Mazdekizm ve Maniheizm
Özellikle İran ve Kürdistan topraklarında yozlaştırdığı Zerdüşt öğretisi üzerinden sınıflaşmayı dayatan Sasani devletinin, eşitlikçi olmayan adaletsiz yapısına tepki olarak doğan Mazdekizm ve Maniheizm gibi dinler bölge halklarının İslam’ı yorumlayışında da belirleyici zihni kaynakları oluşturmuşlar ve devletçi İslam’a karşı gelişen direniş öğretilerinin ve hareketlerinin oluşmasında büyük rol oynamışlardır.
Emeviler döneminde başlayan Zerdüşti, Mazdekçi, Manici inanç ve kültürün etkilerini yoğun yaşayan halkların devletçi İslam’a karşı direnişleri daha sonraki dönemlerde de yükselerek ve yayılarak devam etmiştir. Buna İslam inanışı içinde meşruiyet kazandırma çabaları, İslam söylemine bürünmüş Arap milliyetçiliğini ve devletçiliğini İslam’ın argümanlarıyla mahkûm etme yaklaşımı oldukça gelişkinlik göstermiştir. Bu nedenle Emevilere karşı özellikle özgür kabile ve aşiret yapılanması altındaki Arap olmayan halkların isyanları kendini İslami söylem ve argümanlarla ifadelendirse de özgürlükçü, eşitlikçi ve dayanışmacı Zerdüştiliğin, Mazdekçiliğin ve Maniciliğin damgasını taşımaktadır.
Direniş özellikle özgür etnisite için çoktan beri temel bir varlık koşulu haline gelmiş bulunmaktadır. Dinin egemenlerin elinde bir iktidar ve egemenlik silahına dönüştürülmesi ve buna karşı direniş gerçeği bölgede İslamiyet ile başlayan bir olgu değildir. Bu çok öncesinden başlayan ve süren bir olgudur. Sasani egemenliğine karşı Mazdek’in isyanı hafızalarda taptazedir. Eşitlikçi, özgürlükçü ve ortaklaşmacı Zerdüşt öğretisinin esinlediği Mani dini geniş bir coğrafyada taraftar bulmaktadır.
Emevi devleti daha başlangıcından itibaren meşruiyet sorununu yaşamış, Haşimi kabilesinden Abbas oğullarıyla yürüttüğü iktidar mücadelesini kazanması bu sorunu aşmasını sağlamamıştır. Abbasilerin iktidar amaçlı da olsa muhalefeti, muhalif hareketlerle buluşması, onlarla paralellik kurması ve Emevi karşıtlığı temelinde buluştuğu bu akımlar ve yapıların dinmek bilmeyen direnişleri yıkıldığı güne kadar Emevi devletini meşruiyet sorunuyla karşı karşıya bırakmıştır. Müslümanlığı kabul eden ve mevali adı verilen halkların özgürlük, eşitlik ve ortaklaşmacılık temelindeki direnişlerine dayanak yaptıkları bu durum sıkça bu hareketlerin Abbasi yanlısı oldukları biçiminde yorumlanmış, taşıdıkları doğal toplumcu- komünal özellikler görmezden gelinmiştir. Oysaki gelişen direniş hareketlerinde hilafetin Abbasilere mi yoksa Emevilere mi ait olduğunun çoğu kez fazla bir değeri yoktur. Halklar kendi özgürlükçü yönetimlerini oluşturma, toplumsallıklarını bu temelde sürdürme arayışındadır.
Sasani devletine karşı gelişen Mazdekçi direniş geleneği Emevilere karşı ortaya çıkan direnişlerin de büyük bölümünün fikri alt yapısını oluşturur. Mazdek’ten sonra yerine geçen eşi Hürrem Bin Ti Kade’nin adıyla devam eden çizgiyi takip eden bölge halklarının Abbasilerin iktidar olup olmaması gibi bir sorunları yoktur. Kimsenin iktidarına meşruiyet oluşturma arayışında da değildir. Bir özgürlük eğilimi olarak takip edilmekte bu özüyle ilgili olarak kabul görmektedir. Mazdeizm Hürremdinilik adıyla Emeviler döneminde ilk olarak Horasan’da propaganda yaparak örgütlenen Hidaş lakaplı Ammar bin Yezid tarafından İslami motiflerle birlikte dile getirilmiştir.
Horasan’ın Merv kentine yerleşen Hidaş hızla taraftar bulduğu hareketini Mazdekçi öğreti temelinde bir yönetime dönüştürmüş ve o dönem ortaya çıkan tüm muhalefet hareketlerini kendi denetimine almaya çalışan Abbasilerden ayrışmıştır. Hidaş’ın hareketini İslam dairesi dışına çıkıp Batini olmakla suçlayan Abbasi büyüklerine karşılık, Hidaş yandaşları; “Bizim Müslümanlıkla herhangi bir ilgimiz yok. Horasanlılara yalancıktan verdiğiniz özgürlük ve eşitlik sözünü, biz, iyi kalpliler yerine getireceğiz. Zira bizim ütopyalarımız, fikirlerimiz, umutlarımız ve amaçlarımız, sizinkilerden farklıdır” diye yanıt verip, isyana kalkmışlardır. Çareyi Hidaş’ı faili meçhule kurban etmekte bulan Abbasiler; “Hidaş namıyla zuhur edip Hürremilik fırkasını benimseyenlerin hepsi, İslam’a karşı çıkmış sayılır. Haramı helal, helali haram yapmışlardır. Kadın kız, ana bacı demeden fısk-ı fücur içine girip cinsel sapıklıklara bulaşmışlardır” biçiminde fetva vermişlerdir.
Hürremidinlik adıyla yaşayan Zerdüştçü ve Mazdekçi fikirler Abbasilerin ve Emevilerin ortak çabalarıyla 736 yılında bastırılan bu isyanla sınırlı kalmayacak, çok geçmeden Ebu Müslim Horasani’nin başını çektiği isyan hareketinde yeniden ayağa kalkacaktır. Emevilerin sonunu getiren isyanın fikri altyapısı olacaktır. Bununla da sınırlı kalmayacak Emevilere rahmet okutan zulmü ve baskısıyla meşhur Abbasi devletine karşı Babekilik, Karmatilik ve Mazyar hareketleri başta olmak üzere gelişen tüm isyan hareketlerine damgasını vuracaktır.
İşte Ebu Müslim Hidaş’ın karargâhını kurduğu ve tüm bölge halklarının katıldığı merkez olarak gördüğü bu topraklarda (Belh) dünyaya gelmiş (718) çocukluğunu ve gençliğini Emevilere karşı isyan dalgasının yükseldiği bu süreçte Emevi karşıtı fikir ve örgütlenmelerin güçlü olduğu Küfe’de geçirmiştir. Hangi halka mensup olduğu spekülasyon konusu olmakla birlikte çeşitli Arap şairleri ve tarihçileri bir köle ve Kürt olduğunu dile getirmektedirler. Küfe’de Merv’den farklı olarak Emevi karşıtı faaliyetleri örgütleyen Abbasilerdir. Yani iktidar peşindeki diğer bir İslamcı çizgidir. Çeşitli muhalefet hareketlerinin çatı örgütü olarak da işlev gören Abbasi örgütlenmesine dâhil olan Ebu Müslim, kısa sürede bu yapılanmada dikkat çeken bir kadro olarak yükselmiştir. Emevilere paralel hanedanlaşan Abbasi ailesine tanıştırılan ve hediye edilen Ebu Müslim, Abbasilerin kişisel özellikleri nedeniyle kısa sürede Horasan’daki Emevi karşıtı faaliyetlerini idare etmekle görevlendirilecek kadar Abbasilerin güvenini kazanmıştır.
İsyanlar diyarı Horasan
Horasan’ın hilafet merkezine uzak olması ve yönetimin buradaki etkisinin oldukça zayıf olması, muhalefetin gelişip güçlenmesi için verimli bir zemin oluşturmaktadır. Ayrıca burada ortaya çıkan kavimler ve kabileler arası mücadelelerde Emevilerin taraf tutması ve kışkırtıcı olması da bu süreci hızlandırmıştır. Böl-parçala-yönet yaklaşımı bin yıllar öncesine dayanan bir devlet yaklaşımıdır ve Emeviler iktidarlarını ulaştırdıkları her yer de toplumsal bütünlüğü parçalayarak, birbirine düşürüp birbiriyle vuruşturarak güç olmayı esas almışlardır. Bu devletçi uygarlığın adeta değişmez bir iktidar kurma ve koruma yöntemidir. Toplumsal bütünlük korunuyorsa burada devlet iktidarına yer yoktur. Devlet iktidarının kendine alan açması toplumsal bütünlüğün parçalanmasıyla mümkündür. Bu anlamda hiçbir devlet aşiretler, kabileler, aileler, inançlar, mezhepler, halklar arası çelişkilerde birleştirici ve çözümleyici bir rol oynamaz. Bu devletin diyalektiğine terstir. Emeviler gerçeğinde de yaşanan budur. Emevi Hanedanlığı el attığı her halkın ve her kültürün bağrında büyük parçalanmalara, çatışmalara, çelişki ve yıkımlara neden olmuştur. Bunları körüklemiş kendini bu çelişkili ve çatışmalı ortamda iktidar yapmayı esas almıştır. Çatışan taraflar bunu fark ettiklerinde, aralarındaki çelişki ve çatışma, parçalanma ve birbirine düşmenin Arap egemenliğine kapı araladığını, onu büyüttüğü ve güçlendirdiğini anladıklarında, zulme karşı birliğin zemini ortaya çıkabilmiştir.
İşte Ebu Müslim’in temel özelliği muazzam bir birleştirici olması, örgütçü özellikleriyle temel ve tali çelişkileri halklara göstermesidir. Bunu büyük bir ustalıkla gerçekleştirmiş, Emevi zulmünden rahatsızlık duyan tüm kesimleri, aralarındaki çelişki ve çatışmaları bir kenara koymaya ve birlik olmaya ikna edebilmiştir. Bunu büyük bir siyasi yetenek olarak ele almak gerekir. Ortadoğu gibi devletçi uygarlığın harmanladığı ve tahrip ettiği bir zeminde birlikçi olmak, devletlerin, fatihlerin, nemrutların ve firavunların parçaladığı toplumsal dokuyu adalet, eşitlik, özgürlük, dayanışma, vicdan ve merhamet, adalet ve hikmet temelinde birleştirmeye çalışmak peygambersel bir büyüklüğü ifade eder. Ebu Müslim’in bunu yaparken zaman zaman birliği parçalayıcı, birliğe gelmeyen, Emevilere karşı direnişi zaafa uğratacak, halkın öncülüğünü, dinamizmini, beklenti ve umutlarını heba edeceğini düşündüğü kişilere ve hareketlere karşı büyük ikna çabaları geliştirdiği, bu çabalarında sonuç alamadığında son derece acımasız olabildiği, birliği oluşturmak için şiddete başvurmaktan çekinmediği de dile getirilmektedir. Arap tarihçileri kendisini “soğukkanlı, ketum, hasud ve kindar, aynı zamanda insafsız ve merhametsiz” olarak anlatmaktadır.
İslam tarihçileri Ebu Müslim isyanından kısa bir süre önce Bihaferid (Bihaferid bin Mahfuriddin) isimli bir kişinin başlattığı bir isyandan bahsetmektedirler. Peygamber olduğunu iddia eden ve “Zemzeme” adında bir de kutsal kitap yazdığı belirtilen Bihaferid’in eski bir Zerdüşti olduğu kaydedilmektedir. Zerdüştizm ve İslamiyet’i sentezlediği bu
çerçevede bir isyan hareketi geliştirdiği belirtilen Bihaferid’in karargâhını kurduğu Horasan’ın Xwaf bölgesinde eşitlikçi, ortaklaşmayı, özgürlükçü sistem kurmaya çalıştığı belirtilmektedir. Başlattığı hareket kendi döneminde hemen tüm ihtilalci hareketlere ilham veren Mazdekçiliktir. Yani doğal toplum eşitlikçiliği ve adalet anlayışıdır. Kendi başlatacağı isyan hareketine katılmaya davet ettiği Bihaferid’in buna yanaşmaması nedeniyle bizzat Ebu Müslim tarafından öldürüldüğü de yine Arap tarihçilerce dile getirilmektedir.
Yürüttüğü hazırlık çalışmalarının yeterli olduğuna kanaat getiren Ebu Müslim Horasani, Abbasilerin Horasan topraklarındaki baş davetçisi sıfatıyla, Mayıs 748’de Merv civarında Emevilere karşı isyan hareketini başlatmış, iki yıl gibi kısa bir sürede Şam’a girip Emevileri hilafet koltuğundan indirmiştir.
Önderlik ettiği isyan hareketiyle Abbasi devrinin açılmasına yol açan Ebu Müslim katledildiği 754 yılına kadar yönetimini yürüttüğü Horasan eyaletinde ilginç bir biçimde adaletli ve eşitlikçi bir yaklaşımı esas almış kendisini Arap kabilelerinden çok mevaliye yani şu ya da bu nedenle İslam’ı kabul etmiş kavimlere özelde de Kürt kabile ve aşiret yapılarına dayandırmıştır. Birliklerini Kürt, Acem ve Türkler başta olmak üzere bölgenin Arap olmayan diğer halklarından oluşturmuş, Zerdüşti ve diğer inançtan insanlara saflarında yoğun olarak yer vermiştir. Onlarla eşitlikçi, adil bir ilişki içinde olmuş aynı haklardan yararlandırmıştır. En yakın yardımcılarını bunlar arasından seçmiştir. Yardımcılarından biri Bermeki diğeri Türk (İshak), üçüncüsü Mecusi’dir (Sindbad) Arap tarihçileri tarafından Mecusi arkadaşı Sinbad’a “İyi ki Mecusi kaldın. Ben ise, küçükken Müslüman edilmişim. Neyin ne olduğunun farkında değilmişiz. Oysa bilinçaltımız hala Zerdüşti ve Mecusi fikirlerle dolu. Gönlüm Mazdakçı eşitlikçilik ile Zerdüştü ve Alevi fikirlerinin sentezlenmesinden yanadır. Bunu yaşama geçirmenin yolu ihtilal yapmaktır. Beklenen kurtarıcı Mehdi de, zaten böyle zamanlarda zuhur eder. O da benden başkası değildir.” dediği aktarılmaktadır.
Ebu Müslim’in eşitlikçi alternatif yönetimini ve bunun güçlenmesini kendileri için tehdit olarak gören Abbasiler 754’te Ebu Müslim’i davet ettikleri Bağdat’ta sinsice hazırladıkları komployla katlettiler. Bu durum iktidar ve devletçi uygarlık gerçeğiyle birebir örtüşüyordu. İktidar ortak kabul etmez. Alternatif kabul etmez. Ebu Müslim iktidara taşıdığı Abbasi gerçeğinin Emevi gerçeğinden hiç bir farkı olmadığını görerek, Horasan ilinde buna karşı bir alternatif olarak özgürlükçü Mazdekçi öğretiye uygun bir yapılanma yarattığına dair çok net bilgiler yoktur. Ancak Abbasilerin onun etrafında toplanan ve kendini sistematize etmeye çalışan, güç olmayı hedefleyen eşitlikçi, özgürlükçü ve ortaklaşmacı özgürlük eğilimini gördükleri kesindir. Zira Ebu Müslim bu toprakların çocuğudur. Bu kültür içinde yetişmiştir. Her ne kadar Abbasiler adına hareket etmişse de bunu Zerdüşti, Mazdekçi, Manici öğretilerin peşinde yürüyen halkların arasında yürütmüş, onların istemlerine uygun olarak Emevi zulmüne son veren ayaklanmayı başarıya ulaştırmıştır. Bu kitlelerce sahiplenilmektedir. Horasan’daki Ebu Müslim’in dayandığı toplumsal taban Abbasi iktidarına değil kendi özgürlükçü fikirlerine ve bu temelde vücut bulan kültürlerine bağlıdır. Abbasiler bunun ele geçirdikleri iktidarı kendi çıkarları için kullanmaya başladıklarında kendilerine karşı da ayağa kalkacak bir zemin olduğunu çok erken anlamışlardır.
Ebu Müslim şahsında kendi önderliğine kavuştuğunu düşünebileceğimiz bir toplumsal taban söz konusudur. Horasan ilinde Ebu Müslim kişiliği etrafında ete kemiğe bürünmüş bir çizgi ortaya çıkmış gibidir. Başından itibaren Abbasi hanedanı için mücadele eden ve bağlılığından şüphe edilmeyen Ebu Müslim Horasani’nin 750 yılından sonra ortaya koyduğu pratikle aynı bağlılığı sürdürmediğini Hürremdinlik adıyla anılan Zerdüşti, Mazdekçi, Manici özgürlük çizgisinin etkisine girdiğini söyleyebiliriz.Bu ilk örnek de değildir. Hidaş lakaplı Ammar bin Yezid de Ebu Müslim gibi Abbasilerin görevlendirdiği ve Horasan’a gönderdiği bir kadrodur. Geldiği Horasan ilinde Zerdüştçi, Mazdekçi düşüncenin etkisine girerek Abbasilerden kopmuştur. İslamiyet-Zerdüştizm sentezi bir öğreti geliştirmiştir. Bu temelde giriştiği isyan hareketine karşı Emeviler ve Abbasiler adeta birlik yapmışlardır. Abbasiler Hidaş’ı İslam dışına çıkmakla suçlayarak, ahlaki düşkünlükle itham eden fetvalar yayınlamış, Emeviler onu tasfiye etmek için Abbasilerin bu söylemini sonuna kadar kullanmıştır. Mazdekçi, Zerdüştçü akımların etkisine girdiği için zındıklıkla, ihanetle itham edilen Hidaş bizzat kendisini Horasan’a gönderen Abbasilerin düzenlediği bir komployla faili meçhule kurban edilmiştir. Ebu Müslim’in katledilmesinin de esas nedeni budur. Ebu Müslim de bu öğretilerin etkisine girmiştir. Gerek yaşadığı dönemde gerekse de katledildikten sonra bu öğretilerin hüküm sürdüğü coğrafyalarda sahiplenilmesi, gerek içine girdiği uygulamalar, gerek yönetim anlayışı, gerekse de Arap tarihçilerin ona mal ettiği kimi sözler bunu doğrulamaktadır. Abbasiler onun şahsında bölge halklarının eşitlik ve özgürlük ideallerini hedeflemişlerdir. Bölge halkların bunu böyle anlamıştır. O yüzden Ebu Müslim’e en büyük bağlılık Horasan ili başta olmak üzere Hürremiliğin yaygın olduğu bölgelerde ortaya çıkmıştır. Dahası Hürremilik Ebu Müslim’i kendisine mal etmiş, kendisiyle özdeşleştirmiş ve kendi sembollerinden biri haline getirmiştir.
İslam tarihçilerinden Ebu Hatim el Razi ile el Mesudi, Ebu Müslim’in katledilmesinden sonra Hürremilik ile Ebu Müslim Horasani yanlılarının oluşturduğu Müslimiye akımının özdeşleştiğini; Ebu Müslim’in “İmam,peygamber ve hatta Allah’ın yeryüzündeki sureti” olarak görüldüğünü; “Tanrısal bir ruh” taşıdığına inanıldığını yazmaktadırlar. (Aktaran: Faik Bulut: İslam Aristokrasisine ve Şeriat Düzenine Karşı İlk Halk İsyanları)El Mesudi’nin kayıtlarında ise Hürremiler şöyle tanımlanmaktadır: “Bir kısmı, Ebu Müslim’in ölümüne inanmadı; onun, geri dönüp yeryüzüne adalet dağıtacağını söyledi. Bunlar Horasan’da ayaklandılar. Bir kısmı da ‘ölümünün gerçek olduğunu ama imamlık makamının kızı Fatma’ya geçtiğini’ söyledi. Bunlara Fatımiye dendi.” (Akt: Faik Bulut age.)Ebu Müslim’in katledilmesi Abbasi iktidarı için önemli bir tehlikenin bertaraf edilmesi anlamına geliyordu. Ancak bu yeni tehlikelerin dekapısını ardına kadar açıyordu. Abbasilerin Ebu Müslim’i öldürmeleri bunu hem de bir komplo ile gerçekleştirmeleri Ortadoğu halklarında derin bir nefreti açığa çıkardı. Abbasi Hanedanlığı bölge halklarının gözünde İmam Hüseyin’in başını kesen Emevi Hanedanlığı’yla özdeşleşirken Ebu Müslim bölge halklarının ölümsüzlük bahşettiği kişiliklerle özdeşleştirildi.
Ebu Müslim’in katlinden sonra Emevilere karşı mücadele sürecinde yanında yer alan dava arkadaşı, yakın dostu Mecusi Sindbad, 755-756 yıllarında Nişapur kentinde ayaklanırken “Ebu Müslim ölmedi; kısa zamanda güvercin donunda, Mazdek ve Mehdi kılığında gelip intikam alacak, esas amacı Kabe’yi yıkmaktır” diye propaganda yapmıştır. Hareketine katılanların omurgasını Mazdekçi, Zerdüşti kabile ve aşiretler ve yoksul çiftçiler oluşturmuştur. Sinbad’ın başlattığı isyan yenilmiş ancak isyan hareketleri farklı bölgelerde yıllarca devam etmiş ve yeni isyan hareketlerini tetiklemiştir.Ebu Müslim’in dava arkadaşlarından İran asıllı olmasına rağmen Türkler arasındaki faaliyeti nedeniyle Türk lakabıyla tanınan İshak da, Maveraünnehir tarafındaki Zerdüşti halklar arasında örgütlenerek isyana kalkmıştır. O da, “Ebu Müslim’in Zerdüşt peygamber tarafından gönderildiğini ve ölmediğini, günün birinde zuhur edeceğini” propaganda etmiştir.Ünlü Selçuklu veziri Nizamülmülk de, Sindbad yandaşlarının “Zerdüşti, Mazdakçı ve Şiilerden” oluştuğunu yazmıştır.
Sonuç Yerine
Ebu Müslim Horasani yazdıklarından ve söylediklerinden ziyade yaptıklarıyla tarihe geçmiş bir kişiliktir. O bir fikir adamı değil bir eylem adamıdır. Abbasiler adına hareket etmiş, ancak Emevilere karşı yürüttüğü başarılı isyan hareketiyle bölge halklarının da özlem ve isteklerini gerçekleştirmiştir. Başta Müslimiye hareketi olmak üzere adına ortaya çıkan birçok hareketin zihni altyapısını Zerdüşti, Mazdekçi ve Manici fikirler oluşturmuştur. Ebu Müslim’in öldürülmesinden sonra ortaya çıkan bir çok hareket ve kurulan bir çok tarikat kendilerini düşünsel olarak Ebu Müslim’e dayandırsalar da Ebu Müslim’in belirttiğimiz Zerdüşti, Mazdekçi ve Manici zihni formasyon dışında yarattığı ya da temsil ettiği başka bir çizgi söz konusu değildir. Başarılı bir isyan hareketine öncülük eden büyük bir siyaset adamı, örgütçü, diplomat ve askeri bir kişiliktir.
Günümüze kadar kesintisiz süren zulme karşı direniş geleneğinde halkların özlemlerine ve acılarına yanıt temelinde ortaya çıkan her isyan önderliğinden beklenen Ebu Müslim’in kılıcını kaldırma olmuştur. Bunun anlamı büyüktür. Halklarımız kalkıştığı her isyanın yenilgisinden sonra Ebu Müslim’i daha çok anar ve arar olmuştur. Onda dile gelen başarı gerçeğini arar olmuştur.
“Ebu Müslim gelmeseydi cihana eşekler de çığrışırdı Mervana” sözü Emevi zulmünün şiddette sınır tanımazlığını anlatır. Ebu Müslim böyle bir zulüm düzenini devirme başarısını gösteren bir kişilik olarak, başarılı bir komutan olarak da görülmeli ve onda dile gelen başarı gerçeği iyi anlaşılmalıdır. O bölge halklarının kültürel ve zihni gerçeğini doğru okumuş, bununla doğru ilişkilenmiş ve yürüttüğü isyan hareketini bu zemine dayandırabilmiştir. Etkilediği kadar etkilenmiş, bu toprakların ve bu kültürün yarattığı bir insan olarak yine bu topraklar ve bu kültür tarafından sahiplenilmiş ve geleceğe taşınmıştır. Onda görülmesi gereken başkaldırısında ifadesini bulan ve Emevi zulüm düzenin yıkıma götüren öz halklarımızın özgürlük eğilimidir. Kısa bir süre de olsa Abbasilerin hilafet makamına oturduğu 750 yılından öldürülmesine kadar geçen süre zarfında bu eğilime uygun olarak hareket etmeye çalışmıştır. Bu süre içinde yaptıklarıyla ve yapmaya çalıştıklarıyla halklarımız tarafından sahiplenilmiş, halk özgürlük eğiliminin önderliği, komutanı olarak kutsanmıştır. Nitekim öldürülmesinden sonra gelişen tüm isyan hareketlerinin Zerdüşti ve Mazdekçi hareketler tarafından gerçekleştirilmesi, özellikle Zerdüşti halklar tarafından sahiplenilmesi tesadüf değildir. O halklarımızın zulme karşı direnişinin sembol kişiliklerinden biridir. Halklarımız ona minnetini ve bağlılığını onu günümüze kadar taşıyarak ve her isyanında adeta manevi önderlik rolü vererek göstermiştir.
Kürt halkı Ebu Müslim gerçeğini en güçlü sahiplenen halkların başında gelir. Kürt kültürünün yabancılaşmaya ve Araplaşmaya karşı en soylu direnişleri Zerdüşti ve Mazdekçi fikirler temelinde ve Ebu Müslim Horasani’yi referans alarak gerçekleşmiştir. Kürt Aleviliği içinde kendisine büyük bir değer ve yer verilmiş, onda temsilini bulan kişilik özellikleri Kürt Alevi kişiliğinin şekillenmesinde belirleyici olmuştur. Zerdüşti ahlak ve kültür değerlerinin İslam ile harmanlanması da yine Ebu Müslim’in inandığı ve vazettiği biçimde Hz. Ali’de temsilini bulan İslam’ın en sade ve temiz yanı üzerinden gerçekleşmiştir. Bu konuda Sayın Öcalan; “Zayıf ve Hz. Ali yanlısı bir İslami örtüye bürünmüş Kürt Aleviliği de Zerdüştlükten sonra en güçlü Kürt kültür direnişçiliğidir. Kürtlerdeki Şialıktır. Bazı alanlarda lafta İslamiyet’i kabul edip, kendi öz inanç ve yaşamlarını korumakta kararlı davranmışlardır. Bu temelde davranan kesim, daha çok Kürt Aleviliği biçiminde tamamen yerelleşmiş, kendi yaşam koşullarına uyarlanmış bir İslam’ı sınırlı olarak kabul etmiştir. Bunu da zorla değil, Ehlibeyte yapılan büyük haksızlıklar sonucu bir vefa borcu olarak yapmışlardır.” demektedir.
Buraya kadar tarih içindeki olumlu yerinden ve rolünden bahsettiğimiz Ebu Müslim’in asla dikkatten kaçırılmayacak bir yanı ise onun Abbasi Hanedanlığı tarafından kullanılmasıdır. Ebu Müslim Horasani büyük eylemiyle Emevileri yıkarken hilafet makamını Abbasilere altın tepsi içinde sunmuştur. Bunu Zerdüşti ve Mazdekçi özgür kabile ve aşiret yapılarının ve yoksul emekçilerin eliyle gerçekleştirmiştir. Yani sistem karşıtı, devlet karşıtı güçlerin eliyle Abbasi Hanedanlığı gibi sonuna kadar sistem içi, sonuna kadar Emevilerde temsilini bulan iktidarcı ve devletçi bir gücün iktidarını kurmuştur.Sistem içi güçlerin sistem dışı güçleri kendi çıkarları temelinde kullanmalarına tarih içinde verilebilecek en çarpıcı örnek Ebu Müslim Horasani örneğidir. Sonrasında dünyanın ve bölgemizin çeşitli yerlerinde çeşitli tarihlerde yine çeşitli biçimlerde tekrarlanacak olan bu paradoksa halklarımız artık dur demelidir. Bu ise her şeyden önce kendi tarihimizi sahiplenmek ve açığa çıkarmak ve onu gelecek yürüyüşümüzde canlı bir yol gösterici olarak kabul etmekle mümkündür.
Kaynak: ABDULLAH ÖCALAN SOSYAL BİLİMLER AKADEMİSİ