Medya Haber televizyonunda yayınlanan özel bir programda açıklamalarda bulunan Hozat, Fransa devletine çağrıda bulunarak “Fransa’nın yapması gereken nedir? Hakikati, gerçekleri açıklamaktır. Türk devletinden hesap sorulmasının zeminini yaratmaktır. Yargılamaktır Türk devletini, Erdoğan’ı yargılamaktır. MİT’i yargılamaktır, Bu işin içinde MİT’le işbirliği yapanları, iş tutanları, yargılamaktır. Mahkemenin önüne çıkarmaktır, hesap sormaktır. Fransa’nın yapması gereken budur” dedi.
Türk devletinin soykırımcı bir devlet olduğunu ve Dünyanın her tarafına terör yaydığını belirten Hozat, “yıllardır DAİŞ’le de işbirliği halinde bunu yapıyor. DAİŞ’in Avrupa’da yaptığı bütün patlamalar kesinlikle MİT’le birlikte yapılmıştır. MİT organize etmiştir. Arkasında Türk devleti vardır. Daha önce Fransa’da patlamalar oldu. Avrupa’nın değişik ülkelerinde patlamalar oldu. Bunların hepsini MİT organize etti. Türk devleti organize etti. DAİŞ Türk devleti ile ittifak içerisindedir. Türk devletinin stratejik ittifakıdır, müttefik gücüdür. Yıllardır işbirliği içinde çalışıyorlar. Birlikte Kürtlere karşı soykırım savaşı yürütüyorlar. Bölge halklarına karşı, insanlığa karşı katliamlar yapıyorlar, saldırılar geliştiriyorlar” ifadelerini kullandı.
Bese Hozat’ın açıklamaları şu şekilde:
YENİ YIL MESAJI
2022 yılı da büyük bir savaşla geçti. 30 yılı aşkın hegemonik kapitalist güçlerin başlattığı Üçüncü Dünya Savaşı, 2022 yılında Ukrayna’yı da içine alarak, Avrupa’ya da yayılarak derinleşerek devam etti. 2023 yılında da bu savaşın daha da kapsamlılaşarak, derinleşerek süreceği anlaşılıyor. Bölgede 21. yüzyılın siyasi dengeleri kuruluncaya kadar bu savaşın süreceği anlaşılıyor. Bu anlamda daha uzun bir süre bu savaş sürecek.
Tabii üçüncü dünya savaşının merkezi baştan beri hep Kurdistan’da. Bu anlamda 2022 yılı da çok şiddetli bir savaş ve direnişle geçti. Kurdistan’da özellikle Kürt gerillaların öncülüğünde kadınların, halkımızın öncülüğünde büyük bir direniş yaşandı. Kurdistan merkezli bu bütün dünyayı etkiledi. Özellikle Ortadoğu halklarını, kadınlarını çok ciddi etkiledi, direniş yayıldı. 2022 yılı bu anlamda Kürt kadınının, Kürt halkının, genel olarak kadınların öncülüğünde kadınların ve halkların kazandığı bir yıl oldu. Bu anlamda gerçekten direniş kazandı. 2023 yılının da büyük bir direnişle, mücadeleyle geçeceği şimdiden belli. Bu mücadele ve direniş daha da büyüyerek, yükselerek devam edecek ve kadınlar, halklar, halkımız mutlaka kazanacaktır. 2023 yılı da zafer yılı olacaktır, kazanma yılı olacaktır. Önder Apo’nun özgürlük, sağlık, güvenlik koşullarının sağlandığı, fiziki özgürlüğü temelinde yürütülen “Dem Dem Azadi” hamlesinin başarıya ulaştığı bir yıl olacaktır. Bu vesileyle halkımızın ve tüm insanlığın yeni yılını kutluyorum.
HABERLERİN KAYNAĞI ADALET BAKANLIĞI, AKP YETKİLİLERİ
Önder Apo üzerine, sağlığı, güvenliği üzerine birçok tartışma var. Bu tartışmaların kaynağı da belli. Türk devletinin, AKP yetkililerinin başta Adalet Bakanı olmak üzere yaydığı bilgilerdir. Bu bilgiler üzerine bu tartışmalar yürütülüyor. Özellikle bu son süreçte ciddi bir tartışma konusu. Yani CPT’nin iki defa İmralı’ya gittiği, Önder Apo’nun görüşmeye çıkmadığı bilgisi doğrudan AKP yetkilileri tarafından, Adalet Bakanı tarafından paylaşılan söylenen bir şey. Kaynak Adalet Bakanı, AKP yetkilileri. Yüksek olasılıkla avukatların açıklamaları da bu bilgilere dayalı olarak gelişti.
Uzun zamandır CPT’ye yönelik çok ciddi çağrılar var, eylemler var. En son işte Türkiye’de vekillerin Adalet Bakanlığı önünde başlattığı eylem var. Evet, bilgilerin kaynağıdır. Bu bilgileri yayan merkezdir. Doğal olarak vekiller şimdi Adalet Bakanlığı önünde bir haftadır eylemdedir? Halkımız teyakkuzdadır, her yerde ayaktadır. Çok ciddi bir kaygı, endişe içerisindedir. Hareket olarak bizler öyleyiz. CPT’ye dönük dediğim gibi çağrılar oldu, ciddi eylemler oldu Avrupa merkezli. Dört parça Kurdistan’da Bakur, Rojava başta olmak üzere Başur’da her yerde çok ciddi tepkiler ortaya çıktı. Fakat herhangi bir açıklama yok. Yani ne CPT’nin bir açıklaması var bu bilgileri doğrulayan ya da yalanlayan, ne de bu bilgiyi yayan Adalet Bakanlığı’nın, AKP yetkililerinin bir açıklaması var. Ancak bu bilgiler Önder Apo’nun avukatlarının İmralı’ya gitmesiyle netleşir, Önderlik ile görüşmesiyle netleşir, açıklığa kavuşur ne doğru, ne yalan, ne yanlış.
İMRALI SİSTEMİNDEN KOMPLOCU GÜÇLERİ SORUMLUDUR
Şimdi AKP yetkilileri bu bilgileri o zaman niye yaydı? Neden böyle bir gündem oluştu? Bu konuda MİT her yerde çok yoğun bir psikolojik özel savaş yapıyor, binbir türlü bilgi yayıyor. Bunlar neden yapılıyor ve bütün bunlar yapılırken neden bu bilgilerin netleşmesi için Önder Apo ile avukatların görüşmesine izin verilmiyor? Bu çok ciddi soru işaretlerini, endişeleri içerisinde barındıran bir durum. Bu anlamda hep söylüyoruz tekrardan söyleme ihtiyacı duyuyorum ben de; İmralı sistemi, işkence, tecrit sistemi uluslararası bir sistemdir. Bu sistemden başta bu komplocu güçler, komployu gerçekleştiren güçler Amerika, İngiltere sorumludur. Ama bu İmralı tecrit, işkence süreciyle birlikte doğrudan CPT de zaten bu sistemin oturmasında ciddi rol oynadı. Dolaysıyla Avrupa Konseyi. CPT Avrupa Konseyi’ne bağlı bir kurum. Avrupa Konseyi de sorumludur.
CPT’NİN TUTUMU AKP-MHP FAŞİST İKTİDARINA HİZMET EDİYOR
Şimdi Önder Apo üzerine bu kadar ciddi sağlık, güvenlik sorunlarına ilişkin bir sürü iddia var, bir sürü bilgi var, tartışma var. Bu konuda AKP-MHP faşist iktidarı bunu bir özel psikolojik savaşa dönüştürmüş. Kürtler üzerinde, halklar üzerinde, Türkiye toplumu üzerinde, demokratik toplum üzerinde çok ciddi bir saldırıya, psikolojik özel savaş saldırısına dönüştürmüş. Ve şimdi bu konuda uluslararası işkence, tecrit sistemi kuran güçlerden çıt çıkmıyor. Uluslararası sözleşmeler, uluslararası hukuk ayaklar altına alınıyor, kimsenin sesi çıkmıyor. O zaman bunlar ortak yapılıyor. Bu ortak bir politikadır. Biz öyle anlıyoruz. Yani şu anda CPT’nin tutumu tamamen AKP-MHP faşist iktidarına hizmet eden bir tutum. Ona hizmet ediyor, yaklaşımına hizmet ediyor. Adeta AKP, MHP iktidarı için çalışıyor, onların çıkarı için çalışıyor. Mevcut duruş, mevcut tutum bunu ifade ediyor. Siyasi olarak anlamı budur. Avrupa Konseyi’nin tutumu siyasi olarak böyledir. Uluslararası komployu gerçekleştiren güçlerin mevcut tutumu da tamamen öyledir.
Bu ne demektir? Bu şu demektir: Kürt soykırımına ortak olmak.
İmralı üzerinde yürüyen politika Kürt soykırım politikasıdır. Her türlü uygulama Kürt soykırımı temelinde gelişen uygulamadır. Önder Apo milyonların iradesini temsil ediyor. Bir halkın önderidir. Kurumsal, toplumsal bir kimliği var. Önder Apo’ya yaklaşım Kürtlere yaklaşımdır. Önder Apo’ya yaklaşım halklara yaklaşımdır, kadına yaklaşımdır, insanlığa yaklaşımdır, insanlık değerlerine yaklaşımdır. Şimdi bu konuda son derece ahlaksız, vicdansız, hukuksuz bir yaklaşım söz konusu. Bu tamamı Kürtlere bir yaklaşımdır, bir soykırım yaklaşımıdır, bir inkar imha yaklaşımıdır.
Şu açıktır; Türk devleti Önderlik’ten intikam alıyor. Yani bu PKK’yi niye başımıza bela ettin Özgür Kürdü niye başımıza bela ettin, halkları neden uyandırdın, kadınları neden uyandırdın, ayağa kaldırdın, insanlık değerlerini neden savunuyorsun? Özgürlük, demokrasi, eşitlik, adaleti neden savunuyorsun, neden mücadele ediyorsun, neden direniyorsun? Bunların hesabı soruluyor. Bu anlamda Önder Apo’ya baskı uygulanıyor, işkence terör sistemiyle Önder Apo’ya baskı uygulanıyor, Önder Apo teslim alınmak isteniyor. Önder Apo şahsında özgürlük hareketi, Önder Apo şahsında Kürt halkı, özgür Kürt, direnen Kürtlük, direnen insanlık, direnen halklar teslim alınmak isteniyor. Direnen kadınlar teslim alınmak isteniyor. Şimdi İmralı’da ne oluyor, ne bitiyor bilmiyoruz. Bir sürü iddia ortada dolaşıyor. Önderliğin sağlık güvenlik durumuna ilişkin büyük endişe uyandıran, kaygı yaratan iddialar ortada dolaşıyor. Bu iddiaları da ortaya atan AKP yetkilileridir. Adalet Bakanıdır. Buna bir açıklık getirilmiyor. Avukatların gidişine de izin verilmiyor.
TÜRK HÜKÜMETİ CPT’NİN TUTUMUNDAN CESARET ALIYOR
Mevcut durumda CPT’nin yaklaşımı tamamen AKP, MHP’nin bu faşist karakterini, soykırımcı sömürgeci karakterini gizleme, maskeleme rolü oynuyor, meşrulaştırıyor. Türk devletinin İmralı’da uyguladığı politikaları, CPT bu mevcut tutumuyla siyasi olarak meşrulaştırmış oluyor. Bu tutumuyla Avrupa Konseyi bunu meşrulaştırmış oluyor. En büyük tehlike buradadır. Bu kadar ciddi bizim CPT’yi eleştirmemizin, Avrupa Konseyini, uluslararası güçleri eleştirmemizin nedeni budur. Bu tutumlarıyla faşist AKP-MHP iktidarına cesaret veriyorlar. Ve doğal olarak, İmralı üzerindeki bu faşist, soykırımcı uygulamaların hepsini bu tutumlarıyla meşrulaştırıyorlar. Tehlikenin büyüğü bu noktada yaşanıyor. Yani bundan cesaret alarak, bundan güç alarak, Türk devleti hiçbir sınır tanımadan, hiçbir hukuk tanımadan, uluslararası hukuku, tanımadan her türlü uygulama içerisine giriyor. Bu anlamda bunların netleşmesi gerekiyor.
AKP-MHP KONUYU SEÇİM MALZEMESİ HALİNE GETİRME ARAYIŞINDA
Halkımız çok güçlü bir tepki ortaya koydu. Bakur’da çok ciddi bir duruş gelişti. Şu anda Adalet Bakanlığı önündeki eylem çok anlamlı, çok değerli bir eylemdir. Ben eylemcileri selamlıyorum. Fakat bunun tüm Bakure Kurdistan’a, tüm Türkiye’ye yayılması gerekiyor. Bu mücadele yayılmalıdır. Önder Apo avukatlarıyla görüşene kadar halkımız her yerde yediden yetmişe ayakta olmalıdır Türkiye ve Bakure Kurdistan başta olmak üzere.
Bu sadece vekillerin direnişiyle sonuç alınacak bir durum değil. Öyle de anlaşılıyor. Şu ortaya çıkıyor. Önderliğin durumunu faşist Erdoğan, diktatör Erdoğan, AKP-MHP tamamen Kürtler üzerinde bir şantaja dönüştürmüş, bir tehdite dönüştürmüş, bir baskı aracına dönüştürmüş. Önder Apo üzerinden Kürt halkını sindirmeye, iradesini kırmaya seçim sürecine de girilmiş, kendince bir sürü seçim hesabı da yapıyor. Halkı sürekli endişe içerisinde bırakarak, ikilem içerisinde, tereddüt içerisinde bırakarak herhalde bazı hesapların peşinde. Belli ki bunu da, Önder Apo’nun durumunu da bir seçim malzemesi haline getirmeye çalışıyor. Bir özel savaş, psikolojik savaş şeyi haline getirmeye çalışıyor. Bir taraftan bilgi yayıyor, öbür taraftan böyle avukatlar görüşebilir gibi bir şey içerisine giriyor, diğer taraftan da onu kararını vermiyor. Bir türlü avukatlar İmralı’ya gidemiyor. Adalet Bakanlığı önünde mücadele yürütüyor, protesto ediyor, halk direniyor. Buna karşın hiçbir adım atılmıyor. Zamana yayarak bunu bir seçim malzemesine dönüştürerek kullanmak istediği anlaşılıyor. Nunu siyasi bir silah adeta seçim sürecine bir silaha dönüştürmüş. Bu anlaşılıyor. Şimdi CPT de mevcut tutumuyla buna hizmet ediyor. AKP, MHP’nin stratejisine hizmet ediyor. Biz bunu kabul edemeyiz. Bu kabul edilemez. Halkımız bunu kabul etmediğini çok açık bir biçimde ortaya koydu, güçlü bir duruş ortaya koydu. Avrupa’da da çok güçlü bir eylemlilik süreci gelişti. Bu giderek gelişiyor. Rojava Kurdistan’ında öyle Başur’da öyle Rojhilat’ta tepki ortaya çıktı. Fakat bunlar yetmiyor. Mevcut durumda AKP-MHP faşist iktidarının, Türk devletinin, soykırımcı Türk devletinin bu kirli politikalarını boşa çıkarmada, saldırılarını boşa çıkarmada bu yetmiyor. Bu eylemlerin daha da genişleyerek, kapsamlılaşarak, süreklileşerek, büyüyerek devam etmesi gerekiyor.
FRANSA İSTİHBARATININ BİR KESİMİ DE İŞİN İÇİNDE
9 Ocak 2013’te birinci Paris katliamı Paris merkezinde oldu ve her iki yerde de hedef alınan Kürt kadın hareketinin öncüleri oldu, öncü lider kadroları oldu. Genel olaraksa Kürt Özgürlük Hareketi oldu. Kürt kadını şahsında Kürt Özgür Kadın Hareketi ve genel hareket hedef alındı. Ve dolayısıyla Kürt halkı hedef alındı.
Şimdi bu son derece dikkat çekicidir. Tabi yıllar içerisinde birçok siyasi cinayet de Fransa’da işlendi, işleniyor. Şimdi buradan baktığımızda yani Fransa istihbaratının bu işin içerisinde olmaması düşünülemez. Böyle legal kurumlarda, böyle Fransa’nın yasalarına göre kurulmuş, Fransa tarafından sözde korunan, güvenliğini Fransa polisinin üslendiği kurumlarda bu tür siyasi cinayetlerin, katliamların işlenmesi, Fransa’nın bu konudaki rolünü de sorumluluğunu da çok net bir biçimde ortaya koyuyor. Biz hepsini töhmet altında bırakmıyoruz ama kesinlikle o Fransa istihbaratından bir kanat bu işin içindedir. Fransız polisinden bazıları bu işin içindedir. Fransa devletinden bazıları bu işin içindedir. Bu olmazsa mümkün müdür? Tek başına MİT gelecek, faşist Türk devleti gelecek. Fransa’nın merkezinde, başkentinde, siyasi bir kurumda, legal bir kurumda bu katliamları yapacak.
KATLİAM AYDINLATILMALIDIR
Fransa devletine çağrıda bulunmak istiyorum kesinlikle bu katliamlar aydınlatılmalıdır. Bu katliamı yapanlar bunun hesabını vermelidir. Faşist Türk devleti bunun hesabını vermelidir. Her iki katliamın faili bellidir. Türk devletidir. Hiç öyle faili meçhul diye bir şey yoktur. Türk devletidir. Nettir yani AKP, MHP faşist rejimidir. Faşist diktatörlüktür. Bunu gerçekleştiren MİT’in kendisidir. Sadece tetikçi yi tutuklayarak bu iş çözülemez. Herşeyi tetikçinin başına atarak bu iş çözülemez. Kaldı ki ırkçı cinayet diyorlar. Halen ırkçı cinayet diyorlar. Ne alakası var? Ömer Güney için de diyorlardı paranoyak bir adamdır, hastadır. O da 9 Ocak Paris katliamının tetikçisi idi.
Bu Türk devletini biz çok iyi tanıyoruz. Türk devleti zaten tetikçi olarak böyle profesyonel, kendi esas adamlarını, MİT elemanlarını kullanmaz. Bu tür hasta tipleri kullanır. Nagehan Akarsel’in katili de öyledir. Arkadaşlar da açıkladı. Kriminal suçlardan cezaevinde yatmış yıllarca, bırakılmış. Bırakıldıktan kısa bir süre sonra geldiği Süleymaniye’de. Nagihan Akarsel’i şehit düşürdü, katletti. Birçok cinayet öyledir. Kriminal suçlardan içeride yıllarca yatanları çıkarıyor tetikçi olarak kullanıyor Türk devleti. Yani bu bir yöntemdir. Bu MİT’in yöntemidir. Bize karşı kullandığı bir çok ajan da böyledir. Ya adli bir suç işlemiştir cinayetten tutalım, uyuşturucuya kadar, hırsızlığa kadar, tecavüze kadar, bir sürü şeye kadar bir sürü pisliğin içine girip çıkmıştır.
TETİKÇİLER KULLANILIYOR
Cezaevinden çıkartıyor diyor sen bu görevi yerine getir, cezan bitmiştir. Bir sürü para veriyor, cezasını bitiriyor. Bu tipleri tetikçi olarak kullanıyor. Bu işin arkasında Türk devleti var. Bu çok nettir. 9 Ocak Paris katliamı daher şeyiyle netleşti. MİTçiler itiraf etti. Bir sürü belge ortaya çıktı. Ömer Güney Ankara’ya kaç defa gidip gelmiş bunların ses kayıtları ortaya çıktı. Açık, net, somut bir sürü belge ortaya çıktı. Bunlar Fransız devletine sunuldu. Netleşti. 9 Ocak katliamı netleşti. Bu katliamı Erdoğan’ın talimatıyla MİT’in yaptığı tamamen netleşti. Ama ne yaptı Fransa? Açıklamıyor.
9 Ocak katliamını da Fransa’yı aydınlatmalıdır. Aslında böyle bir çağrı da çok şey değil. Katliam aydınlatılmış, aydınlanmış bir katliamdır. Katliamı yapan Türk devletidir. Erdoğan talimatıyla MİT yaptı bu katliamı. Fransa’nın yapması gereken nedir? Açıklamaktır. Hakikati, gerçekleri açıklamaktır. Türk devletinden hesap sorulmasını zemini yaratmaktır. Yargılamaktır Türk devletini, Erdoğan’ı yargılamaktır. MİT’i yargılamaktır, Fransa’da bu işin içinde MİT’le işbirliği yapanları, iş tutanları, yargılamaktır. Mahkemenin önüne çıkarmaktır, hesap sormaktır. Fransa’nın yapması gereken budur.
23 Aralık katliamı da öyledir, nettir. İlk günden Kürtler açık bir biçimde dedi ki sorumlusu Türk devleti. Biliyorlar çünkü. 50 yıla yaklaşan bir mücadele var, bir birikim var, tecrübe var, bilinç var, pratik var ortada. Başkası niye saldırsın? Şimdi Fransız bir ırkçı bula bula DAİŞ’e karşı mücadele eden, DAİŞ’i yenen, insanlığı DAİŞ belasından kurtaran Kürtleri mi gidip vuracak? Akıl karı mıdır bu? Fransa’da bu kadar farklı kesimlerden, halklardan, kimlikten insan yaşıyor, halk yaşıyor, mülteci yaşıyor. Bula bula gidip bir siyasi kurumda Kürt hareketinin öncülerini mi hedefleyecek, vuracak. Bu sıradan belirlenen bir hedef değil ki. Evin arkadaş KCK Yürütme Konseyi üyesidir. Kadın hareketinin üst yönetimidir. 88’de bu harekete katılan en eski arkadaşlarımızdan biridir. Bu hareket içerisine büyük bir emeği geçmiştir. Kurdistan’ın dört parçasında çalışmış, büyük emek vermiş, büyük bedel vermiş, ömrünü bu mücadeleye adamış bir yoldaşımızdır, bir arkadaşımızdır. DAİŞ’e karşı mücadelede de Rojava’da da çok büyük bir emeği var. Hareket içerisinde edindiği bütün tecrübeleri YBŞ, YPG güçlerine aktaran, onların eğitimine ciddi katkıda bulunan, DAİŞ’e karşı mücadelede ciddi katkıda bulunan, Rojava devriminde ciddi katkıları, emeği olan bir arkadaştır. Gitti Evin Goyi arkadaşı hedefledi. Diğer arkadaşlar o arkadaşın yanında oldukları için, yakınında oldukları için şehit düştüler.
Ben bu anlamda Evin arkadaş Mir Perwer ve Abdurrahman Kızıl şahsında tabi bütün devrim şehitlerini anıyorum. Gerçekten hepsi de bu mücadeleye büyük emek vermiş insanlardır. Türk devleti tarafından Paris’in ortasında katledildiler. Şimdi bunun hesabını vermek zorundadır. Fransa’da vermek zorundadır Türk devleti de vermek zorundadır. Halkımız bunun hesabını soracaktır. Biz bunun hesabını soracağız. Bu Türk devletinin yanına kalmayacak.
TÜRK DEVLETİ DAİŞ İLİŞKİSİ ÇOK AÇIKTIR
Fransa çok hızlı bir biçimde bu katliamı aydınlatmalı ve açıklamalıdır. Türk devleti yargılanmalıdır. Soykırımcı bir devlettir. Katil bir devlettir. Dünyanın her yerine şimdi terör yayıyor. Yıllardır DAİŞ’le de işbirliği halinde bunu yapıyor. DAİŞ’in Avrupa’da yaptığı bütün patlamalar kesinlikle MİT’le birlikte yapılmıştır. MİT organize etmiştir. Arkasında Türk devleti vardır. Daha önce Fransa’da patlamalar oldu. Avrupa’nın değişik ülkelerinde patlamalar oldu. Bunların hepsini MİT organize etti. Türk devleti organize etti. DAİŞ Türk devleti ile ittifak içerisindedir. Türk devletinin stratejik ittifakıdır, müttefik gücüdür. Yıllardır işbirliği içinde çalışıyorlar. Birlikte Kürtlere karşı soykırım savaşı yürütüyorlar. Bölge halklarına karşı, insanlığa karşı katliamlar yapıyorlar, saldırılar geliştiriyorlar. Türk devleti DAİŞ ilişkisi çok aleni, açıktır. DAİŞ’i her yerde Türk devleti birçok yerde tetikçi olarak kullanıyor. Avrupa devletlerini dize getirmek için, kendi çizgisine çekmek için, kendi politikasını uygulatmak için DAİŞ’i Avrupa’da Türk devleti kullanıyor. DAİŞ yoluyla Avrupa’da terör estiriyor. Türk devleti şimdi çeteler yoluyla, DAİŞ yoluyla savaşı Avrupa’ya taşıdı.
SALDIRI FRANSA HALKINA DA KARŞIDIR
Fransa’daki saldırı Fransa halkına karşı saldırı değil midir? Aynı zamanda Fransa halkına karşı da saldırıdır, insanlığa karşı da saldırıdır, Avrupa toplumuna karşı, değerlerine karşı da saldırıdır. Halkımız ilk günden çok muhteşem bir tepki ortaya koydu. Gerçekten çok güçlü bir tepki ve direniş ortaya koydu. Ben halkımızın bu soylu, onurlu duruşunu selamlıyorum. Kesinlikle bu katliam aydınlanana kadar, netleşen 9 Ocak Paris, katliamı açıklanana kadar Türk devleti yargılanana kadar hesap verene kadar bu direnişler sürmelidir. Halkımızın bu eylemselliği çok daha muhteşem bir biçimde, güçlü bir biçimde sürmelidir, devam etmelidir. Direndik, sonuç alacağımızı gördük. Fransa’da halkımız tepkisini bu kadar güçlü ortaya koymasayd,. Fransa devlet yetkilileri sorunla bu kadar yakından ilgilenmez de peşpeşe bu kadar açıklamalar yapmazdı. Böyle ciddi bir gündem oluşmazdı ve bu gündem tüm dünyanın da gündemine girmezdi.
KARARLI DİRENİŞ SONUÇ ALIR
Şimdi bütün dünya basını, kamuoyu bunu tartışıyor. Paris katliamını tartışıyor. Ciddi tepkiler ortaya çıktı. Fransa yetkililerinden de önemli tepkiler ortaya çıktı. Tutumlar, açıklamalar oldu ve bu halkımızın direnişi sayesinde oldu. Çok açıktır. Demek ki şunu gördük. Yani biz direncimizi daha da güçlü bir biçimde sürdürürsek biz kesinlikle sonuç alırız. Türk devletinden hesap sorarız. Türk devletini yargılayacak bir durum ortaya çıkartırız. Fransa da gerçekleri açıklamak zorunda kalır.
23 Aralık Paris katliamı, 9 Ocak katliamının bir devamıdır. Aslında genel olarak Kürtlere uygulanan soykırım saldırılarının bir devamıdır, bir parçasıdır, Avrupa’daki ayağıdır. Türk devleti bu soykırım saldırılarını dört parça Kurdistan dışına da taşırdı. Nerede Kürtler yaşıyorsa, nerede bulunuyorsa her yere bu saldırıları yaydı. Her yerde Kürtleri katletmeyi, Kürt öncülerini katletmeyi kendi hakkı görmeye çalışıyor ve bunu dünyaya kabul ettirmeye çalışıyor. O yüzden her yerde katliamlar yapıyor. Avrupa’yı da kendi çizgisine getirmeye çalışıyor.
9 OCAK KATLİAMI KİLİTTİR
Bu anlamda tabi yani 9 Ocak katliamı açığa çıktı, netleşti. Bu açıklanmadan 23 Aralık katliamının da aydınlatılması ve kamuoyuna gerçeklerin açıklanması çok mümkün değil. O açıdan 9 Ocak Katliamı kilittir. Bu katliam serilerinin açıklanmasında aydınlığa kavuşturulması da çok önemli. 9 Ocak katliamıyla Kürtler üzerindeki soykırım saldırıları çok sistematik, planlı hale getirildi ve kapsamlılaştırıldı. Ondan sonra zaten Kürt hareketin öncülerini dönük her yerde çok ciddi katliamlar ve saldırılar geliştirildi. Bu katliamın kamuoyuna açıklanması, gerçeklerin açıklanması bu açıdan çok önemlidir.
Ocak ayına da girdik. 9 Ocak da yaklaşıyor. Bu vesileyle ben Sara arkadaş, Fidan Doğan, Leyla Şaylemez şahsında tüm devrim ve özgürlük şehitlerini de saygı ve minnetle anıyorum. Mutlaka bu yoldaşların biz özlemlerini gerçekleştireceğiz. Bu mücadeleyi başarıya ulaştıracağız. Bunu sözünü tekrar da veriyorum hareket adına.
9 OCAK KATLİAMININ AMACI ÖNDERLİĞE KENDİ İSTEKLERİNİ KABUL ETTİRMEKTİ
Heval Sara bu hareketin kurucu üyelerinden biriydi. PKK’nin kuruluşunda ilk yer alan kadın arkadaştı, tek kadın arkadaştı. Mücadele boyunca şehit düşene kadar da mücadele eden, bu hareketle yürüyen arkadaştı. Mücadeleye büyük bir emeği olan bir arkadaş, Kadın özgürlük hareketinin gelişmesinde, bugüne gelmesinde, kişilik kimlik kazanmasında belirleyici rol oynayan bir arkadaş. Sara arkadaşın direniş çizgisiyle bu hareket kimlik kazandı, kişilik kazandı. Bugün Avaşin, Zap’taki direniş de bu çizgi üzerinde gelişiyor. YJA Star tamamen bu çizgide mücadele yürütüyor. O katliamın amacı da belliydi. Dikkat edersek, Önderlik ile ilk diyaloğun geliştiği süreçte gelişti. Diyalog sürecinin başlangıcıydı. Önderlik ile görüşmeler başladı. Görüşmeler 3 Ocak’ta başladı. 9 Ocak’ta da hemen 5-6 gün sonra da 9 Ocak Paris katliam oldu. Çok netti. Erdoğan, AKP bu katliamla Önderliğe kendi isteklerini kabul ettirmeye çalıştılar. Önderliğin, hareketin, genel olarak Kürtlerin, Kürt kadın hareketin iradesini kırıp hareketi teslim almaya çalıştılar. O süreçte de Önderliğe dayatmaları PKK’nın silah bırakması, teslim olmasıydı. O diyalog süreci de yani bunun için geliştirildi. Adına çözüm süreci denildi ama alakası yok. Gerçekten tamamen bir özel savaş süreciydi. Tamamen baştan sona bir mücadele ve savaş süreciydi. Türk devletinin bütün o diyalog sürecinden amacı PKK’yi silahsızlandırma, teslim almaktı. Kürtlerin iradesini kırmaktı, teslim almaktı. Bunun üzerinden yürüttükleri bir süreç oldu. Paris katliamı da, 9 Ocak Paris katliamı da bu politikayı Önderliğe dayatmak için, kabul ettirmek için, harekete kabul ettirmek için gerçekleştirdikleri bir katliamdı. Heval Sara şahsında başta kadın hareketinin, genel hareketin, Önderliğin iradesini kırmaya, teslim almaya çalıştılar. Tabi Önderliğin duruşu bunları boşa çıkardı. Hareketin mücadelesi, kadın hareketin mücadelesi bunu boşa çıkardı. O planlar tamamen altüst olduğu hesapları tutmadı. Aksine Önderliğin verdiği mücadele, hareketin verdiği mücadele, Kürt kadın hareketinin verdiği mücadele, halkımızın mücadelesi, direnişi AKP’nin bütün maskelerini tek tek düşürdü, AKP’nin gerçeğini ortaya çıkardı.
AKP-MHP REJİMİ ÇÖKÜŞ SÜRECİ EŞİĞİNDE
Ortaya çıkan gerçek ne oldu? AKP kendisini liberal, demokrat, Kürt sorunu çözmeye açık, Türkiye’yi demokratikleştirme açık, sözde haklara, bilmem özgürlüklere açık, yatkın, yatkın bir parti olarak kendisini gösteriyordu. Dünyaya böyle lanse ediyordu. Türkiye toplumuna böyle sunuyordu. Bunun böyle olmadığı, baştan sona soykırımcı, sömürgeci, faşist bir karakterde olduğu, bütün o yaptıkları şeylerin de birer taktik olduğu, siyasi enstrüman olduğu tamamen ortaya çıktı. Önderliğin, hareketin, halkın direnişi, AKP’nin bu gerçeğini, bu bahsettiğim soykırımcı, sömürgeci faşist gerçeğini bir bütün ve maskelerini düşürerek ortaya çıkardı. Ve dolayısıyla o Paris katliamıyla, 9 Ocak katliamıyla amaçladıklarına ulaşamadılar. Tersine bütün planları altüst oldu.
AKP-MHP faşist rejimi çöküş süreci içerisindedir. Bu mücadele bu noktaya getirdi. Şimdi ardından da ısrarlı bir biçimde bu konsepti sürdürmeye çalışıyorlar. 9 Ocak katliamının bir devamı olarak 23 Aralık 2022’de ikinci bir Paris katliamı yaşandı. Bunu da halkımızın mücadelesi, hareketimizin mücadelesi bunu da boşa çıkaracaktır. AKP’yi çöküş noktasına getirdi. Bu faşist rejimi kesinlikle 2023 yılında da yakacaktır. Demokrasinin, özgürlüklerin önünü açacaktır.
TÜRK ORDUSU ZAP’TA ÇAKILDI
Ben öncelikle 11 arkadaş şahsında Avaşin, Zap, Metina!da ve bütün Medya Savunma Alanlarında kahramanca direnerek, savaşarak şehit düşen tüm yoldaşları saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Gerçekten onlar direnişiyle, onurlu duruşuyla, mücadeleleriyle Kürtlere büyük bir başarı ve zafer duygusu tattırdılar. Birçok planı bozdular. Soykırımcı, sömürgeci Türk devletinin soykırımcı, planlı saldırılarını boşa çıkardılar. Onlara minnettarız. Halkımız onlara minnettardır.
Türk devleti bu soykırım saldırılarında sonuç alamadığı için her türlü kirli yöntemi kullandı. Kimyasal silahlar da bunun bir parçasıdır. Bu savaş boyunca 8 aydır aralıksız kimyasal silah kullanıyor. Bilançolarda bunu Merkez Karargah Komutanlığımız verdi. Binlerce kimyasal silah kullanmış, termobarik bomba kullanmış. Her türlü yasaklı silahı bu savaş sürecinde kullandı. Bu yasaklı silahları, bu kadar yoğun kimyasal silah kullanmasının nedeni nedir? Sonuç alamıyor. Gerilla karşısında başarısız. İlerleyemiyor. Planını uygulanamıyor.
Türk devleti 14 Nisan 2022’de bir plan yaptı. O plana göre bütün Medya Savunma Alanlarını işgal edecekti. Musul, Kerkük’e dayanacaktı. Misak-ı Milli planını gerçekleştirecekti. Misak-ı Milli sınırlarına ulaşıp bütün Başure Kurdistan’ı işgal edecekti, ilhak edecekti. Onun üzerinden de Irak üzerinde de çok ciddi bir siyasi hegemonya kuracaktı, nüfuz alanı oluşturacaktı. Aynı politikayı Rojava’da da yürüttü, onu da sonuca götürmek istedi. Öyle de bir planlama yaptı. Buradan sonuç aldıktan sonra hemen Rojava’ya yönelmeyi planladı. Öyle bir öngörü içerisindeydi. Orada da Rojava Kurdistanını işgal ederek orada Misak-ı Milli gerçekleştirecekti. Ondan sonra da bölgenin temel böyle hegemonik gücü olacaktı. Irak üzerinde de Suriye üzerinde de hegemonyasını test edecekti. Böyle bir plan yaptı. 2023 yılını böyle taçlandırmak istedi. 2023 yılı seçimlerine de bu zaferle girip o seçimleri kazanmayı, bu soykırımcı sömürgeci faşist diktatörlük rejimini 2023 seçimleriyle de tamamen bir anayasal güvenceye kavuşturmayı planladı.
TÜRKİYE KİLİDİ ZAP’A DEĞİL KENDİSİNE VURDU
Ama bütün bu plan geldi, gerillanın direnişine çarptı. Gerilla muhteşem bir direniş sergiledi, insanüstü bir iradeyle, gerçekten büyük bir bağlılıkla, inançla direndi, fedaice direndi. Türk devletinin bütün bu planlarını yerle bir etti. Türk devleti geldi Zap’ta Avaşin’de Metina’da çakılıp kaldı. Şimdi geçen gün Hulusi Akar heralde bir açıklama yapmış demiş. Zap’ta kilidi vurduk. Kilidi Zap’a vurmadı, kilidi kendisine vurdu. Geldi çakılıp kaldı. Kendisini orada kilitledi yani. Bu planı 2022 planını gerilla boşa çıkardı. Bu büyük bir başarıdır. Bu büyük bir zaferdir tabi ki.
Bugün eğer halkımız yediden yetmişe sokaklarda ise, direniyor ise, direnişi ile Fransa devletine geri adım attırıyor ise, direnişi ile devletlere geri adım attırıyor ise, Kürt siyasi hareketinin öncülüğünde Kürtler her yerde, Türkiye’de, Ortadoğu’da direniyor ise, demokrasi güçleri direniyor ise gerçekten bu fedai yoldaşların sayesindedir.
Türk kanallarını açın bakın, istisnasız bütün tartışma programlarında yıllarca eskiden 90’lı yıllarda bize karşı savaşan faşist generallerin hepsi şimdi terör uzmanı, güvenlik uzmanı diye yutturulup kanallarda konuşturuluyorlar. Hepsi de aynı şeyler söylüyor. Diyorlar biz bu Zap’ta, Pençe-Kılıç operasyonunda çok sayıda kayıp verdik ama gerekiyordu. Böyle diyerek bunu Türk toplumuna yutturmaya çalışıyorlar. “Gerekiyordu çünkü Türkiye’nin beka sorunu var” diyorlar. Erdoğan’ın beka sorunu var yani. Gerçekten ordu büyük bir darbe yedi, binlerce kayıp verdi. Türk ordusunun iradesi gerçekten bu savaşta büyük bir kırılma yaşadı.
KİRLİ BİR SAVAŞ YÜRÜTÜLÜYOR
Avaşin’de gerilla ile başa çıkamadığı için gerilla direnişiyle her türlü işte kimyasal silah, termobarik bomba dediğimiz yasaklı silahlar kullandılar. Birçoğunun ismini bilmiyoruz ama sonuçlarını görüyoruz. Biliyoruz ki ilk defa bu tür silahlar kullanıyor. Bu anlamda insanlık suçu işledi. Buna karşı ciddi bir tepki gelişti. 17 arkadaşın şehadeti ilan edildiğinde ciddi görüntüler de verildi. Büyük bir infiale yol açtı. Çok ciddi tepkiler ortaya çıktı. İşte bu tepkilere ortak olanlardan biri de Şebnem Korur Fincancı hocaydı. Çok değerli bir insandır. Gerçekten ömrünü özgürlüğe, insan haklarına, adalete adamış bir bilim insanıdır, bir bilim kadınıdır. Şimdi onun hesabını soruyorlar ondan, tutukladılar. Çok onurlu bir biçimde bir çıkış yaparak kimyasal silah kullanıldığını ortaya koydu. Zaten onun açıklamasıyla birlikte dünyanın da gündemine girdi. Çok ciddi etkiledi. Uluslararası camiadan da ciddi açıklamalar oldu. Kurumlardan açıklamalar oldu. Ortada bir sürü belge var zaten. Sorun şudur: Hulusi Akar kendisi de açık itiraf etti, sonra dedi “heyet kurmuşuz, incelemişiz, öyle bir şey yoktur.”
KİMYASAL SİLAHLARA KARŞI MÜCADELE GÜÇLÜ BİR ŞEKİLDE YÜRÜTÜLMELİ
Açık bir biçimde kimyasal silah kullandıklarını itiraf ettiler. Şimdi böyle kirli bir savaş yürütüyorlar. Ve gerçekten insanlık suçu işliyorlar. Bunlar elbette hesapsız kalmayacak. Bunun hesabı sorulacak, kesinlikle sorulacak.
Bu anlamda bu kimyasal silahlara dönük oluşan gündem hiçbir zaman soğumamalıdır. Bu gündemi çok yoğunlaştırarak, güçlendirerek sürdürmeliyiz ve bunun mücadelesini de çok güçlü bir biçimde bizim yürütmemiz lazım.
Bütün bu saldırılara rağmen kimyasal silahlara, her türlü yasaklı silahlara rağmen gerilla direndi ve Türk devletinin 2022 planlarını tamamen boşa çıkardı. Fakat şunu bilelim, Türk devleti bununla sınırlı kalmayacak, bu saldırıları sürdürecektir. Bu anlamda bir gevşeme durumu yaşanmamalıdır. Ne gerillada ne halkımızda, ne bu hareketin kadrolarında bir gaflet durumu yaşanmamalıdır.
2023’TE SALDIRILAR DA DİRENİŞ DE SÜRECEK
Türk devleti soykırımcı ve faşist bir devlettir. Bu soykırım planını sonuca götürmek için bu savaşı Avrupa’ya da yaydı. Dört parça Kurdistan’a her yere yaydı. Tüm imkanlarını bunun için seferber etti. İç diplomasi, dış diplomasi, iç siyaseti, dış siyaseti tamamen bu eksene oturtmuş, bunun üzerinden yürütüyor. Türkiye toplumunu da bunun üzerinden baskılıyor, sessiz ve suskun tutuyor. O açıdan şunu bilelim, bu saldırılar 2023 yılında da daha da kapsamlı bir biçimde devam edecek, sürecek. O yüzden de şöyle bir yanılgıya kapılmamalıyız; “Gerilla öncülüğünde 2022’de Türk devletinin bu soykırım saldırılarını boşa çıkardık. Halkımızın direnişi aynı zamanda bunu tamamladı. Bu boşa çıktı. Artık boşa çıktı, bitti. Tamam kazandık, zafer her şey bitti, gitti” dememeliyiz. Bilmeliyiz ki Türk devleti bu saldırıları 2023 yılında da çok yoğun bir biçimde Medya Savunma Alanları’nda daha da kapsamlılaştırarak, derinleştirerek, sürdürmede ısrar edecek. Tüm Kurdistan’da da bunu sürdürecek. Buna karşı da bizim de mücadelemiz gerilla mücadelesi, halk mücadelesi başta olmak üzere her yerde çok güçlü bir biçimde sürmelidir. Türk devletinin yüzyıllık sömürgeci, soykırımcı, sömürgeci politikalarını tamamen boşa çıkaracak ve kesin zaferi garantileyecek bir mücadele kapasitesini, stratejisini ve pratiğini ortaya çıkarabilmeliyiz. Bu son derece önemlidir.
YJA STAR KADIN ORDULAŞMASININ DÜZEYİNİ GÖSTERİYOR
Dün YJA Star’ın yıllık bilançosu açıklandı. Çok önemli bir bilançoydu gerçekten. Bu yıl içerisinde YJA Star 400’e yakın eylem yapmış. Üç helikopter düşürülmüş, çok sayıda cephane el koymuş ve çok değerli 121 de şehit vermiş. Büyük bir bedel de vermiş. Ben YJA Star şehitleri şahsında bütün şehitleri, özgürlük, devrim şehitlerini saygı minnetle anıyorum. Kadın ordulaşmasının bu düzeye gelmesi, bu performansı ortaya koyması savaşta büyük bir anlam ifade ediyor. Bu kadındaki iradeleşme, örgütlenme, kimlikleşme, özgürleşme düzeyinin ifadesidir. Ben bu anlamda YJA Star komuta ve savaşçılarını da saygı, sevgiyle selamlıyorum. HPG komutasını ve savaşçılarını da saygı ve sevgiyle selamlıyorum. HPG, YJA Star komutanlığı ve savaşçıları gerçekten 2022 yılında büyük bir performans ortaya koydular. Çok güçlü bir direniş ortaya koydular.
ÖZ YÖNETİM DİRENİŞİ ŞEHİTLERİ SAYESİNDE AYAKTAYIZ
Aralık ve Ocak ayları öz yönetim direnişlerinin geliştiği aylardır. 2015-16 sürecinde bu aylarda gelişti. Bu direnişte çok büyük şehitler verdik. Yüzlerce değerli insanı şehit verdik. Ben öncelikle Asya Yüksel, Pakize Nayır, Fatma Uyar, Mehmet Tunç, Çiyager, Xebatkar, Axin, Zeryan şahsında bütün öz yönetim şehitlerini saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Bugün eğer halk ayakta ise, mücadele ediyorsa dediğim gibi Türkiye’nin demokratik toplumu, demokrasi güçleri mücadele ediyor, direniyor ise bu direniş sayesindedir. Bu mücadele bugüne gelmişse, bugüne de güçlü taşırılmış ise, bugün de güçlü üretiliyorsa yine bu direniş sayesindedir.
DEVLET ÖZ YÖNETİM DİRENİŞLERİ SIRASINSA BÜYÜK KAYIP VERDİ
Biliyorsunuz, Kurdistan’ın birçok ilçesinde, kasabasında özyönetim ilan edildi. Onun üzerinden faşist, soykırımcı Türk devleti çok alçakça bir biçimde her türlü yöntemi kullanarak, silahı kullanarak bu özyönetim direnişçilerinin üzerine geldi. Yüzlerce şehit verildi. Ama büyük bir direniş de ortaya çıktı. Türk ordusu da büyük bir bozgun yaşadı. Binlerce askeri, özel kuvveti, özel timi öldü. Bunu kendileri de itiraf etti. Şimdi resmi sayıyı 700 falan veriyorlar. Onu açık itiraf ediyorlar. Televizyona çıkan generaller açık söylüyor. 700’ün üzerinde özel birlik, seçme birlik kaybettik diyorlar. 700 değil yalan söylüyorlar. Bunun 2-3 katı kayıp verdiler. Türk ordusu çöktü. Zaten o çökme üzerinden devlet birbirine gitti. Devlet içerisindeki çatışma işte 15 Temmuz 2016. AKP’nin darbe dediği ama AKP’nin kontrolünde gelişen o devlet içi çatışma süreci ortaya çıktı. AKP onun üzerine kendi esas darbesini yaptı. Devlete bir bütün el koydu. Faşist diktatörlüğü hakim kıldı Türk devleti, toplumu üzerinde. Bu bir gerçek.
DİRENİŞLER TÜRKİYE SİYASET SİSTEMİNİ ÇIKARTTI
Ama o süreci ortaya çıkaran neydi? Bu öz yönetim direnişleriydi. Türk ordusunu da çökertti. Türk siyasi sistemini de devletini de çökertti. Birbirine girdi. Devlet içi güçler ciddi bir çatışmaya girdi. Ardından 15 Temmuz darbesi dedikleri süreç yaşandı. Böyle ciddi bir hesaplaşma süreci de gelişti. O zaman da zaten biliyorsunuz 30 Ekim 2014’te daha Önderlik ile diyaloglar sürerken – işte HDP heyeti Önderliğin yanına gidiyor, Kandil’e geliyordu. AKP’yle görüşmeler vardı – o süreçte, tam o süreçte 30 Ekim 2014’te bu çöktürme planını yaptılar Milli Güvenlik Kurulu toplantısında. 5 Nisan 2015 tarihindeki görüşme Önderlik ile yapılan son görüşmedir. Ondan sonra görüşme bitti. Ardından zaten Erdoğan Dolmabahçe mutabakatı diyerek süreci bitirdiğini söyledi. Önderlik ile o 5 Nisan görüşmesinden sonra Çöktürme planını tamamen devreye koydular. İşte o öz yönetimin ilan edildiği yerlerde tamamen Kürt toplumunu ezme, teslim alma, soykırımdan geçirme üzerinden bir saldırı konsepti geliştirdiler. Ardından zaten Medya Savunma Alanlarını 70’in üzerinde uçakla bombaladılar.
O süreçte büyük bir direniş ortaya konuldu. O zaman da ciddi bir plan yapmışlardı, iradesini kırıp teslim alacaklardı. O direniş bir sürü planı bozdu, boşa çıkardı. Ben bu anlamda çok önemli buluyorum. Şimdi bu saldırıları ısrarla sürdürüyor bu faşist soykırımcı rejim. Siyasi soykırım saldırılarını 2009’dan bu yana sürüyor. O zamanki operasyonlarla başladı, şimdiye kadar da devam ediyor çok yoğun bir biçimde.
İşte HDP’nin eşbaşkanları, eski eş başkanları, milletvekilleri, belediye eş başkanları, belediye meclis üyeleri, bir sürü siyasi aktivist, binlerce siyasetçi, kısacası toplamında binlerce siyasetçi şu anda tutuklu. Hepsi yıllardır zindandadır. Şimdi DBP’ye yöneldiler işte. Keskin Bayındır, onlarca il eşbaşkanı, ilçe eşbaşkanı bu yakın süreçte tutuklandı. Bu siyasi soykırım operasyonları da sürüyor.
SOYKIRIM SALDIRILARINA KARŞI TOPYEKÜN DİRENİŞ OLMAK DURUMUNDA
Soykırım çok boyutlu yürütüyor. Siyasi soykırım, kültürel soykırım, ekonomik soykırım, ekolojik soykırım, askeri soykırım, fiziki soykırım çok boyutlu, çok yönlü bir biçimde yürütülüyor. O yüzden biz diyoruz ya topyekün bir savaş yürütüyor Kürtlere karşı. Topyekün bir soykırım savaşı yürütüyor. Buna karşı da topyekün bir direniş elbette olmak durumundadır.
Belli bir tepki oldu, hiç olmadı değil. Mesela en son DBP eşbaşkanları, il, ilçe eşbaşkanları tutuklandı. Bu kadar yoğun bir işte bu soykırım operasyonları gelişti, tutuklamalar oldu. Tepkiler yetersiz. Eleştirmek gerekiyor mu? Elbette eleştirmek gerekiyor. Böyle olamaz. Bunlar Kürt halkının siyasi iradesini temsil ediyor. Dolayısıyla Kürt halkının iradesidir. Halkımız çok ciddi bir tepki ortaya koyabilmelidir. Bu soykırım saldırıları, bu faşist politikalar sadece Kürt halkını değil, bu tüm Türkiye toplumunu, etkiliyor. İşte artık Kurdistanı da geçti. Şimdi İstanbul Belediyesi’ne de bir operasyon var. İmamoğlu’na siyasi yasak getirmeyi planlıyorlar. İstanbul Belediyesi’ne el koymayı hesaplıyorlar. Cumhurbaşkanlığı adaylığı için tartışılıyordu İmamoğlu, bunu devre dışı bırakmaktır amaç. Evet doğru, o da var. Ama sadece bu değil. Türkiye’de de direnen, birazcık mücadele eden, belli bir eleştirisel duruş gösteren tüm odakları Türkiye’de de ezmeye çalışıyor. Bugün İstanbul Belediyesine el koyacaklar, susturacaklar. Yarın İzmir Belediyesi’ne geçecekler. Ardından Antalya Belediyesi giderek Ankara’da böyle tek tek bütün CHP’nin elindeki bütün kıyı şeridindeki büyük metropollerdeki belediyelere de el atabilirler.
TECRİT SADECE KÜRTLERE DEĞİL TÜRKLERE KARŞI DA
Giderek böyle Türkiye toplumunda direnen bütün odakları Türkiye’de de ezmeye, sindirmeye, susturmaya çalışıyorlar. Bu anlamda bizim sürekli söylediğimiz, ifade ettiğimiz bir şey var. Bu tamamen birçok defa doğrulandı ama tekrar doğrulanıyor. Biz diyoruz ki bu saldırılar, yani bu tecrit evet Kürtlere karşı bir tecrit Önder Apo şahsında ama Türkiye toplumuna karşı da bu bir tehdittir. Bu faşist, soykırımcı saldırılar Kürtlere soykırımı hedefliyor ama bu Türkiye’de de faşizm olarak yaşanıyor ve Türkiye toplumunu da sindiriyor, bastırıyor, eziyor, iradesizleştiriyor. İşte Türkiye ekonomisinin hemen hemen tümü bu savaşa akıyor, savaşa gidiyor. Yani savaş Türkiye toplumunu yoksullaştırıyor. Türkiye toplumu açlık içinde kıvranıyor. Nereye gidiyor bu paralar? Hepsi savaşa gidiyor. Ama Türkiye toplumu bunu sorgulamıyor. Türkiye toplumu bunu eleştirmiyor. Ama en rezil durumda da yaşıyor, çürüyor, gün gün çürüyor, eriyor. Bu anlamda, bu faşizm Kurdistan’da sınırlı kalmıyor, bütün Türkiye’ye yayılıyor. Sadece Kürtleri vurmuyor, bütün Türkiye toplumunu vuruyor. Her yönüyle vuruyor.
Şu anda Türkiye’de çok ciddi bir ekonomik kriz, çok ciddi bir siyasi kriz, çok ciddi bir toplumsal bunalım, çürüme, yozlaşma, ahlaki çöküş görüyoruz. Çocuklara tecavüz, kadınlara tecavüz, şiddet almış başını gidiyor. Korkunç. Bugün Türkiye’de kadına şiddet yaşanıyor. Yüzde 2000 oranında artış var kadına şiddette. Yani toplumsallaşmış, meşrulaşmış, çocuğa kadar geliyor. 6 yaşındaki çocuğa sistematik tecavüz uygulanıyor.
TOPLUM AHLAKSIZLAŞTIRILIYOR
Türkiye toplumunda mesela bu infial yaratmalı. Yani yüzbinler ayakta, milyonlar ayakta olmalı ama sesi çıkmıyor. Buna sesi çıkmayanın DBP’nin eşbaşkanları tutuklanmış, belediye başkanları tutuklanmış, siyasi soykırım yapılıyor. Kürtlere bu kadar çıtı çıkar mı? Bu kadar çürümüş bir toplum. Bu bunun ispatı, bu bunun ifadesi. Toplum çürütülüyor. Toplumun ahlakî vicdanı ortadan kaldırılıyor, robotlaştırılıyor, insanlığından uzaklaştırılıyor. Paranın peşine düşen, sadece midesini düşünen, sadece eve bir lokma ekmek götürmeye odaklanan, midesinden düşünen, aklını kaybetmiş, düşünemez duruma gelmiş, maneviyatını, ahlakını kaybetmiş, vicdanını kaybetmiş, robotlaşmış, sürüleşmiş bir insan kalabalığı yaratılmaya çalışılıyor ve bu faşist soykırımcı rejim de bu çürümüş toplum üzerinden yeniden inşa edilmeye çalışılıyor. Kadına bu kadar şiddetin, saldırının nedeni de budur. Çünkü kadın mücadelesiyle, direnişiyle toplumu da zinde tutuyor, canlı tutuyor, direniş halinde tutuyor, öncülük yapıyor, bilinç yaratıyor, örgütlüyor. Kadın örgütlendikçe, mücadele ettikçe toplum da bilinçleniyor, örgütleniyor, mücadele ediyor. Dolayısıyla bu faşist, soykırımcı sistemin bütün maskeleri düşüyor. Yani gerçek yüzleri görünür hale geliyor tüm toplum tarafından.
Şimdi bunu engellemek için ne yapıyor? Toplumu çürütme politikaları uyguluyor. Sürekli midesini düşünen, sürekli parayı düşünen bir toplum, özgürlüğü, adaleti, eşitliği, demokrasiyi, Kürtlerle eşit, özgür yaşamayı, onurlu bir barışı öncelikli bir sorun olarak görür mü, tartışır mı? Bunu kendisine dert edinir mi? Kürtlerin derdini kendisine dert yapar mı? Acısını kendisine acı yapar mı? Empati geliştirebilir mi? Yapamaz bunu. İşte yaptırmamak için de her türlü kirli yol yöntemi kullanıyor toplum üzerinde.
MOSKOVA GÖRÜŞMELERİ
Moskova’daki görüşme çok önemlidir. Bu görüşmeyi bizim çok boyutlu değerlendirmemiz, anlamamız gerekiyor. Şimdi tabii bu bütün bir sürecin aslında bir sonucu da oluyor. Bunun öncesinde yürüyen bir süreç vardı. Ağustos ayında hatırlarsanız Tahran’da Rusya, İran ve Türkiye bir zirve yaptı. Ondan bir hafta sonra Türkiye ve Rusya Soçi’de bir zirve yaptı. Bir araya geldiler. Sonrasında 1-2 defa Astana görüşmeleri oldu. Burada bir araya geldiler, görüşmeler oldu. Son bir kaç yıldır da Hakan Fidan’la Suriye istihbarat başkanı Ali Memluk’un yoğun görüşmeleri var. Gizli bir çok görüşme yaptılar. Moskova’da, Irak’ta Bağdat’ta da görüştükleri falan söylendi. Şam’da ve benzeri… Bu yönlü görüşmeler oldu. Bütün bu sürecin bir sonucu olarak da şimdi de Moskova’da bir araya geldiler, görüşmeler yaptılar. Şimdi bunu anlamak gerekiyor. Tahran, Soçi görüşmelerinden sonra şöyle bir yol haritasının hazırlandığını kamuoyuna deklare ettiler. Taraflar giderek artık Şam’la Ankara arasında bir ilişki süreci başlayacağını söylediler. Giderek sorunları birlikte tartışma, çözme, anlaşma, uzlaşma süreci adım adım gelişecek. Türkiye de buna sıcak yaklaşıyor. Şam da buna hazırlanıyor. Buna destek verildiğini de açıkça kamuoyuna deklare ettiler. Rusya başta olmak üzere İran da bu yönlü böyle bir politika sıcak baktığını söyledi.
Şimdi tabi bu mevcut konjonktürden, bölgedeki, dünyadaki siyasi konjonktürden bağımsız, Suriye’deki gelişmelerden bağımsız biz durumu ele alamayız. Ele alırsak çok eklektik olur, anlaşılamaz. Şimdi Rusya mevcut durumda. Ukrayna savaşından dolayı çok zorlanıyor. Bu çok açıktır. Ukrayna, Rusya açısından çok stratejik bir önem taşıyordu. Rusya bütün Ukrayna’ya hakim olmak istedi, ele geçirmek istedi. Bunda temel stratejik amaçları vardı tabii. Hedefleri vardı. Ukrayna’yı ele geçirerek, Ukrayna üzerinde hakimiyet kurarak NATO’nun buradaki etkisini tamamen bitirmeye çalıştı. Rusya’nın yanında olması Rusya açısından çok temel bir ihtiyaç. Bunu çok önemsiyor Rusya. Türkiye bir NATO ülkesidir. Hem bu biçimde Türkiye’nin Ukrayna’ya sunduğu bütün desteği kesmiş olacak. Bu büyük bir başarıdır Rusya açısından. Ama aynı zamanda bir NATO ülkesi olarak yani Türkiye’yi yanında tutmak -zaten ciddi bir ekonomik ambargo var- Türkiye ile ithalatını ihracatın sürdürmek, o ticareti sürdürmek, Türkiye’yi böyle dünyaya açılan bir kapı haline de getirmek, Türkiye yoluyla diğer NATO ülkelerini de, Avrupa’yı da, Batı’yı da biraz esnetmek onun açısından çok çok önemli. Türkiye’yi yanında tutmak için ne yapıyor? Kürtler üzerinden bir sürü taviz Türkiye’ye veriyor. Böyle kirli de bir siyaset yürütüyor. Kürtleri böyle bu kirli hesaplarına alet ediyor, kurban etmeyi de göze alıyor. ABD’nin durumuna da bakıyor, NATO’nun durumuna bakıyor. Bir NATO ülkesi Türkiye. Onlar da Türkiye’yi daha fazla böyle Rusya’ya itmemek için yanında tutmak için -onların da bölge politikası var, Rusya politikası var. Ukrayna’da izledikleri bir politika, bir strateji var. o yüzden onlar da çok yüksek bir şey çıkaramayacaklar işte. Rusya ambargo uyguladılar mesela Türkiye bu şeyi, bu ambargoyu yapmadı, uygulamadı. Yani bu kurallara, kararlara uymadı, sesini çıkarmadılar- bunu da hesaplıyor.
TÜRKİYE’NİN ŞAM’LA İLİŞKİLENMESİ TAKTİK DEĞİL
Türkiye Rusya’dan da faydalanarak Rojava devrimini tasfiye etmeye çalışıyor. Zaten mevcut durumda, yani baştan itibaren Rusya, İran’ın da politikası şuydu: Türkiye ile Suriye’yi, Şam’la Ankara’yı uzlaştırma. Böylelikle Şam’ın bir bütünen Rojava, kuzey ve doğu Suriye’ye hakim kılma, Kürtlere de kültürel haklar çerçevesinde böyle bazı haklar verme. Bu temelde bir politika yürüttüler. Rusya da, İran da.
Mevcut durumda Türkiye Rusya üzerine bu denklemin içerisine girdi. Şam’la görüşmeleri kabul etti. Şimdi bazıları şey tartışması yürütüyor, işte Türkiye seçimlerden kaynaklı Şam’la görüşüyor. Bu bir taktiktir. Böyle söyleyenler de var. Valla bu bir taktik değildir. Elbette amacı seçimleri kazanmaktır. Bu politika seçimlere de hizmet edecek. O yüzde yüzdür. Rusya da zaten Türkiye’deki seçimlerde Erdoğan’ın kazanmasını istiyor. Erdoğan’ı kazanması için Rusya çalışıyor. O da çok nettir. Böyle bir süreçte Erdoğan’a hizmet eder diye düşünülüyor, öngörülüyor Rusya tarafından. Çünkü yıllardır Türkiye muhalefeti de o sistem içi muhalefet de CHP başta olmak üzere sürekli olarak mevcut iktidara sürekli olarak Şam’la anlaşmasını telkin ediyorlar. Bu politikanın doğru olduğunu söylüyorlar. Bu anlamda bu politika bir bütünen Türk devletinin de politikası oluyor. Demokratik muhalefeti dışında tutarsak muhalefetiyle, iktidarıyla bir devlet politikasıdır. Bu anlamda muhalefetin de, sistem içi muhalefetin de, o altılı masa dediğimiz muhalefetin de çok eleştireceği, faşist iktidarı sıkıştıracağı bir durum değil. Bu da bir avantaj. Böylece o muhalefeti de susturuyor. Böyle aslında nereden baksan seçimde de ona kazandıracak ama aynı zamanda da esas olarak da bir soykırım planıdır bu. Kürtler üzerinde yürüttüğü soykırımcı sömürgeci planın bir parçasıdır. Yani öyle taktik mi? Taktik değil. Kesinlikle. Türkiye Suriye politikasını değiştirdi. Türkiye şu anda şöyle bir değişikliğe gitti. Rejimle anlaşarak, rejimle uzlaşarak Rojava devrimini tasfiye etmeyi, Kuzeydoğu Suriye özerk yönetimini tasfiye etmeyi, ortadan kaldırmayı hedefliyor. Bu konuda Rusya’nın desteğini de almaya çalışıyor. Bu konuda İran’ın desteğini de almaya çalışıyor. İran daha temkinli bakıyor. Çünkü Türkiye’nin Suriye’de genel olarak bölgede hegemonik güç olmasını istemiyor. Fakat Türkiye böyle özelde de Rusya’nın desteğini alarak devrimi tasfiye etmek için, Şam’ın da desteğini alarak, tasfiye etmek için böyle bir şey yürütüyor. Rusya da şöyle bir politika yürütüyor: Türk devletini bir tehdit olarak sürekli Kuzey ve Doğu Suriye halkları üzerinde, özerk yönetim üzerinde bir tehdit, baskı aracı olarak kullanıp Kuzey ve Doğu Suriye’yi rejime teslim etmeye çalışıyor Türk baskısı tehditi ve şantajı ile. Bunu da tam bir böyle baskı ve şantaj tehdit aracına dönüştürmüş. Bir sopa gibi Türk devletini Kuzeydoğu Suriye halklarının, özerk yönetimin üzerinde bir sopa gibi kullanıyor, onunla tehdit ediyor, rejime razı etmeye çalışıyor. Rojava’yı, devrimi teslim etmeye çalışıyor. Rusya’nın politikası bu. Ve zaman zaman işte kendisi de ara buluculuk yaparak güya rejim ve Kürtleri görüştürme, anlaştırma çabalarına giriyor. Bunu da Türkiye’ye karşı bir şantaj olarak kullanıyor. Rejimle anlaşmazsan bak bir de böyle bir süreç var. Kürtler rejimle anlaşabilir. İkinci bir enstrüman olarak da bunu kullanıyor. Böyle çok yönlü bir siyaseti Rusya, hegemon bir bölge gücü olarak kullanıyor.
HERKES ELİNDEKİ KOZU KULLANMA PEŞİNDE
Türkiye’yi de böyle kullanıyor. Yani kendi çıkarı temelinde Türkiye’yi de, Suriye rejimini de avucunun içine almış, kendi çıkarı temelinde kullanıyor. Şimdi bu anlamda ciddi bir tehlike var tabi. Bu Moskova görüşmesinde de anlaşılan şudur: bu üçlü Kuzeydoğu Suriye halkları üzerinde, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk yönetimi üzerinde çok ciddi bir baskı kullanacaklar, mevcut baskıyı daha fazla yoğunlaştıracaklar. Saldırıların biçimini de daha da yoğunlaştırıp Kuzeydoğu Suriye’yi Kuzeydoğu Suriye Özerk yönetimi Şam’a razı etmeye, Şam’ı bütün bu alanlarda hakim kılmaya çalışacaklar.
Türkiye elindeki çeteleri rejime karşı da bir baskı aracına dönüştürmeye çalışacak. Elinde on binlerce çete var. İdlib’ten Serekaniye’ye kadar bu alanları işgal etmiş, Afrin’e her yere yerleştirmiş bu çeteleri. Çeteleri besliyor, yıllardır eğitiyor, donatıyor. Bu çetelerle dünyada da savaş yürütüyor. Avrupa’yı dize getirmek için de bu çeteleri kullanıyor. DAİŞ’le ilişkisi ortada zaten DAİŞ’i kullanıyor.
Türkiye de bir sürecin içerisine girdi. Ama bu süreç çok karanlık bir süreç. Bu anlamda Türkiye bu kadar yıllardır kirli bir sürü şey yapmış, kolay değil bu çeteleri bir şeylere razı etmesi. Bu süreç öyle kolay değişmeyecek. Suriye rejimi de bu çetelerin tasfiye etmesini isteyecek. Şartları var. İdlib’in teslim edilmesini isteyecek, temizlenmesini isteyecek, Türkiye’nin çekilmesini isteyecek. O kadar yeri işgal etmiş, bazı yerleri adeta ilhak etmiş gibi yönetiyor. Şu anda İdlip, Cerablus, Bab, Afrin, Serekaniye, Gre Spi’yi ilhak etmiş. Kaymakamlık kurmuş, polis kurmuş, okul açmış, Türkçe eğitim veriyor. Korkunç bir demografi değişimi yapıyor, asimilasyon yapıyor. Tam bir soykırım uyguluyor yani. Yani işgal etmiş ve ilhak etmiş. Böyle bir durum var ortada. Şimdi bu nasıl şu olacak? Bu öyle kolay olacak mı?
Bir de Suriye’de o kadar dinamik var. Yani şu anda Suriye’de sadece Rusya, Suriye, Türkiye, İran yok. Dünya güçlerin hepsi oradadır. O koalisyon dediğimiz 72 ülke midir? Suriye’dedir. Suriye’de bir sürü iç ve dış dinamik var. Direnen bir halk var, direnen halklar var. Bu halklar DAİŞ’i yenilgiye uğratan halklardır. Türk işgalci, soykırımcı, faşist saldırılarına karşı, işgaline karşı yıllardır direnen, mücadele eden, büyük başarılar sağlayan, büyük bir irade ortaya koyan halklardır. Bu halkların direnişi mücadelesi bu tür uygulamalar karşısında, saldırılar karşısında sürecek. Bu çok güçlü bir dinamiktir. Bu iç ve dış dinamikler var.
SURİYE’DEKİ SÜREÇ KOLAY OLMAYACAK
O yüzden yani tamam, görüştüler. Moskova’da görüşecekler. Yüksek olasılık bir sonraki aşaması Çavuşoğlu ile Suriye Dışişleri Bakanı Türkiye’nin, Rusya’nın yine garantörlüğünde, arabuluculuğunda görüşecek. Bir sonraki aşama Erdoğan’la Esat olabilir. Ama bu süreçler kolay olmayacak. Böyle kolay kolay ifade edildiği gibi değil öyle gelişmeler. Bu süreçler çok çetrefilli, çok engebeli, çok böyle çatışmalı kaoslu süreçlerdir. Hangi zamanın ne getireceği de çok belli değil. O açıdan öyle kolay kolay Suriye’yle Türkiye arasında da bir anlaşma çok mümkün değil. Türkiye’nin istediği gibi bir anlaşma öyle çok kolay kolay geliştirilemez. Bunu böyle de bilmemiz gerekiyor. Ben böyle olacağını düşünüyorum. Kesinlikle öyle. Herkes masa başında kağıt üzerinde çizdiği planı, haritayı öyle rahat rahat uygulamaya koyamaz. Direnen bir halk var, direnen halklar var. Ciddi bir dinamik var. Demokrasi, özgürlük mücadelesi veren bir sürü de dinamik var. Realite farklı yani. Gerçeklik farklıdır. Öyle hakikat bu hegemonik egemen güçlerin tartıştığı, planladığı biçimde gitmiyor. Yaşamın, hayatın hakikati bambaşkadır. Halkların hakikati bambaşkadır. Tarihte bu tecrübeyle ispatlanmıştır.
Ben şunu da belirtmek istiyorum. Şam’ın çıkarı Kürtlerle birlikte müzakereden geçiyor, anlaşılmaktan geçiyor. Ben Şam devletinin Kürtlerle çatışarak, Kürtleri soykırıma uğratarak Türkiye ile bir anlaşmaya gideceğini çok düşünmüyorum. Şam bunun ne anlama geldiğini çok iyi bilir. Onlarca yıldır Şam’ı ayakta tutan Arap, Kürt ittifakıdır, birliğidir. Suriye’yi DAİŞ belasından kurtaran da Arap Kürt birliğidir. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk yönetimi ve Arap-Kürt birliğidir, ittifakıdır. Halkların demokratik birliği, ittifakıdır.
ŞAM’IN ÇIKARI KÜRTLERLE ANLAŞMA, UZLAŞMADAN GEÇER
Bugün Esad’ı Türkiye de kabul etmek zorunda kalmış, dünya da kabul eder noktaya gelmişse, QSD ve Kuzeydoğu Suriye halklarının mücadelesi sayesindedir. YPG ve YPJ mücadelesi sayesindedir, direniş sayesindedir. Bence bunu Şam da biliyor. Şam’ın baştan itibaren de Türkler gibi bu kadar soykırımcı, sömürgeci bir politikası olmadı Kürtlere karşı. Kendi kültürünü, dilini, Kürtleri bir biçimde yaşattı Suriye’de. O yüzden Şam’ın da çıkarı Kürtlerle uzlaşmadan, anlaşmadan geçiyor. Aksi bir şey Türkiye politikası temelinde hareket etmek zaten Şam açısından da bir siyasi intihar olur. Şam yönetimi de Suriye devleti de bunu bilebilecek devlet aklına sahiptir, tecrübesine sahiptir. Böyle olduğunu biz düşünüyoruz. O yüzden de önemlidir. Yani Kürtlerle anlaşmayı, müzakereyi esas alan, demokratik temelde sorunu çözen Suriye, demokratikleştirmeyi temel bir ilke, politika haline getiren bir yaklaşım Şam’a da kazandırır, Suriye’ye de, Suriye halklarına da, devletine de bir bütün, hem bölge halklarına da bölge ye de kazandıracak bir politikadır bu. Suriye güçlendirir. Dünyada da en güçlü, en itibarlı, en saygın bir ülke durumuna getirir.