
Çinliler birine beddua edecekleri zaman “tuhaf zamanlarda yaşa” dermiş. Biri de galiba bu coğrafyanın halklarına çok büyük beddua etmiş ki içte, dışta, siyasette, iktisatta, toplumsal ve bireysel ilişkilerde her şeyin altüst olduğu; doğrunun yanlış, yanlışın doğru olarak kabul edildiği, gerçekten de çok tuhaf zamanlarda yaşıyoruz.
Bu coğrafya açısından, bu tuhaf zamanları “hakikat sonrası dönem” olarak da adlandırabiliriz. İçinden geçtiğimiz bu “hakikat sonrası” dönemde, tüm kavramlar alt üst olmakta, kavramlar gerçek anlamlarını yitirip tamamen kendisine zıt anlamlar kazanmaktadır. Dahası bu dönemde iktidar kaynaklı her tür bilgininin, her tür eylemin, her tür iletişimin tek bir amacı vardır, o da “hakikati” toplumundan saklamak, hakikatin üstünü yalan ile örterek bunu bu şekilde topluma kabul ettirmeye çalışmaktır.
Hakikatin en çok saldırıya uğradığı, en büyük darbeleri aldığı yer kuşkusuz Kürdistan coğrafyasıdır. Bu coğrafyada her kavram, her eylem gerçek anlamını yitirmekte ve iktidarın merceğinden kırılarak yeni bir anlama bürünmektedir. Dün de olan buydu; bu gün de olan bu.
Bugün HDP Diyarbakır il binası önünde yaşananlar tam olarak budur. Annelerin, babaların, ailelerin çocukları için hissettikleri gerçek duygular iktidar tarafından tüm yalanlarının üstünü örtmek için kullanılmaktadır; hakikat ise çarpıtılarak topluma olduğunun tam tersi şekilde sunulmak istenmektedir.
Ama şu da unutulmamalıdır ki, Kürdistan’da hakikat direngendir, inatçıdır, tüm baskılara rağmen varlığından taviz vermez. Kürdistan’da hakikat bakmasını bilen ve bakmak isteyen gözler için tüm çıplaklığı ile orada durmaktadır.
Nedir bu hakikat?
Hakikat; Kürt Sorunu’nun bırakın iktidar yanlılarının iddia ettiği gibi çözülmeyi, daha da ağırlaşarak varlığını sürdürdüğüdür.
Hakikat; halkın huzur içinde ve özgürce yaşadığı değil tersine dün olduğu gibi bugün de hakları için mücadele edenlerin, kendi kimlikleri ile özgürce yaşamak isteyenlerin büyük baskılara maruz kaldığıdır.
Hakikat; mevcut iktidarın Kürt sorununda her türlü barışçı ve demokratik çözümü elinin tersiyle ittiği ve bunun sonucu olarak her geçen gün daha da katlanılmaz hale gelen acıların sorumlusu olduğudur.
Hakikat; bugün ailelerin önünde eylem yaptığı HDP’nin barışın önündeki engel olmadığı tersine elindeki tüm güçle ve olanaklarla Kürt sorununa barışçıl bir çözüm bulmak için, bu coğrafyaya demokrasiyi getirmek için mücadele ettiği ve bu uğurda büyük bedeller ödediğidir.
Tekrar başa dönecek olursak, gerçekten de “tuhaf zamanlarda” yaşıyoruz. Çünkü faşizm çözüldükçe dilleri de çözülmekte ve dil sürçmesi olarak sakladıkları, çarpıttıkları, inkar ettikleri her ne varsa tüm çıplaklığıyla ortaya saçılmaktadır. Seçilmişleri “pejmürde etmekle” tehdit edenler sözleriyle eylemleriyle kendi “pejmürdeliklerini” ortaya koymaktadırlar. Hiçbir şey, belki de duyguların en güçlüsü olan insanın çocuğuna duyduğu sevgi ve özlem bile, bu ortaya saçılan hakikatlerin üstünü örtemez.
Geçen Pazar günü, Muş’ta iktidar tarafından düzenlenen mitingde konuşan Vali, bu coğrafyada barış ve demokrasi mücadelesi verenlerin yarattığı en anlamlı sloganlardan birine atfen “Halkların kardeşliği yok” demektedir. Vali, kendince temsil ettiği iktidarı için iyi bir şey söylediğini zannederek aslında mevcut iktidarın takip ettiği tekçi, inkarcı siyaseti çok net bir şekilde gözler önüne sermektedir. Tek bir cümle ile hem bu coğrafyanın çoğulluğunu hem de bu çoğulluğun içindeki kardeşliği reddetmektedir. “Halkların kardeşliği yoktur” demek, “Kürt halkı yoktur”, “eğer varsa da bizim kardeşimiz değildir” demektedir.
HDP önündeki ailelerin içinden geldiği halkın varlığını bile kabul etmeyen, ayrı bir halk olarak onu kendine kardeş olarak görmeyen bu iktidarın ailelerin çocuklarına kavuşması konusunda zerre kadar samimi olduğu düşünülemez. İktidarın tek kaygısı, kayyumlara karşı her geçen gün yükselen direnişi baltalamak, demokratik siyasetin alanını daraltarak onu siyaset yapamaz hale getirmektir. Ama dediğimiz faşizm çözülme sürecine girmiştir. Ve yapmaya çalıştıkları her şey, attıkları her adım, söyledikleri her söz kendi ayaklarına dolanmaktadır.
Son sözü yine iktidar sözcülerinden birinin ağzından çıkan hakikatin dile geldiği bir dil sürçmesine bırakarak böylesi “tuhaf zamanlarda” yaşamamız için kimin bize beddua ettiğini kendimize soralım: “Erdoğan olmadan bir hiçiz.”