- Erdoğan ve çevresi Türk tipi(!) başkanlık sistemini kurgularken hiç bir zaman iddia ettikleri gibi daha iyi yönetilen bir Türkiye kaygısı taşımadılar. Onlara göre Türkiye’de devlet ve toplum öyle dizayn edilmeliydi ki; Erdoğan hep başkan AKP de hep iktidarda kalmalıydı.
Cafer TAR
Erdoğan muazzam bir öz güven patlaması yaşıyor, her girdikleri seçimi kazanıyordu; muhalefet demoralize olmuştu. Kürtler ve onlarla birlikte politika yapan küçük bir çevre dışında neredeyse hiç kimse Erdoğan’a karşı bir seçim zaferine inanmıyordu.
HDP etrafında bir araya gelmiş insanlar daha iyi bir yaşamın herkes için mümkün olduğu inancıyla hem kendilerini hem de bütün ülkeyi örgütlüyorlardı. Ayrıca o yıllarda Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan ve devlet arasında görüşmeler de devam ediyordu.
Birlikte katıldığımız bir televizyon programında Sayın Hatip Dicle o dönem devlet ve Sayın Öcalan arasında yaşanan en önemli gerilimlerden birinin “HDP’nin seçimlere parti olarak mı, yoksa tek tek bağımsız adaylarla katılması gerektiği konusu olduğunu” söylemişti.
Sayın Dicle kişisel olarak Türkiye’de siyasal yaşamın en önemli anlarından birine tanıklık etmişti; devlet ısrarla HDP’nin seçimlere bağımsız adaylarla girmesi gerektiğini söylüyor, buna karşılık Sayın Öcalan baraj riskine rağmen parti olarak katılmak da ısrar ediyordu.
Sonrasında 7 Haziran seçimleri oldu ve Türkiye’de bütün siyasal dengeler değişti. Kürtler programlarıyla, politik birikimleriyle, kadınıyla, erkeğiyle bütün zorluklarına rağmen oldukça gelişmiş bir siyasal güç merkezi olarak ortaya çıktılar.
Bunu İmralı koşullarında elinde hiç bir ciddi anket çalışması olmayan Sayın Abdullah Öcalan öngörmüştü. Sayın Öcalan HDP örgütüne ve bu halkın sağduyusuna, özgürlük inancına güvenmişti. HDP’nin 7 Haziran 2015 tarihinde 13,1 oy alarak yüzde onluk seçim barajını aşması Türkiye’deki bütün siyasal dengeleri değiştirdi.
Bu gelişme sadece iktidar çevrelerini değil muhalefeti de endişelendirdi. Erdoğan ve Bahçeli’yi Cemaate karşı mücadele değil HDP ve Kürt karşıtlığı biraraya getirmiştir. HDP’nin başarısında emeği olan birçok siyasetçi sadece Erdoğan’ın değil başta Kemal Kılıçdaroğlu da dahil olmak üzere diğer muhalefet liderlerinin de onayı ile cezaevine konulmuşlardır.
Türkiye’de artık HDP’siz ne iktidar, ne de muhalefet olunabilir. HDP siyaseten dışlanırsa sistem işlemez. İktidarda olan parti normal demokratik bir işleyişte en az yüz HDP’li belediye ile çalışmaya hazır olmalıdır. Muhalefet partileri ise iktidar olabilmek için HDP ile asgari bir uyuma mecburdurlar.
Bu yılların emeği ile ortaya çıkmış bir; politik, sosyolojik, estetik, ahlaki, insani bir süreçtir ve kimse bunu hiç bir hukuki karşılığı olmayan tutuklamalarla tersine çeviremez, kürt halkının iradesini yok sayamaz.
Erdoğan rejimi bütün gücü ile HDP’yi dolayısıyla Kürt halkının özgürlük ve demokrasi inancını yok etmeye çalıyor. Çünkü HDP’nin parti olarak katıldığı herhangi bir seçimi kazanma şansı olmadığını artık Erdoğan da biliyor.
25 Eylül’de HDP’ye yapılan operasyonu bir başlangıç olarak görüyorum; Erdoğan HDP’yi fiilen bitirmeye, yok olmuyorsa kapatmaya çalışacak. (Soylu’nun Anayasa Mahkemesi Başkanı’na ayar vermesini ben biraz bunun hazırlığı olarak görüyorum.)
Eğer Erdoğan tüm çabalarına rağmen istediği sonucu alamamışsa; ya Lukaşenko gibi baştan aşağı şaibeli bir seçimle, ya da hiç seçim yapılmayan provakatif bir süreç başlatarak iktidarını sürdürmeye çalışacak.
Doğu Akdeniz provokasyonunun rejime hiç bir getirisi olmadı; geriye sadece içerde Kürtlere saldırmak kalmıştı; fakat bu kez kocaman bir fark var. Eğer Kürtler kaybederse, Kürtlerle birlikte; CHP’siyle, İYİ partisiyle, Saadet Partisi’yle, Alevi’siyle, samimi müslümanıyla herkes kaybeder.
Daha önce olduğu gibi artık dışardan bakarak olmaz; şimdi gerçekten aynı gemideyiz, ya hep birlikte özgür olacağız, ya da halifenin kulları! Karar sizin!