Kürdistan ve Türkiye’deki özgürlük, barış için Önder Apo tek çözüm gücüdü olduğunu söyleyen PKK MK Üyesi Kalkan, Kürt özgürlüğü için değil, Kürtler için değil, özgür bir dünyaya için Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne kavuşması gerekir’ dedi.
PKK MK Üyesi Duran Kalkan, “İmralı işkence ve tecrit sisteminin parçalanması ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için dört parça Kürdistan’da ve dünyanın dört bir yanında özellikle aydınlar, siyasetçiler, işçiler, emekçiler, kadınlar bu meseleye sahip sahip çıkoyor, Eylemlere katılıyor, İmralı sisteminin parçalanmasını istiyorlar” dedi.
Medya Haber TV’de yayınlanan Ülke’den programına konuk olan PKK Merkez Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Hoşeng Yılmaz’ın sorularını yanıtladı.
İMRALI SİSTEMİNİ KİMSE KABUL ETMİYOR
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecride ve buna karşı geliştirdiği direnişe dikkat çeken Kalkan, şunları söyledi:
“Gerçekten de büyük bir mücadele yaşanıyor o alanda. O temelde Kürdistandaki mücadele tüm kapsamı ve derinliğiyle sürüyor. Son dönemde bu yönlü bazı açıklamalar var Türkiye’den ve Avrupa’dan da. Önce görüş yasağı, şimdi 6 ay telefon yasağı, dediler. Gerekçe 2009’da hazırlanan ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne sunulmuş olan Yol Haritası. Halbuki Yol Haritası hazırlanırken AKP de Kürt açılımı, yaptım diyordu. Önder Apo avukatları üzerinden birçok çevrenin görüşünü aldı. Yani gizli saklı bir çalışma değil, tüm aydınların, siyasetçilerin, demokratik güçlerin katıldığı, Önder Apo’ya görüş ilettiği bir çalışmaydı. Hazırlanan sonuç 15 Ağustos 2009’da hükümet ve devlete sunuldu. AKP gizleyince Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de sunuldu. Yani öyle bir çalışmadan dolayı bugün disiplin cezasının hiçbir anlamı yok. Hukukçu değilim ben ama değerlendirsin hukukçular. Böyle bir hukuk nasıl var olabilir? Yoktur aslında. Yani ipe un sermek diye bir deyim var Türkçe’de. AKP’nin yaptıkları ona benziyor. Sanki daha önce görüşme oluyormuş, telefon görüşü oluyormuş da şimdi disiplin cezası konduğu için engelleniyormuş, böyle bir gerekçe çoğu zaman sunmuyorlardı ailelere, avukatlara cevap bile vermiyorlardı. Şimdi bunu verdiklerine göre ne kadar zorlandıklarını gösteriyor. Aslında çıkaracağımız önemli bir sonuç bu oluyor. Artık bu İmralı sistemini kimse kabul etmiyor, tümüyle deşifre olmuş durumda. AKP-MHP iktidarı, faşizmi de yürütemez duruma gelmiş. Böyle ipe un seren yaklaşımlarla sözde bu durumu kılıfına uydurmaya çalışıyor. Bazı gerekçelere dayandırmaya çalışıyor. Halbuki söz verdiler her düzeyde, Adalet Bakanı’ndan Cumhurbaşkanı’na kadar.
BU BİR REHİNE SİSTEMİDİR
En son CPT işkence var, dedi. Geçen gün Avrupa Konseyi tartıştı ve CPT raporunu onayladı, acil tedbir istiyor. Durumun değiştirilmesini istiyor, kararlar alıyor. Avrupa Konseyi esas olarak sorumlu. Önder Apo, TC’nin buradaki rolü gardiyanlık, demişti. Evet TC gardiyanlık yapıyor, sistemi onlar yarattı fakat nasıl oluyorsa sistemin yaratanı karar alıyor ama uygulanmıyor karar. Gardiyan söz veriyor, söz yerine gelmiyor. Böyle bir sistem işte. Buna rehine sistemi denebilir. Bu bir kez daha net ortaya çıktı.
ÖCALAN TEK ÇÖZÜM GÜCÜDÜR
Burada önemli olan mücadele. İmralı işkence ve tecrit sisteminin parçalanması ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için dört parça Kürdistan’da ve dünyanın dört bir yanında yürütülen mücadele. Bu önemli bir gelişme kaydetti. Gerçek olan durum bu. Dört parça Kürdistan’da da, dünyada da Kürt halkı ayağa kalktı. Daha da önemlisi dünyanın dört bir yanında özellikle aydınlar, siyasetçiler, işçiler, emekçiler, kadınlar bu meseleye sahip çıkar hale geldi. Eylemlere katılıyor, İmralı sisteminin parçalanmasını istiyorlar. Bunların hepsini selamlıyoruz. Türkiye’de de dünyada da İmralı sisteminin parçalanarak Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne kavuşmasını istiyorlar. Buna Kürtler kadar dünyanın bütün ezilenlerinin, insanlığın da ihtiyacının olduğunu belirtiyorlar. Yani biz Kürt özgürlüğü, Kürdistan ve Türkiye’deki özgürlük, barış için Önder Apo tek çözüm gücüdür, dedik. Başka kimse bunu yapamaz. Bu görüşümüzü burada bir kez daha belirtmek istiyoruz. Fakat şimdi dünyanın dört bir yanından özgürlükçü demokratik güçlerden bize cevap geldi, sadece Kürt özgürlüğü için değil, Kürtler için değil, dünyanın barışı, demokrasisi, daha özgür bir dünyaya ulaşmak için de Önder Apo’nun çok temel rol oynadığı, dolayısıyla fiziki özgürlüğüne kavuşması gerektiği ifade ediliyor.
KÜRESEL ÖNDERLİK GERÇEĞİ
Kürdistan özgürlük mücadelesinden bu sonuçlar çıkarılıyor. Önder Apo’nun savunmaları okunuyor, ortaya koyduğu çözümlerden bu sonuçlar çıkartılıyor ve büyük bir sahiplenme var. Artık mesele ulusal, bölgesel olmaktan da çıktı küresel bir mesele haline geldi. Önder Apo gerçeği küresel bir önderlik gerçeği haline geldi. Tüm ezilenler sahip çıkıyorlar. Önder Apo’nun düşüncelerinden kendi kurtuluşları için çözüm yolu arıyorlar. Bu temelde de sahipleniyorlar. Bu çok açık bir durumdur. Umut vericidir. Mücadele gelişiyor.”
BERİTAN’IN ŞEHADETİ DÖNEMEÇTİ
Şehadetinin 28. yıl dönümünde şehit Beritan’ı (Gülnaz Karataş), onun şahsında tüm özgürlük mücadelesi şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anan Kalkan, yine şehadetlerinin birinci yıl dönümünde Cemil Amed ve Demhat Egid’i de andı. Beritan’ın şehit düştüğü Xakûrkê’de şimdi Xakûrkê de büyük savaş yaşandığını; saldırganlığın ve saldıranların devam ettiğini hatırlatan Kalkan, şunların açığa çıktığını söyledi: “1991-92 bir dönemeçti. Güney savaşı dediğimiz savaş bir dönemeçti. Beritan’ın şehadeti bir dönemeçti. Çekiç Güç operasyonu temelinde ABD, TC, KDP ittifakı ile yürütülen bir imha ve tasfiye saldırısı vardı. Bu Uluslararası Komplo’nun da bir ön adımıydı, bir başlangıcıydı. Oradan sonuç alamayınca 9 Ekim 1998’de, Uluslararası Komplo’ya dönüştürüldü ve 22 yıldır İmralı işkence ve tecrit sistemi temelinde Önder Apo’ya, tüm halkımıza ve Hareketimizi yönelik bir saldırı olarak sürüyor ve çok daha somutlaşıyor.
BERİTANLAŞARAK DİRENMEK GEREKİR
Aynı ittifak, aynı biçimde saldırıyor. Bugün de ABD, TC, KDP ittifakı ile Hareketimize yöneltilmiş bir imha ve tasfiye saldırısı var. Bu, Bakur’da/Türkiye’de, Başûr’da, Rojhilat’ta, Rojava’da, yurt dışında; her yerde böyledir. Topyekun bir faşist soykırımcı özel savaş saldırısı. Her yerde böyle bir imha ve tasfiye saldırısına maruz kalıyoruz Hareket ve halk olarak. İşte burada Şehit Beritan gerçeği, Beritan direnişçiliği öne çıkıyor, önem kazanıyor. Yani böyle bir saldırganlığa karşı örneğin Şengal’de, Rojava’da, Amed’de, Başûr’da, Süleymaniye’de, Hewlêr’de, Behdinan’da, nasıl direnmeli Kürt halkı, gençleri, kadınları, bu soruya Beritan Direnişçiliği cevap veriyor. Beritanca olmalıdır diyor. Beritanlaşarak direnmek gerekli. Önder Apo Kürt özgürlük hareketinin doğru direnme çizgisi dedi. Neydi bu çizgi? Sonuna kadar düşmanına karşı durdu, özgürlükten ve demokrasiden yana oldu, faşizme soykırımcılığa, işbirlikçiliğe ihanete karşı son mermisine kadar savaştı. Hiçbir değer düşmana vermedi. Gerekirse taşla saldırılara kuşatmaya karşı direndi. O da olmayınca yine teslim olmadı. Ne hiçbir imkanı ne de kendisini teslim etmedi. Kuşatma daralınca, Biji Serok Apo diyerek kendisini uçurumdan atıp şehit düştü. Çizgi bu. Şimdi ne yapmamız gerekir, bu durumda nasıl mücadele etmeliyiz diyen gençler için, kadınlar, emekçiler için, bu soruyu soranlar için ben bunu ifade ediyorum. Beritanca direnin. Şehit Beritan gerçeğine bakın, aydınlatıyor. Kürdistan’daki faşist soykırımcı saldırılara, emperyalist müdahaleye, işbirlikçi hain saldırılara karşı doğru yurtsever-özgürlükçü tutumun nasıl olması gerektiğini, Beritan gerçeği gösteriyor. Dolayısıyla bugün de taptazedir. Hiçbir aşılma yoktur. Günümüzü sonuna kadar aydınlatıyor. Tecride, İşgale, Faşizme Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı hamlemizin temel direniş çizgisi, Beritan çizgisi oluyor. Beritanca bu sürece yaklaşıyoruz, Beritanca direneceğiz ve kazanacağız.”
DEMOKRATİK ÖZERK ŞENGAL HEDEF ALINDI
PKK Merkez Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Şengal’in askeri ve siyasi iradesine rağmen Irak ve Federe Kürdistan’da yapılan anlaşmasının, Şengül ve Kürdistan halkında kabul görmediğini; buna tepki gösterildiğini hatırlatarak, şöyle devam etti: “DAİŞ saldırılarından kaçan güçler tarafından yeniden ele geçirilmek istendiği açığa çıktı. Yani KDP almak istiyor. Bunun başka bir anlamı izahı yok. Bunlara yaptırdılar ama önce ABD yönetimi böyle olmasını istedi. Bunu hiç kimse göz ardı edemez. ABD ne yapmak istiyor Şengal’de açığa çıkmalı. Müdahalelerini sürdürüyor, bu müdahaleler kimin yararına kimin zararına? Nasıl bir anlayışla yapıyor? Bunu görmemiz lazım.
ABD amaçları doğrultusunda Irak, Türkiye, Güney Kürdistan yönetimi birleşsin PKK’ye karşı mücadele etsin, istiyor. Amaç ortaya kondu. Hedef PKK. PKK nişan tahtasına konuyor, ondan sonra kendilerine olmayan her şeye saldırıyorlar. Bazen başkalarını öne çıkarıyorlar, PKK’ye de saldırıyorlar. PKK burada hedefleniyor. PKK adıyla hedeflenen özgür Kürtlüktür, demokratik özerk Şengal’dir. Ezdi Kürt toplumumuzun özgür ve demokratik özerk yaşamının ortadan kaldırılmasıdır. Bunu anlıyoruz. Bunu Türkiye istedi. Anlaşmayı meşruiyete olsun diye böyle yaptırdılar. Dolayısıyla ABD’nin istemi ve TC’nin dayatması sonucunda alınan bir karar, anlaşma. Bunu herkes iyi bilmeli.
AĞUSTOS 2014 YAŞANMAMIŞ SAYILAMAZ
Bunda en temel rolü KDP oynuyor. Çünkü gerçekten de KDP tarihi olarak hata mı yaptı diyelim, suç mu işledi, kendisi özeleştiri vermeli, yanlış yapmışsa düzeltmeli. Yoksa tarihin bir kesitini, örneğin Ağustos 2014’ü yaşanmamış sayamaz yani. Temmuz’u yaşanmamış sayamaz. Sanki ortadan kaldırmak istiyor gibi. Böyle olamaz yani. Böyle bir düşmanlığı, saldırganlığı var. Şengal halkının, Êzîdî Kürtlerin özgür özerk demokratik yaşamını destekliyorum, diyerek kendisini kabul ettireceğine, geçmişteki bu hata mı suç mu, onu tekrarlayarak ama güç olarak da etkinlik kurarak, bütün gücünü seferber ederek ele geçirmek istiyor. KDP’nin yaptığı doğru değil. Şengal’e saldırının arkasında esas olarak TC ile KDP var. Amerika da istedi, Irak’ı da buna mecbur ettiler.
Bağdat yönetimi hiçbir zaman, özellikle de Kürtlere karşı TC ve KDP çizgisinde olmamalıdır. Bu çok çok önemli. Öyle olursa tarihi hata yapar. Kendi ayaklarını keser. Darbeyi kendisine vurmuş olur. Bunu diğer alanlardaki gelişmelerden görüyoruz.”
KDP’NİN KÜRTLÜĞÜ DE TARTIŞILIR HALE GELDİ
Türk devletinin, Kürt düşmanı soykırımcılığının, yüzyıllık pratiğiyle ortada olduğunu ama KDP’nin niye buraya vardığını ise Kalkan, şöyle sorguladı:
“Ne kadar Kürt tartışılır hale geldi işte. Zaten demokratlığı, özgürlükçülüğü artık kimse dile getirmiyor da Kürtlüğü de tartışılır hale geldi. Bakın, Hewlêr’de bir MİT yöneticisi vurulmuş diye, Bakurlu iki Kürt gencini idam edecekler. En çok tartışılan bir konu bu. Nereden geldi bu? Halbuki yönetimiz açıklama yaptı. PKK ile bir alakası yok, bizim bilgimiz yok. Hala da ben genel basının verdikleri dışında bir bilgiye sahip değilim. Yönetimimiz de bilgisinin olmadığını ve onaylamadığını aynı biçimde, yani doğru bulmadığını açıkladı. Sonuçta bir MİT ajanı vurulmuş. Vurulan öyle sıradan bir insan da değil. Güney Kürdistan’da katliam üzerine katliam yapan bir kişi. En son Neçirvan Barzani Ankara’yı ziyaret etti. Tayyip Erdoğan ile bir saat gizli görüştüğü söylendi. Ne görüştüler? Şimdi idam edilirse Tayyip Erdoğan istedi, Neçirvan Barzani de yerine getirdi, denilecektir. Kürt kamuoyu bunu böyle anlayacak. Bir defa bunu bilelim. Öyle bunun yasayla, hukukla, adaletle bir alakası yok. Adaletten bahsedenler, 2000 öncesini bir yana bırakalım, 2007’den bu yana Türk ordusu karadan ve havadan bu Güney Kürdistan alanına ne kadar saldırı yaptı. Bunu açıklasınlar. Buranın yönetimiyim, diyen KDP yönetimi, bu saldırılara karşı hangi tutumu aldı? Ne kadar mahkeme kurdu? Ne kadar karşı çıktı? Hangi yargılamaları yaptı? Örneğin, Şêladizê’de, Bradost’ta, Amediyê’de, Heftanîn’de, Zaxo’da siviller, Güneyli halk, Kürdistan özgürlük gerillası en vahşi silahlarla katledilirken hangi davaları açtı. Katillere dönük hangi yargılamaları geliştirdi?
KÜRT DÜŞMANI CEPHEDE YER ALMA DURUMU VAR
Güney Kürdistan insanları. Örneğin Diyar Xerib yoldaş, Başûr’dan geldi Kandil’de TC saldırısıyla katledildi ve Türk Savunma Bakanı, MİT marifetiyle yaptık, dedi. Yani yerelden örgütledik, MİT’çiler bilgi verdi, katliamı yaptık. İşte Hewlêr’de vurulan katil, bunu örgütleyenlerdendi. Şimdi Güney Kürdistan insanının, Kürt insanının, hiçbir değeri yok, vurulabilir, öldürülebilir, hiç sahip çıkılamaz ama bir Türk ajanı, katili öldürülünce kıyamet kopuluyor. Onun için bu kadar mahkemeler kuruluyor. Bilmem idamlar veriliyor. Bu anlaşılır gibi değildir. Durum ortada, ne oluyor? Bunun için KDP’nin Kürtlüğü de tartışılır hale geldi, diyorum. Bu kadar Kürt karşıtı ol, bu kadar Türk devletini destekle, MİT’i destekle, böyle olmaz. Bu kadar Türk severlik, MİT severlik iyi bir durum değildir. Bunu herkes görmeli, bilmeli. Bu bakımdan, şunu ifade etmek istedim; Şengal’de, Güney Kürdistan’ın diğer yerlerinde, Bradost’ta, Iraklı generaller vuruldu. Heftanîn’de olanlar, Bakur’da olanlar, Şengal’den farklı değildir. KDP’nin burada tamamen Kürt düşmanı, faşist-soykırımcı cephede yer alma durumu var. TC ile ittifakı ve buna verdiği destek bunu gösteriyor. TC, karadan MİT ile yapıyorum, diyor. Bu MİT de KDP yönetiminin izni ve imkanları dahilinde hareket ediyor. Kürt gerillasını, Güney Kürdistan’ın yurtseverlerini avlatıyor, katlettiriyor. Böyle olamaz. Bu çok açık bir durum, herkes görmeli, dünya tanımalı. Kimse Kürt temsilcisi gibi KDP ile anlaşmaya kalkmasın, diğer Kürt örgütleri bunu kabul etmezler. Bağdat yönetimin özellikle bu konuda çok daha duyarlı ve dikkatli olması lazım.”
MASKESİ DÜŞTÜ, YÜZÜ NETLEŞTİ
Arap dünyasında TC’ye karşı gelişen tepkilerinin önemine işaret eden Kalkan, şimdi tamamen bir Kürt ve Arap düşmanı konumda olduğunun açığa çıktığını; maskesinin düşüp yüzünün netleştiğini; Türk-İslam sentezci, faşist soykırımcı gerçeğinin kabul edildiğini söyledi. Kalkan, III. Dünya Savaşı kapsamında yayılmacılık temelinde hareket eden TC’nin, Kürdistan’ın Başûr, Rojava parçalarını saldırı ve işgaliyle yetinmediğini belirterek, şöyle sürdürdü:
“Suriye’ye saldırıyor, işte Katar’da büyük bir üslenmesi var. Libya savaşına katılıyor. Böylece aslında Kürdistan ve Arabistan’da gücü yettiği oranda işgal geliştirmeye çalışıyor. Böyle bir niyetinin olduğu, TC devletinin, AKP-MHP faşizminin böyle bir politik-stratejisinin var olduğu, gizliden gizliye yapılmış, hazırlanmış olduğu ve şimdi de uygulamaya konduğu açığa çıktı. Bu net. Alem de bunu görüyor yani. Açık görülebilen durum bu. Kürtler bunu fark etti. Erkenden zaten büyük bir mücadele verdiler. Şimdi örneğin Suriye’de çeşitli Arap çevreleri bunu fark ediyor ve büyük bir mücadele halindeler. Diğer alanlarda da Arap toplumu, aydınları, sanatçıları, gençleri, kadınları, siyasetçileri, devlet güçleri, partileri bu gerçeği daha açık görmeye başladı. Şimdiye kadar farklı bir yaklaşım vardı biraz. Herhalde baskı da vardı ama şimdi özellikle Kürdistan’daki mücadele ile TC’nin/AKP-MHP faşizminin maskesinin düşürülüp gerçeğinin açığa çıkartılmasında görüyorlar. Arap alemi bu gerçeği daha iyi görür hale geldi. Gücü yeterse Arabistan’ı işgal edecek. Her yerde koloniler kuracak. Kendi egemenliği altına alacak. Böyle açık bir saldırı yürütüyor. Bu temelde kendini Arabistan’ın hakimi, sömürgecisi olarak görüyor. O hale getirmek istiyor. Bu da açığa çıktı ki işte I. Dünya Savaşı’ndan sonra Arabistan neden böyle bölündü, Arap toplumu neden bu kadar baskı altına alındı. Bütün bunlarda TC’nin payı var. AKP-MHP politikaları bunu açığa çıkardı. Şimdi Arap toplumu bunu görüyor ve tehlikeyi hissediyor, bu tehlikeye karşı çıkıyor, doğru bir tutumdur.
KÜRTLER VE ARAPLAR, İKİ TEMEL GÜÇTÜR
Yüzyılın Ortadoğu’su değişecekse bunu yapacak iki temel güç; Kürtler ve Araplardır. Kürt özgürlüğü ve Arap demokrasisi ancak yeni bir Ortadoğu’yu kurabilir. Bunu da Kürtler ve Araplar ittifak halinde, dayanışma halinde özellikle AKP-MHP faşist diktatörlüğüne, zihniyet ve siyasetine karşı yürüttükleri mücadeleyle sağlayabilirler. Artık her yerde fark ediliyor. Genel bir hareket gelişiyor. Biz bunu önemli görüyoruz. Daha çok da gelişmeli aslında. Bütün Arap sahasına da yayılmalı. Dış dünyaya da yayılmalı. Devlet Bahçeli ve Tayyip Erdoğan faşist diktatörlüklerinin yüzleri ortada. Bunun Saddam’dan, Hitler’den farkı ne? DAİŞ’ten farkı ne? Yoktur. Onlara karşı tavır alacaksın ama Devlet Bahçeli gibi tescilli bir faşisti almayacaksın. Onun izinde yürüyen Tayyip Erdoğan’ı almayacaksın. Bu ikiyüzlülük oluyor. Dünya tutumunu düzeltmeli. Araplar gerçekleri daha iyi görmeli. Böyle sıradan bir yönetim yok. Türkiye halklarına, demokratik güçlerine karşıt olmamalıyız tabi, düşmanlık yapmamalıyız. Kürt-Arap ilişkileri demokrasiyi, kardeşliği birlikte yaşamı öngörür. Bunun içerisinde Türkiye halkları da var. Türkiye demokrasisi de var. Onlarla birlikte öngörülüyor ama bugünkü yönetimin nasıl faşist, soykırımcı, sömürgeci, yayılmacı, işgalci bir yönetim olduğu açık. Buna karşı da kesinlikle mücadele etmek lazım. Dünyanın bunu desteklemesi gerekiyor. Gerçekten de demokratik değişim-dönüşüm isteyenler, Ortadoğu’da demokrasi isteyenler, Kürt-Arap ittifakını ve mücadelesini desteklemeli. Biz o boykotları selamlıyoruz. Daha çok aydınlar, siyasetçiler Önderlik çizgisini okuyup öğrensinler. Önderlik savunmalarını okusunlar. Kürdistan Özgürlük Mücadelesini, PKK’nin geliştirdiği mücadeleyi daha iyi tanısınlar, Arabistan açısından, Ortadoğu açısından ne öngörüyor, ne anlam ifade ediyor. KDP’ye bakarak Kürtlere hüküm biçmesinler. PKK çizgisi farklıdır. Bunu görsünler, böylece hem faşist TC işgalciliğine, yayılmacılığına karşı daha aktif tutum alsınlar hem de bu tutumu, mücadeleyi Kürt özgürlük ve demokrasi güçleri ile ittifak, dayanışma, ortak mücadele dahilinde yapsınlar. Çağrımız bu temeldedir. Kürt Özgürlük Hareketi olarak biz hem hazırız bu tür şeylere hem de bunun gelişmesi için elimizden gelen bütün çabayı harcıyoruz.”
ROJAVA’YA YENİ İŞGAL SALDIRILARI
Libya, İdlib, Kuzey-Doğu Suriye’de savaşamayan Rusya ve TC’nin Kafkasya’da savaşa tutuştuğunu; aslında Ermenistan-Azerbaycan çatışması denen, Dağlık Karabağ çatışması olarak ortaya konan çatışmanın, böyle olduğunun açığa çıktığını kaydeden Kalkan, artık Rusya yönetimi bunu biraz daha açık olarak da ifade etiğini savundu. Şimdi oradaki çatışmaların da bir çıkmaza girdiğini, bir noktaya geldiğini; Türkiye’nin orada da sonuç alamadığını belirten Kalkan, bunun üzerine tekrar okların Kuzey-Doğu Suriye’ye yöneltildiğini ve son dönemlerde saldırıların arttığını söyledi.
“Daha büyük saldırı olabilir. İşgal girişimleri gelişebilir. AKP-MHP faşizminin buna ihtiyacı var” diyen Kalkan, şunları ifade etti:
“Hiç kimse yanlış, hata yapmamalı. İmkan ve zemin bulursa kesinlikle yapar. Yani ABD, Rusya, Avrupa’dan onay çıkartırsa Efrin’de, Serêkaniyê savaşında olduğu gibi, yine saldırılar yapar. Zaten mevcut durumda da saldırıyor yani. Dêrik’ten Kobanê’ye kadar her yerde saldırıyor. Zaten Efrîn ve Serêkaniyê’de soykırım uyguluyor. Uçaklar vuruyor, keşifler vuruyor, siviller katlediliyor, ciddi ve yeni bir durum var.”
HEPSİ, TC SALDIRILARI KARŞISINDA SESSİZ
Kalkan, burada şu önemli noktaya işaret etti: “TC bunu yapar, saldırılar da yapıyor fakat buna tepki yoktur. Bunu görmek lazım. İlginç durum bu. Kürtler, diğer halklar, demokrasiden yana olan güçler, Efrîn ve Serêkaniyê’de küçük bir eylem; Bab ve Cerablus’ta bir faşist çeteye, katile dönük eylem yaparlarsa kıyamet kopuyor. Hemen ABD açıklama yapıyor, Rusya tutum koyuyor, böyle olursa şunu yaparız bunu yaparız, deniliyor. TC yapınca serbest. Bu kadar sınır ihlali, sivil katliamları ve saldırı var, hiçbirisinden ses çıkmıyor. Demokratik güçler, yerel güçler, oranın sakinleri, kendi özgürlükleri için işgalciye karşı ufak bir şey yaparlarsa suç oluyor, herkes onun durdurulmasını istiyor. TC işgalciliği yeni katliamlar yapıyor, kimseden çıt çıkmıyor. Bu böyle olamaz. Bunu herkes görmeli. Bu durumun gerçekten de maskesini düşürmek, teşhir etmek lazım.
KİMSE KÜRTLERİ BÖYLE TARTIŞAMAZ
Son dönemde ENKS’nin dahil olduğu birlik görüşmelerinde Kürtçe eğitime karşı olunmasını, böyle bir tartışmayı garipsediklerini söyleyen Kalkan, şöyle konuştu: “Kürtçe eğitim olsun mu olmasın mı diye. Kuzey-Doğu Suriye, Rojava’daki bu tartışmayı doğru ve anlamlı bulmadık. Daha doğrusu bir suç olarak da görebiliriz yani. Kimse Kürtleri böyle tartışamaz. Kürtçe konuşulur mu konuşulmaz mı, Kürtçe eğitim olur mu olmaz mı, bunun tartışılması suçtur. Bu, Kürtlüğe hakarettir. Bir başka toplumun tartışılıyor mu varlığı? Bir başka dilin konuşulması ya da eğitimi tartışılıyor mu? Peki neden Kürtler tartışılıyor? Tartıştırıyormuş ENKS denen güç. Bu ENKS nedir? Nereden çıktı, bu kadar abartıldı, sanki Kuzey-Doğu Suriye’de ENKS var, Rojava’nın özgürlük savaşını ENKS yürütmüş gibi bir değer biçiliyor. Yok öyle bir şey. Bu çizgiyi biz biliyoruz, bu 1970’in başında TC mahkemelerinde de Kürt var mı yok mu diye tartışıyordu TC ile. Kürt halkının varlığını tartışmaya açmıştı. Şimdi de Rojava’da dilini tartışmaya açıyor. Bunların öyle Kürtçülüğünün, milliyetçiliğinin, Kürt kültürü ve gelişimi ile bir alakası yok. Hepsi maddi çıkar sağlamak içindir. Hep maddi kazanç için. Kendi çıkarlarını bunun üzerinden elde etmek içindir. Milliyetçilikleri de Kürtçülükleri de böyledir. Bir kere daha maskeleri düştü. Her söz söylenemez. Her tartışma, tartışma olarak kabul edilemez. Bütün Kürt toplumunu incitti. O tartışma incitti, herkes bunu bilmeli.”
TÜRK İKTİDARININ DAYANDIĞI MİRAS
PKK Merkez Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, “AKP-MHP faşizmi gökten düşmedi. Onların yönetmeye, sürdürmeye çalıştıkları devlet böyle” diyerek konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bu tür saldırganlığın dışında olan bir devlet değil. İster son yüzyıla damgasını vuran TC devleti olarak ele alınsın, ister ondan önceki Osmanlısı, Selçuklusu, Bizans’ı biçiminde ele alınsın, İstanbul merkezli 4 bin yıllık bir devletleşme süreci var ve bunun nasıl bir despotizm, saldırganlık, katliamcılık olduğu biliniyor. Osmanlının devlet mirasını devralarak ona Selçuklu ve bir de Mısır-Sümer’den, Selçuklu-İran’dan gelen devletçiliğin sonuçlarını da aktararak böyle bir sentez yaratma durumu vardır. Osmanlı devletleşmesi gerçekten de önemli bir sentezleme. Bir tarafı Bizans’tır, Avrupa devletçiliğinin mirasını ifade ediyor. Bir tarafı Selçuklu-İran devletçiliğini, bir tarafı Mısır-Sümer, İslam devletleşmesinin mirasını ifade ediyor. Bu üç devletçi mirası sentezleyerek Osmanlı sistemi denen sistem oluştu. Bu Osmanlı hanedanlığı gelişti. Ve gerçekten de 5-6 yüzyıla yayıldı. Büyük bir hanedanlık ortaya çıktı ve nasıl bir hüküm sürdüğü biliniyor. Bununla bağı var tabi.
Mesela Devlet Bahçeli ve Tayyip Erdoğan da bu tarihi çok önemsiyorlar. Osmanlı sultanlarına çok öykünüyorlar. Kendilerini Alpaslan’a, Ertuğrul, Sultan Mehmet’e, Abdülhamit’e benzetiyorlar. Birçok Osmanlı sultanını esas alıyorlar. Diğer yandan TC bu devlet sisteminin yıkıntısı üzerinde doğdu. Onunla çatışır gibi oldu fakat onun dışında doğmadı. O kültür, gelenek, anlayış ve kurumları esas aldı, yeniden örgütledi. Osmanlı ordusunun kurduğu bir cumhuriyet oldu. Adına cumhuriyet dedi ama ortada cumhuriyet diye bir şey yok daha. Hiçbir zaman bir cumhuriyet olamadı. Zaten demokratik olamadı. Cumhuriyet de olamadı. Seçimler yapıldı ama vesayet oldu. Ordu vesayeti seçim üzerinedir. 1990’a kadar Genelkurmay başkanları Cumhurbaşkanı oldular. Yöneten orduydu, seçimle değil, silahın gücüyle oldular.
KEMALİZM VE ENVERCİLİK
Diğer yandan TC biraz Osmanlı ile çatıştı ama zihniyet ve siyaset olarak özde farklı olmadı. Osmanlıdaki geleneği aldı. İttihat ve Terakki’de ortaya çıkan Türk-İslam sentezciliğini, Turancılığı soykırım, faşist, savaşçı zihniyet ve siyaseti esas aldı. Kemalizm, Envercilikten nerede ayrıldı? Envercilik biraz daha hayaldi, silahını aldı, Orta Asya’ya gitti Türkleri birleştireceğim diye, yalın kılıç savaşa girdi. Mustafa Kemal biraz daha gerçekçi davrandı. Güçlendikçe bunu yapmalıyım parça parça, dedi. Nitekim biraz Ankara’da yönetim olunca hemen Kürdistan’ı işgal etmeye yöneldi. Gerçekten soykırım ile 1920’den 1940’a kadar Kuzey Kürdistan’ı işgal altına aldı. Orada biraz güç alınca hemen Hatay’ı aldı. Mustafa Kemal’in, “gücünüz yettikçe Misak-ı Milli’nin hepsini alacaksınız, Osmanlıyı alacaksınız” sözü tekrarlanır. Gücü yetmediği için alamadı yani. Gücü yettiği kadar da aldı. 12 Eylül aslında Osmanlı ile Kemalizm/TC arasındaki çelişkileri de ortadan kaldırıp karşıtlıkları gidererek tarihi düzlemeyi öngördü.
OSMANLI-TC SENTEZİ YENİ FAŞİZM
AKP-MHP faşizmi de bunun ortaya çıkardığı bir yönetim oluyor, zihniyet ve siyaset oluyor. Osmanlı-TC geleneğinin hepsini sentezleyerek yeni bir faşist, soykırımcı, işgalci, savaşçı diktatörlüktür. Dünya kapitalizmi, kapitalist sistem, ABD öncülüğündeki NATO sistemi de bunlardan biraz rahatsızlık duyuyormuş gibi görünse de aslında onaylıyor. Biraz değiştirebilir miyim diye baktı, kolay olmadığını görünce birlikte yaşamayı kabul etti. Kısmi bir çelişkisi var fakat yani bu sistem dışında da değil. Düşman konusunda yanılmamak gerekiyor. AKP-MHP, Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli’nin uydurduğu bir durum değil. Böyle bir tarihsel temele dayanıyor. Ortada bir cumhuriyet yoktu. Şimdi Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğü ile net açığa çıktı. Bu gerçeği görmek lazım.
DÜŞMANI İYİ VE DOĞRU TANIMALI
Dünyanın da Türkiye’deki halkların, kadın, genç, işçi, emekçilerin, demokratik güçlerin, devrimcilerin bu gerçeği görmesi lazım. Düşmanını iyi ve doğru tanımalısın ki doğru yöntemlerle mücadele edesin. Daha doğrusu sana baskı yapan, karşıtını doğru çözümleyeceksin. Şimdi öyle olmayan anlayışlar var. Bunun için belirtiyorum. Bazen deniyor, faşizan uygulamalar var, faşist oldu, arkasından diyor demokrasiyle alakası yok, bu demokrasiye aykırı. Zaten demokrasi yok. Karşıdaki faşist diktatörlük. O kendisini faşist diktatörlük olarak dört başı mamur örgütlemiş, açıktan saldırıyor. Her türlü özgürlükçü, demokratik gelişmeye hem de en açıkça yapıyor bunu, hiç geri kalır yanı yok, buna karşı mücadele etmesi gereken güçler ise yalpalıyorlar. Bir karar veremiyorlar. Karşı tarafı doğru tanımlayarak, onda netleşerek o zaman şöyle mücadele etmeliyim diyemiyorlar. Muğlaklık var. Buna dayanıyor faşizm. Böyle olmamalı, bu muğlaklık olmaz. Faşist soykırımcı diktatörlük var, buna karşı mücadele etme görev ve sorumluluğumuz var. O halde hangi yöntemlerle, nasıl mücadele etmek gerekliyse öyle mücadele etmeliyiz. Doğru tanımlamalı, bu mücadeleyi geliştirmeliyiz. Bunu herkes iyi bilmeli. Seçim oldu gibisinden şeylerle gündemi hep faşizm belirliyor. Demokratik güçler, güya muhalefet olanlar, onun belirlediği gündem temelinde sürükleniyorlar. Böyle sürüklenen onu yenemez. Kendi gündemini oluşturmalı, kendi mücadelesini yürütmeli, kendi duruşunu göstermeli. Böyle bir devrimci duruş var. şimdi öyle bir duruma geldi ki Türkiye, bazı yanılgılı orta kesimler mi deniyor, bazı yanılgılı yaklaşımlar var, muğlaklaştırıyorlar. O muğlaklaştırmalar kesinlikle sona erdirmeli, karşıtımızı iyi tanıyalım.”
KÜRDİSTAN VE KÜRTLERLE SINIRLI KALMADI
Faşizmin Türkiye’ye de yayıldığını; tüm emekçilere, işçilere, kadınlara, gençlere dönük yoğun bir özel savaş saldırısı olduğunu; baskı, katliam, hile, beyin yıkama, ırkçı-şoven milliyetçi zihniyetle doldurmanın tırmandığını kaydeden Kalkan, Türkiye’de bir faşist çeteleşme hareketi geliştirme yönündeki çabaya işaret etti. Kalkan, şunları dile getirdi: “Faşizm çok açık yani. Özellikle de maskesi düştükçe, yüzü açığa çıktıkça, kendisine karşı mücadele gelişince bunu çok daha fazla yapıyor. Yani çok güçlü değil, öyle oturmuş değil. Çöküş sürecinde mücadele edenler var. Bunun korkusuyla ipin ucunu kaçırmamak adına baskı ve zulmü daha çok derinleştiriyor, yayıyor. Kürdistan’da yapılıyor, denildi hep, şimdi öyle değil, Türkiye’ye de yayıyor, Türkiye’de de her türlü yöntemi kullanıyor. Bu kadar zülüm baskı uyguluyor. Bu bir gerçek, bunu görmek lazım.
HALKLARIN BİRLEŞİK DEVRİMİ GELİŞİYOR
O halde Türkiye’de de böyle bir faşist saldırganlığa karşı çok güçlü etkili bir mücadele gerekli. Aslında bu mücadele sürüyor fakat daha örgütlü olması lazım. Daha etkili gelişmesi gerekli. Son yılda biraz daha etkinlik kurdu. Devrimci güçler bir araya geldiler. Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) temelinde ittifak yaptılar. Faşizme karşı anti faşist direnişi kentlerde, sokakta silahlı eylemlerle geliştiriyorlar. Faşizme anladığı dilden cevap veriyor ve faşist diktatörlüğü yıkacak bir mücadelenin temellerini oluşturuyorlar. Faşist diktatörlüğe karşı halkların birleşik devrim sürecini geliştiriyorlar. 1970’lerde Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin kahraman mücadeleyle başlattığı demokratik Türkiye, özgür yaşam, Kürt özgürlüğü mücadelesini çok daha etkili bir biçimde geliştirmeye çalışıyorlar. Böyle bir alternatif duruş var. Buna bağlı olarak faşist baskı ve teröre karşı gerçekten çeşitli kesimlerin de mücadeleleri var. İşçiler, sanatçılar, aydınlar direniyor, kadın direnişi anti faşist direnişin öncü gücü durumunda, özgürlük devrimini ideolojik olarak da en başat bir biçimde temsil ediyor. Yani değişik halk kesimleri önemli bir direniş içindeler. Demokratik siyaset direniyor.
DİRENİŞ DÖNEMİNİN İÇİNDEYİZ
HDP’yi etkisiz kılmak için her şeyi yapıyorlar. HDP, HDK oluşumunu tasfiye etmek için yapmadıkları kalmıyor yani. Kürdistan’a sürmek istediler olmadı, Meclis’ten atmaya çalışıyorlar başaramıyorlar. Her gün tutuklama, her gün baskı, kapatmıyorlar ama gerçekten de kapatmaktan beter yapmaya çalışıyorlar. Korkuyorlar. Gerçekten de demokratik bir seçim olsa HDP birinci parti olur. Faşizme karşı direniş konumunda. Saldırganlığa karşı direniyor, daha güçlü de direnmeli. Biz barış gücüyüz, diyorlar ama karşıdaki savaş gücüdür. Bir savaşçı güce karşı barış sağlamak için barış savaşı vermek lazım. Dolayısıyla anti faşist direniş gölgelenmemeli, muğlaklaştırılmamalı. İçinde bulunduğumuz dönem, direniş dönemidir. Herkes bulunduğu yerde gücü, imkanı neye yetiyorsa bu AKP-MHP faşizmini yıkmak için mücadele etmeli. Bu yıkılmayı sadece seçime, mücadeleyi Meclis’e bırakmak olmaz. Öyle seçimle gideceği falan yoktur. Seçim yapmaz demiyoruz, yapabilir ama Kenan Evren de seçim yapmıştı. Türkiye’de seçim artık öyle olabilir. Sadece seçimle gitmez. Topyekun bir saldırı bugünün faşist soykırımcı saldırganlığı, dolayısıyla topyekûn direniş gerekli. Her alanda mücadele gerekli. Fakat esas olarak faşizme anladığı dilde cevap vermek, anladığı dilde mücadele etmek, devrimci direnişi her yerde öne çıkarmak, geliştirmek lazım. Güçlendirmek gerekli. Bu faşist katillere karşı bilinçlenip örgütlü karşı durmalı.
TÜRKİYE’DEKİ GENÇLİĞİN DURUŞU EKSİK
Bu noktada Türkiye’deki gençliği eleştirmek lazım. Faşizme boyun eğen, bilinçsiz ve örgütsüz bir duruş var. DEV-GENÇ’in ardılları böyle olamazlar. Bir tarihlerine baksınlar. Türkiye devrimci gençliği nasıldı? Türkiye’de nasıl genç olunurdu? Nasıl devrimcilik yapılırdı? Gençleri bilinçlendirmek, eğitmek gerekli. Faşizmin insafına böyle bırakamayız. Faşizmin denetiminde böyle bırakamayız. En önemli yan burası. En ciddi eksiklik burada. Gerçekten de gençlik üzerinde özel savaşın çok yoğun bir kuşatması var. Bitiriliyor o gençler. Mevcut teknik imkanlar da kullanılarak her türlü bireycilik geliştirilerek toplumsal sorunlardan, siyasi gerçeklikten uzaklaştırılıp tamamen faşizme boyun eğmiş, faşizme hizmet eden zavallılar haline getirmeye çalışıyorlar. Buna karşı çıkmak lazım. Gençliği uyarmak, üniversite gençliğine müdahale etmek gerekli. Bu anlamda en zayıf duruş gençliğin duruşu. Elbette direnenler var, mücadele edenler var, selamlıyoruz hepsini ama azdır, zayıftır. Anti faşist direniş, devrimci direnişte temel güç gençlik olmalı. Gençlik bu bilinci, örgütlülüğü geliştirmeli, eyleme girmeli.”
HAMLE BAŞLINGIÇ İTİBARIYLA İYİDİR
PKK Merkez Yürütme Komitesi Duran Kalkan, ‘Tecride, İşgale, Faşizme Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı’ hamlesinin önemli gelişme kaydettiğini; Kadın Hareketi ve HBDH’nin genişlettiğini; sadece Kürdistan’da değil Türkiye’de da sürdüğünü belirterek, “Birleşik Demokratik Devrim Hamlesi haline getirildi. Bu anlamda önemli açıklamalar oldu. Başlangıç iyidir. Önder Apo’nun tanınması, sahiplenilmesi, İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadele edilmesi de iyi. Böyle bir duyarlılık gelişti. Önemli bir başlangıç oldu. Tabi geliştirmek, derinleştirmek, yaymak, yeni ve etkili mücadele yöntemleriyle sürdürmek gerekiyor. Yaratıcılığa ihtiyaç var. Avrupa bir oturma eylemi başlattı, önemlidir. Sürekli olabilir. Başka yerlere de bu yayılabilir” dedi.
DARALTILMAMALI, GENİŞ KESİMLERİ KAPSAMALI
Çok yaratıcı olunması gereken bir dönemden geçildiğini kaydeden Kalkan, yaparız-yapmayız ikileminden çıkılması gerektiğini kaydeden, şunları söyledi: “Neler yapabileceğimizi iyi kestirmeliyiz ve yaptıklarımızın etki düzeyine bakmalıyız. Ne daha etkili olacaksa onları yapmalı, dolayısıyla yaratıcı olmalıyız. Birçok kesim harekete geçirilebilir. Örneğin dışarıdaki mücadele daha çok dış toplumlara hitap edebilmeli, aydınlara, siyasetçilere hitap edebilmeli, devletler düzeyine kadar toplumun her kesimine ulaşmayı öngörmeli. Böyle daraltmamalı kendisini. Daha geniş dış kesimleri harekete geçirmeli, süreklilik arz etmeli. Kürdistan’da da öyle. Dünya bütünleşmiş. Küreselleşmekten söz ediliyor. Bütün kurumlar Türkiye’de de var, Kürdistan’da da var. hepsini daha çok duyarlı kılmak, bu yönlü mücadele geliştirmek gerekli. Bu anlamda önemli bir gelişme var. Kürt toplumu sahiplendi, ayağa kalktı dört parça Kürdistan’da.”
ÖNEMLİ VE ESAS OLAN ÖNCÜLÜK
Önemli ve esas olanın öncülük olduğunun altını çizen Kalkan, şöyle devam etti: “Faşist sömürgeci soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı mücadele ediliyor. Onun anladığı dille devrimci direnişle karşı durulabiliyor. Devrimci halk savaşı temelinde Hareketimizin, halkımızın geliştirdiği bir mücadele var. Gerilla buna öncülük edebilmek için büyük bir çaba harcıyor. Heftanîn’den Xakurkê’ye, Serhat’tan Mardin’e kadar birçok alanda, dağ ve şehirde eylemlilik var. Yeterli görmek kuşkusuz mümkün değil. Çok daha geliştirmek gerekiyor ama kahramanca bir gerilla direnişinin olduğu açık bir gerçek. Bu direnişi büyütmemiz gerekli. Bazı çevreler bu direnişi böyle gölgeliyor gibi oluyor. Görmezden gelerek siyasi değerlendirme yapanlar var. Tek yanlı, daraltıcı, insanları anti faşist direnişte zayıflatıcı üslubu, anlayışı hiç kimse savunmamalı.
Hepsi önemlidir, hepsini geliştirmeye sevk etmek lazım, en önemli olarak da AKP-MHP faşist diktatörlüğüne karşı HPG ve YJA-Star’ın, HBDH’nin geliştirdiği devrimci silahlı direnişi herkes görmeli. Gerilla savaşını herkes görmeli. Kahramanlıkları herkes görmeli. Öncü budur. Bu mücadele olmazsa hiç kimse adım bile atamaz, söz bile söyleyemez, en küçük bir davranış bile gösteremez. Özellikle de Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de. Eğer azıcık nefes alınıyorsa bu kahraman gerillanın kırda ve kentteki varlığı ve mücadelesiyle, Erdoğan-Bahçeli-Soylu faşizmine kök söktüren direnişiyle oluyor. Bunu selamlamak lazım. Bunu görmek gerekli en azından. Gücü yetmeyebilir, buna katılamayabilir bir kişi ama bunun anti faşist direnişteki yerini, önemini görmek, AKP-MHP faşizmine karşı mücadele eden en temel güç olarak görmek de gerekli. Böyle görmemek, görmezden gelmek doğru değildir. O tarzda faşizm daha fazla saldırgan olur. Sen kendi güç kaynağını ortaya koymazsan, zayıflığını gösterirsen, düşmanın sana daha çok saldırır. O halde güç kaynaklarına daha çok sahip çıkacaksın. Gerillanın eylemliliğini, özgürlük ve demokrasi için devrimci savaşını her yerde daha çok yayıp geliştirmesi gerekli.
Bu savaşa gençler daha çok katılmalı. Halk daha fazla desteklemeli. Herkes olduğu yerde öz savunma temelinde faşist saldırganlığa karşı mücadele etmeli. Faşist çeteler nasıl her yerde linç ediyorlar, fırsat bulursa vuruyorlar, katlediyorlar, zindanda katlediyorlar, dışarıda katlediyorlar. Yurtsever devrimci demokratik insanlar, gençler de kendilerini örgütleyip bu tür saldırganlıklara karşı mücadele etmeliler. Öz savunmalarını yapmalılar. İntikam almalılar. Hesap sormalılar. Bizim dışımızda dememeliler. Herkes bu mücadeleye katılmalı, mücadele herkesindir. Özellikle gençlik, kendi mücadelesi olarak görmeli ve sahiplenmeli. Toplum bu mücadeleye daha fazla güç ve destek vermeli. Biz ancak böyle bir topyekun devrimci halk savaşı direnişiyle faşizmi yıkabiliriz, özgürlük hamlemizi zafere taşıyabiliriz. Hamlemizin kapsamı kesinlikle böyle.
EGÎD CIVYAN GİBİ OLMALI VE YAPMALI
Bu noktada öncü direnişler ortada. Doğru çizgi, Heftanîn, Xakurkê ve Botan direnişçilerinin çizgisidir. Doğru çizgi, Egîd Civyan çizgisidir. Şengal’de insanlığın alnına sürülmek istenen bir kara lekeyi önledi. İnsanlığın yüzünü ak etti. Herkes anıyor. DAİŞ soykırımını ilk durduran, DAİŞ’e ilk yenilgiyi yaşatan komutan oldu. Tayyip Erdoğan-Devlet Bahçeli diktatörlüğü katletti. Aslında Botan’da Egîd Civyan’ı katlederek, Şengal’de DAİŞ’in yenilgisinin intikamını almaya çalıştılar. DAİŞ ile bu kadar bir ve bütün oldukları ortada yani. Artık DAİŞ mücadele edemiyor, savaşamıyor, intikamını alamıyor, onun eksiğini AKP-MHP faşizmi tamamlıyor. Onun çizgisini bu yürütüyor.
Gerçekten de Gever’in yiğit evladıydı. Gever halkımız ne kadar onur duysa iyidir. Her bakımdan öncü ve örnek bir kişiydi. Çok derin bir yurtsever, özgürlükçü, Önder Apo gerçeğini derinden anlamaya çalışan, özgür yaşam çizgisinde derinleşen, kadın özgürlük devrimini özümseyen ve bu temelde Kürt özgürlüğünü, Türkiye ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi temelinde geliştirmek için tam bir fedai çizgisinde savaşan, yaşamını buna katık eden, bunun dışında bir yaşamı olmayan devrimci militandı. İşte örnek bu.
Ne yapmalıyız diyenlere, Egîd Civyan gibi yapmalıyız diyebiliriz. Nasıl olmalıyız diyenlere, Egîd Civyan gibi olmalıyız, demek lazım. Faşizm ne kadar saldırgansa ona karşı devrimcilik de o kadar derin, güçlü, özgürlükçü, demokratik, sağlam çizgide zafere yürüyor.”