Bizler Kürt halkının onurlu evlatları ve Reber APO’nun başlattığı özgür yaşam savaşının militanları olarak; özgürlük düşlerimizi tarihin göz ardı edilen sayfalarına yazarak, 4 Nisan’da başlayan efsaneyi mutlaka tamamlayacağız. Bu tarih karşısında bizlerin bir borcudur.
Bazı araştırmalara göre, çocuk daha anne karnındayken dış dünyada olup bitenleri hisseder, kişiliği ve karakteri bunun üzerinden şekillenirmiş. Dokuz aylık süreç içerisinde anne ne yaşar ve hissederse, karnında büyüttüğü çocuğu da bunu hissedebilirmiş. Yani anlayacağımız ana daha çocuğu dünyaya gelmeden, onunla bir paylaşım içerisine girmektedir. Aslında bu durum bile kadının paylaşımcı yanını gözler önüne çok iyi sermektedir. Kadın kendisinden bir parça olan çocuğu ile daha doğum öncesinden bir paylaşım içerisindedir ve çocuğunu en iyi şekilde yaşama hazırlamaya çalışmaktadır. Bu yüzden analar insanlığa ışık tutan, yol gösterenlerdir. Bir anne yalnızca kendi çocuğunu taşımaz karnında, insanlığa, yaşama dair ne varsa kendi bütünlüğünde taşır. Bu yüzden analar kutsaldır. Bazı anaların gerçekleştirdiği doğumlar ise gerçekten tarihi mucizelere yol açmaktadır…
İşte 1949 yılında da böylesi tarihi bir doğuş, mucize gerçekleşmiştir.
Bir Kürt kadını olan Üveyş Ana Urfa’nın Amara köyünde yaşamaktadır. O yıllar Kürtler için öylesine zorlu yıllardır ki, Kürtler adeta köleliğe mahkum edilmişlerdir. Kürtlerin bu köle yaşama karşı gerçekleştirdiği tüm isyanlar kanla bastırılmış, Kürtlüğe dair ne varsa yerle bir edilmiştir. İnsanlığa dair çok az yaşam kırıntısı bırakılmış, insanlar bu yaşama mahkum edilmiştir. Üveyş Ana’nın yaşamı da bu gerçeklikten nasibini almıştır. Üveyş Ana da tıpkı diğer Kürt kadınları gibi Urfa’nın bereketinden, kutsallığından koparılıp, lanetli tarihin gazabına uğratılmıştı. Umutsuz ve çaresiz bir yaşam adeta onun da kaderi olmuştu. O ise böylesi bir yaşama isyan edip hesap soracağına kendi içinde kavgalara tutuşmuştu. Aslında Üveyş Ana şunu çok iyi biliyordu; kadının baş aşağı gidişi ile beraber her şey ihanete uğramıştı. Kadına yüklenen bu lanetten hiçbir şekilde kurtuluş yoktu. Artık Üveyş Ana’nın tek sığınağı, karnında taşıdığı umuduydu. Her şeyini onunla paylaşıyor, kimselere anlatamadığını usulca ona fısıldıyordu.
İşte tarih 4 Nisan 1949’u gösterdiğinde UMUT, Amara köyünde bir ışık hüzmesi gibi süzülür ve yaşamı aydınlatır. Artık Üveyş Ana insanlığa bir UMUT doğurmuştur. O’na kavgayı, emeği, emekle değerin nasıl yaratıldığını ve yaşamın tüm güzelliklerini öğretir. Yaşamın paylaşıldıkça, yaşam uğruna ter döküldükçe yaşamın daha anlamlı ve güzel olduğunu öğretir.
Aslında bu hikâye Mezopotamya topraklarında doğan tüm çocukların hikayesidir biraz. Hepimizin hikâyesidir. 4 Nisan günü Kürdistan’da doğan, büyüyen tüm çocukların hikâyelerini toplayıp bir roman taslağına ve mücadeleye çeviren bir Önder doğmuştur. Bizlerin, insanlığın tüm hakikati bu doğuşta saklıdır. Bizler de aynı evrelerden geçmişizdir, aynı şeylere tanık olmuş yaşamışızdır. Adaletten, eşitlikten, özgürlükten uzak olan bu yaşama anlam verememiş, kabullenememişizdir. Yaşama dair binlerce soruyu kendimize yöneltmişizdir. Ve bu sorulara cevap bulmak için çoğu zaman yollara koyulmuşuzdur. Ama arayışlarımız, hep bir yere kadar olmuştur. Zihnimiz ne kadar yaşama, özgürlüğe dair sorularla dolu olsa da, yine de cevaplarını ötelemişizdir. Bizler çocukluk hayallerimize, düşlerimize tutkuyla bağlanıp, o hayallerin peşinden koşmayız. Tutkularımızı, hayallerimizi bir kenara bırakır, kitlelere katılır, onların yaşamına dâhil oluruz. Ama Önderlik açısından durum asla bu şekilde gelişmemiştir. Önder APO basit çocukluk hayalleri kurmamıştır. Hayalleri her zaman büyük olmuş, her zaman hayallerinin peşinden tutkuyla koşmuştur. Kürt halkı hayallerine böylesi tutkuyla bağlı bir Önderliğe sahip olduğu için bugün varlığını yeniden kazanmıştır. Yani Önderliğimizin doğuşu Kürt halkının yeniden doğuşu olmuştur.
4 Nisan’ın anlamını kime sorarsanız sorun hepsinin dilinden anlam dolu sözler dökülür. Kürt halkına sorarsanız; büyük bir direnişle varlığın yeniden kazanıldığı gün, kadınlara sorarsanız; umudun ve özgürlüğün yeniden yeşerdiği gündür. Aslında herkes için bir milattır. Her ne kadar tanımını yapmakta zorlansak da, 4 Nisan bizler için insan olmaya dair umutların yeniden yeşerdiği günün adıdır. Bu yüzden 4 Nisan günü analar, kadınlar, gençler ve çocuklar yüzlerini Amara’ya, Amara’dan yükselen Güneş’e döner. O gün toprağa ekilen fidanlar aslında yüreklere ekilen umut fidanlarıdır. Her kadının, her gencin yüreğinde umutlar yeniden filizlenir.
Üveyş Ana 4 Nisan günü yalnızca bir çocuk doğurmamıştır. Yeni yaşamı doğurmuştur. İnsanlık yeniden doğmuştur. Üveyş Ana’nın sancıları aslında, insanlığın kendini yeniden daha özgür bir şekilde doğurma sancılarıydı. O sancılar bu topraklara özgürlüğü getirmiştir. Şimdi insanlık bu özgür doğuşu kutsamaktadır.
Biz gerillalar ise bugünü büyük bir hasretle geçiririz. Oysa ne kadar çok isterdik o günü Güneşimizin etrafında kenetlenerek, Güneşin ışığına sığınarak geçirmeyi. Ama ne olursa olsun bizler Güneşimizin etrafında ateşten bir çember olmayı sürdüreceğiz. Güneşimiz özgürlüğüne kavuşana kadar mücadelemiz devam edecektir. Bizler özgür günlerin yakın olduğuna inanıyoruz. Yeter ki umudumuzu, inancımızı ve mücadele azmimizi yitirmeyelim.