Bütün dinler ve dinlerin kök yapıcıları peygamberler insanlığı iktidarların zulmünden kurtarmanın mücadelesini vermişlerdir. Allah-Tanrı inancı özünde kral ve taht sahibi olanların ellerinden alınan güç olmaktadır. Özcesi peygamberler dinlerin doğuşu ile toplumları iktidarların zulmünden kurtarmayı hedeflemişlerdir. Ama kral ve taht tapınmayı sadece kendisine ister. Çünkü kral ve tahtın her bir ritüeline bakıldığında doğasını tanrısallaştırdığı görülür. Ne yazık ki dinler de asli sürdürücüleri insanlığın hizmetkarları peygamberlerini kaybedince iktidarların elinde karşı devrime dönüştü.
Bu İslam dinini yok etme görevi üstlenen DAİŞ lideri Erdoğan’ın gerçekliğinde rahatlıkla görülmektedir. DAİŞ lideri Erdoğan İslam dinini yok etme projesinin garantörüdür. Ve bunu da ezberlediği bir iki ayetle elinde düşürmediği Kuran ile yapmaktadır. Egemenlerin en büyük silahı yalandır. Bir Müslüman yalan söylemez. Müslüman olduğunu iddia eden Erdoğan’ın ağzından neredeyse yalanın çıkmadığı an dahi yoktur. Bir Müslüman hırsızlık yapmaz, haram yemez, zulüm etmez, cinayet işlemez. Erdoğan’ın halkın vergilerinden çaldığı, kara paradan akladığı, içkiden, kumardan, fuhuştan kazandığı aile servetinin yekûnunu toplamak neredeyse imkansızdır. Kimse mal varlığını sorgulayamıyor dahi. Türkiye ülkesi azılı bir diktatörün her türlü şiddetinin fantezi cenneti haline gelmiştir. Bir Müslüman insanlığa hizmet etmeyi esas alır. Ama Müslüman olduğunu iddia eden diktatör Erdoğan’ın ölümden, şiddetten, zindandan, şantajdan, nefretten başka insanlığa vaat ettiği bir şey yoktur.
Erdoğan tüm bunları kapitalizmin dağıttığı toplumun dokusu ve yarattığı cehalet ile yapıyor. Erdoğan ve şurekâsı kapitalist iktidarın ibret alınacak bir figürüdür. Erdoğan’ın zalim ve zorba yüzünü maskeleme işindeki ustalığı tarih boyunca iktidarların laneti, kutsal diye insanlığa yutturma gücünden geliyor. Masumiyetin dili olan bir şiirle sözde mahkum edilen faşist şef, bugün dünya aleme kafa keseceğini ilan eden vahşi bir işgalciye dönüşmüştür. Cizre, Nusaybin, Efrîn, Serêkanîyê, Roboskî, Sur, Hasankeyf, Ankara, Suruç, İdlib, Libya, Suriye, Kürdistan ve Türkiye’de yürüttüğü toplumsal ve kültürel soykırım bütün çıplaklığı göz önünde durmaktadır.
Erdoğan’ın gücünü aldığı odakların hedefi, İslam dinini yok etmektir. Hem de elinde düşürmediği Kuran, dilinden düşürmediği İslam dini ile. Erdoğan’a bu gücü ve iktidarı veren güçler şüphesiz ki uluslararası sermaye güçleridir. Bunun sır olan bir tarafı da yoktur. Ama onun gücünü ve iktidarını esas sağlama aldığı dini afyon haline getirip Müslümanlara satmasıdır.
Müslüman olduğunu iddia eden Erdoğan, İslami ve insani tek bir çalışmanın ve icraatın dahi sahibi değildir. Başında olduğu Türk devletinin uyuşturucu satıcılığını nasıl yaptığını bilmeyen istihbarat örgütü yok gibidir. Ayrıca Katar’la haklayıp, pakladığı kara paranın ise haddi hesabı yoktur. Sadece Erdoğan’ın kankası Trump’ın bir Halk Bank’ı dahi Amerikan mahkemelerine sevk etmesi Türk devletinin bütün gerçekliğini dünyanın gözü önüne sermeye yetecektir. Ama cehalet onun tahtını ve iktidarını korumaktadır. Uluslararası sermaye güçlerinin ona bahşettiği şımarıklığı da unutmadan.
Tarih boyunca Erdoğan gibi zalim ve zorba vahşiler sahipleri için de tehlike konumuna ulaşmışlardır. Hitler, Franco, Saddam, Mussolini v.b çok diktatörün sahiplerinin bile başına nasıl bela kesildiği bilinmektedir. Erdoğan kapıldığı güç sarhoşluğu ile bugün sahiplerine bile kafa tutmakta onları tehdit etmektedir. Rusya ve ABD’yi karşı karşıya getirme oyunu ise birçok çevrenin farkında olduğu bir durumdur.
Devlet denen insanlığa zulmü reva gören iktidar aracı korku salgılar. Erdoğan’ın AKP’li olmayan herkesi hain görmesi ve hedef göstermesi Hitler’in ‘üstün ırk’ milliyetçiliğinden çok daha tehlikelidir. Güç sarhoşu zat, halktan elde ettiği vergilerden çalamadığının az bir kısmı ile yapılan yol, köprü ve kamu hizmetlerini sanki babasının hayrına yapmışçasına minnetle halkın başına kakmaktadır. Neredeyse Avusturya yerlileri Aborjinlerin, Kuzey Kutbunun Eskimolarının dahi doğaları gereği kullanmadıkları ama isteseler erişebilecekleri çamaşır makinesi, internet, yol, su, elektrik hizmetlerini sanki kendi lütfuymuş gibi Türkiye halklarına bunları ‘Ben size getirdim’ dediği biliniyor. Kabadayılığı ile bir çiftçiye ‘Ananı da al git’ diye küfür etmesi de cabası. Ara sıra Kasımpaşa kabadayılığı ile İsrail’e bazen posta koymasına sırf cahillere şov yapsın diye izin verdirilen Erdoğan tarım ülkesi olan Türkiye’nin tohumunu dahi İsrail’den almaktadır. Türkiye halklarının zenginliklerinin nasıl rant diye başka devletlere peşkeş çekildiği ise sadece bu tohum örneğin de dahi anlaşılmaktadır.
Tüm bunlar Erdoğan’ın İslam dinine olan düşmanlığını gözler önüne sermektedir. Takkiye ve yalan uzmanı Erdoğan ve şurekâsının, İslam dinine ve insanlığa düşmanlığının en bariz örnekleri ise Suriye halkına, Kürt halkına ve Libya halkına olan düşmanlığından görebiliriz. Haydi, Kürtlerle eyvallah da dünya devletleri çıkarları gereği Kürtlere yapılan zulmü görmek dahi istemiyor. Amenna da zaten günü gelince her daim kendini kutsal gösteren lanet nasıl daima yerle bir olmuşsa Kürdistan’ın, faşist Türk sorununda da aynısı olacaktır. Ama Erdoğan’ın yıllardır iç savaşla büyük yıkımlar yaşayan Suriye ve Libya’yı güçsüz görüp bir de sahiplerinin elinden tasmasını kopardığı ya da sahiplerinin tasmasının uzamasına çıkarları gereği ses çıkarmaması üzerine vahşice ve pervasızca saldırması bütün çıplaklığı ile göz önünde durmaktadır. Her iki halk da Müslüman ve iç savaşın acıları altında inim inim inlemişlerdir ve halen de inlemektedirler.
DAİŞ lideri Bağdadi’nin İdlib’de yani işgali altında bulunan kente vurulması dahi Türk devletinin DAİŞ’e merkezlik yaptığını göstermektedir. DAİŞ ve Türk devletinin ittifak ve ilişkileri bugün beş yaşındaki çocuk tarafından dahi bilinmektedir. İktidarların ve çıkarların tahtı olan devlet zihniyetinden adalet ve hukuk safsatasını bekleyip Erdoğan’ı yargılamalarını bekleyemeyiz. Zaten ilahi adalet bütün peygamberliksel çıkışlarda görüldüğü gibi kesinlikle tecelli edecektir. Ve insanlık varlığına bela kesilen devlet iktidarından kesinlikle kurtulacaktır. Ama devletçi iktidar şunu da bilmelidir. Adalet ve hukuk bir gün onlara da lazım olacaktır.
Erdoğan ve şurekâsının maskesinin düştüğü esas nokta ise mülteciler konusudur. Mülteciliği dilenciliğe dönüştüren faşist diktatör önceleri ‘DAİŞ’i üzerinize salarım’ diye AB’ye yaptığı tehdit ve şantajı sınırları açarak uygulamaktan çekinmedi. Avrupa ülkelerinden alınan milyarlarca Euro‘nun tek kuruşunu dahi mültecilere harcamadı. Erdoğan ve şurekâsı Milli Suriye Ordusu dediği çeteleri bu paralarla paramiliter bir güç haline getirdi. Neden dünyanın başına bela etmek için tıpkı Libya’da olduğu gibi.