İsyanı devrime dönüştüren kelebeklerin yürüyüşü (5)

0
689

1960’lardan bugüne: Kadınlar her yerde örgütleniyor

 Mirabal Kardeşler’in mirasını devralan kadınlar, 1960 sonrası dünyanın birçok yerinde mücadelelerini kazanımlara dönüştürdü.

Kadın hareketi her alanda örgütlülüğünü sağlarken, bugün birçok platform ve dergi çatısı etrafında bir araya geliyor.  Tarihin her döneminde hem erkek hem de devlet şiddetinin karşısında duran kadınlar, direnişlerini bugün de sürdürüyor. Farklı yöntemlerle mücadelelerine her yerde devam eden kadınlar, bulundukları her alanda zihniyet değişimine yol açarken, bir yandan da örgütlenmenin önünü açar. Kadınların en önemli kazanımlarından biri olan 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü, Dominik Cumhuriyeti’nden kadınlara kalan kanlı bir tarihi yansıtır. Diktatöre baş eğmeyen onurlu bir direnişin izlerini taşıyan bu mücadele, her 25 Kasım’da, sokağa inerken kadınların sloganlarında, haykırışlarında ve isyanlarında hayat bulur. Diktatörlüğe boyun eğmeyen üç kız kardeşin mücadelesi bir yanıyla kadınların baş eğmez mücadelesini bir yanıyla da özgürlük mücadelesini yansıtır.  Dosyamızın son bölümünde Mirabal Kardeşler’in hikayesini ve sonraki yıllarda kadınların direnişiyle elde edilen kazanımları derledik.  

31 yıl süren baskı ve diktatörya 

Rafael Trujillo adlı diktatör, 1930’da askeri darbe yaparak Dominik Cumhuriyeti iktidarını ele geçirir. Ülkeyi 31 yıl boyunca baskı ve zulümle yöneten diktatör Rafael Trujillo, ABD’nin, kendisine yakın kişilerin ve burjuva kesimin desteğiyle iktidarda kalmayı uzun yıllar boyunca başarır. Ancak ülkede onun bu dikta rejimine karşı gelen ve mücadele edenler olur. Ülkede zaman zaman özgürlük ve hak talep eden hareketler, ayaklanmalar kendini var eder. Ona ve rejimine karşı koyan hareketlerden biri de Clandestina adlı harekettir. Hareket, Patria, Minerva ve Maria adlı 3 kız kardeşten oluşur. Bu kardeşler Mirabal Kardeşler olarak bilinir. Eşleri de onlara destek olur, rejime ve Rafael Trujillo’ya karşı birlikte direnirler. Rafael Trujillo’nun kendisine ve yönetimine karşı gelenlerden kurtulma yolu ise onları hapse atmak ya da katletmekten geçer.  

Mirabel Kardeşler tecavüz ve işkence ile katledilir 

Mirabel Kardeşler’in demokrasi ve insan hakları talepleri, onların Rafael Trujillo tarafından pek çok kez hapse gönderilmelerine neden olur. Diktatör Rafael Trujillo onları hapse göndermekle kalmaz, tüm mülklerine de el koyar ve yaptığı bir konuşmada “Ülkenin en büyük iki sorunu kilise ve Mirabal kardeşlerdir” diyerek,  Mirabel Kardeşler’i vatan haini ilan eder ve kendisini dinlemeye gelen yandaşlarına yapmaları gerekeni açık ve net bir biçimde söyler. Mesajı alan diktatör yandaşları, Rafael Trujillo’nun bu konuşmasından sadece 23 gün sonra, 25 Kasım 1960’da eşlerini cezaevinde ziyaret etmekten dönen Mirabel Kardeşler’in arabasını yolda durdurulur. Arabadan indirdikleri Mirabel Kardeşler’e önce tecavüz edip ardından ise işkence ile katlederler. Rafael Trujillo’nun yandaşları, Mirabel Kardeşler’in cenazelerini bir uçurumdan aşağıya atar. Devlet ve medya ise bu olayın bir trafik kazası olduğunu iddia eder. 

Katledilmeleri Dominik’te büyük bir yankı uyandırır 

Mirabal Kardeşler’in kurdukları Clandestina Hareketi, katledilmelerinden bir yıl sonra diktatörlüğün yıkılmasında önemli rol oynar. Rafael Trujillo’nun diktatörlüğüne karşı mücadeleler veren Mirabal Kardeşler ağır baskılara maruz kalmış ve hapis cezalarına çarptırılırlar. Ancak katledilmeleri, Dominik Cumhuriyet’inde büyük bir tepkinin uyanmasına yol açar. Rafael Trujillo’nun iktidarını koruyabilmek için başvurduğu sert önlemlere karşın muhalefetin gitgide güçlenmesiyle birlikte ülke dışında da Dominik’in liberalleştirilmesi yönünde yoğun baskılar gelişir ve direniş hareketi güçlenir. Bir yılın ardından ise diktatörlük, Anti-Trujillo hareketi tarafından düşürülür. Mirabal Kardeşler katledilir, ancak dirençli mücadelelerini ve bu anlamda sarf ettikleri sözleri miras olarak kalır. Belki de bize en yakın şey ölüm fakat bu beni korkutmuyor, haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz” (Maria Teresa Mirabal) “Bunca acıyla dolu ülkemiz için yapılacak her şeyi yapmak bir mutluluk kaynağı kollarını kavuşturup oturmak ise çok üzücü” (Minerva Argentina Mirabal) “Çocuklarımızın, bu yoz ve zalim sistemde yetişmesine izin vermeyeceğiz. Bu sisteme karşı savaşmak zorundayız. Ben kendi adıma her şeyimi vermeye hazırım gerekirse hayatımı da” (Patria Mercedes Mirabal) 

Kelebeklerden dünya kadınlarına armağan  

Mirabal Kardeşler’den birinin kod adının “Kelebek” olmasından da esinlenerek; o günden sonra üç kız kardeş, gerek Dominik’te gerek dünya da “Kelebekler” adıyla anılmaya başlanır. Mirabal Kardeşler’in katledilmesinden yıllar sonra 1981 yılında, Kolombiya’da toplanan Latin Amerika Kadın Kurultayı 25 Kasım’ı Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü olarak ilan eder. Birleşmiş Milletler (BM) ise 1999 yılında 25 Kasım’ı Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü ilan eder. 

Kanat çırpışları dünyanın dört bir yerinde yankılanıyor  

Dominikli şair Pedro Mir, “Amén de Mariposas” (Kelebeklerin Amini) adlı şiirde üç kız kardeşin katledilmesi anlatılır. Yazar Julia Alvarez ise Mirabal Kardeşler’in hayatını anlattığı “Kelebekler Zamanı” isimli kitabı yazar. 1981’den bu yana dünyanın dört bir köşesinden kadınlar, efsaneleşen bu üç kelebeği anar. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, ayrımcılığa, ataerkil toplumsal şiddete, aile içi şiddete, savaşa, ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı kadın dayanışmasını örer, seslerini yükseltir.  

Kelebeklerin kanat çırpışı adeta dünyanın dört bir yerinde yankılanır  

Diktatöre baş eğmeyen onurlu bir mücadelenin izlerini taşıyan bu mücadele, her yıl Her 25 Kasım’da, sokağa çıkan kadınların sloganlarında, haykırışlarında ve isyanlarında hayat bulur. Diktatörlüğe boyun eğmeyen üç kız kardeşin mücadelesi bir yanıyla kadınların baş eğmez mücadelesini bir yanıyla da özgürlük mücadelesini yansıtır. Kelebeklerin kanat çırpınışı ve sonrası kadınlar dünyada öğrenci hareketlerinin içinde, fabrikalarda, sokaklarda, evlerde ve kamusal alanlarda mücadele deneyimlerini güçlendirirler. Kadınların dünyanın birçok yerinde mücadelesi kazanımlarla taçlanır. Özellikle 1960’lı yıllar, ikinci dalga feminizmin ivme kazandığı ve dünyada birçok kadının mücadele içerisine girdiği ve cins bilincinin yükseldiği bir dönem olarak anılır. İkinci dalga feminizm kadınları, uymaları beklenen toplumsal normların biyolojik cinsiyetlerinin değil, ataerkil sistemin ürünü olduğunu vurgular. Bu durum, Simone de Beauvoir’ın “Kadın doğulmaz, kadın olunur” sözüyle sloganlaşır. Simone de Beauvoir “İkinci Cins” adlı kitabında, kadınlık durumlarının psikolojik, sosyolojik ve felsefi temellerini incelemiştir. Bu kitapla birlikte yürütülen tartışmalar daha da derinleşecektir. Bu dönemde ayrıca kadın grupları, patriarki yapılanmaların aile içi veya ev içi alanında eşitsiz rollerin devam ettiğini, evsel alanın “özel alan” tanımlanması ile ilgili eleştirilerde bulunmuşlardır. Bununla birlikte aile kurumunun ataerkil yapıda olması da cinsiyetçi sömürüyü arttıran ve çeşitlendiren bir durum olduğunu dile getirir. Kadınlar, bedenlerinin erkek denetiminden çıkmasını talep eder. Batı’da cinsellikle doğurganlığın birbirinden ayrılması için doğum kontrolünün yaygınlaştırılması talebi de gündeme getirilir. Güvenli doğum kontrol sistemi henüz yaratılmadığı için kürtaj hakkının tanınması, kadının kendi bedeni üzerinde söz sahibi olması en önemli talepler arasında yer alırken, bu alandaki mücadeleleri Kuzey Avrupa ve ABD’de etkin olarak devam etmiş, özellikle İngiltere’deki feministlerin mücadeleleri sonucu 1967’de doğum kontrol uygulaması yasalaşır. 

Kadınlar Ulusal Kadın örgütü kurdu 

1966’da Betty Friedan ve diğer tanınmış feministler National Woman Organization (Ulusal Kadın Örgütü)’ı kurar. Ulusal Kadın Örgütü, üniversite eğitimli, ağırlıklı olarak beyaz kadınları birleştiren ve birçok feministi aynı çatı altında toplayan bir örgüt haline gelir. İkinci dalga feminizm hareketinin liderlerinden Gloria Steinem feministleri; doğum kontrol haplarına erişim, kürtaj, eşit istihdam fırsatı, kadına yönelik şiddetin azaltılması ve daha fazlasını istemek için kadınları teşvik eder. İki yıl sonra 1968’de ise kadın hakları için ilk ulusal feminist konferans Chicago’da gerçekleşir. “Kadın sorunları”, sayısız ülkenin 1970’lerde ve 1980’lerde onayladığı reformist yasalarda gündeme gelir.  Birleşik Krallık’ta 1970 tarihli Eşit Ücret Yasası’nı Cinsiyet Ayrımcılığı Yasası (1975) ve bunun sonucunda kurulan Eşit Fırsatlar Komisyonu izler. İstihdamı Koruma Yasası (1975) yasal ücretli doğum izni ve gebelik sırasında haksız işten çıkarmaya karşı koruma getirir, Ev İçi Şiddet ve Evlilik İşlemleri Yasası (1976), şiddet uygulayan erkekleri engellemede kadın haklarını güçlendirir ve yine 1976 tarihli Cinsel Suçlar Yasası tecavüze maruz kalan ve yargılama sırasında mahremiyetlerinin korunmasını iyileştirir. Birleşik Devletler’de 1970’lerde kongre 71 kalem yasayı onaylar, bu sayı, bu yüzyılda kadın haklarıyla ilgili onaylanan tüm yasaların yüzde 40’ını oluşturur. Diğer birçok ülke de kadın haklarını genişletmeyi amaçlayan benzer yasalar çıkarır. Feminist siyasal etki ulusal sınırların ötesine yayılır. Uluslararası örgütler “kadın hakları”nı gündemlerine alır: Birleşmiş Milletler, Kadın On yılını ( 1975-1 985) Mexico City, Kopenhag ve Nairobi’de yapılan konferanslarla kutlar. Bu konferanslar, feminist hareketlerin yaygınlığını ve hem “gelişmekte olan”, hem “gelişmiş” ülkelerdeki etkisini gösterir.  Konferanslar çeşitli düzeylerdeki kırılmaları da açığa çıkarır, feminizmin tanımı konusunda Batılı ve Batılı olmayan kadınlar arasındaki ve katılımcı ülkelerin resmi temsilcileri ile birbirlerinin meşruiyetini yadsıyan feminist gruplar arasındaki anlaşmazlıklar gibi. Yine BM tarafından 1975-1985 dönemi “Kadın On Yılı” ilan edilir. Almanya Federal Cumhuriyeti ‘nde 1980 ve 1983 seçimlerinde sosyal demokratlara oy veren kadınların sayısı erkeklerden fazladır. Kanada, İsveç ve Avustralya’da da benzer durumlar ortaya çıkar ve sayısız ülkede değişen kadın seçmen davranışına ve partizan özdeşleşmeye, kadınların daha fazla siyasal katılımı ve resmen kadın çıkarlarını geliştirmekle görevli resmi kurumların yaratılması eşlik eder. Federal Alman Cumhuriyeti’nin siyasal partilerde kadın temsili 1971 ile 1981 yılları arasında neredeyse iki kat artar. 1986’da Gençlik, Aile, Kadın ve Sağlık Bakanlığı’nın parçası olarak federal bir Kadın Bakanlığı kurulur. 1970’lerin sonuna gelindiğinde Alman feminist dergi Emma 300 binden fazla bir okuyucu kitlesine ulaşır. Birleşik Devletler’de Ms dergisi en az 400 bin okuyucuya ulaşır. Tüm Hollanda kasabalarının yaklaşık dörtte birinde kadın grupları kurulur. Birleşik Krallık’ta feministler 200’den fazla kadın barınağı yönetir. İsveç ve Norveç’te olduğu gibi feministler siyasal partilerde ve devlet kurumlarında sorumlu konumlara gelir. 

Kadınların mücadeleleri sonucunda uluslararası alanda hayata geçen kimi kazanımlar şöyle:

1962: ‘Evlilikte Onay, Evlilikte Minimum Yaş ve Evliliğin Kayda Geçmesi Sözleşmesi’ BM tarafından kabul edildi. 

1967: Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Deklarasyonu BM tarafından kabul edildi. 

1972: BM Genel Kurulu, 1975 yılını, Uluslararası Kadın Yılı (UAKY) olarak deklare etti ve bu yılı kadın konularına odaklanmaya ayırdı. 

1974: BM Ekonomik ve Sosyal Konseyi, 1975-UAKY’de Mexico City’de ‘Dünya Kadın Konferansı’ yapılması kararını aldı. 

1975-1985: Uluslararası Kadın On Yılı olarak pek çok ülke kadın konularına odaklandı. 

1979: Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) BM Genel Kurulu’nda kabul edildi. 

1979: Avrupa Konseyi, kadın erkek eşitliğinden sorumlu ilk Komitesini kurdu. 

1981: Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi yürürlüğe girdi. 

1988: Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Kadın Erkek Eşitliği Deklarasyonu’nu yayımlayarak, kadın erkek eşitliğinin insan haklarının ayrılmaz bir parçası olduğunu ve cinsiyet temelli ayrımcılığın insan hakları ve temel özgürlüklerin kazanılmasının önünde bir engel olduğunu vurguladı ve kadın erkek eşitliği meselesi, ekonomik ve sosyal konular kapsamından çıkarılarak insan hakları konularına dahil edildi. 

1988: Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi bünyesinde ‘Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komitesi’ kuruldu. 

2002: Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, kadınların şiddete karşı korunması konulu 5 numaralı tavsiye kararını kabul etti. Kadına yönelik şiddetle mücadele konusundaki en önemli girişimlerden biri olan bu tavsiye kararı, şiddetin önlenmesi ve kadınların korunması için küresel bir strateji oluşturan ilk uluslararası dokümandır ve cinsiyet temelli tüm şiddet biçimlerine yönelik bir strateji getirdi. 

2006: Avrupa Konseyi üyeleri, konseyin diğer organları ve STK’ların katılımıyla 2006 yılında başlatılan ve 2008 yılına dek sürecek olan “Aile İçi Şiddet Dahil Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Kampanyası” başlatıldı. Kampanya, duyarlılık yaratmayı, hükümetlerin siyasi irade göstermesini ve gerekli kaynakları ayırmalarını, uygulamaları takip ederek veri toplamasını hedefliyordu. 

2006: AB bünyesinde, ‘Avrupa Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Enstitüsü’ kuruldu.

Kaynak: http://www.jinnews.com.tr/

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz