Kemal SÖBE
Gün geçmiyor ki işçiler-emekçiler grev yapmasın, iş bırakma eylemleri yapmasınlar. İşçiler-emekçiler, neden grev yapmak zorunda kalıyorlar? İşçiler en zor koşullarda çalıştıkları halde geçinemiyorlar, aldıkları ücretler, iyi şartlarda yaşamalarını sağlamıyor. Pekala, bir işçi, eğer geçinemiyorsa neden çalışıyor, kim için çalışıyor? İşçilerin çalışma sebepleri nedir? İşçiler, eğer ki geçim sıkıntısı yaşıyorlarsa, demek ki orada büyük bir emek-sermaye çelişkisi, sömürü var demektir. Emeğine yabancılaşmanın olduğu koşullarda işçiler yoksulluğun korkunç, olanını yaşarlar. İşçiler, kendileri için çalışmadıklarından dolayı geçim sıkıntısı yaşıyorlar. İşçiler sömürüldükleri için grev yapmak zorunda kalıyorlar. Bu grevler sistemin köklü yada basit bir değişimini hedeflemiyor sadece basit bir ücret zammını hedefliyor.
Ama burjuvazi, maksimim karı hedeflediğinden, işçinin maaşına biraz zam yapmayı bile çok görüyor. Kapitalizm işçinin yemeden içmeden üretim yapabileceğini bilse, işçinin aldığı karın tokluğu ücretini bile vermez. Kapitalizm sadece emeği gasp etmiyor, insana ait bütün maddi-manevi değerleri pazar konusu yapıyor. Türkiye’de grevsiz geçen bir gün yok gibidir. Burjuvazilerin hepsi vahşidir ama dünya burjuvazisi içinde en vahşi olanı sanıyorum Türkiye burjuvazisidir. Türkiye burjuvazisi en küçük bir haktan bile rahatsız oluyor. Yani işçinin hak aramasından bile rahatsızlık duyuyor. Türkiye burjuvazisinin şimdiki hali, yüz yıl önceki Rus Çar ve burjuvazisinin durumuna benziyor. Yani en küçük bir hakkı bile, işçiye çok fazla görüyorlar. Hatta işçilerin yemeden içmeden bile çalışabileceklerini düşünüyorlar.
Emeğin sermayeye dönüşmesi işçilerle burjuvazi arasındaki sorunların kaynağıdır. Üretim araçlarının mülkiyetinin burjuvaziye ait olması, işçiyle burjuvazi arasında uzlaşmaz çelişkileri yaratıyor ve bu uzlaşmaz koşullarda emek ile sermayenin çatışması kaçınılmaz oluyor. Bu çatışmanın en küçük olanı işçi grevleridir, iş bırakma eylemleridir. Kapitalizm, toplumu yaşayan ölüler haline getirmiş, maksimum kar hırsı sömürüyü katmerli hale getirmiştir. Emek sermaye sorunu, çözülmediği sürece, ne grevler biter nede sömürü sona erer. Bu sorun, uzlaşmayla çözülecek bir sorun değildir. Devrimin zor yoluyla gerçekleşmesi, emek sermaye çelişkisinin uzlaşmazlığının ne kadar derinlerde olduğunu gösteriyor. İnsan kendi emeğine yabancılaştıkça bir nesle haline gelir.
Kapitalizm, nesneleşmiş toplum gerçekliği üzerinde kendisini yaşatma imkanı bulur. Emek ve yaşam bilincinden yoksun bir toplum ve insan tipi, kapitalizmin hedeflediği toplum-insan tipidir. Günümüz toplum ve insan gerçekliği böyle bir yapıya sahiptir. Aksi halde, bunca yoksulluğa ve sömürüye hiçbir toplum katlanmaz, katlanamaz. İnsan, kendi emeğine yabancılaştıkça hayattan kopar, bir köleye dönüşür, kendi hakikatini kaybeder. Yani emeğini kaybeden her şeyini kaybeder. Çünkü bütün değerler emekle var olur, yaşamsallaşır. Emeğin sermayeleştirildiği-mülkleştirildiği koşullarda insanlık her bakımdan bir tükenişi yaşayacaktır. Nitekim yaşıyor da. İşçilerin emeklerinin karşılığını almaları grevlerle, iş bırakma eylemleriyle hiçbir zaman gerçekleşmez.
Grevler ve iş bırakma eylemleri, azbuçuk ücret zammıyla sonuçlanır ve ertesi gün temel tüketim ürünlerine ve temel ihtiyaçlara yapılan zamla o ücret zammı sıfırlanır ve tekrar başa dönülür. Kapitalizmde bu durum hiçbir zaman değişmeyecektir. İşçiler çok iyi şartlarda yaşayabilecek imkanlara sahip olsalar bile, sömürü devam eder. Emek sahibi emeğine sahip olacak koşullarda ancak durum değişir. İşçilerin emeklerine sahip olacak koşullar ancak toplumsal bir gelişim süreciyle gerçekleşir. Yani toplumsal bir devrimle-değişimle ancak emek kendi asli sahiplerine kalır. Emeğin sermayeye dönüşmemesi için, üretim araçlarının kamulaşması olmazsa olmazdır. Üretim araçları kamuya ait olduğu zaman emek toplumsallaşır ve insanlığın hizmetine sunulur. Yani insanlığın genel sorunları ancak toplumsal emeğin toplumsal kurtuluşuyla mümkün olur.
Üretim araçları ve maddi imkanlar özel sektöre, serbest-liberal piyasaya ait olduğu sürece, işçiler emeğini düşük bir ücret karşılığında kapitaliste satmak zorunda kalırlar ve yarı aç yarı tok yaşamaya mahkum olurlar. Çünkü kapitalizm açlık, sefalet ve yıkım üretir. İnsanlık kapitalizmde varlık içinde yokluk yaşar. Kapitalizmde üretilen her şey para kazanmak ve kar için üretilir. Burada gözetlenen sadece sermaye birikimidir. Burjuvazinin gözü hiçbir zaman doymaz ve bu açgözlülük, işçinin her zaman sömürülmesine ve yoksul kalmasına yol açar. Bu, kapitalizmin- sermayenin değişmez kuralıdır. Emek sermaye çelişkisi uzlaşmaz olup bir sınıf savaşımını zorunlu kılar ve bu zorlu süreçte işçi-emekçi sınıfı büyük bir savaşımla burjuvaziyi yıkar ve iktidarı ele geçirir. Üretim araçlarının işçiye-emekçiye ait olduğu toplumsal üretim koşullarında işçiler grev yapmazlar, işi bırakma eylemi yapmazlar. Çünkü emek, emekçinin elinde kaldığı sürece, uzlaşmaz çelişkiler ve sınıfsal çatışmalar olmaz. Çünkü emeğin, emekçinin elinde kalması ancak sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz, savaşsız bir yaşam kurmakla gerçekleşir. İnsanlık şimdi bunun kavgasını veriyor. Bu kavga çok zorlu oluyor, olacak ama kazananlar emekçiler-işçiler ve toplum olacaktır. Yani sınıf ve emek kavgasında insanlık kazanacaktır.