Kalkan: Önder Apo zor olanı tercih etti

0
192

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, 9 Ekim’deki imha hedefi önlenebildiği gibi, süreç daha iyi yöneltilip Önderliğin halktan ve Hareket’ten kopuşuna izin verilmeseydi 15 Şubat’ın da önlenebileceğini söyledi.

“Önder Apo’nun örgütten ve halktan kopması engellenemedi” diyen PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, burada hatalar ve eksiklikler olduğunu belirterek, şunların altını çizdi: “Örgüt tarafından bunun tehlikesi görülemedi. Bunda halkın bir kusuru yoktur. Kusur, eksiklik kesinlikle Hareket’te oldu. Örgüt, Önderlikten kopuşun tehlikesini göremedi. Dolayısıyla komplo gerçeğini ve içerdiği tehlikeyi derinliğine anlayıp ona karşı Önderliğin yürüttüğü mücadeleyle bir bütün birleşemedi. Önderlik gerçeğinden kopuk kaldı.”

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik 9 Ekim 1998’de başlatılan uluslararası komplonun yıl dönümü vesilesiyle ANF’nin sorularını yanıtladı. Söyleşinin ikinci bölümü şöyle:

Kürt Halk Önderi, 9 Ekim 1998’e gelişen komplo saldırısını nasıl karşıladı, komploya karşı belirlediği mücadele çizgisi nasıl bir seyir izledi, Avrupa’ya çıkış tercihi bununla mı bağlantılıydı?

Önder Apo, tarihsel olarak gerçekleşmiş Kürt gerçeğini, I. Dünya Savaşı’yla ortaya çıkartılmış olan Kürt sorununu, bunun Kürtler, bölge ve dünya açısından, devletler ve halklar açısından ne anlama geldiğini, dolayısıyla Kürt sorununu çözme mücadelesini nasıl zorluklarla dolu, küresel kapsama ve tarihsel derinliğe sahip bir sorun olduğunu çok iyi biliyordu.

Aslında 1973 Önderliksel çıkışını gerçekleştirirken bu bilinç temelinde gerçekleştirdi. Uzun uzun araştırmalar, incelemeler yaptı. Yüzlerce, hatta binlerce kitap okudu. Tarihsel gerçekliği, küresel sistem gerçekliğini, Kürt ve Ortadoğu tarihini inceledi. Dolayısıyla Kürt sorununun nasıl bir sorun olduğunu bilince çıkardı. Çözüm için umut ve şansın olup olmadığını da araştırdı. Zorlukları gördü fakat zorluklar göğüslenirse, engeller aşılırsa Kürt sorununun çözümü, Kürt varlığının ve özgürlüğünün sağlanması için bir umut ışığının var olduğunu gördü. Bu umut ışığına sarılarak Önderliksel çıkış yaptı. Kendisini böyle zorlu bir mücadeleye yöneltti.

Bunu yaparken de şunu kendisi için net olarak belirledi: İnsanca yaşamanın başka yolu yok. Kürt halkının insanca var olup özgür yaşama kavuşmasının başka bir yolu yoktu. Dahası dünyada insanca yaşamın, özgür ve eşit yaşamın, demokratik sistemin var olmasının da başka bir yolu, şansı yoktu. Kürt sorunu çözülmeden hegemonik, sömürücü, köleci, baskıcı beş bin yıllık iktidar ve devlet sistemine dayalı küresel kapitalist modernite sisteminin değiştirilmesi, aşılması, bunun tersine kadın özgürlüğü temelinde özgür yaşama ve demokratik sisteme ulaşılması, alternatif bir özgür ve demokratik yaşamın var edilmesi mümkün değildi.

Dünyada insanların özgür ve demokratik yaşama kavuşması için, dünya devrimi, demokratik ve özgürlük devrimi denen, alternatif bir dünya yaratma denen şeyin gerçekleşmesi için de başka bir şans yoktu. Kürt sorununun çözümü bütün bunların gerçekleşmesi için gerekli ve zorunlu bir şeydi. Bütün bunların bilince çıkartarak, zorlukları göğüsleme, engelleri aşmayı hedefleme temelinde böyle bir sorunun çözüm mücadelesine atıldı. O mücadeleyi geliştirme, öncülük etme, böyle bir mücadelenin önderliğini yapmayı kendine yedirdi. Kendinde kararlaştırdı. Böyle bir önderliği kabul etti ve bu mücadeleye bunlar temelinde girdi.

Bütün bunlar neyi ifade ediyor? Önder Apo’nun mücadelenin engellerle dolu olduğunu, zor gelişeceğini, büyük cesaret ve fedakârlık istediğini, her adımda önüne bin bir türlü engelin içten ve dıştan çıkarılacağını, her türlü teslimiyetçi-ihanetçi, sömürgeci-emperyalist saldırıyla karşı karşıya geleceğini biliyordu. Mücadele anlayışını buna göre oluşturdu. Mücadele çizgisini bu temelde geliştirdi. Kendi mücadele tarzını bunlara göre oluşturdu.

Şunu hep öngördü: İmkân ve fırsatlar yüzde bir bile olsa oradan tutup geliştirme, iğne ucuyla kuyu kazarcasına bir tarzla devrimci mücadeleyi geliştirme, her zaman bir engel, saldırı, imhayla karşı karşıya kalacakmış gibi günlük işleri yürütme ve ona da açık olma, Önder Apo’nun temel yaklaşımı oldu. Zaferi gerçekleştirme hedefiyle Kürt sorununu, görülen umut ışığını başarıya götürerek çözme hedefiyle, anlayışı ve inancıyla mücadeleye girdi. Her an da bir saldırıyla karşılaşıp imha olabileceğini öngördü. İşlerini zafer çizgisinde yürüttü. Her an bir imhacı saldırıyla karşı karşıya kalmaya da hazır oldu. Önder Apo’nun anlayışı, felsefesi buydu, mücadele tarzı ve yaşamı buna göre oluştu. Bunu her zaman ifade de etti. Kürdistan’da, Kürt sorununu çözmek için mücadele etmek isteyenlerin hangi anlayışta ve tarzda olmaları gerektiğini halka, kadrolara, gerillaya kavratmak için bunu açıkça da söyledi. Bu anlamda her zaman benzer saldırıların olabileceğini değerlendiriyordu, açıktı.

Çeşitli dönemlerde benzer saldırılara da uğradı. Bunları hep boşa çıkarttı. Öncelikle tarzını bu tür saldırıların kendisine ulaşmasını engelleyecek temelde kurdu. Kişiliğini ona göre örgütledi, eğitti. Yaşamını ona göre düzenledi. Yaşam ve çalışma tarzını ona göre oluşturdu. Öyle ki her an gerçekleşme ihtimali olan saldırılar kendisine ulaşmamalıydı. Bu tür saldırıların ulaşması durumunda da bunların başarılı olmaması için de son derece dikkatli, duyarlı hareket etti. Hep disiplinli, örgütlü bir yaklaşım içinde oldu. Bu temelde “Biz o tür düzen yaşamlarını durduk” dedi. Kendisini tümüyle böyle bir yeni yaşama, onun tarzına yöneltti. Kendisini buna göre disipline etti, eğitip örgütledi. Aslında bu yolla uluslararası komploya kadar birçok saldırıyı boşa çıkardı. Pilot ve benzerleri gibi içten sızmaları boşa çıkarttı, çeşitli suikast girişimlerini başarısız kıldı.

Önder Apo her zaman Kürt sorununun çözümünü başarıyla gerçekleştirecek bir çizgide yaşadı ve mücadele etti. Onu planladı. Örgütlenmeyi ona göre yaptı. Mücadelenin strateji ve taktiklerini ona göre geliştirdi. Fakat her zaman da saldırılarla karşılaşılabileceğini, darbeler yenebileceğini, kendi de dahil her düzeyde imhacı saldırıyla karşı karşıya gelinebileceğini öngördü, varsaydı. Onu da bir ihtimal olarak sürekli gündemde tuttu. Eğer bu tür işler bu temelde yapılırsa başarılı olunacağını belirtti ama her an da kendini saldırıyla karşı karşıya kalınabilir gördü.

Bunlar temelinde mücadele anlayışını, çizgisini, strateji ve taktiklerini oluşturdu. 1976’dan itibaren Kürdistan’da gençlik hareketini geliştirmeyi, 1977’nin 18 Mayıs’ında Haki Karer yoldaşın katledilmesi ardından partileşme ve öz savunma temelinde kendini savunmayı hedefleyen direnme sürecini gündeme getirdi, geliştirdi. Ajanlaşmış yapı, kurum ve kişilere karşı devrimci şiddet temelinde mücadele stratejisini öngördü ve partileşme süreci böyle bir strateji temelinde yürütülen mücadeleyle başarılı bir biçimde gerçekleşti. Bunu önlemek, devrimci gelişmeleri ezmek için geliştirilen 12 Eylül faşist-askeri darbesi karşısında Kürdistan’da ve Türkiye’de cepheler oluşturarak faşist-askeri saldırıya karşı gerilla temelinde direnmenin gerekli ve zorunlu olduğunu, bütün gelişmelerin ancak bununla sağlanabileceğini öngördü, buna inandı ve kendini bütün gücüyle böyle bir gerilla direnişini geliştirmeye yöneltti. Eksiklikleri, hataları bu temelde giderip 15 Ağustos 1984 gerilla atılımını başlattı ve onun her türlü ezilme, yenilme durumunu önleyerek başarıyla gelişmesini sağlamaya çalıştı.

Düşmanın 1987-’88 küresel planlı saldırısını birinci derecede boşa çıkartan Önder Apo’nun tarzı oldu. Daha sonra 1992 Güney Savaşı saldırısını boşa çıkartan, başarısız kılan yine Önder Apo oldu. Bunlar sonucunda dünya ve bölgedeki gelişmeleri de değerlendirerek 1993 Mart’ında Birinci Tek Yanlı Ateşkes ilan ederek Kürt sorununun demokratik siyasi çözüm sürecinin önünü açtı. Yeni bir strateji olarak demokratik siyasi mücadele stratejisiyle de çalışılıp başarı kazanılabileceğini değerlendirdi. Savaşın sorunu ortaya çıkardığını, bunun yeterli olduğunu, çözümün ise demokratik siyasetle gerçekleşmesi gerektiğini öngördü ve böyle bir mücadele sürecine yöneldi.

Düşman buna karşı topyekun faşist-soykırımcı imha saldırısıyla karşılık verince buna karşı da gerilla ve halk direnişini geliştirerek amansız bir direnme içinde oldu. Bütün o çeteci yaklaşımları başarısız kıldı. Doğan Güreş’in, Tansu Çiller’in, Mehmet Ağar gibilerinin geliştirdiği, Demirel’in koordine ettiği çeteci soykırımcı saldırıları boşa çıkardı. Başarısız kıldı.

Bütün bunların sonucunda demokratik siyasi çözümün önünü açacak bir ateşkes sürecine ulaşmak için ’95-98 arasında bazı taktik planlamalar geliştirdi. Bunlarla da istediği sonuca ulaşamayınca ‘98’deki durumu değerlendirdi ve ateşkesle süreci götürmenin gerektiğine, artık var olan tarzla direnmenin hiçbir sonuç vermeyeceğine kanaat getirdi ve kararlılıkla 1 Eylül 1998 ateşkes sürecine yöneldi. Var olan pata durumunu aşmak, tıkanmayı gidermek, Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünün önünü açmak için bunları yaptı. Yönelimi bu temeldeydi.

KOMPLONUN ÖLÜ DOĞMASI İÇİN ÇABALIYORDU

Buna karşı 17 Eylül Washington Anlaşması’yla karşılaşınca, ardından Mısır ve Türkiye öncülüğünde Hafız Esad yönetimine yapılan baskıyı içeren komplocu saldırılarla karşılaşınca durumu bu yaklaşım temelinde değerlendirdi. Ateşkese, komplocu baskı ve saldırılarla karşılık veriyorlardı. Aslında olumlu yaklaşma sözü vermişlerdi. Dolayısıyla onları da boşa çıkartmak üzere ’93’te başlattığı süreci devam ettirme temelinde Avrupa’ya çıkış çağrılarına, girişimlerine olumlu yanıt verdi. Aslında ateşkes ve demokratik siyasi çözüm sürecini geliştirerek söz konusu komplonun zeminini kurutmak, daha harekete geçmeden başarısız kılmak istiyordu. Yani komplonun ölü doğmasını sağlatmak için çabalıyordu fakat biraz geç kalınmıştı. Komplocu güçler ateşkes konumundan da yararlanarak hızla kendilerini planlayıp örgütlendirerek harekete geçti. Baskı ve saldırı sürecini başlattılar. Önder Apo da 1 Eylül ’98 ateşkesiyle başlattığı süreci amaçları doğrultusunda geliştirebilmek için ‘93’te başlattığı ama sürdüremediği siyasi çözüm sürecini derinleştirip başarılı kılmak için Avrupa’ya çıkışı daha doğru buldu. Hazırlıkları o temeldeydi. Avrupalı çeşitli çevreler hep bu tür çağrılar yapmıştı. Avrupa sözde demokratik görülüyor, Avrupa siyaseti demokratik çözümden yana olduğunu hep dile getiriyordu.

Diğer yandan Kürt sorununu Avrupa siyaseti yaratmıştı. İngiliz-Alman savaşının sonucunda ortaya çıktı. İngiltere ve Fransa’nın çizdiği Ortadoğu haritasında Kürdistan yok sayıldı. Kürdistan’ı yok sayan, yok edilmesini öngören, onlara kapıları açan Lozan Antlaşması gibi antlaşmaları İngiltere ve Fransa imzaladı. Dolayısıyla Kürt sorununu Avrupa ortaya çıkartmıştı. Çözümün de Avrupa üzerinde gelişmesi daha mantıklı, doğru olabilirdi. Onlara da bir fırsat vermek, tarihi hatalarını düzeltmelerini sağlamak istedi. Ne kadar samimiler ve gerçekten Kürt sorununun demokratik çözümü yönünde neler yapabileceklerini bu çerçevede görmek istedi.

ÖNDER APO ZOR OLANI TERCİH ETTİ

Aslında Önder Apo her zaman iki alternatifli bir değerlendirme içinde oldu. Bunu savunmalarda, sonraki süreçlerde de uzun uzun ifade etti. Bunlar ülkeye gelmek ve Avrupa’ya çıkmaktı. Ülkeye gelmek açısından geç kalmıştı. Aslında o ‘90’ların başında olabilecek bir durumdu. Onu savunmada da net olarak ifade etti. Süreç biraz değişmişti. ’98 koşullarında ülkeye gelmesinin ’90 başındaki gibi imkânlar, fırsatlar yaratmayacağını, tersine çatışmayı olumsuz yönde daha fazla derinleştirebileceğini değerlendirdi. ’93’ten itibaren geliştirdiği sürecin sonucu olarak ve verilen mesajları da denemek, sınamak üzere Avrupa’ya çıkma ve Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünün önünü bu temelde açma, onun pratiğini Avrupa üzerinden geliştirmek istedi. Dolayısıyla yönünü Avrupa’ya döndü. Ama tabii dikkati, duyarlılığı da hiçbir zaman kaybetmedi. Çünkü durumunun ne olacağı belli değildi. Kürt sorununun çözümü temelinde hareket ediliyordu ve Kürt sorununu bu dünya yaratmıştı. Ondan çıkar sağladıkları için sorunu sürdürüyor, çözmüyorlardı. Dolayısıyla Kürt sorununu çözme temelindeki çabaların engellerle karşılaşacağı, bu yönde atılan adımların önüne engel konacağı, bu yönde çaba harcayanların üzerine gelineceği bilinen bir durumdu. Kolay bir iş değildi. Avrupa’ya çıkmak ve Kürt sorununun siyasi çözümünü aramak en zor olandı. Önder Apo zor olanı tercih etti. Kürdistan’da devrimci bir parti kurmak da zordu, Önderlik bu zoru göğüsledi ve başardı. Yine Kürdistan’da gerillayı örgütlemek, geliştirmek çok zordu. Önderlik, 15 Ağustos 1984 atılımıyla gerillayı geliştirerek zora yönelen ve zoru başaran oldu.

‘98’de Avrupa’ya çıkmak da zordu. Kürt sorununun siyasi çözümünü aramak zorluklarla doluydu fakat bir umut ışığı yine vardı ve onu değerlendirmek üzere tekrardan zoru göğüsledi ve Avrupa sistemini de sınayan Avrupa’ya çıkış girişimini kararlaştırıp gerçekleştirdi. Belirttiğimiz gibi zor olduğunu bildiği için her zaman dikkatli, duyarlıydı. Olası saldırılara karşı sürekli tedbirliydi. Bu, Önder Apo’nun mücadele tarzının esası oluyor. Dolayısıyla Yunanistan’da ilk engelle karşılaşınca hemen geri dönüşü değil, daha ileriye gidişi öngördü. Rusya’ya gidiş aslında 9 Ekim komplosunu boşa çıkardı. 9 Ekim imhasını önledi.

Roma’ya gidişle birlikte Avrupa Birliği nezdinde Kürt sorununun demokratik-siyasi çözümünün gerçekleştirmesi gündeme geldi. Bunu Avrupa demokrasisine dayatma imkânı buldu. Aslında önemli bir süreçti. Komployu boşa çıkartma, yenilgiye uğratma imkânları çoktu fakat onun üzerine de bütün gericilik leş kargaları gibi saldırdı. D’Alema yönetimini adeta boğar hale getirdiler. İtalya’nın faşistleri TC’den aldıkları güç ve destekle her türlü tehditte bulundu. Hem Önder Apo üzerinde baskı çok oldu hem de İtalya yönetimi üzerinde. Bu baskıları bertaraf etmek üzere, dostları da zorlamamak anlayışıyla Roma’dan çıkmayı kabul etti.

Sürecin olumsuz gelişimi Önder Apo’nun Roma’dan çıkışıyla oldu. Çünkü çıkış bir geriye dönüş gibiydi. Tekrar Roma’ya geldi, Rusya’ya dönüyordu. Orada her türlü gerici, komplocu plan yapılmış olabilirdi. Onları çok daha iyi dikkate almak gerekliydi. Önder Apo onu değerlendirdiğini de söyledi ve savunmalarında bu konuda kendisine Rusya devleti adına güvenceler verildiğini belirtti. Böyle çok net güvenceler olmazsa öyle bir geri dönüşü yapmayacağını ortaya koydu.

KENDİ MÜCADELE TARZIYLA BOŞA ÇIKARDI

Osmanlı da hile çok derler. İktidar ve devlet sisteminde hile çoktur. Kapitalist modernite sisteminin her şeyi yalan, hile, oyun üzerine kurulmuş. Dolayısıyla hile orada işledi ve Önder Apo’yu Rusya’ya dönüşte denetime almayı başardılar. Bu denetim altında Yunanistan’da, Beyaz Rusya’da, Kenya’da imha etmek istediler. Önder Apo bütün bunları çok dikkatli, duyarlı hareket tarzıyla önledi. Her türlü komplocu imha saldırısını tamamen kendi mücadele tarzıyla boşa çıkardı, başarısız kıldı. 15 Şubat komplosuna bu temelde gelindi. 15 Şubat’a giderken de aslında iyice daraltılmıştı. Her tarafla bağlantısı koparılmıştı. Örgütle, halkla bağlantıları kalmamıştı. Tabii 15 Şubat’ı görme ve önleme Önder Apo’dan çok dışarının, başka güçlerin, Hareket ve halkın işiydi. Süreç 15 Şubat komplosuna evirildi.

Halk, Hareket ve dostlar, 9 Ekim’den 15 Şubat 1999’a kadar geçen süreci nasıl bir bilinç, duygu ve eylemle karşıladı?

Böyle bir süreçte Hareket ve halkın tutumu nasıl oldu? Şunu ifade etmeliyiz: 9 Ekim komplosuna karşı mücadeleyi Önder Apo tek başına yürüttü. Rusya’ya çıktıktan sonra komployu deşifre etti. Değerlendirme yaptı, halka duyarlılık çağrısı yaptı. Halk, Önder Apo’yu sahiplenmek üzere sokaklara aktı. Bu Kürdistan parçalarında olduğu gibi Avrupa’da da gelişti. Daha önemlisi devrimciler, yurtseverler 9 Ekim’den itibaren Önder Apo’ya dayatılan gerçekliği hemen hissederek Önder Apo’yu sahiplenmek üzere eyleme kalktı.

Halit Oral ve Aynur Artan yoldaşlarla bu süreç başladı. Bu yoldaşlar zindanlarda “Güneşimizi Karartamazsınız” şiarıyla eyleme geçti. Bu bir fedai duruş, direnişti. Bu zindanların her tarafına, dışarıya yayıldı. Kürdistan parçalarında, Rusya dahil yurt dışında onlarca fedai eylem geliştirildi. Bu Zilan çizgisinin uygulanmasıydı.

Aslında Önder Apo’yu sahiplenmeyi ilk başlatan 30 Haziran 1996’da Dersim’de yaptığı eylemiyle Zîlan’dı. 6 Mayıs 1996’da Önder Apo’ya yöneltilen imha saldırısına cevap veriyordu. Dolayısıyla Önder Apo’yu sahiplenme ve savunma direnişinin fedaice olması gerektiğini Zîlan ortaya koydu. Onun fedai çizgisini Zîlan yarattı, ön açtı. 9 Ekim’le birlikte de Zîlan çizgisinde devrimci militanlar, dağda gerilla, sokaklarda gençler, halk, kadınlar “Güneşimizi Karartamazsınız” fedai direnişini geliştirdiler.

Önderlik gerçeğini duydular, hissettiler. Son derece zorlu, gergin bir süreci yaşadılar. Önder Apo her çağrı yaptığında meydanları doldurdular. Fedai eylemlerini geliştirdiler. Önder Apo etrafında ateşten savunma çemberi oluşturdular. Hiçbir harekette, halkta bu görülmemiştir. Hiçbir önderliği savunmada böyle bir yola başvurulmamıştır. Bunlar Kürdistan’da olduğu kadar dünyada da ilk defa oluyordu. Bunlar değişik düzeylerde herkesi etkiledi. Büyük bir direnme oldu ve aslında 9 Ekim’de başarılmak istenen komplonun 15 Şubat’a kadar başarısız kılınmasında Önder Apo’ya en büyük desteği bu tutum ve direniş verdi.

HATALAR VE EKSİKLİKLER OLDU

Dikkat edilirse dört aydan fazla komplo boşa çıkartıldı, başarısız kılındı. 15 Şubat ya da 9 Ekim gibi imha saldırıları önlendi. Komplonun boşa çıkartılabileceği, doğru bir yaklaşımla ve mücadeleyle engellenebileceği açığa çıktı. Süreç daha iyi yöneltilse, Önderlik gerçeği daha iyi anlaşılsa, Önderliğin halktan ve Hareket’ten kopuşuna izin verilmeseydi kesinlikle 15 Şubat da önlenebilirdi. Uluslararası komploya karşı mücadele daha farklı biçimlerde, daha başarılı yöntemlerle geliştirilebilirdi. Bu süreç onu kanıtladı. Burada hatalar ve eksiklikler oldu. Önder Apo’nun örgütten ve halktan kopması engellenemedi. Örgüt tarafından bunun tehlikesi görülemedi. Bunda halkın bir kusuru yoktur. Kusur, eksiklik kesinlikle Hareket’te oldu. Örgüt, Önderlikten kopuşun tehlikesini göremedi. Dolayısıyla komplo gerçeğini ve içerdiği tehlikeyi derinliğine anlayıp ona karşı Önderliğin yürüttüğü mücadeleyle bir bütün birleşemedi. Önderlik gerçeğinden kopuk kaldı. Eğer 15 Şubat ’99 önlenemediyse bu nedenle önlenemedi. Aslında kopukluk olmazsa Önder Apo’nun yürüttüğü mücadeleyle tam bir birlik içerisinde örgüt, halk mücadeleye yöneltilseydi, 15 Şubat kaçırma eylemi de deşifre edilebilir, önlenebilirdi. Burada eksiklik örgütte yaşandı. Önder Apo “Sahte dostluk ve yetersiz yoldaşlık” biçiminde bu eksikliği tanımladı ve bunun komplonun başarısına, 15 Şubat’ın gerçekleşmesine hizmet ettiğini, komploya karşı mücadeleyi zayıf bıraktığını net olarak belirtti. “Yetersiz Yoldaşlık” denen şey bu temelde yaşandı. Sürecin doğru ve başarı getiren, imhayı önleyen mücadelesini Önder Apo ve “Güneşimizi Karartamazsınız” direnişçileri yürüttüler. Bunlarla yeterince bütünleşemeyen örgüt yapısı ise 15 Şubat komplosunun gelişmesini önleyemedi. O yetersizlik de aşılmış olsaydı, yaşanmasaydı kesinlikle 15 Şubat 1999 önlenebilir, komploya karşı mücadele daha başarılı bir biçimde farklı yöntemlerle yürütülebilirdi.

Uluslararası komplo, İmralı işkence ve tecrit sistemini inşa etti. Kürdistan Özgürlük Mücadelesine yöneltilen komplo saldırısında İmralı soykırım sistemi nasıl bir gerçekliği ifade ediyor; neden kuruldu ve günümüze kadar hala ayakta tutuluyor?

Öncelikle 15 Şubat komplosu, yani Önder Apo’nun Kenya’dan kaçırılarak Türkiye’ye teslim edilmesi olayı üzerinde durmak lazım. Bunun için bazıları “Kürt sorununun İmralı ortamında çözülmesi için bu yapıldı” diyecek kadar iyimser bir yanlışlığa düştü. Kimileri “ABD, Önder Apo’yu Türkiye’ye teslim ederken idam edilmemesini şart koştu” dedi. Yani bu kaçırma ve teslim etme olayı üzerinde çok farklı görüşler ileri sürüldü. Bu tür görüşlerin hepsi yanlıştır, yetersizdir. Peki, gerçek olan nedir? 9 Ekim’de kim vurduya getirerek Önder Apo’yu imha etmek isteyen ABD, 15 Şubat 1999’a kadar bunu başaramayınca bu sefer bazı pazarlıklar karşılığında Türkiye’ye teslim ederek idam edilmesini ve bu temelde imhasının gerçekleşmesini öngördü. Gerçek olan durum budur. Bu konuda kesinlikle herhangi bir tereddüt yaşamamak lazım. Bu konuda tereddüt yaşayanlar, farklı görüş belirtenler için şunu sormamız lazım: Peki, 9 Ekim 1998’de ne yapılmak istendi? Önder Apo Avrupa’ya çıkartılmak mı istendi? Eğer öyle olsaydı bu zaten gerçekleşmişti ama sahip çıkılmadı. Niçin sahip çıkılmadı? Amaç Önder Apo’nun Avrupa’ya çıkartılması mıydı? Hayır. Aslında Suriye’den çıkartılıp Yunanistan’a da sokulmayarak bu dünyadan, iktidarcı ve devletçi dünya sisteminden kopartılmış bir biçimde imha edilecekti.

Bu durumda ne Suriye ne de Yunanistan bunun sorumluluğunu taşıyacaktı. Neden? Çünkü Suriye “benden çıktı gitti. Nereye gitti bilemiyorum. Benim herhangi bir sorumluluğum yoktur” diyecekti. Yunanistan ise zaten ülkesine almamıştı, dolayısıyla kimse bundan Yunanistan’ı sorumlu da tutamazdı. Herhangi bir kayıtta yoktu. 9 Ekim komplosu öyle planlanmıştı ki Önderlik küresel iktidar ve devlet sisteminin resmiyetinden, yasallığından tümüyle kopartılmıştır. Böylece vurulacaktı. Tabii kim vurduya getirilecekti. Hiç kimse nerede, nasıl vurulduğunu bile bilmeyecekti.

ABD bu tür operasyonlar yapıyor mu? Yapıyor. Daha sonra da yaptı. Aslında daha sonra yaptığı operasyonların başlangıcı Önder Apo’ya dönük 9 Ekim komplosudur. Diğerleri boşa çıkaramadı. Bir kısmı imha oldu. Önder Apo, Yunanistan’a giremediğinde tekrar Suriye’ye dönmeyerek 9 Ekim komplosunu boşa çıkardı. Şimdi eğer 9 Ekim’i böyle değerlendireceksek o zaman 15 Şubat komplosu için Kürt sorunu çözülsün diye ABD, Önder Apo’yu Türkiye’ye teslim etti ya da idam etmemek koşuluyla teslim etti gibi görüşlerin hiçbir anlamı geçerliliği, değeri söz konusu olmaz. Zaten imha etmek istiyordu. Başaramadığı için sonunda bazı çıkarlarını karşılama temelinde Türkiye’ye anlaşmayla teslim etti. Çok iyi biliyordu ki mevcut Türkiye yasaları hiç uzatmadan Önder Apo’yu idam edecekti. Böylece ABD’nin, yani komployu planlayan, kararlaştıran, yürüten, başarmak isteyen güçlerin istedikleri gerçekleşmiş olacaktı. O zamanki ABD yönetiminin, Önder Apo’yu Türkiye’ye teslim ederken bundan hiçbir kaygısı yoktu. Zaten hiçbir anlaşma da idamı önleyemezdi. Kaldı ki komplocuların öyle bir yaklaşımı yoktu. Komplocular, zaten Önder Apo’yu imha etmek istiyordu. Kim vurduya getirerek imha edemediler, bu sefer idam yöntemiyle imha edilmesini öngörmüşlerdi. Bir defa bu gerçeğin iyi bilinmesi lazım. Daha sonraki olaylara bakılarak Önder Apo’nun Türkiye’ye teslim edilmesini ve İmralı sürecini kesinlikle yanlış değerlendirmemek gerekiyor.

IRAK İŞGALİNE DESTEĞE KARŞILIK

Peki, bu anlaşma ne karşılığında söz konusu oldu? Bunu da artık herkes biliyor. ABD’nin Bağdat’a yönelteceği işgal saldırısına TC. Devleti’nin destek vermesi karşılığında Önder Apo 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye verildi. Önder Apo dışarıdayken, mücadelenin başındayken ABD, Bağdat’a saldırmaktan korktu. Güney Kürdistan ve Irak’ta PKK etkinliği gelişir, Önder Apo bu tür bir müdahaleye karşı mücadele eder, böylece ABD’nin işgalci hegemonyasını bozar değerlendirmesiyle korktu ve Bağdat’a yapacağı işgal saldırısından önce tedbir olarak Önder Apo’nun etkisiz kılınmasını öngördü. Bunu gerçekleştirmek üzere de 9 Ekim 1998’de başlatılan uluslararası komployu başlattı ve yürüttü. Kim vurduya getirme yöntemiyle imha edemeyince bu sefer 15 Şubat komplosu biçiminde Önder Apo’yu Türkiye’ye teslim edip idam yöntemiyle bunu gerçekleştirmek istedi. Önder Apo’nun Türkiye’ye teslim edilmesi karşılığında TC. Devleti, ABD’nin olası bir Bağdat saldırısına karşı çıkmayacak, tersine destek verecekti. ABD’ye verilen söz buydu. Önder Apo’nun Türkiye’ye teslim edilmesine karşılık olarak TC. Devleti de ABD’nin Bağdat işgal saldırısına destek verecekti.

Nitekim daha sonra Türkiye sözünü tutmayıp ABD’nin işgal saldırısına destek vermeyince ABD ile TC. arasındaki ilişkiler çok gerginleşti. Bir dönem neredeyse karşılıklı çatışmaya kadar bile vardı. Onun misillemesini ABD yönetimi, Irak’ta Türk subaylarının kafasına çuval geçirip tutuklayarak cevap verdi. İş bu düzeydeki bir çatışmaya kadar gitti. Demek ki ABD, daha o zamandan Bağdat’a işgal saldırısı yapmayı planlamıştı. Onun için Önder Apo’ya dönük uluslararası komplo saldırısı bir zemin hazırlama oldu. 11 Eylül İkiz Kule saldırısı ikinci zemin hazırlama oldu. Sonuçta 2003 Newroz’undan itibaren ABD, Türkiye’den aldığı söze dayanarak çok güvenli bir biçimde Bağdat’a işgal saldırısı başlattı. Körfez’den bir güçleri ilerlerken, diğer bir gücü de Kuzey’den götürüp Bağdat’ı kuzeyden ve güneyden kuşatarak kısa sürede almayı planlamıştı. Bunu gerçekleştirmek üzere Akdeniz üzerinden İskenderun’a hareket eden ABD askerlerini TC. Devleti, o zamanın AKP hükümeti geri çevirdi.

Dolayısıyla İmralı işkence ve tecrit sisteminin oluşturulmasından önce 15 Şubat komplosunun bir idam saldırısı olduğu gerçeği görülmelidir. Bu, Önder Apo’nun idamı üzerine planlanmış bir saldırıydı. İmralı sadece bu işlemlerin yürütülmesi için uygun bir yer olarak hazırlandı. Göstermelik mahkeme ve idamın gerçekleşeceği zaman diliminde bu yerin bu şekilde işlev görmesi öngörüldü.

ÖNDER APO İDAMI ÖNLEDİ

Tabii süreç sonra değişti. Önder Apo komplocu imha yöntemini boşa çıkarttığı gibi 15 Şubat komplosunun idam yöntemini de boşa çıkardı. Komployu değerlendirerek, komplonun Türk devleti ve toplumuna dönük boyutlarını ortaya koyarak Türkiye içinde yoğun bir mücadele yürütüp devletle toplum içindeki çeşitli kesimleri bu konuda ikna ederek idamı önledi. Nitekim Önder Apo’nun Kenya’dan kaçırılıp Türkiye’ye götürüldüğü zaman Başbakan olan Bülent Ecevit “ABD Apo’yu bize niye verdi, bir türlü anlayamadım” diyerek bunu itiraf etti. Nasıl bir tereddüt yaşadıkları bu itirafla ortaya çıktı. Önder Apo buradan değerlendirmelerini geliştirerek komplonun sonu gelmez bir Türk-Kürt savaşını hedeflediğini ve bundan TC. Devleti’nin ve toplumunun en az Kürtler kadar zararlı çıkacağını, komplocuların amacının idamla böyle bir süreci başlatmak olduğunu değerlendirip çeşitli Türkiyeli çevreleri etkileyerek, yine bu değerlendirmeler temelinde Hareket’in ve halkın Önder Apo etrafında birleşmesini sağlayarak idamı önledi.

İDAM OLMAYINCA ÇÜRÜTME VE SİYASİ İMHA

İdam etmek isteyen güçler, Türkiye’de azınlığa düştü. Birçok güç, idamın Türkiye Devleti’nin ve toplumunun zararına olduğunu değerlendirdi. İdam yerine Önder Apo’yu başka türlü imha etmenin, etkisiz hale getirmenin yollarını aradılar. Onu kendileri için daha faydalı gördüler. Tartıştılar, değerlendirdiler. Sonuçta idam değil, diğer yöntemi tercih ettiler. Diğer yöntem neydi? Çürütme politikasıydı. İmralı işkence ve tecrit sistemi içerisinde çürütme politikasıydı. Önder Apo buna “İmralı mücadelesi” dedi. Önder Apo’yu fiziki olarak idam etmek değil, İmralı İmralı işkence ve tecrit sistemi içerisinde düşünsel ve siyasi olarak imha etmeyi hedefliyorlardı. Yoksa İmralı sistemini oluşturanlar, Önder Apo orada yaşasın, çalışsın, yeni düşünceler üretsin, Kürdistan Özgürlük Mücadelesini geliştirsin, dünya halklarının, kadınlarının, gençlerinin, ezilenlerinin özgürlük ve demokrasi mücadelesi için yeni düşünceler üretip katkılar sunsun diye tutmadılar. İmralı sistemi de öyle oluşturulmadı. Tersine İmralı sistemi, Önder Apo’yu fiziki olarak idam edemeyen, idamı kendi çıkarları açısından zararlı gören TC. Devleti’nin, Önder Apo’yu düşünsel ve siyasi olarak imha etmesini sağlayacak bir yöntem, araç olarak örgütlendirildi, düzenlendi.

Ege Ordu Komutanı Hurşit Tolon vardı. İmralı sisteminin hazırlanmasında rol oynamıştı. O kişi, “Hiç meraklanmayın, öyle bir sistem oluşturduk ki Apo idama şükredecek, idam onu bir kere öldürecek, İmralı sistemi içerisinde Apo her gün bin kere ölecek” dedi. İmralı sistemi böyle bir sistemdir. Çürütme politikasının uygulanma sistemi, fiziki olarak imha edilemeyen bir gücün düşünsel ve siyasi olarak imha edilmesini sağlama sistemidir. İmralı tamamen bu amaçlar doğrultusunda ve bu amaçları gerçekleştirecek yöntemlere göre hazırlandı, oluşturuldu. Önder Apo da böyle bir sistem içine alındı.

Demek ki İmralı sistemini oluşturanlar, Önder Apo’yu fiziki imha edemeyince her gün bin defa ruhen, fikren, duygu ve düşünce olarak imha etmeyi sağlayacak bir sistem olarak öngördüler. İmralı’yı, Önder Apo’nun düşünsel ve siyasal açıdan bitirilmesi yeri olarak düzenlediler. Nitekim Önder Apo bu sistemi “tabutluk” olarak tanımladı. Kendisi için yeni bir öldürme yeri ve yöntemi olarak değerlendirdi. Bu biçimde İmralı’dan hangi sonuç alınmak isteniyordu?

* Önder Apo düşünsel ve siyasi olarak imha edilecek, yenilgiye uğratılacak, etkisiz hale getirilecekti.

* Ona dayanılarak PKK tasfiye edilecek, dolayısıyla Kürt varlık ve özgürlük mücadelesi yok edilecek, bu temelde Kürt soykırımı gerçekleştirilecekti.

* İmralı, Kürt soykırımının gerçekleştirildiği, Kürt direnişinin, özgürlük ruhunun, bilincinin, iradesinin yok edildiği, tarihe gömüldüğü, dolayısıyla soykırımın gerçekleştirildiği bir yer haline getirilecekti. Kürt’ün bitirildiği yer olacaktı. Kürt toplumunda varlık, özgürlük iradesi bırakılmayacaktı. Kürtlük ve özgürlük İmralı’ya gömülecek, İmralı’da yok edilecekti.

BU DA HEP BİRLİKTE BOŞA ÇIKARILDI

İmralı sistemi tamamen böyle bir amaçla oluşturuldu. Tabii gelişmeler bunun tersi oldu. Gelişmeler bunun tersi oldu diye “İmralı sisteminin amacı bu değildi” diyemeyiz. Evet, gelişmeler bu amacın tersi oldu. Bu ters durum nasıl ortaya çıkarıldı? Büyük bir mücadeleyle ortaya çıkarıldı. Nasıl ki 9 Ekim’in imha yöntemi boşa çıkarıldıysa, nasıl ki 15 Şubat’ın idam yöntemi boşa çıkarıldıysa, İmralı işkence ve tecrit sisteminin çürütme politikası da boşa çıkarıldı. Kim tarafından? Önder Apo tarafından boşa çıkarıldı. Önder Apo etrafında kenetlenen Özgürlük Hareketi, Kürt halkı, kadınları ve gençleri tarafından boşa çıkarıldı.

Önder Apo tarafından İmralı işkence ve tecrit sistemine, çürütme politikasına karşı, soykırım sistemine karşı varlık ve özgürlük mücadelesi İmralı koşullarında da çok etkili bir biçimde yürütülerek İmralı sistemini oluşturanların amaçları boşa çıkarıldı. İmralı mücadelesini Önder Apo, PKK kazandı. İmralı sistemini oluşturan sömürgeci-soykırımcı güçler İmralı mücadelesini kaybetti, yenik düştü. Bu açık bir gerçek. Önder Apo, son derece bilinçli ve planlı bir mücadeleyi İmralı işkence ve tecrit sisteminde yürüttü. Hiç kimse buna inanmıyordu. Hareket’in etrafında toplanmış birçok yurtsever, aydın kişi de bu olmaz, diyordu. Kendilerini devrimci-demokrat sayan çevreler de olmaz, diyordu. Önder Apo’nun İmralı’da mücadele etme isteminin gerçekleşmeyecek, başarılamayacak bir yöntem olduğunu değerlendiriyorlardı.

ÖNDER APO OLMAZ DENİLENİ OLUR KILDI

Nitekim Önder Apo böyle bir mücadeleye girerken bir şans istedi. Örgütten ve halktan destek destek talebinde bulundu. “Başka çaremiz de yoktur” dedi. PKK yönetimi, örgütü ve Kürt halkı, Önder Apo’nun bu talebine evet dediği, destek verdiği için birçok çevre tarafından şiddetle eleştiriye maruz kaldı. Onların aklı almıyordu. “İmralı’da mücadele mi olur? Öyle bir yerde devlete, sömürgeci zihniyet ve siyasete karşı mücadele edilerek Kürt varlık ve özgürlük mücadelesi geliştirilemez” diyorlardı. Bunun asla olmayacağı şeklinde değerlendirme yapıyorlardı. Önder Apo, onların mümkün görmediğini mümkün hale getirdi. Olmaz dediklerini olur kıldı. Akıllarının almadığını gerçekleştirdi. İmralı sistemini hazırlayanların da bütün amaç ve hedeflerini boşa çıkaracak bir mücadeleyi ortaya çıkardı.

Bunu son derece inançlı, disiplinli yaşamı ve çalışmasıyla yaptı. Okudu, inceledi, yoğunlaştı. Dogmatizmin, kalıpçılığın bütün etkilerini kırdı. Süreci iyi değerlendirdi. Yeni düşünceler üretti. Çok kıt olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi süreçlerinden de yararlanarak yoğunlaşmalarını savunmalar biçiminde yazılı hale getirip Hareket ve halka ulaştırmayı başardı. Böylece PKK’yi değişim ve dönüşüme uğrattı. Yenilikler yarattı, yeni düşünceler üretti. Böylece İmralı çürütme politikasını yenilgiye uğrattı. Bu politikayı uygulayan Ecevit Hükümetiydi. Bu hükümetin temel hedefi Avrupa Birliği’ne girmekti. Avrupa Birliği’nin bireysel hakları temelinde güya Kürt sorununu çözüme kavuşturup PKK ve Önder Apo’nun Kürt halkının demokratik hakları biçimindeki çözüm arayışını boşa çıkarmak istiyordu. Bunun için Ecevit Hükümeti her türlü çalışmayı yaptı. Meclis’i bir fabrika gibi çalıştırdı. Önder Apo üzerinde her türlü kısıtlamayı geliştirdi.

Sonunda Önder Apo yeni düşünceler üretmeyi başardı. Ürettiği düşünceleri yazılı hale getirip mahkeme üzerinden Hareket ve halka ulaştırmayı başardı. Böylece Avrupa Birliği’ne girişi ifade eden bireysel haklar üzerinden Ecevit hükümetinin “Kürt sorununu çözdüm” diyerek Kürt soykırımını gerçekleştirme çizgisini boşa çıkardı. Yenilgiye uğrattı. Onun yerine Özgür Kürdistan Demokratik Ortadoğu çözümünü geliştirdi. Ortadoğu çapında Kürt sorununun çözüm çizgisini, programını, strateji ve taktiklerini ortaya koydu. “Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa” adlı savunmasında bunu geniş bir biçimde ifadeye kavuşturdu. Kürt sorununu Ortadoğu’nun demokratikleşmesi, Ortadoğu merkezli yeni bir demokratik uygarlığın geliştirilmesi temelinde özgürlükçü çözüme kavuşturulabileceğini, gelişmenin böyle olacağını gösterdi. Demokratik Ortadoğu Özgür Kürdistan programını ortaya koydu. Böylece Ecevit iktidarının Avrupa Birliği çerçevesindeki “bireysel haklar çözümü” adı altındaki çözümsüzlüğünü boşa çıkarttı, yenilgiye uğrattı. İmralı mücadelesini Önder Apo böyle kazandı. Hareket ve halk olarak Önder Apo’nun bu mücadelesine tam destek verildi. Bunun gerçekleşmeyeceğini söyleyen bütün çevrelere karşı duruldu. Onlara karşı mücadele edildi. Önder Apo’nun çabaları başarılı oldukça o tür çevreler yanıldıklarını gördü. Tekrar değişim yaşayarak Önder Apo ve PKK’nin geliştirdiği mücadele etrafında toplanmaya, tekrar o mücadeleden güç ve destek almaya yöneldiler.

Demek ki İmralı sistemi Kürt soykırımını gerçekleştirmek, Kürt varlık ve özgürlük iradesini tarihe gömmek için kurulmuştu. Bunu Önder Apo yürüttüğü mücadeleyle boşa çıkardı. Hareket ve halkın desteğini alarak yürüttüğü mücadele başarılı oldu. Komplocuların, İmralı işkence ve tecrit sistemini oluşturanların bu amaçları boşa çıktı.

İMRALI MÜCADELESİ ASLINDA TAMAMLANDI

Peki, bütün bunlara rağmen hala neden ayakta tutuluyor sorusu önemlidir. Dikkat edilirse İmralı mücadelesi aslında tamamlandı. Çürütme politikası başarısız kılındı. Kürt varlık ve özgürlük iradesini İmralı tabutluğuna gömme hedefi yenilgiye uğratıldı. İmralı mücadelesini Önder Apo ve Kürtler kazandılar. Bu temelde aslında İmralı işkence ve tecrit sistemi parçalandı. Önder Apo düşüncelerini üretti, dışarıya taşırdı. PKK kendisini yeniledi, Kürt halkı, Önder Apo’nun demokratik-ekolojik-kadın özgürlükçü paradigması temelinde kendisini eğitti, yeniden yapılandırdı ve özgürlük mücadelesini 24 yıldır büyük bir cesaret ve fedakârlıkla geliştirdi.

Bu durum, PKK ve Kürt halkıyla da sınırlı kalmadı. Başta Türk, Arap, Fars, Ermeni, Asuri halkları olmak üzere Ortadoğu halklarına, yine dünyanın her tarafındaki kadınlara, gençlere, işçilere, emekçilere, tüm devrimci-demokratik güçlere yayıldı. Önderliksel duruş, İmralı mücadelesinde evrenselleşti. Ulusal sınırları da aştı. Böylece İmralı soykırım sistemi parçalandı. İmralı işkence ve tecrit sistemi yenilgiye uğratıldı, başarısız kılındı.

KÜRT’Ü İNKAR VE İMHA ZİHNİYETİ DEĞİŞMEDİ

Buna rağmen bu sistem niye hala ayakta tutuluyor? Çünkü bütün bunlara rağmen AKP-MHP faşist diktatörlüğü şahsında daha da somutlaştığı gibi ırkçı-şoven Türk milliyetçiliği hala Kürt soykırımından vazgeçmiş değil. Hala imkân ve fırsat yaratır, bir yol ve yöntem bulur, Kürt soykırımını gerçekleştiririm diye hesap ediyor. İmralı işkence ve tecrit sistemi parçalandı. Önder Apo İmralı’da büyük bir düşünsel, siyasi zafer kazandı ama bunlar dışarıda, Kürdistan’da, Ortadoğu’da, dünyada henüz yeterince örgüte ve eyleme dönüşmedi. Dolayısıyla Türkiye’de, Ortadoğu’da, dünyada demokratik modernite çizgisinin gerektirdiği değişim ve dönüşüm gerçekleşmedi. Dolayısıyla Kürt sorununun demokratik çözümü henüz siyasi olarak gerçekleşmedi. O yüzden Kürt sorununu yaratan ve ondan fayda sağlamaya çalışan sistem, eskisi kadar olmasa da parçalanmış delinmiş olsa da hala varlığını sürdürüyor. Hala kendisini etkin kılmaya çalışıyor. Hala Kürt sorununu sürdürüp onun üzerinden çıkar sağlamaya çalışıyor. Dolayısıyla Kürt sorununu yaratan küresel kapitalist modernite sisteminin zihniyet ve siyasetinde değişiklik olmadı. Kürt’ü inkâr ve imha eden zihniyet değişmedi.

Aynı şey Türkiye’de ırkçı, şoven, milliyetçi, Kürt düşmanı zihniyet ve siyasetin bir biçimde devam etmesini de ifade ediyor. Bu nedenlerden dolayı İmralı soykırım sistemi, işkence ve tecrit sistemi sürdürülmeye çalışılıyor. İkincisi ise Önder Apo’nun sürece daha çok müdahil olmasından korkuluyor. Düşüncesinden korkuluyor. Türkiye, Ortadoğu ve dünyadaki gelişmelere siyasi, sosyal, kültürel, askeri olaylara dair görüşleri küresel kapitalist modernite sistemiyle sömürgeci-soykırımcı TC sistemini korkutuyor. Çünkü çok doğru ve derinlikli tahlil ediyor. Önder Apo çok iyi anlıyor. Tarihsel derinliği ve küresel boyutu iç içe, birlikte ele alıyor ve anlıyor. Sorunları ortaya doğru koyuyor. Olayları doğru ve bütünlüklü değerlendiriyor. En önemlisi de tüm bu olaylara gerçekleşebilir, doğru, demokratik çözüm yöntemleri öneriyor. Bu da kapitalist modernite sistemini, ulus devlet faşist gericiliğini korkutuyor, zorluyor. Onlara karşı kadınların, gençlerin, işçi ve emekçilerin, Kürt halkının, insanlığın bilinçlenmesi, dolayısıyla örgütlenip mücadele etmesi anlamına geliyor. Bunları engellemek için Önderlik düşüncelerinin örgütleyici, eğitici ve mücadeleye sevk edici gücünden korktukları ve bunu engellemek istedikleri için İmralı işkence ve tecrit sistemini sürdürüyorlar.

Üçüncü olarak da tabii bir korkuluk olarak tutuyorlar. 24 yıldır İmralı işkence ve tecrit sistemi, soykırım çizgisinde sürdürülüyor. 19 aydır Önder Apo’dan hiç haber alınamıyor. Hiçbir hukuk kuralı, ahlaki ilke orada uygulanmıyor. Tamamen faşist TC. yönetiminin, AKP-MHP faşist diktatörlüğünün istediği gerçekleşiyor. Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli kişilikleri diktatörlüklerini buradaki uygulamalarla ortaya koyuyor. Bir güç gösterisi olarak, üstünlük aracı olarak İmralı işkence ve tecrit sistemini değerlendiriyorlar. Bütün bunlar aslında İmralı işkence sistemi ve Önder Apo’nun o sistem içinde tutulmasının bir korkuluk olarak yaşatılmak istendiğini ortaya koyuyor. Dolayısıyla mevcut İmralı sistemi herkes için, her Kürt için bir tehdittir. Bir korkutma aracıdır.

Aynı zamanda Türkiye’nin her devrimcisi, demokratı için Kürtlerle yoldaşlaşmak, dayanışma içinde olmak isteyen Türkler için bir tehdittir. Aslında tüm insanlık için bir tehdittir. Tüm devrimci, demokrat, sosyalist insanlar için bir tehdittir. “Bakın bize karşı çıkanlara biz böyle yapıyoruz. Bu kadar gücümüz, etkimiz var. Karşı çıkanları bu hale getiririz” diyerek korku yaymaya çalışıyorlar. Bu biçimde insanları mücadeleden uzaklaştırmak istiyorlar. Mücadele iradelerini kırmak, bilinçlerini zayıflatmak istiyorlar.

İMRALI DİRENİŞİ KARŞISINDA YENİLMİŞLER

Son olarak bazıları “Önder Apo’yu rehine olarak tutuyorlar. Dolayısıyla Kürt sorununun çözümü değil de özgürlük güçlerinin tasfiyesi için bu baskı ve işkence sisteminden faydalanmak istiyorlar” diye de değerlendiriyor. Ben ona çok fazla ihtimal vermiyorum. Çünkü o duvarlar çoktan aşıldı. Önder Apo’nun nasıl bir kişilik olduğu 50 yıldır yürüttüğü mücadeleyle, bu mücadelenin gelişme çizgisiyle net ortaya çıktı. 24 yıldır da İmralı işkence ve tecrit sisteminde bir çizgi ortaya çıkardı. En zor ortamları, engelleri aştı, zorlukları yendi. Artık gerçekleşmiş bir hakikat haline geldi. Dolayısıyla oradan öyle bir sonuç çıkmayacağını sanıyorum İmralı sistemini yönetenler, sürdürenler de artık bunu iyi biliyor ve kabul ediyorlar. O yönlü çok umutları kalmamıştır. Fakat yine de Önder Apo’dan bir sonuç alamıyorlarsa da çevreye böyle bir izlenim vermeye çalışıyorlar. Kafa karıştırmak için ikide bir “Apo şöyle yapıyor, böyle yapıyor, Apo’yla şöyle görüşüyoruz” diye açıklama yapıyorlar. Kürt toplumunun mücadelesini zayıflatmak için özel psikolojik savaş kapsamında açıklamalar yaparak bu durumu kendileri açısından kullanışlı bir hale getirmeye çalışıyorlar. O kadar zayıflamışlar ki bu tür psikolojik savaşın sonuçlarından bile medet umar hale gelmişler. Yoksa İmralı direnişi karşısında her bakımdan yenilmişler, bitmişlerdir. Herhangi bir engelleyicilikleri kalmamış. Ama yine de ufak bir kafa karışıklığı yaratacak bir psikolojik savaş bile bizim için faydalıdır diye düşünüyorlar. O denli zayıf hale gelmişler.

Devam edecek…

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here