Selahattin ERDEM
Kuşkusuz siyasi ve askeri koşulların elverdiği durumlarda devrimciler de siyasi mücadele yürütmek ve devrimci amaçlarını demokratik siyasi mücadele yöntemleriyle gerçekleştirmek isterler. Fakat somut koşullar her zaman buna imkân ve fırsat vermez.
Egemen iktidarcı ve devletçi güçler tam bir baskı sistemi kurarak demokratik siyasi mücadele imkânlarını ortadan kaldırabilir ve bu temelde ömürlerini uzatmak isteyebilirler. Peki böylesi durumda ne olur? Hiç kuşkusuz gündeme devrimci halk savaşı stratejisi gelir. Böyle bir durumda strateji değiştirebilen, devrimci halk savaşı stratejisi ile mücadele etme gücünü gösterebilen devrimcilik gelişme sağlar ve zafere ulaşır.
Örneğin faşist diktatörlük tam bir baskı rejimidir ve demokratik siyasetle mücadele etmenin tüm imkânlarını zorla ortadan kaldırır. Böyle bir durumda da devrimciler için antifaşist halk direnme savaşı yürütmek bir zorunluluk haline gelir. Örneğin sömürgeci egemenlik tam bir baskı rejimidir ve siyasi mücadelenin tüm koşullarını yok eder. Soykırımcı egemenlik ise zaten dört başı mamur bir katliam ve yok etme sistemidir ki, böyle bir durumda demokratik siyasetin izi bile kalmaz. O halde sömürgeci ve soykırımcı egemenliğe karşı var olabilmenin tek koşulu, devrimci halk savaşı stratejisi temelinde bütünlüklü bir özgürlük savaşı yürütebilmektir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir sömürgeci ve soykırımcı egemenlik olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Bu karakter ona İttihat ve Terakki Cemiyeti yönetiminden geçmiştir. Sömürgecilik Osmanlı’dan devralınmış, soykırımcılık ise Ermeni, Asuri-Süryani, Rum ve Kürt soykırımlarıyla pratiğe geçirilmiştir. Ayrıca Osmanlı’nın despotik yönetim tarzı da olduğu gibi TC yönetimlerine devredilmiştir. Böylece TC Devleti faşist karakterli, despotik, sömürgeci ve soykırımcı bir egemenlik sistemi olarak şekillenmiştir. 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleriyle de söz konusu karakter yapısı iyice pekişmiştir.
Bu sisteme karşı 1971 ve 72’de Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya öncülüğündeki Türkiye Devrimci Hareketi halk savaşı stratejisi temelinde mücadele geliştirmeye yönelmişse de sonunda ezilip yenilmekten kurtulamamıştır. Ezilmeyi ve yenilmeyi aşan Devrimci Hareket, 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesine karşı 15 Ağustos 1984’te Devrimci Gerilla Atılımını başlatan PKK olmuştur. PKK’nin devrimci halk savaşı stratejisi temelinde yürüttüğü gerilla savaşı 12 Eylül faşist-askeri rejiminin egemenliğini sarsmış, 1990 başından itibaren kadınlar öncülüğündeki halk serihildanlarını geliştirerek Kürdistan’da Ulusal Diriliş Devrimini gerçekleştirmiştir. Bu gelişme, Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de demokratik siyaset alanını kısmi ölçüde açmıştır.
Önce Turgut Özal, ardından ise Tayyip Erdoğan açılan bu siyaset alanında hareket etmek istemişse de, bunun önü Kürt sorununu yaratan ve çözümünü istemeyen dış güçler ve içerdeki Kürt düşmanı faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaset tarafından kesilmiştir. Nitekim Mayıs 2007 Erdoğan-Büyükanıt Dolmabahçe görüşmesi ile 5 Kasım 2007 Bush-Erdoğan görüşmesi ardından yeni bir soykırım süreci geliştirilmiştir. 14 Nisan 2009 siyasi soykırım operasyonlarının başlatılması ve 11 Aralık 2009’da DTP’nin kapatılmasıyla ortam demokratik siyasete tamamen kapatılmıştır. Bu durumu “Demokratik siyaset yapmanın hiçbir imkânı kalmamıştır” diye değerlendiren Önder Abdullah Öcalan, 31 Mayıs 2010 tarihinde siyasi diyalogdan çekildiğini ilan etmiştir. Böylece de PKK için strateji değişimi gündeme gelmiş, 1 Haziran 2010 tarihinden itibaren demokratik siyasi mücadele stratejisine son verilerek, devrimci halk savaşı stratejisi temelinde mücadele edileceği açıklanmıştır.
Geçen 11,5 yıllık süreç, farklı taktik aşamalar biçiminde gelişmiştir. Bu süreçte 13 Ağustos 2010’dan başlayıp Temmuz 2011’e kadar süren ve yine Mart 2013 tarihinden başlayıp 24 Temmuz 2015 tarihine kadar devam eden ateşkes dönemleri yaşanmıştır. Fakat bunlar birer stratejik süreçler değil, taktik süreçler olarak yaşanmıştır. Esas olarak stratejik süreç devam etmiş, ‘Çöktürme eylem planı’ doğrultusunda AKP Yönetimi ABD ve MHP ile anlaşarak 24 Temmuz 2015 topyekün faşist-soykırımcı saldırı sürecini geliştirmiştir. Bugün de derinleştirilerek devam ettirilen süreç budur ve söz konusu ittifaka Kürt işbirlikçisi olarak KDP de eklenmiştir.
24 Temmuz 2015 tarihinden bu yana ABD ve KDP destekli AKP-MHP faşist-soykırımcı diktatörlüğünün Türkiye ve Kürdistan’daki uygulamaları ortadadır. Bugün ortada sömürgeci ve soykırımcı bir faşist diktatörlüğün bulunduğu açıktır. Bu diktatörlük Kuzey Kürdistan’da soykırım, Türkiye’de faşist terör uygularken, soykırımcı işgal saldırılarını Kürdistan’ın diğer parçalarına da yaymaktadır. Hatta faşist çete terörüyle tüm insanlığı da sürekli tehdit etmektedir.
Peki böyle bir faşist, sömürgeci ve soykırımcı diktatörlüğe karşı nasıl durulabilir ve ona karşı nasıl mücadele edilebilir? AKP-MHP faşist-soykırımcı diktatörlüğü nasıl yıkılabilir? Bugün devrimciler olarak önümüzdeki temel soru budur ve bu soruya doğru cevap vermemiz gerekir. Çok açık ki, bu sorunun esas cevabı ‘Demokratik siyasi mücadeleyi geliştirmek’ olamaz. Tersine antifaşist devrimci savaşı geliştirmek ve her tarafa yaymak olabilir. Devrimciler açısından her şeyin devrimci savaşı geliştirme ve zafere taşıma temelinde yürütülmesi gerekir. Tek doğru devrimci yaklaşım ve strateji budur.
Peki bu yaklaşım, olduğu kadarıyla demokratik siyasi mücadelenin geliştirilmesini yadsır mı? Elbette değil. Tersine demokratik siyasi mücadelenin de her alanda geliştirilmesini, tüm demokrasi güçlerinin birlikte ve çok daha etkin olarak antifaşist mücadele yürütmesini ister ve bunu teşvik edip destekler. Fakat AKP-MHP faşist-soykırımcı diktatörlüğünü yıkacak esas mücadele bu değildir, antifaşist direnişin öncüsü bu değildir. Öncü ve esas mücadele devrimci savaştır, gerilla ve öz savunma savaşıdır. Ancak devrimci savaş geliştikçe demokratik siyasi mücadele de gelişme ve güçlenme imkânı bulur.
Örneğin esas rolü ortadan kaldırılmış mecliste haftada bir gün grup toplantısında gerçekleri halka götürmek de önemlidir, ancak bununla AKP-MHP faşizminin yıkılamayacağı da açıktır. Her alanda faşizmi teşhir eden açıklamalar yapmak önemlidir, ancak AKP-MHP faşizminin bu tür açıklamalarla ve şehir sokaklarında halka el sallayarak yıkılamayacağı da bilinmek durumundadır. Yine Avrupa ve Rojava sokaklarında halkın faşizmi teşhiri önemlidir, ama bunlar AKP-MHP faşizmini yıkmak için kesinlikle yetmez. Peki AKP-MHP faşist-soykırımcı diktatörlüğünü yıkmak için esas olarak ne gerekir? Çok açık ki devrimci halk savaşı stratejisi temelindeki mücadeleyi esas ve öncü olarak ele almak gerekir. Türkiye’de antifaşist devrimci savaşı, Kürdistan’da özgürlük savaşını geliştirmek gerekir. Dağda, ovada ve şehirde gerilla öncülüğündeki öz savunma savaşını her alana yaymak ve yaratıcı yöntemlerle geliştirmek gerekir. Devrimci tutum böyle olmak durumundadır.
Kısaca tüm devrimci çalışmaların devrimci halk savaşı stratejisine bağlı olarak ve bu stratejinin başarısı için yürütülmesi gerekir. Örneğin propaganda devrimci savaşın önemini ve sonuçlarını propaganda etmelidir. Sanat devrimci kahramanlıkları işlemelidir. Ekonomik inşa devrimci savaşın gereklerine göre olmalıdır. Tüm kitle ve halk çalışmaları devrimci savaşın en temel ayağı olan öz savunma savaşını geliştirip güçlendirme yönünde yapılmalı, bu temelde savaşan halk gerçekliği ortaya çıkartılmalıdır. Bunun için dağa çıkmaya, gerilla elbisesi giymeye, silahı omuza atmaya da gerek yoktur. Ovalar ve şehirler daha iyi birer savaş alanıdır. Herkes olduğu yerde kendini eğitip donatarak, ‘gece silahlı gündüz külahlı’ biçimde bu savaşı yürütebilir.
Örneğin gençlik çalışmalarının ve mücadelesinin esası böyle olmak durumundadır. Her genç kendisini bir antifaşist özgürlük savaşçısı olarak görüp pratikleştirmelidir. AKP-MHP faşizmine karşı sivil gizli savaşçılık her alanda geliştirilmelidir. Bu konuda herkes elinden geleni yapabilmelidir. Bu biçimde örneğin faşizmin ekonomik kaynakları kurutulabilir. Ajan-ihbarcı yapı dağıtılıp etkisiz hale getirilebilir. Açık-gizli polis şebekesi işlevsiz kılınabilir. Sivil faşist çeteler dağıtılabilir. Faşizmin devrimcilere ve halka yönelik her saldırısının misillemesi yapılarak intikamı alınabilir. Günümüzün doğru devrimciliği bunları yapmayı gerektirir. O halde başta devrimci gençler olmak üzere tüm devrimciler gerçek görevine sahip çıkmalıdır.