Kadını günümüzdeki köle,ezilen, kendisi olmaktan çıkarılmış ve böylece insanlığın da bunu yolu ile yitirildiği konumunun aşılması için, öncelikle kendi özü ile, doğası ile buluşturulması, kadını özünün temel gıdası olan özgürlükle sözleşmesi zorunluluktur.
Kadının özgürlükle olan iç içeliği o kadar sıkıdır ki, kadın ancak özgürlükle var olabilir, özgürlükle kendisini ifade edebilir, ancak özgürlükle en doğru yaşamı, ilişkiyi, sevgiyi, adaleti yakalayabilir, yaşatabilir ve insanlığa yayabilir. Çünkü kadın özgürlüğünün yitirilmesi ile ilk ezilme, sömürü başladıysa eğer, özgürlüğün kazanılması ile de bunlar kalkacak daha hakça, adil bir sistem doğuşunu gerçekleştirecektir. Öncelikli olarak kadının yapması gereken ilk toplumsal örgütlenişin gerçekleşme düzeyini, sistemini, karekterini iyi araştırıp gerçekliği ile tanıma ve anlama çalışmasıdır. Kadın, orada yaşamı derinliğine kavramazsa, kaybedişin nedenlerini çözümlemezse bugün de doğru bir özgürlük mücadelesini veremez. Doğru bir özgürlük mücadelesini vermek için de özgürlük kavramının içeriğini iyi anlamak, gidiş yolunu ve mücadele yöntemini iyi tespit etmek gerekiyor. Böyle olmadığı taktirde onun adına yürütülen mücadele onun karşıtına dönüşür. Özgürlük kavramının açıklanmasında da görüldü ki herkesin farklı bir yorumu, bakış açısı ve ele alış tarzı vardır. Bu kavramdan da öte, yaşamsal, insan için vazgeçilmez olguya gerçek anlamını vermek de başarılı olur.
Gerçek anlamını vermek de, özgürlüğü ulaşılmaz olmaktan çıkarıp ilkelerini yaşamla buluşturmak, her ortamda onu amaç haline getirmekle olur. İlk toplumsal örgütleniş de doğa ile iç içe, çevresi ile belli kurallar çerçevesinde de doğal bir sözleşme kurarak yaşayan kadının, doğası özgürdür. Çünkü üreten, yaratıcı bir eylemin sahibidir. Bu eylem de sosyalleşmeyi yaratır, bunu adil yaşam kurallarını koyar. Etkinliği, belirleyici güç olma konumu, üstten baskı gücü ile değil; yaşamda yarattığı ahlaki-kültür yaklaşımı, paylaşımı toplumsallaştırmadaki kolektivizmledir. Bir şekilde güç olma konumu ona daha fazla avantaj sağlıyor, barışın hüküm sürmesiyle de bir neolitik devrimi gerçekleştirmeye kadar potansiyelini zirveye çıkarıyor. Tüm bunları yapmasındaki kudret özgürlükten aldığı güç, özgürlüğün yaratıcı kuvvvetidir. İşte kendisini zirveye çıkaran bu kuvveti çözümleyebildiği, özünü açığa çıkarabildiği noktada özgürlüğün yaratıcı gücüne daha fazla yakınlaşabilir, bununla birlikte özgürlükle sözleşmesini yeniden daha büyük bir belirleyicikle yakalayabilir. Çünkü bilinmelidir ki, özgürlükle iradi bilinç temelinde bir sözleşme durumunu yakalamadan ne sevgi, adalet,eşitlik kavramları ile bir bağ kurabilir ne de bu temelde toplumla özgürlük temelinde bir sözleşmeyi gerçekleştirebilir. Bundan da çıkarıyoruz ki özgürlük, kadın doğasının ayrılmaz bir parçası, hatta kendisidir. Mezopotamya’nın topraklarında ikinci bir devrimi kadının doğasının-özünün açığa çıkarılması, özgür gücünün harekete geçirilmesi ile mümkündür. Bu güce ulaşılmanın etkinliği ile beraber kadının aydınlama hareketi ile kendisini tanıyıp dönüştürmesi ile başlayıp, bir bütünen toplumun da bu özle buluşturulması sağlanacak, binlerce yıllık karanlık-kaybediş yerini aydınlığa, insanın kazanımına bırakacaktır.
Kadın doğasının özgürlükle bağlantısını ele alıp değerlendirdiğimizde ilk akla gelen kadın doğasına, kadının özüne ait olan ve özgürlük için vazgeçilmez olgular olan sevgi, hoşgörü, adalet ve eşitlik olmuştur.
Önderliğin “Sevgi, yükselen yüce değerlerle bağlantılıdır. Yaşatan, eşitleştiren, güzelleştiren değerlerle bağlantılıdır” değerlendirmesinde de anlaşılıyor ki, yüce değerleri yaratmak, yani insanlar arası eşitliği, güzel ilişkilleri, güzel insanı yaratmak emek ve paylaşımı gerekli kılar.
Demek ki sevgi olayı, her şeyden önce bir emek olayıdır. Bir şeye emek verdiğin oranda, bu bir insan, bir toprak parçası olabilir, orada sevgi ve bağlılık gelişir. Yaşamı sevmek, ona karşı saygılı, sorumlu ve duyarlı olmayı gerektirir. Sevmek bir güç meselesidir ve güçlü olan bir insanda ancak sevgi olgusu olabilir. Çünkü sevme bir verme etkinliğidir, alma değil. Sevgi olgusunu değerlendirdiğimizde, onun ayrılmaz bir parçası olan adalet ve eşitliğe değinmemek mümkün değildir. Aynı zamanda yukarıda sevgi ile ilgili yazdıklarımıza baktığımızda akla ilk gelen, kadının doğası ve onun öz gerçekliği olmaktadır. “kadınlar daha çok barış insanıdır” barış insanı da doğalında şiddeti ve savaşı reddeden her şeyi kendi özünde temsil etmektedir. Savaş da zaten ilk önce kadına karşı geliştirilmiş ve esasında erkek işidir. İlk şiddet ve savaşın kadına karşı geliştirilmesi özünde sevgi, adalete ve eşitliğe karşı geliştirilmiştir. O süreçten bugüne kadar hep erkek egemenliği, yani şiddet, savaş, sömürü ve eşitsizlik dünyaya hakim olmuştur.
Günümüz dünya koşullarında şiddetin giderek ortadan kaldırılması, daha çok barışa ve demokrasiye dönük bir mücadele gerçekliğiyle söz konusu olabilir. Savaş ve şiddet kadının doğasına ters düştüğü gibi, geçen yüzyıl gerçekliği içerisinde rolünü oynama koşulları da yoktu. Geçen yüzyılda kadının yer alışı ağırlıklı olarak erkek egemenlikli sistem çerçevesinde olmuş, kendi özü ile kanıtlamamıştır. Fakat 21. Yüzyılı barışın ve demokrasinin zafer yüzyılı yapacak olan, onun öncü gücü kadın olacaktır. Kadının doğasında var olan sevgi,adalet ve eşitlik kendisini açığa çıkarıp örgütlediği oranda siyasal, kültürel ve toplumsal faaliyetlere katılacak, yaşamı anlamlı ve güzel kılacaktır.
Melsa SEROK