Kadın düşmanlarının, katliamcılarının sayısı giderek artarken öz savunmasız yaşam kadınlara haramdır artık
Kadınlar; yaşlılar ve çocuklarla birlikte korunmaya muhtaç görülen toplumsal kesim olarak tanımlanır. İlk ve son sömürge olarak kadınların bu durumunun narin bedenleri, zayıf kasları, duygusal yapıları, strateji çizemeyen akıllarından kaynaklandığı söylenmiştir binlerce yıldır. Mitolojiler, dinler, bilim ve sanat bol miktarda propagandasını yapmıştır kadınların erkekler tarafından kontrol edilmesi ve savunulması gerektiğine dair. Bu nedenle geleneksel olarak babalar, kocalar, ağabeyler namusları olarak gördükleri kadınları korurlar. Latince köle anlamına gelen famuli kelimesinden türeyen family (aile) bir adama ait tüm köleleri ifade eder. Yani aile kelimesi öyle mutlu bir aşk hikâyesinin, bir yastıkta kocayan çiftlerin meyveleri olan çocuklardan oluşan en küçük toplumsal birim olarak şekillenmemiştir. Bu yüzden evin reisleri tam da buna uygun biçimde korurlar kölelerini yani kadınları.
Modern toplumda ise polisler, askerler, devletler ve onların kanunları kadınları korur. Erkekliğin şahlandırıldığı bu kurumlarda şekillenenlerin kadınları nasıl koruduğu malûm. Gözaltına aldıkları kadınlara tecavüz eden, sokaklarda saçlarından sürükleyen, taciz-tecavüz, saldırı mağduru kadınları değil, onlara saldıranların haklarını savunanlar. Daha geçen gün havaalanında eylem yapan kadınların kafalarını koltuklara vuran devlet adamları’nın kadınları koruduğu rivayet edilir modern toplumda.
Kapitalizmin pornografisinde cinsel nesne olarak alabildiğine açılan, parça parça satılan kadın bedeni karşısında evlere, çarşaflara kapatmak da başka bir savunma biçimi olarak lanse edilir. Kapitalizm çarşaftan kurtarıp piyasaya sunar, dincilik bir savunma mekanizması olarak eve hapsederek korur kadınları. Tıpkı faşist Erdoğan gibi kadın düşmanı adamın izinden gidercesine devletin görevlendirdiği bir müftü 18 yaşında zina yapana bir şey söylemeyip 17 aylık bebeğe tecavüz için tepki göstermek timsah gözyaşı dökmektir diyerek meşrulaştırır çocuk tecavüzünü. Gerekçesini de kadınların kapatılmamasına bağlar.
Kadın özgürlük hareketlerinin gelişimi ile birlikte kadınların örgütlü gücü, sığınma evleri kadınlar için kendini savunma alanları haline gelmiştir. Devletlerin çizdiği sınırlarda, birkaç şehre sıkışmış halde çok sınırlı bir kesimi kapsar bu çaba. Sonuç olarak kadınların büyük bölümü savunmasız ve korumasız durumdadır. Bu durum sürdüğü müddetçe ve kadın düşmanlarının, katliamcılarının sayısı giderek artarken öz savunmasız yaşam kadınlara haramdır artık. Yani kadınlar olarak bu saldırılardan direkt ya da dolaylı etkilenmeden yaşamlarımızı sürdürme imkânımız yoktur. Birilerine destek olma, yardım etme adına değil, bu eril sistemden hesap sormadan, geri adım attırmadan artık kadınların yaşama olanaklarının kalmamasından kaynaklı öz savunmasız bir yaşam olanağının olmadığını bilerek adım atmalıyız.
Kadınları katleden tüm erkekler ve onların kurumları, DAİŞ’li, AKP’si, İran’ıyla faşist yapılanmalara, Avrupa’sı, Amerika’sıyla, Güney Kürdistan bölgesel hükümetiyle kadın düşmanı devletlere karşı kendimizi korumak üzerine daha ciddiyetle durmada, bunun pratik adımlarını atmada büyük bir geç kalmışlık yaşıyoruz. Binlerce kadının DAİŞ’in elinde olması bu geç kalmışlıktan kaynaklanıyor. Daha binlercesinin de bu duruma düşme tehlikesi kapıda bekliyor. Günlük olarak gerçekleşen vahşi öldürme olaylarını da bundan bağımsız ele alamayız.
Kendi yaşamlarımızdan ve güncel olarak da yaşananlardan kadınların korunmasız bırakılmasının nedenlerini ve kendilerini nasıl koruyacaklarını öğrenmiş kadınlarız. Fiziğimiz, aklımız ve duygularımız öz savunmada dezavantaj değil, kimi zaman çok büyük avantajlar ve yaratıcı sonuçlar yaratmıştır kendimizi ve değerlerimizi savunmada. Kürt kadınlarının bu büyük deneyiminin artık dağlardan şehirlere, mahallelere, evlere taşınması gerekir. Bunun bilincinin, eğitiminin, kurumlarının ve örgütlenmesinin oluşturulması gerekir; yeni katliamlar ve trajediler yaşanmadan önce.
Bunun için öncelikle Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın birçok kez dile getirdiği gibi genç kızların eğitimini ailelere, devlete bırakmadan kendini her anlamda donanımlı kılabilecekleri alanların açılması gerekir. Bir başka adım olarak her mahalle, semt ya da örgütlülüğün olduğu her alanda kadınlar arası dayanışma, ortak direnme zeminlerinin oluşturulması gerekir. Bir kadın öldürüldükten, yaralandıktan sonra rutinleşmiş bir biçimde birkaç kişiyle basın açıklaması yapmak yerine bazı pilot alanlardan başlayarak kimi mahallelerde kadınlara dönük herhangi bir saldırı karşısında hızla organize olacak, olaya anında müdahale edecek örgütlü mekanizmaların kurulması gerekir. Bu mekanizmalarda aktif yer alacak, adaleti kendisi sağlayacak birimler olmalıdır. Daha profesyonel biçimde kadınların haklarını savunacak birimlerin eğitimi için Kürdistan Kadın Özgürlük hareketinin zeminleri ve imkânları değerlendirilmelidir. Bunlarla birlikte daha gizli çalışacak, yarı aktif birimler de örgütlenebilir. Bazılarının ise sadece istihbarat vererek destek sunabileceği geniş bir yapı oluşturulabilir.
Türkiye giderek bir polis devletine dönüşecek yönde kanunlar çıkarırken ve DAİŞ benzeri yapılar Türkiye’de yeni JİTEM ya da Hizbul-kontra olarak devreye girmişken öz savunma tüm toplum için vazgeçilmez hale gelmiştir. Kürt özgürlük hareketine karşı yeni siyasi soykırım operasyonu devreye girmiş durumdadır. Tam da şimdi bu zeminde öz savunmasız olmanın bedelini bir kez daha yaşamamak için erkenden öncelikle kadınlar harekete geçerek hem siyasi soykırım operasyonlarına hem de daha kalıcı biçimde kadına dönük devlet, koca, eş, paramiliter güçlerin katliamlarını önleyecek hazırlıklar yapılmalıdır.