Abdullah ÖCALAN
En çarpıcı olarak ortaya çıkan bir gerçek de sınıflı toplum tarihi boyunca kadının metalaştırıldığıdır. Emeğin metalaşması, kadının metalaşmasının gelişmesidir. Genel olarak değerlerin metalaşmasının mülkiyet konusu olmasıyla kadın cinsinin de mülkiyet konusu haline gelmesi at başı gidiyor. Mülk düzeninin gelişmesi, bu arada kölelerin de kölelik kurumunda mülk olarak değerlendirilmesi, daha yoğun ve uzun süreli olarak kadında gerçekleşiyor. Dolayısıyla kadın kişiliğindeki mülkiyet ve ait olma özelliği daha köklü oluyor. Etrafındaki ilişkiler ağı, mülkiyet ilişkileri haline geliyor; son derece bağımlı kişilik özellikleri oluşuyor. Ruhta ve düşüncede zayıflık ve kimliğini yitirme kalıcı özellikler halinde yerleşiyor. İrade ve inisiyatif zayıflığı, desteğe ve yardıma muhtaç özelliklere yol açıyor. Bağımsız ve yaratıcı faaliyet kısırlaştırılıyor. Bu, aynı zamanda toplumdaki kölelik düzeninin seviyesini belirliyor. Köleleşen kadın cinsi ve köle sınıf, toplumsal düzeydeki pederşahi ve efendi erkek egemenliğinin temellerini oluşturuyor. Anaerkil düzenin yerine ataerkil düzen aileye hakim oluyor. Feodal düzende de benzer bir gelişme görülüyor. Cariyelik, haremlik kurumları yaygınlaşıyor. Kapitalist toplumda ise, iki başlı aile biraz gelişim imkânı bulmakla birlikte, kadın köleliği devam ediyor ve kadın daha incelmiş bir meta olmaktan kurtulamıyor; kişiliği kurtulsa bile, emeği çok ucuzca değerlendiriliyor. Sosyalist devrimlerle birlikte eşitliğe ve özgürlüğe yakın adımlar atılsa da, alt ve üst yapıdaki erkek hakimiyeti önemli oranda sürüp gitmektedir. Hukuki alandaki eşitliğin ekonomik ve siyasal alana yansıdığı söylenemez. Dolayısıyla kadın sorunu en temel bir sorun olma konumuna şimdi ulaşıyor.
Tarihi süreç boyunca mülkleşme, özellikle cinsiyet alanında bir cins olarak kadın kişiliğinde kendini gösteriyor. Cinsiyetin yoğun metalaşması ve sunulması, cinsin düşkünleşmesini, giderek kadın-erkek ilişkilerindeki ikiyüzlülüğü ve ahlâki düşkünlüğü geliştiriyor. Başlangıçta çok doğal olan cinsellik kadında da, erkekte de her türlü çarpıklığı, yabancılaşmayı, çirkinliği, ayıbı ve yasaklamaları geliştiren bir ahlâkın egemen olmasına kaynaklık ediyor. Günümüzde bile cinsiyet kadın için bir kullanım ve kendini yaşatma aracıdır. Ruhsal ve düşünsel gelişmesine fazla anlam vermeme veya ikincil planda düşünülmesi bu nedenledir. Denilebilir ki, bütün cinsel özgürlük tartışmaları, sorunun mülk düzeni ile bağını fazla ortaya koymadığı gibi, köklü bir özgürlük tartışmasına da dönüştürülememektedir. Sorun salt bireysel cinsel tatmin peşinde olmayla ifade edilmeye çalışılmaktadır.
Cinsel özgürlüğün genel özgürlükten ayrı ele alınamayacağı, ancak onun bir parçası olarak düşünülürse anlam ifade edeceği çözümlemelerde kilit bir öneme sahiptir. Bireyler arasındaki soyut özgürlük, özellikle cinsel özgürlük genel mülkleşmeyle, onun alt ve üst yapı kurumlarına karşı bir savaşımla bağlantılı olarak ele alınmadıkça anlamını yitirir ve saptırılmaya elverişli bir konu haline gelir. Çözümlemelerde özgürlük yaklaşımı, erkeğin ilişki düzeyiyle bağlantılı olarak düşürülme yanı güçlü olan bir konumu kadınla paylaştığı, özel olarak Kürt aile kurumundaki çarpıklaşmanın ve oluşagelen değer yargılarının sömürgeciliğe ve onunla işbirliği halindeki yapılara güç verdiği önemle vurgulanmaktadır. Her düzeyde eşitliğe ve özgürlüğe yol alışın ancak tüm mücadele etkinliklerine bireysel bilinç ve kararlı katılmayla başarılacağı, bunun dışındaki yaklaşım yöntemlerinin bütün iddialar ve süslü sözcüklere rağmen anlam ifade etmeyeceği belirtilmektedir.
Nasıl yaşamalı sorusuyla bağlantılı olarak, nasıl duygular, nasıl sevgiler, nasıl aşklar sorusuna, “Savaşırsan özgürleşirsin, özgürleşirsen güzelleşirsin, güzelleştikçe sevilirsin” ana yaklaşımıyla cevap kesinleşmektedir.
Şimdi her zamankinden daha fazla açığa çıktı ki, geliştirilen çözümlemeler, bu temelde atılan adımlar ve pratikleşmeler günümüz dünyasında belki de kimsenin beklemediği ve inanamadığı devrimsel bir gelişmeyi başarıyla sağladığı kadar, zafere her yönüyle ulaşabilme umudunu ve olanaklarını ortaya çıkarmıştır. Bununla da sınırlı kalınmıyor; dünyanın bütün uluslararası gericiliği tarafından desteklenen özel savaşı işlemez duruma getirirken, gittikçe derinleşen bir devrimin sadece bölgeyi değil, uluslararası alanı da etkileyeceğini ve dikkatleri üzerinde toplayacak bir devrim durumuna geleceğini ortaya çıkarmış bulunmaktadır. Bu nasıl başarıldı? Bu, çözümlemelerin derinleştirilmesiyle ve özgürlük sorununun, partileşme sorununun, gerillanın ve yüksek bir düzey arz eden kadın katılımının sağlıklı ele alınmasıyla başarıldı.
Şimdi de yoğunca yaşanan doğru partileşme ve ordulaşma sorunları kadar, nasıl yaşamalı sorusuna cevap verirken, görünüşte sosyal bir ilişkiden söz ediyor olsak da, aslında çok temelli, siyasal, askeri ve savaş bağlantılı bir sosyalleşmeden bahsediyoruz. Bazıları sosyal ilişki ve yaşam sorunları diye ele aldıklarını kadın-erkek, sanat, din ve aile sorunu biçiminde ortaya koymak isteseler de, aslında bunun tümüyle özgürleşme olayı olduğu, toplumsal devrim olduğu ve devrimin esasının da bu olduğu açıktır. Askeri ve siyasal yan kendi başlarına amaç olamaz; bunlar aslında toplumsal özgürlüğü gerçekleştirmenin araçlarıdır. Askeri ve siyasal zafer, gelişmenin her düzeyi kendi başına bırakıldığında hiçbir şeyi ifade etmez; ancak toplumsal ilişkilere ne getirip ne götürdüğüyle anlam bulabilir. Bir askeri başarı ve bir siyasal gelişme eğer toplumsal düzeye bir çözümleyiş getirmemişse, özgürleşme ve sosyal yaşam imkânı ortaya çıkarmamışsa, o askeri ve siyasal başarının tutarlılığından bahsedemeyiz. Dolayısıyla sağlanan her askeri ve siyasal gelişmenin parti içi yaşamı ne kadar geliştirdiği, toplumdaki yaşamı ne kadar çözümlediği sorularına verilecek cevapla orantılıdır. Nitekim sağlanan bu yönlü gelişmelerin de çarpıcı olduğu anlaşılıyor.
Bu anlamda kadın-erkek ilişkileri üzerine geliştirilen çözümlemeler, mevcut askeri ve siyasal gelişmelerin de doğal bir sonucudur. Yine bir bütün olarak sanata, dine ve bunun gibi birçok etkinliğe gösterilen ilginin anlamlı olduğu ve devrimin de bu yönlü çözümlemelerle kendini toplumsallaştırabileceği her zamankinden daha iyi anlaşılıyor. Kürt toplumu gibi ailede oldukça çarpıtılmış, kadın-erkek ilişkilerinde boğuntuya gelmiş bir toplumsal gerçeğin böylesine çözülmesi; aile ve kadın-erkek ilişkilerinin eleştirisi kadar nasıl olması gerektiğinin de araştırılmaya başlanması, devrimin doğal ve vazgeçilmez bir gereğidir. Hatta kanıtlandı ki, Kürt aile gerçeği toplumsal yaşantının tükendiği bir gerçekliktir. Namus denince akla aile gelir, aile için her şey özellikle erkek tarafından belirlenir ve kadın da en kötü kadınlığı bu mevcut aile tipinde yaşar. Aslında bunun bir bitiş olduğu, sömürgeciliğin ve her türlü kaba baskının bu aile tipini esas aldığı, buna dayanarak kendisini sürdürdüğü, 12 Eylül faşizmiyle bu aileyi esas alarak kendisini daha da güçlendirip yürüttüğü tartışılmaz bir biçimde çözümlemelerde ortaya konuldu. En önemlisi de, parti içi yaşam tıkanıklığının aşılmasında, genel sosyal düzeyin özgürleştirilmesi kadar, onun en çarpıcı alanı olarak kadın ve erkek düzeyinin özgürleştirilmesinin çok önemli olduğu anlaşıldı.
Çözümlemeler, 1993’ün sonları ve 1994’ün başlarında aslında birçok gelişmeyi açığa çıkarmak kadar, gerçek bir devrimsel gelişmenin ufkunu da ortaya çıkarmıştır. Sadece eleştiri yapmakla yetinme olmamıştır. Hiç şüphesiz aile ve kadın çözümlemesinde geçmişte neyin nasıl yaşandığı ve bunun sosyal yaşamı nasıl tıkattığı, dolayısıyla ciddi bir askeri ve siyasal gelişmeye nasıl fırsat vermediği, hatta dinsel bağnazlığın da böylesi bir ailecilikle nasıl bağlantılı olduğu, ailecilik, kabilecilik ve aşiretçiliğin birbirleriyle bağları kadar toplumsal düzeyin çok gerilerinde nasıl bir yer ifade ettikleri ve nasıl buna yol açtıkları ortaya konulmakla kalınmamış; daha da önemlisi, doğrusunun nasıl olabileceği, nasıl yeni bir yaşama doğru yol alınabileceği büyük bir özenle yoğun tartışmalarla ortaya konulmaya çalışılmıştır. Birbirini mahveden basit ilişkilerin, -ister aile içi ortamda, ister ondan kaçış biçiminde olsun, ister klasik biçimde, ister düzenin körüklediği biçimde olsun- esas alınan ilişkilerin savaşın ve gelişmenin önünde ciddi bir engel teşkil ettiği ortaya konulmakla yetinilmemiş; bu ilişkiye getirilecek eşitlik ve özgürlük düzeyinin örgütleşmeyi ve partileşmeyi çok net, anlamlı ve başarılı geliştirdiği gibi, orduya yansımasının da çarpıcı ve başarılı olabileceği daha şimdiden ortaya çıkarılmış bulunmaktadır.
Bu anlamda kadın özgürlüğü ve ordulaşması tartışmaları, sıradan bir parti içi tartışma değildir; günümüzün devrimsel aşamasına denk düşmesi kadar, Kürdistan Devriminin de buna iyi bir örnek teşkil etmesi, en önemlisi de kendi iç sorunlarının, yine tıkanan parti ve ordu gerçeğinin aşılarak yüksek başarılar temelinde gelişmesinin can alıcı tartışmaları ve çözümlenişleri olduğu ortaya konmuştur. Sadece mevcut gerçekliklerin ortaya çıkarılmasıyla sınırlı kalınmamış; en önemlisi de, kapsamlı ve özgür tartışmalarla nasıl yaşamalı sorusuna cevap verilmeye çalışılmış, tartışmaların özgür gelişmesine büyük özen gösterilmiştir. Gerek kadın gerek erkek düzeyinin kendisini geleneksel ahlâkın etkilerinden uzak bir biçimde dile getirmesi kadar, savaş sorunlarıyla bağlantısı üzerinde durulmuş, günlük yaşam ilişkilerinde en özgür katılıma imkân verecek bir ortamda yürütülmeye çalışılmıştır.
Tartıştığımız sorun özgün olduğu kadar evrenseldir. Tartışmalar, savaşla bağlantısı kadar, ekmek ve su denli günlük yaşamın ilgisi dahilinde olan bir sorun olduğu anlayışıyla yürütülmüştür. Partileşme ve ordulaşma gerçeğine ve onun disiplinine ters düşmemek kaydıyla herkesin her şeyi ortaya koyabileceği, dilediği düşünceyi öne sürebileceği bir süreç yaşanmış; bunun yaşamın nasılına da cevap verebileceği, neyi reddedebileceği, neyi kabul edebileceği, bu anlamda neyin doğru neyin yanlış olduğu, neyin güzel neyin çirkin olduğu, neyin aşılacağı ve neyin gündemleştirileceği hususlarında ilk defa bütün yönleriyle özgür iradelerini ortaya çıkarmalarına fırsat veren zengin bir devrimci tartışma süreci olmuştur.
PKK tarihinde kapsamlı tartışma süreçleri vardır. Grup döneminin sömürgecilik tartışmaları, yine partileşme döneminin partileşme tartışmaları vardır. Askeri gelişmelerin ağır bastığı dönemde gerilla tartışmaları çok ileri düzeyde olmuştur. İlkel milliyetçilik tartışmaları, sosyal şovenizm tartışmaları hiçbir örgütün yapamayacağı kadar ileri düzeyde yapılmıştır. Günümüzün diğer tartışma sorunları kadar kadın özgürlüğü tartışmaları, yine bunun çok kapsamlı ve devrimin bütünselliği içinde ele alınması önemli bir aşamayı teşkil etmiştir. Bu yönüyle sıradan bir tartışma değil, dönemsel ve devrimsel bir tartışmadır. Bu konuda daha şimdiden önemli sonuçların ortaya çıktığını belirtebiliriz. Bu tartışmalarda ortaya çıkan, her şeyden önce artık eskisi gibi yaşanılamayacağı hususudur. Eski tip yaşamın kadın-erkek ilişkilerinde, aile ilişkilerinde, hatta tüm toplumsal ilişkilerde kendini yansıttığı kadar, askeri ve siyasal çalışmalara yansımasının da anlamsız, tehlikeli, yetmez ve çirkin olduğu, tıkanmadan ve bunalmadan başka bir sonuca yol açmadığı, bu tartışmaların ortaya çıkardığı en temel hususlardır.
En önemlisi de, büyük bir gafletin var olduğu, bu tip yaşamın ve ilişkilerin yüzeysellik olduğu, çok amaçsız, incir çekirdeğini doldurmaz talepler ve özlemlerle kendini aldatma olduğu, bütün yaşamı tıkattığı ve hatta yaşamı kaybettirdiği, bunun da her türlü düşkünlüğün temeli olduğu açığa çıkmıştır. Ömürlerin bu nedenle boşu boşuna elden gittiği, basit bir tutku, cinsellik ve birliktelik uğruna kişilerin kendilerini daha on beş yaşından itibaren bitirdiği, en önemlisi de muazzam bir sevgisizlik ve aşksızlık ortamının olduğu, doğa güzelliğini, yurt güzelliğini, yurtseverlik duygusunun yüceliğini görmediği, toplumsal özgürlüğün ne kadar vazgeçilmez olduğunu görmemeye götürdüğü, her şeyin bu yaşam ve ilişki tarzıyla mahkûm olduğu, bu yaşamın çözümlendiği oranda kimsenin böyle bir yaşama itibar etmeyeceği vurgulanmıştır. Bu tür aile ve kadın-erkek ilişkilerinin, hatta cinsel ilişkilerden aşk ilişkilerine kadar, yine aile ve kabile ilişkilerinden basit arkadaşlık ilişkilerine kadar ilişkilerin bu biçimiyle kimseyi tatmin etmediği, kişiye yaşamını verimsiz harcattığı, savaş ve parti gerçeğinden uzak düşürdüğü, bunun da her türlü geriliğin ve başarısızlığın temeli olduğu ortaya çıkarılmıştır.
Bu denli geliştirilen tartışmalar ve varılan sonuçlar nasıl yaşamalı sorusunu da beraberinde getirmiştir. Bunun öyle kolay cevaplandırılacak bir soru olmadığı, tersine çok temel bir devrimsel soru olduğu, devrimin çok temel bir ufkunu esas alması gerektiği, ‘ne ile, nasıl yaşanılmaz’ sorusu kadar ‘ne ile, nasıl, kiminle, ne zaman, hangi biçimlerde, hangi özde yaşanılabilir’ sorusuna açıklık getirdiği belirtilmiş; yine parti ve ordu yaşamından tutalım ikili ilişkilere kadar her alanda tercih edilebilecek ve özgün olabilecek olanın nasıl olması gerektiği, çok yönlü sorular, duygular ve umutlarla, hatta bilimsel olasılık ifadeleriyle cevaplandırılmaya çalışılmıştır.