Kadın kurtuluş ideolojisi ekseninde varlık-bilinç-form kazanmak

0
879

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Kadın kurtuluş ideolojisi çözümlemelerinden.

Bizim büyük bir sorunumuz, bir derdimiz var. Varlığımızı gerçekleştirme, var olduğumuzu kabullenme, bu varlığın kimliğini oluşturma, yapılandırma ve bunun için de zihniyet gücünü edinme gibi devasa bir sorunumuz var. Bilinç-oluşum-varlık diyalektiğini kendi özgürlük sosyolojimizle yaşamsallaştırma sorumluluğumuz var. Her birey varlık, bilinç ve form ilişkisini ya da ilişkiselliğini iyi anlamalı ve kendisine indirgeyebilmelidir. Her birimizin varlığı hem bireysel hem de kolektif anlamda bir mekana ve zamana tekabül eder, bir varoluşa sahiptir. Varlık: çevre, coğrafya olup, bu zemin ve zamanda yaşanan hikaye sonucunda ortaya çıkan kültür ve geleneklerdir. Form ise yapısallık olup, nitelik ve özelliklerin bir bütün oluşturmasıdır. Kuramsallığı ifade eder. Örneğin Dersim bilinç olarak iyi sayılır, fakat varlıksal olarak tartışmalıdır. Botan ise varlık olarak iyi durumdadır, ama bilinç olarak geri ve tartışmalıdır.

 Bu noktada Beritan kişiliğini ve çıkışını anımsamakta ve değerlendirme konusu yapmakta yarar vardır. Çünkü Beritan’ın eylemi, özü açısından bir öze dönüş eylemidir ve bununla da anlamlı bir etki yaratmış, iz bırakmıştır. Her şeyden önce Beritan’ın kapitalist modernitenin etkisi altındaki kişilikten kopuş ve gerçek Kürtlükle buluşma noktasında köklü, radikal bir kişiliği temsil ettiğini belirtmek gerekir. Sistemin en güzide şehrinde yaşamasına rağmen, o yaşamla bağlarını koparıyor. Mücadele alanında da teslimiyete yatarak hainleşen sapkın anlayışa karşı Özgürlük Hareketi’nin çizgisinden, sosyalist kişilikten taviz vermiyor. Yazdığı bir şiiri okudum, mücadele gerçeğine göre ele alınmış anlamlı bir içeriğe sahipti. Yazdığı bir mektup da vardı, mücadelenin romanını yazmaktan söz ediyordu. Daha o zaman dikkatimi çekmiş, ilgilenilmesi gereken bir yoldaş olarak hafızama kazımıştım. Ama maalesef gerçekleştiremedim. Biliyorsunuz, kendini yakma ve intiharvari tutumları benimsemem, doğru da görmem. Ama Onun çıkışında böyle bir tutum yok. Aksine ihanete karşı tıpkı Besê gibi Kürt kadınının aldığı tarihsel direnme, teslim olmama kararına bir yöneliş, öze dönüş var. Burada diğer yüzlerce kişinin yaptığı gibi teslimiyeti seçebilir, böylece öz kültürüne kolayca ters düşebilirdi. Fakat bunun yerine tarihsel olanı an’da, kendinde gerçekleştirerek öz kimliğini yeniden güncellemeyi ve belirgin hale getirmeyi tercih etti. Köksüzleşmeyi tercih etmedi. Bugün Onu anlamlı ve değerli kılan da özgür tercihi doğrultusundaki bu bilinçli tutumudur. Tarih olarak Besê ve Besê gibi binlerce kadın, an içerisinde ve tek bir kişide, Beritan’da kendini yeniden ifadeye kavuşturmuş, kültürel özünü koruma iradesini ve bilincini bize bir kez daha hatırlatmıştır. Beritan’ın Botan özgülünde özünü koruyan Kürt gerçeği ile buluşması ve onunla kaynaşması, Beritan kişiliğinin oluşmasında önemli bir basamağı oluşturur. Bir anlamda Beritan Dersim’in Botan’la, Botan’ın Dersim’le buluşmasıdır.

Öze dönüş, toplumsal anlamın saptırılmasına bağlı olarak hakikatine aykırı düşmüş varlığın kendisini yanlış bilinçten, yabancılaşmadan, yani soykırımcı etkilerden kurtarması, toplumsal öz benliği ve kimliği ile yeniden buluşmasıdır. Öze dönüş, toplumsal kaynağa dönüştür; yanılgı ve yalanın egemenliği altında ihanete uğramış, savrulmuş yaşamı yeniden gerçeğine kavuşturarak hakiki hale getirme iradesidir. Bu nedenle öze dönüş, toplumsal kaynağın dile gelen ve biçim kazanan hali olarak kültürden bağımsız ele alınamaz. Her kültür bir öze, her öz de bir kültüre işaret eder.

Kültür Devrimini gerçekleştiremeyenler ne muhasebede ne de siyasette başarılı olurlar. Kültür Devrimi öze dönüş devrimidir. Bunu başarmadan özünüzü, özsel değerlerinizi ifadeye kavuşturan bir mücadele ve siyaset yürütemezsiniz. Felsefi bir yaşama tabi tutacak olursak, Kültür Devrimi varlığın kendini bilme, kendisi olma, kendini yönetebilme, kaos anından kendini kurtararak kendi düzenini ve öz disiplinini oluşturması durumudur. Kişi olarak, hatta halk ve hareket olarak başarının ölçütü, buna göre varlık bulmak ve özgürlüğünü kazanmaktır.

Tabii burada kadın üzerinden yürüttüğümüz mücadelenin de önemli bir boyutuyla bir kültür mücadelesi olduğunu belirtmek gerekir. Kesire ile savaşımızın özü de buydu. Beyaz faşizmin kültürünü özümsemiş Kesire’nin gözünde biz, onun deyimiyle kapılarının önüne doluşmuş, kendilerine ekmek atılmasını bekleyen köpekler değerindeydik, bunlardan bir farkımız yoktu. Bunu açıktan söylüyordu. Adamlar böyle bir kültür yaratmak için boşuna en ulaşılmaz ücra noktalardaki köylere ulaşmaya, öncelikle kadını ve kız çocuklarını kazanmaya çalışmadılar. Kazanılan kadın onlar için kazanılan aile, kazanılan aşiret, kazanılan toplum demekti. Özgürlük Hareketi’nin direnişçi ve özgürlükçü yaşam kültürü bu oyunu bozdu. Bize bu kadar öfkeli olmaları buradan geliyor. Sürdürülen yüzyıllık oyunu sadece bozmakla kalmadık; kadının kendi tarihsel değerinin farkına varmasını sağlayarak yüksek bir bilince ulaşmasının ve binlerce yıllık esaret zincirini parçalayarak yaşamdaki gerçek yerini yeniden almasının yolunu açtık. Bundan daha büyük ve değerli bir kültür devrimi olabilir mi? Mao da Kültür Devrimini gerçekleştirme iddiasındaydı. Ama gördünüz, kadın konusundaki yanılgılı yaklaşımı ona ve onun şahsında sosyalizmin Çin deneyimine neler kaybettirdi. Bizim farkımız bu konuyu bin yıllık tarihi içerisinde ele almamızdan ve Kültür Devrimi’ni olup biten bir süreç olarak değil, sürmekte olan, kendini her an yeniden kuran ve geliştiren bir süreklilik olarak değerlendirmemizden kaynaklanıyor.

Alternatif bir gelecek yaratabilmek için eleştirisel bilinç ve bilgiye ihtiyaç vardır. Bunun için herkesin kendini yeterli hale getirmesi gerekiyor. Fakat ahlak ve inançla beslenmeyen bilinç yetersizdir. Yani karşı duruş, karşı kopuş için; eleştiri, bilgi, ahlak, inanç içselleştirilerek devrimci tutum ortaya çıkarılmalıdır. Köklü kopuş, kapitalist modernitenin insanlığa dayattığı eşitsizlik ilişkilerini kabul etmemek demektir. Köklü kopuş ideolojik, politik, etik-estetik, kültürel ve toplumsal düzeyde yaşandı mı bir anlam kazanır. Bu kopuşun düzeyi günlük sosyal pratik yaşamdaki mücadele düzeyiyle doğru orantılıdır. Sistemi ret etmek bir başlangıçtır. Bu ret temelinde özgür insan, kendi gerçeğini inşa eden insandır. İnşa çok hayati bir olaydır. Tek tek tuğlaları üst üste koymak ve giderek kendinden bir yapıt ortaya çıkarmak ortaklık işidir. Ama bunun için her devrimci usta olmak zorundadır.

Kendini her an yeniden kurmak ve geliştirmek, olmazsa olmaz bir ilke düzeyinde ele alınmalıdır. Çünkü kapitalizm günlük olarak bin bir çeşit saldırı düzenlemektedir. Kadın etrafında geliştirilen tüm ilişkileri siyasal tahakküm ilişkilerine dönüştürerek ve bu tahakküm ilişkisinde cinselliği öne çıkararak kadına en büyük saldırıyı yapmıştır. Cinsellik alanında geliştirilen bu saptırma sanıldığından daha büyük ve ciddi sonuçlara yol açmaktadır… Yaşamın tamamen biyolojik düzeye indirgendiği bir yerde, kaçınılmaz olarak varlık bulacak olan faşizmdir, faşist yaşam anlayışıdır. Bu anlamda güdüsel, biyolojik sınırlara indirgenmiş bir yaşam faşizm üretir demek yanlış değildir.

Toplumsal özün varlık olarak paramparça edildiği, anlam ve hakikat olarak muğlaklaştırılıp saptırıldığı koşullar, toplumsal uyum ve dengenin de bozulmaya uğratıldığı koşullardır. Toplumun öz değerleri doğrultusunda kendini yenileyerek oluşması ve toplumsal bir gelişme düzeyi gösterip kendini yeniden var etmesi, ancak onu toplum olmaktan çıkaran ve terk edilmesi gereken anlayış ve özelliklerini gerçekliğin amansız eleştirisi temelinde sorgulamasıyla açığa çıkar. Eleştiri silahının yerinde ve zamanında devreye girmesi varlığın kendi enerjisini doğru temelde toplumsal iyinin lehine kullanmasını sağladığı gibi, onu her türlü anti-toplumcu saldırı karşısında dayanıklı hale getirir.

Tanımını yaptığımız sosyalist kişiliğe ancak bilinç-oluş-varlık bulma denklemini iyi kavramakla ulaşabilirsiniz. Sosyalist ideolojiyi ve toplumsal tarihi kavradığınız ölçüde bilinç zihniyet kazanır. Bu bilinci pratikleştirerek yaşam gücüne dönüştürdüğünüz ölçüde de oluşum ve bununla öz kimliğinizi, kişiliğinizi kazanmış gerçek bir varlık haline gelirsiniz. Sosyalist kişilik toplumsal bilinç ve oluş içerisinde varlığını sürekli anlamlandırabilme yeteneğini gösteren direngen ve yaratıcı bir kişiliktir. Güncel ile olan ilişkisini sürekli diri ve akışkan tutan, güncel olanla bağını koparmayan duyarlı ve üretken kişilik demek de mümkün. Doğrusu, başka türlü varlık, bilinç ve form bütünlüğü sağlama başarılamaz. Zayıf varlıkla yeterli bilinç oluşturulamadığı gibi, ‘nitelikli form’ düzeyi de yakalanamıyor. En temel ihtiyaç ise birbirini tamamlayan, besleyen ve nitelik kazandıran ‘varlık, bilinç ve form’ düzeyini yakalamadır. Çarpık varlık, çarpık bilinç, çarpık form hali az etkili değildir.

Varlığı oluşturan kültürel havuzun sağlıklı bir muhasebesi, sorgulaması yapılamamıştır. Varlığımız hangi kültürel birikimin, sosyolojinin ve siyasal zeminin neticesidir? O havuzda kapitalist modernitenin, liberal çizginin ‘beyaz yaşam’ tarzının payı nedir? Kültürel soykırımın etkisi ne kadardır? Gelenekselliğin ve geleneğin yeri ne orandadır? O kültürel havuzda varlığın öz kimliğine, yani Kürdi kimliğe temel oluşturacak kültür ne kadar vardır? Neticede biliyoruz ki, varlığı oluşturan kültürdür, geliştiren bilinçtir, form kazanma düzeyi de bu ikisine bağlıdır. Form bilincin örgütlülüğe kavuşma hali de oluyor.

Varlığın yeterli olduğu, bilincin zayıf kaldığı, formun gelişmediği örnekler kadar, varlığın zayıf, bilincin gelişkin, formun dağınık olduğu örnekler de bolcadır. Bilincin neredeyse forma dönüşmediği tablolar da az değildir. Sen bunu yarım kişilik halleri, karmaşık kişilik formları, tek yönlü veya pek çok paradoksu beraber yaşayan emsaller olarak da tanımlayabilirsin.

Hakikat arayışçısı ve savaşçısı olmanın kendini bilme ve kendi olma temelinde kendini aşmayı gerektirdiği açıktır. Bu konuda ne kadar derin yetersizlikler taşıdığımız ve yaşadığımız açıktır. “Hakikat arayışçılığı ve savaşçılığını kendinize ne kadar temel hedef haline getirdiğiniz büyük tartışmalıdır” tespiti üzerinde zihin yormayı gerektiriyor. Hakikat odaklı düşünmek, felsefi, bilimsel, güncel tabirle kuantumik düşünmeyle başarılır. Anda tarihi, tarihte an’ı görmek, şimdiyi tarihten, tarihi şimdiden ayrı düşünmemek. Bunun için de tarihsel toplum perspektifinden bakmak, verili olanı bu perspektifle ele almak ve değerlendirmek. Böylece neyin ürünü ve sonucu olduğunu doğru tespit etmek.

Birçok insan ne kendisi oluyor ne de varlığını doğru zemine oturtarak inşa ediyor. Bilinç son derece geri ve yüzeyseldir, formasyon ise ortadadır. Takıldığım nokta, sistemin geliştirdiği oyunlar karşısında sizin ne yaptığınız ve nasıl yanıt oluşturduğunuzdur. İşte bunu anlamıyorum. Bilinç formunuz çok zayıf, anında anlayıp yanıt olamıyorsunuz. Bu konuda çok gerisiniz, duygularınız fazlasıyla avami. Hegel’de bu en alt formdur. Bunun üzerinde sanat, kültür, hukuk, devlet ve en üst form olarak felsefe vardır. Hegel, en değerli form olarak felsefi formu, bilinci değerlendirir. Siz en alt formda kalmışsınız, üste doğru tırmanışınız yok; olsaydı esas patlamayı o zaman yapardınız.

Hegel aile, aşk ve cinselliği de bu en alt forma ait bilinç içerisinde değerlendiriyor. Size göre ise bu en mükemmel olandır; adeta bunun dışında bir şey düşünemiyorsunuz, hayallerinizin içeriği bile buna dönük. Kaliteli bir siyasetçi, kaliteli bir mücadeleci olamayışınız buradan geliyor. O çokça dilinizden düşüremediğiniz ve aklınızdan çıkarmadığınız aşk bile özerklik ve özgürlük ister. Özerklik ve özgürlük yoksa, aşk da olmaz. Kapitalist sistemin ve sömürünün mutlak egemenliği altında özgürlük çiçeklenmez, aşk çiçeklenmez. Kendinize ait, üzerinde yaşayıp kendi kendinizi yönetebileceğiniz özerk bir ortam olmasa, nasıl özgürce bir yaşam ve aşk ilişkisi geliştirebilirsiniz? Siz bunu bile henüz anlayamamışsınız.

Sizin çelişkiniz hem Kürtlüğü hem de sistemi birlikte yaşayabileceğinizi sanma yanılgınızdan kaynaklanıyor. Bu mümkün değil. Çünkü uygarlıkçı sistem kendini Kürtlüğün yokluğu üzerine inşa etmiş durumda. Kürtlere bırakılan tek şey biyolojik yaşam alanıydı, başka bir şey değil. Nitekim Kürt gerçeği de büyük ölçüde buna razı gelerek biyolojik yaşama saplanıp kaldı; daha çok üremeyle soykırım kıskacını kıracağını sandı. Bu yüzden Kürt aile yapısı kadını tam bir doğurma makinesine dönüştürdü. Peki, sonuç? Bin bir parçaya bölünmüş, birbirlerine düşman edilmiş ve biyolojik yaşamı sınırlarına hapsedilmiş yenilgili bir toplum. Artık buna ne kadar toplum diyebilirseniz…

İdeolojik-politik üretim olmayınca öne çıkan güdüler oluyor; açlık ve cinsellik güdüleri adeta şaha kalkıyor. Oysa Yahudi halkı da soykırım kıskacına alınan bir halktı. Ama bakın, bilim, felsefe, sanat, edebiyat ve ekonomiye, her alana ekol düzeyinde damgalarını vurmuş durumdalar; öncülüğünü yapmadıkları alan neredeyse yok. Çünkü soykırıma böyle bir ideolojik-politik, entelektüel üretimle yanıt verdiler. Varlıklarını ancak böylesi bir yoğunlaşma ile koruyup sürdürebileceklerine inandılar. Hayat onları doğruladı. Bunları iyi anlamazsanız Kürtlüğün içerisine düşürüldüğü derin açmazı anlama gücünü de gösteremezsiniz.

Köleleşen halklarda, kadınlaşan halklarda  -hele bizim gibi halklarda-  kölelik, kadın kimliği üzerinde, en pis ve kirli bir tarzda hüküm sürmektedir. Biz bu köleliğe, kadının köleliğine büyük bir özgürlük tutumunu dayattık. Her alanda olduğu gibi, bu alanda da özgürleşmeyi başlattık, en azından başlatmak istedik. Ama sizlerde bu güç yok. Kadın kimliğini kanıtlama, kölelikten hesap sorma, bir yerden bir yere ulaşma gücünüz yok. Çok ilkeli hareket etme, özgürlüğü seçme, kendi kişiliğini özgürlüğün güvencesi yapma gibi davranışlara fazla gelmiyorsunuz.

Her şeyin yerin dibine gömüldüğü konumlardan, kabul edilebilir, yaşayabilir konumlara çıkarabilmek için, her şeyimizi ortaya koyarken; sizleri diplerden alıp kabul edilir durumlara getirmek için harcanan çabalarımız var. Aslında sizleri yaşanabilir, kabul edilebilir bir düzeye getirebilmek için yoğun çabalarımız var. Yaşamınızı, özgürlük ilkesine göre düzenlemek zorundasınız. İlkesiz bir kişilik, niyeti ne olursa olsun, kaybetmeye mahkumdur. Bu kendinizi çocukça aldatma anlamına geliyor. Duygularla hareket etmeniz, iyi niyetle hareket etmeniz, rahatlıkla sizleri özgürlük ilkesiyle çelişen bir duruma düşürebiliyor. İddianız zayıf, kendinizi işlemeniz zayıf. Kendi problemlerinize sorumluluklar bünyesinden bir çıkış yaptırmaya çalışırken, önünüze ne gelse hemen ona sarılıyorsunuz.

Ufku geniş, seçeneği büyük, ruhu sarmalayıcı, bir de insanı çeken özellikleriniz nerede? Erkekler karşısında, toplum içinde bu konuda bir şey misiniz? Kendi aranızda değeriniz neyi ifade ediyor? Buradan çıkaracağınız epey sonuçlar var. Bütün kişilik yorumlarınız, kişiliğinizin bütün özelliklerine getireceğiniz yenilikler. Evlilik anlayışınızdan tutalım aşk anlayışınıza kadar, cinsiyet değerlendirmenizden tutalım her türlü siyasi, felsefi yaklaşımlarınıza kadar bir farkımız gelişecek, bir kimliğiniz gelişecek. Kişiliğinizi bu konuda yetkinleştirmekten korkmamalısınız.

Ben şunu çok açıkça dillendirmekte yarar görüyorum; herhangi biriniz bir alana gittiğinde, farkını ortaya koyabilmeli. Erkekler mesela “bu farklı bir tiptir, ciddiyeti de var, değeri de var, ağırlığı da var hatta iyidir, güzeldir, tercihimizdir, saygımızdır, sevgimizdir” diyecek durumda olmalı. Çözümün bu olduğunu söylüyoruz. Siz diyorsunuz, “nasıl yaşanacak”. Bir eylemle, bir savaşım tarzıyla yanında olacağım, destekleyeceğim tarz budur. Çoğunun kimliği yok! Çoğu gelmiş “biz kadın kimliğimizden daha da uzaklaştık” diyorlar, devrim saflarında dili kesilmiş, bir uydu olmuş.

Şunu alçaklık olarak görürüz; “şu adamın karısı, şunun kızı, şunun bilmem nesi”; bunlar ayıp kelimelerdir. Önce “şu saygıdeğer kadın” denilebilmeli. İlla bir sevgiliden bahsedilecekse, “şu değerlerin temsilcisi kız, varlık” denilebilmeli. Bu değerlendirmeler daha yücedir. Birisini diğerine tabi tutarak hitap etmekten nefret ediyorum. Arap feodalizminde bu çok daha etkilidir. Örneğin, “Ebu”, “Ibni” diye tabir edilerek, insanların adı konulur. Şunun “Ebu”su, şunun “Ibni”si; feodalizmin bir yaklaşımdır. Bunun yerine “şöyle kişiliği olan, bağımsız gücü olan” tanımlamaları gerekiyor; tercih biraz böyle oluyor. Tabi bunda sadakat var, bunda derin bir ilgi var, değer verme var, sevgi var ve daha boyutludur, daha toplumsaldır, siyasaldır ve ahlakidir de.

Bir sahibiniz mi olmalı? Bir şeye sahiplenmeli misiniz? İkisi de mülk gerçeğiyle bağlantılıdır. Bir bu önemli. İkinci bir husus; biz, cinsiyet çözümlemesinde bir ilerleme ortaya çıkardık. Onun öyle bir meta gibi, bir alış-veriş meselesi gibi kullanılamayacağı, onun üzerinde hesap yapılarak siyasi sonuç elde edilemeyeceği açıklığa kavuşturuluyor. Bunun üzerinde ne erkeğin, ne kadının ucuz hesap yapmaması gerekiyor. Bu bizim devrimdeki ahlaki gelişmemizle bağdaşmıyor. Bu önemli bir sonuçtur.

Çözümlemelerin ortaya çıkardığı diğer önemli bir husus buydu. Cinsiyet etrafındaki tabuların yıkılması, onun tahripkar, siyasi düzeyi düşürücü etkisinin ortadan kaldırılması; gerek erkek egemenliği biçiminde kullanılması, gerekse kadının bir meta gibi kendini sunması ve buna dayanarak yaşama, bunu oldukça açığa çıkardık ve o önemliydi. Bu yönlü biraz gelişme var. Üçüncü önemli bir gelişme; ilişkilerin geleneksel duygusal temelde değil, özellikle parti içinde kişisel gücün böyle kullanılamayacağı, parti yetkilerinin mücadeleye katılımının bir gerekçe yapılarak geri ilişkiler düzeyinin sürdürülemeyeceği, bunun yerine mücadele yönü ağır basan, savaş potasından geçen güçlü ilişkilerin esas alınması gerektiğidir. Bu da; kişisel gelişme eşittir özgür ilişki ortamına sahip olmak, ulaşabilmek için çok önemlidir. Yani şunu demeye getiriyoruz: savaşa hizmet etmeyen, mücadeleye göre biçimlenmeyen bir ilişki makul değildir, değersizdir.

Şunu yine özenle vurgulayalım ki, bir kişinin özgürlük tutkusu ne kadar güçlüyse, çirkin yaşamdan nefreti ve özgür, değerli, güzel bir yaşama da ilgisi ne kadar yüksekse ve “benim ana topraklarım özgür olmalı, halkım yine bu topraklarda özgür gelişmeli” diyorsa, “cinsim de tamamen eşit ve özgür olmalı” biçiminde sürekli derinleşen bir tutkuyla bu kişiliği kendinde anlamlandırmışsa, aslında bu kişinin ba-şarısını hiçbir güç engelleyemez.

Eğer bir yerde halen “problemliyiz, sorunlarımız var” diyorsanız, siz vatan savaşını, özgürlük savaşını aslında doğru ele almamışsınız demektir. Bunu Önderlik gerçeğinde de iyi anlamak mümkündür. Hem yurtseverlik savaşımını, hem genelde halk özgürlüğünü kendi özgürlüğüyle bütünleştirdiği için, yine birey olarak da, cins olarak da yaşamının özgürlük dışında asla mümkün olmayacağına inanarak, bilerek ve gereklerini yerine getirerek yürüttüğü için görüyorsunuz ki en açılmadık kapılar açılıyor, en aşılmadık engeller aşılıyor, en hayal bile edilemeyen güzelliklere de kavuşuluyor. Demek ki amaç büyüklüğü ve ona tutarlı iradeyi bağlanış, aslında bilinci de, örgütü de, savaşı da mümkün kılıyor, hatta zaferli kılı-yor. Bunu şunun için söylüyorum: Varsa çeşitli düzeylerde sorunlu olan arkadaşlar, “ben daralmışım, fazla çözüm gücü olamıyorum” diyorsa, o kendini aldatıyordur. Burada eksiklik sizin içinizdedir. Hareketimizin hele bu evresinde, hiçbir kadromuzun, hatta savaşçımızın gelişememe gibi bir sorunu olamaz. Hele amaçta heyecan duymama, iradede keskin olmama ve hatta her adımında başarılı olamama doğru değil, tersi doğrudur. Yani en büyük heyecan bizim Partimiz’dedir, en keskin irade bizdedir ve yaşamın da en güzel ifadelerini biz yakalamışız. Bunu dünya biliyor. Aslında bütün hastalıkla-rın en keskin tedavisi olmak, yüzyıllardır kirletilen, kimliksiz bırakılan halkımız gibi cinsinizin de kimlik kazanması, kişilik kazanması, irade güç kazanması demektir. Bundan da daha değerlisi olamaz.

Hiçbir kız, kadın, erkek egemenlikli yaklaşıma taviz vermemelidir. Buna tenezzül etmemelidir. Bu önemli. Yani kadın devriminin derinleştirilmesi biraz bu oluyor. Biz boyun eğen kadın istemiyoruz. Ama kendini hastalıklı tip olarak dayatan kadın da hiç istemiyoruz. Bu bizim için önemli. Kişiliği, kimliği, karar gücü olan kadın gerçeğini yaratmak, bizim için her şeyden önce gelir.Öncü role giderek ısınmanız lazım. Öncü kadın rolü nedir? İddialı olanlar kendilerini bu konuda derinleştirmeliler. Aslında bunun için daha neyi geliştirmeliyiz diye düşünüyoruz? Biz, özellikle şu konularda derinleşmek istedik; kadındaki metalaşma düzeyini, mal-mülkleşme düzeyini açığa çıkarıp aşmaya büyük önem verdik.

Çocukluktan beri heyecanla peşinde koştuğum özgür kadın ilişkilenmesini aynı heyecanla ama içini daha çok bilgelikle, estetikle doldurmuş olarak sürdürmekteyim. Felsefem de bu yöntemde tüm kapıları bana açmaktadır. Toplumun kapalı ve tabu kapılarını. Bu temelde yaşamı benden daha çok özgün, ince yaşadığınız kesin. Sorun bunu korkunç kör ve hoyrat erkekliğe dayatmak ve çözdürmektedir. Kendim başta olmak üzere kadınla bilgece, estetikçe ve aşkla yaşamayı temel gaye olarak almak ve özgür toplumsallığımızı bu amaç bağlamında gerçekleştirmeliyiz. Sizler bunu dayatmalı, bizler de bunu saygıyla karşılamalı ve yanıt vermeliyiz.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Çözümlemelerinden

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz