Kadının Çığlığı

0
1587

Beş bin yıllık erkek egemenlikli sistemin genelde tüm insalık ve özelde de kadının üzerinde yaratmış olduğu zihinsel-düşünsel, ruhsal, psikolojik, felsefi ve hatta fiziki tahribatlar oldukça büyüktür. Çeşitli biçimlerde sürdürülen bu sistem duygu ve düşüncelere hükmederek, Sümer rahiplerinden de beter bir biçimde insanlığı fethetmeyi esas almış ve büyük oranda da bunu başarmıştır. Çünkü köksüzleşen insan, kendi tarih ve sosyolojik gerçekliğinden bihaberdır. Kapitalizm insanlığı öyle bir düzeye getirmiştir ki, bireysel çıkarlar ve bunun üzerinden salt yaşamını idame ettirme derdinden başka hiçbir toplumsal yükümlülüğü üstlenmeyen bir konuma sokmuştur.  Bu da doğal olarak insanları neolotiğin ahlaki ve politik toplum özünden uzaklaştırmış ve bireyci kişilikler yaratmıştır. Sorumsuz ve etik yargılardan kopmuş bireylerin doğru bir toplumsallık anlayışını oturtmalarını beklemek mümkün mü? Zaten toplum, toplum olmaktan çıkarıldığı için ahlaki değer yargıları sistemin çıkarları temelinde dizayn edilerek farklılaştırılmış, saptırılmış ve özü çarptırılmıştır. Elbette ki böyle bir gerçeklik karşısında kadının içerisinde düşürüldüğü konumu göz önüne getirdiğimizde, ne kadar içler acısı olduğunu görebilmekteyiz. 

Sınıflı toplumun çıkışından günümüze kadar kadın, her dönem farklı biçimlerde bazı sistemsel çıkarlara kurban edilmiş ve gün be gün çarpıklaştırarak günümüze kadar gelmiştir. Yine her geçen gün farkında olmadan sisteme entegre olmuş, boyun eğmek zorunda kalmış ve böylece özü olan Tanrıça kültüründen ciddi anlamda bir uzaklaşmayı ve kopuşu yaşamıştır.  Oysaki neolitikte insanlığın yaratıcısı ve öncüsü olan kadın gerçek anlamda demokrasi, adelet, eşitlik ve özgürlük ilkelerini bağrında taşımıştır. Bu açıdan sömürü ve tahakküm yine zorbalık ve egemenlik kavramlarıyla henüz tanıştıırılmamıştır. Çünkü tanrıçalık sosyal bir olgudur. Sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, fiziksel, cinsi vb boyutları vardır. yani kadın sınıflı toplumun başlamasıyla birlikte yaşadığı 1. Cinsel kırılma’dan bu yana hep sömürülen konumda olmuştur. Elbette ki tarih bilinci ve felsefik bakış açısından kopuk kalınması bunu tamamlar nitelikte olmuştur.  Önderlik boşuna ‘Kendini Bil’ demedi. Çünkü tarih bilincinden yoksun her birey, cins veya toplumlar her zama kaybetmeye mahkumdur. Bu kadının çektiği acılarda bu sistem gerçekliğinden kopuk değildir. Kapitalizmin bire bir yaşandığı ABD ve Avrap kıtalarında kadın, sahte bir özgürlük anlayışı ile kandırılarak sistemin tuzağına düşürülmüş ve hatta farkında olmadan sistemin birebir yürütücüsü de olabilmiştir. Demokrasi, eşitlik ve özgürlük sloganı ile kandırılan kadın, buna inanarak böylece sistemin bir yedeği de olmuştur. Yani kadının kapitalizmin sahte demokrasi söylemlerine inanarak ekonomik, siyasal, hukuksal ve bir cins olarak özgürlüğüne kavuştuğunu düşünme gibi bir gaflet içerisine girmiştir. Osya sistem gerçek anlamda önderliğin “kapitalizm ekonomi değil, iktidardır” söylemi sistem ve tahakkümden başka neyi ifade edebilir ki?

Erkek egemenlikli sistemin yarattığı Batı toplumunda gerçeklik bu biçimde iken, henüz feodalizm ve İslam dininin çok ağır etkisini taşıyan Ortadoğu toplumunda ise gerçeklik çok daha farklı ve karmaşıktır.  Bu anlamda çak daha geri ölçülerin dayatıldığı bir toplumsal yapıyla karşı karşıya kalıyoruz. Erkeklerin dünyası da diyebileceğimiz böyle bir ortamda, çarptılan katı bir İslami anlayışı hüküm sürmektedır. Erkek bu sistem içerisinde tümden özgür olduğunu düşünme de sistem tüm insanlığı, kendi cenderesine aldığı için gerçek anlamda erkek cinsinin de özgürlüğünden bahsetmek mümkün değildir.  Yani köleci dönemdeki gibi bir kölelik olmasa da dayatılan daha bir kölelik olduğu açıktır. Bu açıdan gerçek anlamda ne bir özgürlük ne de bir hakikatten bahsetmek söz konusu değildir. Öyle bir anlayış, bakış açısı ve zihniyet oturtulmuş ki günlük olarak sistemin iktidar politikalarına maruz kalan erkek de bir hiyerarşik düzeni kadın üzerinde uygulayarak sistemin ettirici konumuna düşmüştür. Bu açıdan Ortadoğu özelde de Türkiye, Kürdistan toplumunda, aile, sisteminin yürütülmesinde çekirdek görevini oynamaktadır.  Kürdistan gibi feodal ölçüler içerisinde boğulan bir toplum açısından ele aldığımızda ise çok daha katmerli bir durum karşımıza çıkmaktadır. Cinsiyetçi toplum bakış açısı, Kürdistan da bilinçli bir biçimde o kadar derinleştirilmiştir ki her şey erkeğin isteği, arzusu, keyfiyeti, çıkarları ve iktidarı içindir. Kadın yaşamın hiçbir alanında söz sahibi olmadığı gibi erkeğin kadın üzerinde kurduğu cinsel tahakküm bile onun iktidarını yüceltmeyi amaçlamaktadır. Feodal zihniyet hakim olduğu için kadın, erkeğin paylaşılmaz malı, mülkü ve ona ait olan cinsel tatmin aracı konumundadır. Aidiyet olgusu zaten sınıflı toplum zihniyet yapısını temsil etmektedır.  böyle kadının kendisine dayatılan, korkunç bir sömürü durumu olmaktadır. Erkek böylece kurduğu cinsel iktidarla, gücü ve yenilmezliğini ıspatlamaktır. Bu anlamda yaşamın her alanı erkek egemenliği ve iktidarı ile dolup taştığı için yaşam kadın için bir cehenneme cevrilmiştir. Kadın ise bu gerçeklik karşısında zavallı, iradesiz, dilsiz, çaresiz, boyun eğen ve kendini bilmez bir konumu arz etmektedır. Bu anlamda hiç bir cinsel birleşme, kadının rızası ve iradesi temelinde gelişmemiştir. Yani belirleyenin kadın olması gerekirken, her zaman belirleyici olan erkek olmuştur. Onun istem, arzu, haz ve şehveti temelinde gelişmiştir. Böyle bir zihniyeti hangi insani ölçüler çerçevesinde ele alabiliriz ki?

Yaşamın  hiçbir alanın da söz sahibi olmayan kadın, her yönüyle çok ağır bir kölelikle karşı karşıyadır. Bir cins olarak iradesine, kimliğine ve özgürlüğüne hükmederek onun tüm insani değer yargılarına tecavüz edilmektedır. Böylece kadın bir irade olarak hiçleşirken sadece cinsel güdülerin tatmin edildiği bir araç konumuna düşürülmüştür. Oysa bu insani ölçülere yapılan en büyük hakaret ve olmaktadır. Bu feodal ölçülere günümüzün çarpıtılmış İslamiyet anlayışı da eklenince kadın, erkek için klasik anlamda bir namus olgusu olmaktan öteye gitmemiştir.  Oldukça geri ölçülerin sınırlarına çekilen ve salt hayvani güdülerin hortlatıldığı bir toplum içerisinde, erkeğinde kadınında namus olgusunu farklı düşünmesi beklenebilinir mi? Çünkü kadın üzerindeki mal-mülk ve aidiyet olgusu böyle bir zihniyetten başka bir şey doğurmaz ki? Çünkü erkeğin sosyolojik açıdan, toplumsallık, ülke ve insan özgürlüğü boyutundaki hiçbir düşüncesi, yoğunlaşması ve sorunu olmadığı için yaşamın genelinde de çok dar bir pencereden bakmaktadır. Oysa Önderlik namusu ülke, halk ve kadın özgürlüğü ile özdeş kılmıştır. Ancak erkeğin elinde tek hükmedebileceği şey kadın olduğu için onu kaybetmekten korkmaktadır. O da elinden alınırsa iktidarı sarsılacaktır. Bu onun için yok oluştur. Sistem tarafından da topluma dönük bir yönelim geliştirildiğinde en hassas konu bu olduğu için buradan vurmaktadır. Çünkü toplumu şekillendiren sistemin kendisi olduğu için, en zayıf ve hassas halkanın da hangisi olduğunun bilincindedır. Güdülerine düşkün bir insan toplumu yarattığı için, tarihsel ve sosyolojik açıdan hiçbir toplumsal sorumluluğu üstlenmediği ve üstlenmeyeceğini de bilir. Böyle bir toplum, sistem açısından hiçbir tehlike arz etmediği gibi, onu yürütmek te oldukça kolaydır. Önderlik “Ahlaki ve politik toplumdan kopan bir toplumu yürütmek kolaydır. Başı koparılmış bir tavuk gibidir” belirlemesinde bulunmuştu. Oysa feodal ölçüler içerisinde boğulmuş ve nefes alamaz duruma gelmiş bir gerçek anlamda ahlaki değer ve yargılarından ne kadar uzaklaştırıldığının farkında bile değildir. Hem de politikadan hiç haberi yoktur. Böyle bir gerçeklik başta erkeği olmak üzere, tüm toplumu saptırmaya götürür. Nihayetinde  son yıllarda Kürdistan da yoğun bir biçimde gelişen tecavüz olayları bununaçık bir göstergesi olmuştur. Önderlik , ‘ ben bin yıllık tecavüz kültürü’ biçiminde bir nitelendirmede bulunarak, sistemin yarattığı gerçekliği ifade etmiştir. Hiçbir ideolojik ve siyasal bakış açısına sahip olmayan bireylerden oluşan bir toplumun, hayvani güdülerinin hortlatılacağı gibi bir sapıklık da açığa çıkar. Zincirlerden boşalmış hayvan misali saldırganlaşır. İste sistem bu gibi tipleri de kendi emelleri doğrultusunda kullanmayı bilmektedır. Günümüzde her ne kadar bireyler. Günümüzde he ne kadar bireyler bazında fiziki tecavüzler geliştiriliyor olsa da esas tehlike arz edeni, devlet tarafından oldukça örgütlü ve organizeli bir biçimde kücük kız ve genç kızlara dönük geliştirilen tecavüzler olmaktadır. 

Kadın kendi rengiyle çığılığını yükselterek hakikatın peşinden gitmelidir

Özelliklede  Kürt kızlarının hedef seçilmesi tesadüf olmadığı gibi çok planlı bir biçimde  yapılmaktadır. Klasik anlamda namusuna çok düşkün olan Kürt halkının en zayıf noktası kadındır.  Bu gerçekliği çok iyi bilen Türk devleti yetkilileri, bu açıdan gerçekleştirdiği yönelimlerin kapsamına fiziki tecavüzleri de almış bulunmaktadır. Aslında  siyasal açıdan verilmek istenen mesaj ‘ bugün namusunuza el atıyoruz, yarında her şeyinizi elinizden alır ve daha kapsamlı bir yönelim geliştiririz’ biçimindedır. Bugün  klasik anlamda belirlenen namus olgusuna el atıyorsa, yarın halk olarak da bizleri katliamdan geçirebilir. 

Çünkü onurumuza yapılan bir hakaret söz konusudur.  Yani bir halkın en zayıf noktasına dokunmayı göze alan bir devlet, yarın çok daha ağır yönelimleri göze almıştır demektır.  Bu açıdan gelişen siyasal sürece paralel bir biçimde, böyle bir yönelimle iktidarın gücünü de göstermekte ve ispatlamaktadır. Yani iktidarın gücü her şeye kadirdir. Bu açıdan kadını klasik anlamda namus olgusu gibi gören zihniyetin kırılması çok önemli olmaktadır. Aksi taktirde bu yönlü birey ve devlet uygulamaları ve saldırılarıyla sürekli yüz yüze kalacağımız da bir gerçektır.  Aslında kadının bedenine bilinçli bir biçimde dayatılan böylesi bir saldırı ve sömürü aynı zamanda halk olarak dilimize, kültürümüze, toplumsallığımıza ve kimliğimize dayatılan bir sömürü biçimidir. Devlet tarafından geliştirilen bu organizeli tecavüz kültürünün yanı sıra, bireyler tarafından görebilmekteyiz. Yani kadın her yönden bir saldırıyla yüz yüze kalıyor. Erkeğin günümüz gerçekliğinde güdülerine ne kadar düşkün olduğunu yaşanan bu tür olaylardan anlamak mümkündür. Bu kadar yoğun bir biçimde göstermiştir.  Kadının böylesi bir durum karşısında nasıl bir psikolojik depresyona gireceği erkeği zaten çok ilgilendiren bir durum değildir. Tek derdi hayvani güdülerinin tatminini sağlamasıdır. Oysa kadın uğramış olduğu böylesi bir saldırı sonucunda yıllarca onunu psikolojisi altında kalmaktadır. Kadınlarda oldukça sık görülen mazoşizm de kendini göstermektedır. Namusunun kirlendiğini düşünerek ya bunu yıllarca sır gibi saklamış ve önünde kör bir düğüm yapmış ya da psikolojik olarak kaldıramadığı için intihar etmiştir. Kadında da ideolojik, felsefik, sosyolojik ve tarihsel bir bakış açısı olmadığı için olaylara dar bir pencereden bakma gelişmektedır. Ne psikolojik bir depresyona girmek ne de intihar etmek bir çözüm olmadığı gibi kadının cins olarak çektiği acılara erkeğin anlam vermesi mümkün değil. Zaten acı çektiren ve kirleten de egemen erkeğin kendisi değilmidir?  Ama bunun cefasını çeken de, hep kadındır. Şunu çok iyi anlamak gerekir ki sistem tarafından kanıksatıldığı üzere namus kadının cinselliğinde değil, ülke ve özgürlüktedır. Önderliğin ‘tecavüz kültürü’ vurgusunu ele alırken de salt fiziki tecavüz boyutunda anlamamak gerekir. 

Ekonomik, kültürel, sosyal, siyasal, toplumsal, ideolojik ve felsefik anlamda kadın, ben bin yıldır sistemsel bir açıdan tecavüzle karşı karşıyadır. Bu açıdan bir kadına yapılan tecavüz aynı zamanda tüm kadınlara karşı geliştirilen bir saldırıdır. Bu gün Kürt halkına dönük bir saldırı geliştirilerek iradesizleştirmek, güçten düşürmek ve teslim almak istemektedır.  Bu durum bireysel bir sorundan ziyade, toplumsal bir sorunu içermektedır. Bu anlamda cinsiyetçi toplum bakış açısı kırılıp, demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü paradigma yaşamsal kılınmadığı müddetçe kadınlar hep böyle sorunlarla karşı karşıya kalacaktır. Önemli olan yaratılan bu zihniyeti kırabilmektedır. Yani tümüyle güdülerine esir düşürülen topulum değiştirip, dönüştürme ve onun yerine ahlaki ve politik bir toplum geliştirme gibi bir görevimiz vardır. Ahlaki politik toplumu oluşturmak, neolotiğin özünü günümüze ve çağımıza uyarlamaktır. Böylece kadın da hak ettiği yere yani özüne kavuşmuş olacaktırtır. Hakikat arayışımız da bu anlayış üzerinden gelişmelidir. Bu elbette ki uzun vadeli stratejik bir mücadele ve direnişten geçmektedır. Bu açıdan kadınların özelde Kürt kadınlarının örgütlülüğü buyük önem arz etmektedır. Bunun bilincini oluşturmak için de, çeşitli biçimlerde eğitsel ve bilinçlenme çalışmalarını yürüterek tarih bilincini derinleştirmek gerekir. Kadın artık zavallı, çaresiz, iradesiz, cahil, yönlendirilen ve köle durumundan çıkmayı bilmelidir. Bu anlamda  kendi öz savunmasını da geliştirilmelidir. Yoksa daha nice bireysel ve organizeli tecavüzlerle yüz yüze kalacağız. O yüzden mevcut sisteme alternatif olan demokratik konfederalizm sistemini oluşturmanın çaba ve çalışmalarını çok daha güçlü bir biçimde yürütmeyi bilmeliyiz. Bu anlamda bunun sorumluluk bilinci ile katılmayı kendimize esas almalıyız. Özgürlüğe giden tek çıkış yolu önderliğin hakikat arayışından geçmektedır. Diğer yollar köleliğe daha fazla kapı aralamaktan başka hiçbir anlam ve değer ifade etmez. Bu açıdan önderliğimizin dile getirdiği gibi her şeyin anlam gücüne ulaşmak gerekir. Kadında artık kendi rengiyle çığılığını yükselterek hakikatın peşinden gitmelidir. 

Kaynak: Parastina Gel Dergisi/Bengi Muş

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz