Hangi parti kazanırsa kazansın kaybeden halk olur

0
853

3 Kasım’da yapılan başkanlık seçimlerini, 74 sandalye farkla Joe Biden kazanmış bulunuyor. ABD başkanlık seçimlerinde bazı başkan adaylarının 2-3 dönem kazandıkları da görülmüştü geçmiş seçimlerde. Trump, sadece bir dönem başkanlık yaparak evine postalandı.

Kemal SOBE

Denebilir ki ABD başkanları içinde en soğuk olan, en asık suratlı olan ve pek sevilmeyen biriydi Trump, bilindiği gibi ABD’de devlet politikasını siyasi arenada temsil eden iki büyük güç, Demokrat Parti ve Cumhuriyetçi Parti olmaktadır. Başka bir deyişle, Demokrat Parti halka yakınlığıyla, Cumhuriyetçilerde egemen kesimlere yakınlığıyla bilinirler. Başka partilerde varlar ama onlarca yıldır devlet yönetimine gelen bu iki büyük partilerdir.


ABD devlet politikası dikkate alındığında, her iki partinin de aslında devletin belirlediği sınırların içinde hareket ettiği, hareket etmek zorunda olduğu görülür. Onlarca yıllık siyasi geçmişlerinde böyle hareket ettikleri de görülmüştür. Demokrat Parti, her ne kadar halktan yana olduğunu söylese de, halk öyle bilse de, pratikte, Cumhuriyetçilerden pek farklı bir icraatlarının olduğu görülmemiştir. ABD’de milyonlarca işsiz ve milyonlarca insanın sokaklarda yaşadığı-kaldığı ve on milyonlarca insanın yoksul olduğu düşünülürse, her iki partinin bir elmanın iki yarısı olduğu gerçekliği karşımıza çıkıyor. ABD bilindiği gibi, dünyanın emperyalist liderliğini yapan bir ülkedir. Özellikle 1945 sonrası emperyalistleşen ABD devlet yapısı, günümüze kadarki bütün zamanını dünyanın fakir ve gelişmemiş ülkeleri üzerinde egemenlik kurmakla uğraşmıştır.


Politik yaptırımlarla yapamadığını ya savaşlarla yada askeri darbelerle yapmıştır. 1920’lere kadar dış dünyaya karşı demokratik ve barışçıl olan ABD, 2. dünya savaşı sonrası emperyalistleşti. 1800’li yıllarda gelişmeye başlayan ve nüfus artışı olan ve dışarıdan da epey bir göçmen alan ABD artık 1900’lü yıllara geldiğinde tam olarak yerli yerine oturan bir devlet aygıtı ve yönetimle bir siyasi tercih yapmak zorunda kaldı. Bu siyasi tercih, 1. dünya savaşında galip çıkan İngiltere ile beraber hareket etmek olacaktı. Bilindiği gibi, ABD her ne kadar askeri ve ekonomik olarak güçlü olsa da, siyasi olarak çokta tecrübeli değil. Ve siyasi olarak çok iyi bir tecrübe ve geçmişe sahip olan İngiltere ile beraber hareket etmek iyi bir tercih olacaktı. Dikkat edilirse, ABD her hangi bir ülkeye özellikle operasyon-saldırı yapmadan önce İngiltere’ye danışıyor ve eğer İngiltere olur derse, ABD böyle bir işe giriyor ama hayır derse yerinde duruyor. Yani ABD ve İngiltere birçok konuda bir birlerinden bir şey esirgemezler ve bir birlerine her türlü desteği veriyorlar.


ABD’de başkanların ve hükümetin değişmesi aslında sistemsel bir değişime yol açmıyor ve dünya barışına hizmet etmiyor. ABD’nin uluslararası çıkarları nasıl gerektiriyorsa öyle hareket ediyorlar, hareket etmek zorundalar. ABD’nin emperyalistleşmeden önceki devlet politikası belli demokratik değerler üzerine kuruluydu ve halka yakınlığı vardı denebilir. Ancak emperylistleşen ve dünya jandarmalığına soyunma, bu demokratik değerlerde aşınmaya yol açtı. ABD kurucu anayasasında, eğer devlet-hükümet yada ülke idaresi halka baskı yapıyorsa, halkın silahlanıp o yönetimi-hükümeti-devleti yıkma hakkı olduğunu söylüyor. Gayet ilerici ve özgürlükçü bir anayasa maddesi olmaktadır. Ancak bu madde onlarca yıl sonra tozlu raflara kaldırılacaktı. Bilindiği gibi, ABD, İngiltere’nin kolonisiydi ve 1777’de yapılan bağımsızlık savaşıyla ayrıldılar. 150 yıl kadar demokratik ve barışçıl bir dünya siyaseti sürdüren ABD, 2. dünya savaşı sonrası emperyalistleşti ve demokratik duruşunu kaybetti. Yani en azından dış dünyaya karşı demokratik değil. Kendi içinde de siyahilere karşı hala ayrımcılık had safhada olup, her gün bir siyahın öldürüldüğü ve siyahların dışlandığı görülüyor. ABD’de hangi parti kazansa da kazansın, Kürtlere yaklaşımı hep çıkar eksenli olup, Türkiye’ye her türlü desteği verdiler, veriyorlar. Diğer devletlerin yaptığı gibi, ABD de, Kürtlere hep çıkar eksenli yaklaşmış, günümüze kadarda böyle yaklaşmıştır. Kendi iç sorunlarını çözmeyen bir devletin-hükümetin başka ülkelerin sorunlarını çözmesi beklenemez zaten.


Mevcut durumda ABD’nin dış siyaseti barışçıl değil, savaş eksenlidir. Demokrat Parti hükümetleri ve başkanları da bu savaş eksenli siyaseti barışçıl bir siyasete dönüştürememişlerdir. Ancak Demokrat Parti hükümet ve başkanları, ABD’nin emperyalist siyasetini savaşla değil de siyasetle yürütme yöntemini mümkün olduğunca uygulamaya çalışıyorlar. Yani Demokrat Parti hükümetleri ve başkanları, ABD’nin dış siyasetini barışçıl bir noktaya getirebilme gücüne sahip değiller. Bu onlarca yıllık dış dünya siyasetlerinde görüldü. Demokrat Parti ve Joe Biden hükümeti, yönetimde kaldığı sürece de, ABD’nin dış dünya politikasında bir olumlu değişiklik olmayacaktır. Yani emperyalist çıkarlar söz konusu olduğu sürece bu siyaset böyle devam eder. ABD’nin içinde çıkabilecek bir halk direnişi ve dünyada yürütülen demokrasi mücadelesi bir değişime yol açabilir, ABD devletini demokratik değişime zorlar.


Hiçbir devlet-hükümet kendiliğinden demokratik bir değişim-dönüşüm yaşamaz. Halkın-halkların direnişinin etkisiyle, zorlamasıyla demokratik bir dönüşüm yaşamak zorunda kalırlar. Bazıları, Trump gitti diye seviniyorlar. Daha önceki yıllarda da Bush gitti diye sevinmişlerdi ama gelenle giden aydı oldu, ABD halkı ve dünya halkları için bir farklılık gerçekleşmedi. Yani Cumhuriyetçiler hükümetken ve savaş varken, Demokrat Parti hükümeti geldiğinde savaş bitmiyor, emperyalist saldırganlık sona ermiyor, devam ediyor. Dolayısıyla sıradan bir hükümet ve başkan değişimini sistemsel değişim olarak görmeyelim. Son 15 yıldır global çapta kapitalizm kriz yaşıyor ve ABD’de de büyüklü ve küçüklü birçok şirket ve holding iflas ettiler, kapandılar. ABD merkez bankasından yapılan milyarlarca Dolar yardımla bazı şirketler-holdinglar iflastan kurtarıldı. Ama ABD’de halkın ne konut sorunu çözüldü ne işsizlik bitti ve nede yolsuzluk sona erdi. Avrupa ülkelerindeki sosyal-ekonomik haklar, sosyal devlet politikası bile dünyanın en büyük gücü ve ekonomisi olmakla övünen ABD’de bunların hiçbiri yok. Yani dünyanın en büyük ekonomik gücü olan ABD en azından ekonomik ve sosyal haklar konusunda Avrupa gibi olabilmeliydi. Kendi halkının ekonomik ve sosyal sorunlarını çözmeyen bir ülke güçlü olamaz.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz