Yaşam, kadın ve savaş; asla birlikte olunamaz denen üç şey. Ama burası PKK. Burada, kadın yaşamak için savaşmalı, savaşmak için de yaşamalı.
Burası PKK dağlar. Zorlu, kan teri içinde geçilen yokuşların zirvesi. Rüzgarların anne sesi gibi masal söylediği, cennettin yapraklarının bol bol yeşerdiği güzel dağlar. Herkes için bir adı, bir anlamı var bu dağların. Benim içinse… diyebileceğim tek şey ben dağsız yaşayamam. Bu dağlara ilk adımımı attığım gün geldi aklıma. Beni o zaman arabayla alan arkadaş, 30 Haziran 2016 tarihinde büyük Lice operasyonunda; düşmanın eline sağ geçmemek için kendi bombasını kendinde patlatarak şehadete ulaşan Şehit Masiro arkadaş sordu “nedir seni PKK dağlarına getiren?” sanırım bana baktığında, bu dağlara gelecek, bu dağlarda yaşayabilecek birine benzetmemişti. Bende bu duruma çok kızmıştım ve bağırarak siz demiştim. Yani beni bu dağlara getiren sizler oldunuz dedim. Şimdi daha iyi anlıyorum. Bu dağlarda ne istediğini çok iyi bilmek gerekir. Hele hele bu dağlarda yaşamayı istemek… eğer merakın yoksa bu yaşama ve sevemezsen yaşayamazsın da, bu dağların anlam yükünü kaldıramazsın da. Bu dağlar, ey gidi dağlar!
Sevmeye kıyamadığımız yoldaşlarımızın kanıyla sulanmış dağlar. Kınalı yürekleri yaşattın bağrında. Şehadetinin üzerinden iki yıl geçti. Bu dağlarda her zorluk karşısında sen aklıma geldikçe ve şundan emin oluyorum; asla dağsız olamayacağımdan ve yaşayamayacağımdan.
Yaşamak dağda, bu dağlarda… Çok değer verdiğin bir insana ona değer verdiğini hissetmek istercesine benzer bu dağlar. Bazen de bir çocuğun çok sevdiği bir oyunu oynamasına benzer. Eğer bir kadın olarak özgürlük dağlarındaysan, o zamanda yaşam bir başka anlam kazanır. Bunun için kim demiş; kadın, yaşam ve savaş bir arada olamaz diye. Dağlar kadınsız, kadınlar özgürlük savaşsız ve anlamlı yaşamsız olamaz. 10 yıl önce okullarda bizden 10 yıl sonra nerede olmak istersiniz diye kompozisyonlar yazmamız istenilirdi. Fakat, 10 yıl sonra özgür yaşamın gerillası olacağım hiç aklıma gelmezdi.
Şimdi düşündüğümde geç kaldığımı bile hissediyorum. Şu anda özgürlük dağlarında bir kadın olarak özgür yarınları yaratmak için savaşmaktayım. Bir kadında bu savaşma ruhu mümkün olabilir. Çünkü; yaşayan, yaşatan, savaşan, yaratan ve yol gösteren kadındır.
Ilk yıllarımda anlam vermekte zorlansam da şimdi ne kadar büyük anlam taşıdığını daha iyi anlayabiliyorum. Yani Önderliğin özgürlüğü ve halkımızın özgürlüğü için savaşmak en kutsal görevdir bizler için. Tanrıçamız Zilan (Zeynep Kınacı) yoldaşın hepimiz için özellikle özgür bir yaşamın yaratılması için yazdığı mektubunu okuyup kaleme aldığımda bu dağlara olan sevgim ve bağlılığım kat be kat daha arttı. Bu dağlarda kendimi özgür hissediyorum. Bazen kendi kendime soruyorum tanrıçalaşan Zilanlara layık olabilecek miyim? Diye. Ancak düşman şunu iyi bilsin: biz kadınlar bu dağlara aitiz, büyük hissediyoruz, büyük düşünüyoruz, büyük yaşıyoruz ve büyük başaracağız.
Düşman ile savaştığım kadar kendim ile de savaşmaktayım. Ne de olsa düşüncelerim vicdanımın sesidir, eseridir. Vicdanıma cevaplarım olmalı. Sur’un fedaileri olan Çiyagerlerin başında kefiyesini bağlayarak gülümsemesi, Hogır’ın çocuk gülüşü, Nucan Malatya’nın nişan alışları ve Xemgin Roj’un “Her şeyin başı cesarettir” deyişini hatırladıkça bir kere daha özgürleşip bu dağlara bağlanıyorum. Bu dağlara düşmanın her ne kadar saldırıları da olsa hiçbiri beni dağlardan koparamaz ve sevgimi eksiltemez. Hatta burada sizlerle bir anımı paylaşmak istiyorum. Biz dört kadın arkadaş bir yerde oturup öğlen yemeğini yedikten sonra soframızı toparladığımız esnada savaş uçaklarının sesi geldi. O sırada birbirimize baktık, sesin uzaklaşması çok sürmedi. Bizde bulunduğumuz yeri değiştirdik içeri girdik. Sırtım kapıya dönüktü. Diğer arkadaşlarda bir şeylerle uğraşıyorlardı. Bulunduğumuz yerin kapı tarafına roketleri vurdular. Bir anda bir şeyin çözülme sesi geldi.
Sonra bir baktım bir şeyler yanıyor ve ben yerdeyim. Yere düşerken o sırada kolum közlerin üzerine düştü ve ben fark etmedim. Közlerin üzerindeki sıcak su kolumun üzerine döküldü ve kolumu yakmıştı. Ben sadece nefesimin sesini duyabiliyordum. Herkes diğer arkadaşı çağırıyor durumlarımız hakkında birbirimizden bilgi almak istiyorduk. Neyse ki hepimizin durumu gayet iyiydi. Daha sonra dört kelebek hikayesini hatırladım akllıma gelen ilk bu oldu. Hakikatin sırrına ermek ve her zorluğa karşı direnmek. Düşmanın bu saldırısı zerre kadar bizi zorlamadı bizi zorlayan tek şey birbirimizden ayrılma endişesiydi. Yukarıda da belirttiğim gibi düşmanın bu saldırıları bizim irademizi asla kıramayacaktır.
Bizler özgürlük hareketinin, Kürt halkının savaşçıları ve Önder Apo’nun militanlarıyız. Bu dağlarda savaş, her türlü mücadeleyi veren ve direnen yaşamı anlamlaştıran özgürlük gerillasıyız ve kadınlarıyız.
Stêrk EVRİM