Devrimlerin çoğunlukla amaçlarına ters düşmesi; hiyerarşi, iktidar ve devlet sorununu doğru çözememeleriyle ilgilidir. Tarih bu konuda da amaçlarına ters düşmüş çok sayıda devrimin enkazıyla doludur.
Tanrısal olduğunu en çok idea eden İslâm Devrimi’nden kendisini 18. yüzyıl aydınlanmasının devrimi sayan Fransız Devrimi’ne, yine bilimsel sosyalizmin Rus Bolşevik Devrimi’ne kadar onlarca benzer örnek, kısa süre içinde amaçlarıyla çelişmekten kurtulamamıştır. Bu olgunun temel nedeni, “kısa süre” içindeki bir devleti veya hiyerarşik iktidar gücünü yenmenin “uzun süre” kurumu ve kültürü olan uygarlık ve moderniteyi yenmek anlamına gelmediğidir. Hatta yenilmiş olan devlet mevcut uygarlık veya modernite sistemi içinde bir engel haline gelmişse, devrimle daha da güçlenecek olan dönemin tüm devletlerine karakterini veren uygarlık ve modernite olacaktır.
Devleti yenmekle iktidar ve modernite yenilmiş sayılmaz. İktidarın çoğunlukla daha da güçlenmesinin altında yatan temel gerçeklik budur. Hiyerarşi ve iktidarlar, iç içe geçmiş olgular olarak, binlerce yıllık sürelerle yaşarlar. Devletler daha kısa süre ürünüdürler. Devrimler ise anlık süre olaylarıdır. Bu durum devrimlerin önemli rol oynamadıkları anlamına gelmez. Fakat devrimlerin uzun ve orta süre uygarlıklar ve devlet yapılanmaları içinde özümlenme tehlikesi güçlü bir olasılık olarak hep mevcuttur. Örneğin Ekim 1917 Devrimi hiçbir devlete yenilmedi.
Fakat uzun süre yapısal sistemi olan kapitalist moderniteye yenildi. Bunda şüphesiz sadece modernitenin kapitalizm unsuruna karşı savaşmasının, onda da devlet kapitalizmi adı altında en gerici ve tutucu biçimi vasıtasıyla mücadele etmesinin payı belirleyiciydi. Endüstriyalizm ve ulus-devlet unsurlarını ise azami geliştirmeye çalıştı.
Moderniteyi çözümlemeden bu tür saplantılı takıntıya kapılması, elbette sonuçta devrimi amaçlarına ters duruma düşürecekti. 20. yüzyıl bu tür devrimlerin enkazlarıyla doludur. Hiyerarşi, iktidar ve devlet kültürüyle mücadele, demokratik unsurların tarihinin doğru yorumunu ve kendi doğru tanımlanmış karşıt öğelerini kullanmayı gerektirir. Devrimler ancak bu temelde amaçlarıyla çelişmeden uzun vadeli sistem olan demokratik moderniteyle bütünleşirlerse başarılı olurlar. Ortadoğu’nun üç tek tanrılı dininin devrimci yorumunu bu çerçevede yaptığımızda, neden yüce idealleriyle ters düştüklerini daha iyi anlamış oluruz. Uzun süre yapıları olan iktidar ve hiyerarşiye özenmeleri ve hemen devletleşmeleri, bu dinsel devrimlerin başarısızlıklarının temel nedenidir. Bu üç tek tanrılı dinin âdeta bir karşıdevrim yasası olan, karşısında savaştıklarını sandıklarının amaçlarına sıkça sapmalarını bu çerçevede kavramak mümkündür.
Modernite döneminde bu oyun çok daha açık oynanır. Ulus-devletle kurumlaştıklarında amaçlarıyla tamamen çelişir duruma düşen tüm ulusal devrimler giderek acı ve öfkeyle anılmaktan kurtulamazlar. Ortadoğu toplumlarında süre ve yoğunluk olarak en uzun ve güçlü yaşanmış uygarlıklar, hiyerarşi, iktidar ve devlet kültürünün doruğunu ifade ederler. İktidarın hastalık olduğu daha Gılgameş zamanından beri bilinmektedir. Bilgeler iktidar hastalığından hep bahsetmişler, onu en cezbedici fahişe rolünde tanımlamışlardır. Hiyerarşinin doğduğu, tüm iktidar ve devlet oluşumlarına yataklık ve kaynaklık eden en uzun kültürünün beşiği olması itibariyle de Ortadoğu’da neden demokratik kültürün hep altta kaldığını daha iyi anlayabiliriz. Her aile başkanının kendini küçük bir imparator saydığı toplumda, devrimlerin rolünün neden sınırlı kaldığı da anlaşılırdır. Modernitenin tümüyle devrim sayılması ise, günümüz toplumsal sorunlarının boyutlarını daha iyi anlamamıza imkân sunar. Sorunların kaynağı olan bir fetihçi sistemi temel sorun çözümleyici olarak uygularsanız, sonuç elbette daha da ağırlaşmış toplumsal sorunlar olacaktır.
Devleti yenmekle iktidar ve modernite yenilmiş sayılmaz. İktidarın çoğunlukla daha da güçlenmesinin altında yatan temel gerçeklik budur.
Son yüzyılda bir ulus devlet sahibi olmak, neredeyse tanrısıyla en büyük buluşmayı gerçekleştirmek gibi algılandı. Eski tanrılar bile yeni ulus-devlet tanrısının hizmetine koşuldu. Ortadoğu ulus devletleri halen gerek birbirlerine gerek vatandaş bellediklerine karşı bir savaş aracı olarak işlevselleştirildiklerinin, sistemin hegemonyasının onlara bu rolü biçtiğinin farkında bile değiller.
İktidarı merkezileştirmek, devleti aşırı ulusallaştırmak âdeta ulusal devrime yüklenmiş rol sayılmaktadır. Bu kadar çelişkilerle yüklenmiş bir devrimin, başarı şansını bir yana bırakın, idea ettiği eşitlik ve özgürlüğe darbe teşkil etmesi işten bile değildir. Devrimler ancak anti-merkeziyetçi ve anti-iktidarcı olduklarında demokrasiye, eşit ve özgür bir topluma hizmet edebilirler.
Ortadoğu’da demokratik kültür abartılmış ulus devletçi kültürü aştığı oranda gelişme şansı bulabilir. Özünde sermaye ve diğer sömürü tekellerinin yoğunlaşmış ifadeleri olan iktidar ve devlet yapılanmaları, yoğunlaşmış ekonomik ve ekolojik toplumun ifadesi olan demokratik toplumla aşıldıkları oranda, toplumsal sorunların gerçek çözüm yoluna gireceği açıktır. Demokratik uluslar ve onların sistematik ifadesi olarak demokratik modernite; hiyerarşi, iktidar ve devletten kaynaklanan sorunların aşıldığı çağı temsil eder.
Devrim Sorunu Benim için devrimin anlamı, uygarlık sisteminin sürekli alan ve uygulamasını daralttığı ahlaki, politik ve demokratik toplumun yeniden ve daha geliştirilmiş olarak bu niteliklerini kazanmasıdır.Bir Marksist sosyalist için devrim “sosyalist toplum”dur. İslâm devrimcisi için “İslami toplum”dur. Burjuva için “liberal toplum”dur. Aslında böyle toplumlar yoktur. Bunlar Ortaçağ’da olduğu gibi adlandırmalardır. Birer ideolojik etiket takılınca toplumlar nitelik değiştirmezler. Örneğin bir sosyalist Sovyet insanıyla liberal Avrupalı insan arasında köklü farkların olmadığı Sovyetlerin çözülüşünden sonra yeterince anlaşılmıştır. Bir Hristiyan ile bir Müslüman arasında dinden kaynaklanan farkların yaşam üzerindeki etkileri son derece cüzidir. Eğer toplumlar arasında niteliksel bir ayrım yapılacaksa, bu ancak tanımlamaya çalıştığımız ahlaki, politik ve demokratik toplum nitelemesi temelinde yapılabilir. Köklü farklılıklar bu kavramlar ve yansıttıkları olgularla daha gerçekçi olarak belirlenebilir. Şüphesiz daha ahlaki, politik ve demokratik olan toplumlar özgürlüğü ve eşitliği yaşama olanaklarına daha fazla sahiptirler. İsteyen buna sosyalist toplum da diyebilir.
Ortadoğu toplumunun gerçekçi bir yorumu, yaşanması gereken devrimin ahlaki, politik ve demokratik niteliklerini tespit etmekte güçlük çekmez. Denenen tüm geleneksel ve modernist ideolojilerin, durumu daha da sorunlu hale getirdikleri gelişmelerden anlaşılabilir. Bu sonuçlar politik ve ahlaki demokrasinin olmazsa olmaz gerçekliğini kanıtlamaktadır. Demokratik siyasetsiz, dolayısıyla ahlaktan da yoksun toplumun temel devrim sorunu bu nitelikleri kazanma sorunudur.
Devrim sorunu bu temelde konulunca, siyasi program, stratejik ve taktik mevzilenmeler ve doğru pratik adımlar da buna göre belirlenebilir. Bu tarz bir devrim anlayışı İslami, sosyalist, milliyetçi devrim yaklaşımlarından çok farklıdır. Bu yaklaşımlar kapitalist modernite içinde son tahlilde özellikle ulus-devletle sonuçlanmaktan geri kalmazlar.
Kapitalist modernite ise sorun çözme aracı değil, sorunları büyütme ve tüm topluma yayma aracıdır. Tersine devrim ahlaki, politik ve demokratik alan uygulamalarında mesafe aldıkça, kapitalist moderniteden uzaklaşmaya ve demokratik moderniteyi somutlaştırmaya başlar, gelişir. Devrim sorununa ilişkin bir farklılığı da yaşam ve eylem tarzında belirlemek önemlidir. Düz çizgisel yaklaşımlar ne kadar hatalıysa, teori-pratik ayrımlarını fazla açmak da hatalı eylemlere götürür. Çok iyi bilinmesi gerekir ki, devrim öncesi ve sonrası için farklı yaşam biçimleri yoktur.
Özellikle bir devrimci için bu böyledir. Eylem insanı olmak teorik donanımla birlikte yaşanır. Ahlaki, politik ve demokratik nitelikleri günlük yaşamında söylem ve eyleme yansıtmayan kimseye devrimci denmez. Bunların devrimci militanca bir yaşamı olamaz. Ayrıca sadece direnişçilikle, toplumu öz savunmayla eylemci olunamaz. Ahlaki, politik ve demokratik toplum inşalarıyla bütünleştirilemezse, öz savunma savaşı ve her tür direnişçiliğin kalıcı başarı şansı olamaz. Toplumun sorunları nasıl bir bütünlük arz ediyorsa, devrimin ve devrimcinin de tüm söylem ve eylemlerinde siyasi program, strateji ve taktik planlamayı iç içe yaşaması gerekir.
Kürdistan Devrimi’nin Ortadoğu’daki Yeri Demokratik modernite kavram ve kuramlarıyla yeniden kurgulanan Kürdistan Devrimi pratik gelişmesini layıkıyla sürdürürse, sadece Kürt sorununun demokratik çözümünü gerçekleştirmekle kalmaz; devrimin yerel çözümü ve aynı zaman da evrensel çözümünde en sağlam bileşkesi olur. Her devrim tüm geçmiş devrimlerin özeti olduğu gibi, aynı zamanda onları aşma anlamını da taşır.
Kürdistan Devrimi potansiyeli ve boğuştuğu güçler kapsamında hem tarihle hem de moderniteyle hesaplaşmayı gerektirir. Bu devrim hesaplaşmasını bu doğrultuda başarıyla yaparsa, evrenselliğe en önemli katkıyı yapmış olur. Evrenselliğe giden yolda Ortadoğu durağı stratejiktir. Günümüzde dünya devrimi yeniden geliştirilecekse, tüm göstergeler bunun ancak Ortadoğu kültürü bağlamında geliştirilebileceğini ortaya koymaktadır. Avrupa devrimlerinin yansıması olan Rusya, Uzakdoğu, Latin Amerika ve Afrika’daki devrimler hiçbir zaman kapitalist moderniteyi aşamadılar. Hatta çoğunlukla kapitalist modernitenin hizmetinde önemli roller oynadılar. ‘Komünist Partilerin’ önderliğindeki Rus ve Çin Devrimlerinin kapitalist modernitenin dünya çapında yayılmasındaki rolleri göz önüne getirildiğinde söylenmek istenenler daha iyi anlaşılır.
Kapitalist modernite bağlamındaki dünya devrimlerinin uzantıları Ortadoğu’da başarılı olamadılar. Şüphesiz bölge kültürü bunda önemli rol oynadı. Modernite kültürü bölge kültürünü tümüyle fethedememektedir. Bu konuda güçlü bir kültürel direniş söz konusudur. Sadece islam kültürü ile direnilmiyor, islam kültürünü aşan bölge kültürü tüm tarih çağlarının mirasçısı olarak direniyor.Direniş tek başına modern hegemonyayı yıkmaya ve alternatifini geliştirmeye yetmez. Karşı moderniteyi inşa etme ustalığını gerektirir.
Kürdistan Devrimi bu konuda gerekli olan inşa görevine öncülük edebilir. Kürdistan’ın konumu her bakımdan buna uygundur. Öncelikle bölgenin üç büyük ulusunun ortasında yer almaktadır. Arap, Türk ve Fars ulusunca kuşatılmıştır. Zaten bu uluslar Kürdistan’ın birer parçasını kendi ulus-devletlerinin egemenliğinde bulundurmaktadır. Ayrıca Kürdistan ülke olarak da kendi içinde diğer kadim kültürler ve halkları barındırmaktadır. Başta Ermeniler ve Süryaniler olmak üzere Türkmen, Arap ve diğer birçok ulusal ve kültürel unsurlar Kürdistan’da az veya çok yerleşiktirler.
Kürdistan tarih boyunca birçok din ve mezhebin de çıkış ve öz savunma merkezi konumundadır. Tarihin Homo Sapiens insan devrimi başta olmak üzere mezolitik, neolitik, antik kölecilik ve ortaçağ feodal devrimlerinin beşiği rolünü de oynamıştır. Günümüzde kapitalist modernitenin bir nevi ‘Üçüncü Dünya Savaşı’nın kaderi de Kürdistan’daki gelişmelerle belirlenebilecektir. Tüm bu etkenleri göz önünde bulundurduğumuzda, demokratik modernite bağlamında gelişirse, Kürdistan Devriminin Ortadoğu’nun demokratik devrimine dönüşmemesi için fazla neden kalmadığını görürüz. Önünde engeller olsa bile gelişme kaçınılmazdır.
Kürdistan’da Kürt sorununun demokratik ulus kapsamında çözülmesi Ortadoğu’daki ulus-devlet bunalımına ve yol açtığı çözümsüzlüklere karşı muazzam bir etkide bulunacaktır. Daha şimdiden Irak, İran, Suriye ve Türkiye’deki ulus-devletlerin yol açtığı bunalım, çatışma ve çıkmazların aşılmasında demokratik ulus çözümü dışında bir olasılık pek gözükmemektedir. Ulus-devletçilikte ısrar daha fazla sorun ve çatışma demektir. Velev ki başka ulus-devletler (örneğin Kürt ve Filistin ulus–devletçikleri) inşa edilmek istensin, bunlar çözümü geliştirmez, ancak var olan sorunlara ek sorunlar katabilir. Çözüm olarak sunulacak şey daha fazla kapitalizm ve endüstriyalizm ise, dünyanın her köşesinde görüldüğü gibi bu durum daha fazla kriz, işsizlik, çatışma, çevrenin yıkılması ve iklim düzensizliği demektir.
Demokratik modernitenin sadece demokratik ulus unsurunda değil, komün ekonomisi ve ekolojik endüstri unsurlarında da yaşanacak bir Kürdistan Devrimi geçmiş devrimlerin mirası üzerinde yükselerek ve onları da aşarak, 21. yüzyıl devrimlerinin sağlam başlangıçlarından ve köşe taşlarından biri olabilir.
Ortadoğu toplumlarında yaşanan sorunların kaynağında daha fazla iktidar ve devlet yatmaktadır. Uygarlık tarihi boyunca sorun çözmek amacıyla ortaya çıkan her güç daha fazla güce ve devlet erkine sığınmaktan başka bir çare bulamadı. Tepedeki imparatordan ailedeki kocaya kadar her gücün sorunların çözümünde güç kullanması, iktidara gelme ve devlet olmanın sihirli değneği oldu. Batı uygarlığı bu geleneğin modern biçimlerini yarattı.
Demokrasi cilasını çekerek iktidar ve devletin demokratikleştirilebileceğini sandı veya liberalizm bu sahtekarlığa başvurdu. Günümüz Ortadoğu’sunda temel sorunlar hâlâ iktidar ve devlet olma temelinde çözülmeye çalışılmaktadır. Örneğin Irak’ta bir ulus-devlet yerine üç veya daha fazla ulus-devletle, Filistin’de şimdiden üçe çıkmış devletle, Afganistan’da aşiret sayısı kadar devletçiklerle sorunlar çözümlenmeye çalışılmaktadır. Zaten yeterince yük teşkil eden iktidar ve devlet elitlerine yenilerini eklemek, daha fazla baskı ve sömürüden başka sonuç vermez.Bu da daha fazla toplumsal sorun ve çatışma demektir.
Kürdistan Devrimi demokratik ulus çözümünü konfederal yönetimler ve demokratik otoritenin tesis edilmesiyle kurumsal- laştırırsa, bu model Ortadoğu’nun binlerce yıllık iktidar kördüğümlerini ve devletçilik hastalıklarını çözmede köklü dönüşümlere yol açabilir.
Her devrim tüm geçmiş devrimlerin özeti olduğu gibi, aynı zamanda onları aşma anlamını da taşır
Ortadoğu halkları ve kültürlerinin şiddetle ihtiyacını duyduğu şey demokratik otoritedir. Bunun dışında güç denemesine ve devlet erkine dayanan her çözüm hamlesi, şimdiye kadar denenen tüm örneklerde gözlemlendiği gibi, ağırlaşan sorunlar altında sürdürülmesi güç bir toplumsal yaşama yol açacaktır. Ortadoğu’da yaşam adına sadece hastalık vardır. İçe kapanmacı ulus-devlet modeliyle sorunlar boşluğa bırakıldı. Batılı hegemonya kendini Ortadoğu’da kurumlaştırma gücünü göstermemekle birlikte, en azından minimalist ulus devletlerle bölgeyi sistemine bağlamayı başardı. Gelinen aşama bu
yöntemin iflasıdır. Kürdistan Devrimi’nin demokratik ulus boyutlarında üreteceği, inşa edeceği kurumlar bu geleneği tersine çevirebilir. Tarihte paylaşılan ortak kültürler temelinde Demokratik Uluslar Birliği’ni geliştirebilir.
Ortadoğu kültürlerinin demokratik öğelerini küçümsememek gerekir. Halen güçlü olan kabile ve aşiret gelenekleriyle dini ve mezhebi cemaat geleneği demokratik uluslaşmanın ilke ve kurumlarıyla bütünleştirilirse demokratikleşmenin gücüne dönüştürülebilir. Unutmamak gerekir ki, despotik iktidar ne denli geçerliyse, demokrasiye duyulan ihtiyaç da o denli gereklidir ve gerçekleşebilir. İktidarın güçlü olduğu her yerde demokrasinin büyük potansiyel gücü de vardır. Ortadoğu’nun mevcut ulus devlet ve iktidar anlayışlarıyla yönetilemeyeceği fazlasıyla açığa çıkmıştır. Ulusal ve bölgesel sorunların çözümünde Demokratik Uluslar Birliği çatısı daha şimdiden ivedilikle kurulmayı gerektirmektedir. Tek başına hiçbir devletin giderek büyüyen sorunlarla baş edemeyeceği ortadayken, birlikten kaçmak iddiasızlık ve çözümsüzlükle özdeştir.
Kürdistan’ın ulus-devletleşmesi Kürtler için devrimci bir gelişme olarak nitelenemez. Sadece ağır bölgesel sorunlara çok daha ağır bir sorun eklenmiş olur. Irak’ta denenen Kürt ulus devleti ancak demokratik uluslaşmayla kuşatılır ve bu sürecin uzlaşmacı bir yedeği haline getirilirse, Kürdistan ve Ortadoğu çapında olumlu rol oynayabilir. Aksi halde İsrail-Filistin sorunsalından daha ağır sorunlara yol açması beklenebilir. Demokratik ulus modelinin dayattığı çözüm ulus-devletlerin inkârını değil, onların demokratik anayasal çözüme bağlı olmasını gerektiriyor. Batı Avrupa’da iç içe geçmiş devlet-demokrasi izdivacı yegane çözüm modeli değildir. Tersine, sorunları çok olan ve çözümünü erteleten bir modeldir. Ortadoğu’da denenmesi gereken model, devlet-ulusuyla demokratik ulusun varlığını ve özerkliğini esas alan demokratik anayasal çözümdür. Aksi halde ortaya çıkacak birlik modelleri rolleri bakımından İslâm Konferansı ve Arap Birliği (Bunlara Türki Devletler Konseyini de eklemek gerekir) gibi oluşumların ötesine geçmez.
İçte demokratik anayasal sisteme bağlı ulusların (Buradaki ulus kavramı ile devlet-ulusuyla demokratik ulusun uzlaşmasından doğan üst ulus veya uluslar ulusu kastedilmektedir) kendi aralarında oluşturacakları Demokratik Uluslar Birliği şüphesiz büyük bir gelişme olacaktır. Sadece kalıcı barışın sağlanması değil, işsizlikten tümüyle kurtulmuş yığınların komünal ekonomi ve ekolojik endüstrinin birlikteliğiyle ekonomik üretkenliği ve kültürel Rönesans’ı yaşaması anlamına da gelecektir. Hiç kimse mevcut bilgi ve teknoloji çağında bölgedeki işsizliği, verimsiz ekonomiyi ve umut vermeyen kültürel yaşamı bir kader olarak göremez. Böyle görenler ideolojik körlük içinde olanlar veya sistemin ideolojik hegemonyasını yaşayanlardır. Ortadoğu ancak Demokratik Uluslar Birliği çatısı altında tarihte çok uzun sürmüş olan evrensel rolünü yeniden oynayabilir. Her zaman söylediğim gibi, Kürtler tıpkı uygarlığın şafak vaktinde oynadıkları rolün bir benzerini bu sefer demokratik uygarlık temelinde oynayabilirler. Kürdistan Devrimi’nin potansiyeli ve Kürt demokratik ulus çözümü bunun için gerekli olan her türlü gücü (entelektüel ve fiziki güç) fazlasıyla sunmaktadır. Kürdistan devrimi her zamankinden daha fazla bir Ortadoğu Devrimi’dir. Kürt demokratik uluslaşması da Ortadoğu Demokratik Uluslar Birliği’dir. O halde Kürdistan Devrimi’nin evrenselliğe giden yolu Ortadoğu Demokratik Uluslar Birliği’nden geçecektir.
Demokratik modernitenin zihniyet devrimiyle, toplumsallaşan felsefe, sanat ve bilim yoluyla hakikat algımızı güçlendirip doğru, iyi ve güzel yaşamı gerçekleştirebiliriz.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Savunmalarından