinde çıkışın tek yolu demokratik ulus paradigmasıdır. Sınırların ortadan kalkması, halkın ekonomisinin inşa edilmesi ulusların bir birlerine saygılı olması ve kardeşçe yaşamaları, saygı ve hoşgörüyü ilke edinmeleri gerekmektedir. Kürtler demokratik ulus paradigmasını inşa etme iddiasındalar ve böyle bir çabalarıda var. Kürtler eğer bu paradigmayı geliştirmede başarılı olurlarsa, Ortadoğu çapında büyük bir yaşamın yolunu açarlar. Kürtlerin bunu yapabilme güç ve imkanları var. Çünkü Kürtler bu paradigmanın bir yaşam tarzına dönüşeceğine ve yaşamsal hale geleceğine inanıyorlar. Yaşam ve insanlık var oldukça en adaletli ve en demokratik sistem olan komünalizm bir dünya sistemine dönüşecektir. Yeterki kapitalizmin eseri olan katı ulus devlet sistemini ve onun eseri olan modern kabilecilik olan  günümüz milliyetçiliğini tarihin çöplüğüne atalım. Demokratik ulus ve komünalizm mümkün olan ve yaşanılması gereken en değerli toplumsal sistemdir. Katı ulus devlet sistemlerinin ve kapitalizmin insanlığın başına neler getirdiği işte ortadadır. Son 300 yıldır hayatı cehemneme çevirdiler, çok gerilere gitmeye gerek yok. Çözüm, demokratik ulus ve komünalizmdir…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz