‘Kaos aralığında en önemli husus bilmedir’ – Ali Haydar Kaytan

0
803

Kâr adına her türlü kötülüğün meşrulaştırıldığı,
bireycilik adına her türlü toplumsal değerin ayaklar altına
alındığı kapitalist uygarlık, bilimi hem kendi kurucusu
hem de meşrulaştırıcısı ve koruyucusu yapmayı başararak,
daha önceki uygarlık sistemlerinden ayrılmıştır.
Bilim-iktidar ilişkisi hiçbir dönemde kapitalist uygarlıkta
olduğu kadar açık ve aleni, demagojik ve yıkıcı bir hal
almamıştır. Kâra dayalı kapitalist uygarlığın tüm işleyişi
bilim yöntemi ve ona bağlılık temelinde oluşan bilimlerince
yürütülmektedir. Bu anlamıyla kapitalist uygarlığın
toplumda ve doğada, yine bireyde yol açtığı bütün
yıkıcı ve dağıtıcı gelişmeler bilim yöntemi ve buna bağlılık
temelinde geliştirilen bilimlerce sağlanmaktadır.
“Eğer günümüzde kapitalist modernite tüm parametrelerinde
sürdürülemezlik işaretlerini veriyorsa,
bunda en büyük pay sahibi dayandığı ‘bilimsel yöntemdir.’
Dolayısıyla sistem eleştirisini dayandığı yöntemde
ve ortaya çıkarılan ‘bilimsel disiplin’lerinde geliştirmek
yaşamsal öneme sahiptir. Sosyalist eleştiri de dahil, tüm
sistem eleştirilerinin temel zaafı, sistemin dayandığı ve
onu var kılan yöntemin aynısını kullanmalarıdır.
Halbuki o yönteme dayanarak inşa edilen toplumsal
gerçeklik, aynı yöntemle ne kadar eleştirilse de, aynı
sonuçla karşılaşmaktan kurtulamaz. Çokça bilinir,
önceden çizilen yollarda yürüyenler, o yolların vardığı
köy ve kentlere ulaşmaktan başka bir yere varamazlar.
Bilimsel sosyalizm de dahil, sistem karşıtlarının başına
gelen de budur.”
Tarihi bilincimizin kaynağı olarak tanımlıyoruz
Eğer tarih algımız egemenlerin öngördüğü yöntem üzerinden
şekilleniyorsa, bugüne ve geleceğe dair bilincimizin
egemenlerin çıkarları temelinde şekilleneceği ya da
en azından onun değirmenine su taşımaktan kurtulamayacağı açıktır. Buradan hareketle insanlığın hakikat
arayışlarının neden sonuç alamadığı, egemenlerin yönlendirmesine ve kontrolüne girerek onlara hizmet eder
hale geldiği anlaşılır bir durumdur. Bu noktada insanlığın
görkemli özgürlük arayışları inkâr edilemez, ortaya
çıkardığı değerler saygı ve inancımızın temellerini oluşturur.
Özellikle son iki yüz yıldır egemenlikli devletçi uygarlığın zirvesini oluşturan ve insanlığı yok oluşun kenarına getiren kapitalist uygarlığa karşı verilen mücadeleler ortaya koyduklarıyla insanlığa büyük kazanımlar sağlamıştır. Ancak gelinen aşamada, başta Marksizm olmak üzere tüm arayışlar, içine düştükleri yanılgı ve yetmezliklerle kapitalist modernitenin eritme ve yedeğine alma politikası karşısında dayanamamışlardır. Ömrünü esasta da bundan aldığı güçle uzatan kapitalist modernite karşısında yeni ve özgürlükçü bir çıkışın sağlanması ancak tüm bu mücadelelerin yetmez ve eksik yanlarının aşılmasıyla mümkün olmaktadır. İşte burada yöntem sorunu devreye girmektedir. Mitolojilerden dinlere, felsefeden günümüz bilimlerine kadar birçok seçenek insanlığın hakikat arayışına yanıt olma iddiasıyla ortaya çıkmışlardır. Yaşamı bu yöntemler dışında ele almak mümkün olmadığı gibi, ortaya çıkan sorunların da bunlardan kaynaklı olması gibi paradoksal bir durum söz konusudur. Ancak kapitalist modernitenin bu konuda içine girdiği kriz devasa
boyutlarda ve sürdürülemezlik sınırlarındadır. Bu kapitalist
modernitenin esas aldığı bilimsel yöntemin iflasının
da bir göstergesidir. Savunmalar tam da bu noktada
bilimsel yöntem dışında yeni bir yöntemle insanlığın
özgürlük arayışına yepyeni boyutlar getirmekte, ona
çıkış yaptıracak bir gücü ortaya çıkarmaktadır. Rönesans, Reform ve Aydınlanma ile hamle yapan insanlık yeni bir çağ açmıştır. Dinsel dogmatik yöntemin boğuculuğu karşısında, insanı ve doğayı hiçleştirerek tümden birey iradesini sıfırlayan yaklaşıma karşılık insanın öznelliğiyle dünyanın nesnelliği ortaya konulmuş, bu bilimsel yöntemin temeli olmuştur. Buradan hareketle tanrı sözünü esas alan dogmatik yöntem ahlakla birlikte önemini yitirmiştir. Kapitalist modernitenin dayanacağı yeni sömürü tarzı için toplumun yeniden biçimlendirilmesi ve hâkim düşünüş biçiminin bu sömürü tarzına uygun hale getirilmesi kâr adı altında gerçekleştirilecek istismar için ‘bilimsel yöntem’in devreye sokulması sağlanmıştır. Bunun kolay olmadığı, bu
temelde topluma karşı büyük bir savaşımın verildiği
biliniyor. Günümüzde ortaya çıkan kaoslu ve krizli
durumun bilimsel yöntem altında insanlığa dayatılan
yeni sömürü ve egemenlik biçiminden kaynaklandığı
artık herkesin bilgisi dahilindedir. “Doğaya ve topluma karşı temel özne olarak örgütlenen birey-vatandaş-ulus-devlet toplumu, yeni maskesiz tanrılar olarak, soykırımlardan çevreyi yaşanmaz hale getirmeye kadar her türlü çılgınlığı yapma kudretine sahip ‘yeni icat’lardır. Eskinin ‘Leviathan’ı artık kudurmuş gibidir. Hükmetmeyeceği, parçalamayacağı
bir nesne yok gibidir. Nesnel yaklaşımı bilimsel yöntemin
son derece masum bir kavramı gibi algılamanın
büyük felaketlere, sapmalara ve Ortaçağ’dan kalma
engizisyonlardan daha acımasız katliamlara yol açtığı iyi
anlaşılmalıdır. Nesnel yaklaşımın hiç de masum bir
bilim kavramı olmadığı önemle belirtilmelidir.
“Bilimsel sosyalizmin ve tüm türevlerinin uzun
süreli uygulama ve toplumsal sistem inşalarından sonra
içten çözülerek yıkılmaları veya direkt devlet kapitalizminden
özel kapitalizmlere dönüşüm geçirmeleri,
temellerindeki ‘bilimsel yöntemden’, onun ‘nesnelleştirme’
anlayışından ileri gelmektedir.”

‘Kapitalizm ekonomi karşıtlığıdır’
Toplumsal doğa antisermaye karakterlidir; yine
antitekelci, antikapitalist özelliktedir. Dikkat edilirse,
kapitalizmin kâr elde etme yöntemlerini ve genelgeçer
işleyişini, örneğin faizcilik, aracılık, simsarlık, tefecilik
gibi kapitalistik kâr elde etme yöntemlerini haram saymayan
ahlak öğretisi ve din yoktur. Dolayısıyla rahatlıkla
söylenebilir ki kapitalizm toplumu ve doğayı parçalayıp
tüketerek büyüyen bir kesimin sistemidir. Son
dönemlerde bu sömürüden pay vererek yarattığı bir
tavizci işçi kesimi de ortaya çıkmıştır. Bu tavizci işçi
dışındaki işçiler, köylüler, emekçiler, kadınlar, esnaf ve
zanaatkârlar kapitalist olmayan toplum kesimi olarak
toplumun belkemiğini oluştururlar. Bu açıdan bakınca.
kapitalist sermayenin oluşumunda işçi emeğinin payı
azdır, toplum ve doğa sömürüsü belirleyicidir. Devasa
boyutlara varan işsizlik, açlık, kadın emeğinin sömürüsü,
kırın ve köyün yıkımı, doğanın adeta onarılamaz
boyutlara varan tahribatı kapitalizmin bir ekonomi
biçimi değil, ekonomi karşıtı ve ekonomi dışı bir sistem
olduğunu ispatlamaktadır.
‘Kaos aralığında en önemli husus bilmedir’
Önder APO Savunmalarında Marksizm bu temelde
ele alınmakta ve içine düştüğü yetmezlikler kazandırdığı
değerlere bağlılık inkâr edilmeden ortaya konulmaktadır.
Bu anlamda başta bilimsel yöntemin dışına
çıkamaması, tarihi bu temelde okuyarak canlı ve akışkan
bir tarih yerine determinist, kaderci bir yaklaşımla
tarihsel gelişmeyi birbirini takip eden ve bir sonrakini
öncekinden daha ileri gören indirgemeci tarih yorumu
derinlikli bir biçimde eleştirilmektedir.
Devleti, sınıfları ve zoru tarihsel gelişmenin vazgeçilmez
gerekleri görmek kapitalizme gelene kadar ki
egemenliklere, tabii kapitalizme de bahşedilmiş en
büyük meşruiyet hediyesidir. Bunu Marksizm’in yapması
ise tarihsel bir ironidir.
Marksizmin tarih tezi üç bilimsel gelişme üzerinden
şekillenmiştir. Hücrenin keşfi, Enerjinin Dönüşüm
Yasası’nın keşfi ve Evrim Teorisi. Dolayısıyla eksik kalmıştır.
Bu temelde şekillenen tarih tezine göre
Marksizm, İlkel Komünal-Köleci-Feodal-Kapitalist toplum
biçiminde tarihsel aşamalar belirlemiştir. Adeta
tarih bu sıralamaya göre hep ileriye doğru, dolayısıyla
sonrakinin öncekinden ileri sayıldığı bir tarihsel gelişme
seyrini öngörmektedir. Bu sürecin devindirici gücü olarak
da sınıf mücadelesi belirtilir. Dolayısıyla köleleri,
serfleri, proleterleri ilerici ve değiştirici güç sayar. Oysa
Önder APO’da toplumsal gelişme aşamaları Doğal
Toplum-Devletçi Uygarlık-Demokratik Uygarlık biçiminde
ayrımlanır. Bu anlamda devletçi toplumun
ilk hali olarak köleci uygarlığı daha ileri bir gelişme
olarak değil, bir karşıdevrim, bir sapma olarak tespit
eder. Çünkü tarihi düz, çizgisel ve ilerlemeci bir
gelişme seyri olarak ele almaz. Bunu kaderci bir yaklaşım
olarak görür.
Toplumsal gelişmede niteliksel gelişme dönemleri
vardır. Kaos anı da denen bu aralıklar yaratılış
anlarıdır ve bu aralıklarda birçok seçenek gerçekleşme
olasılığına sahiptir. Bu aralıklarda ileriye de, geriye
de, sağa da, sola da gidişler mümkündür. Burada mutlak
gelişme veya gerileme diye bir şey yoktur. Bunun
yanında Önderlik, tarihi sınıfların mücadelesiyle tarif
etmez, Devletçi Uygarlıkla, Demokratik Uygarlık
(Doğal Toplum) arasındaki mücadeleyle izah eder ve
sınıflaşmayı kutsayan ve buna ilerici bir rol yükleyen
yaklaşımları olumsuzlar. Önderliğin Marksizm’e eleştirileri
bunlarla sınırlı değildir. En temel bir yaklaşımı
da Marksizm’in devlet karşısındaki yanılgılı yaklaşımıdır.
Marksizm’in devletin ortaya çıkışını bir gereklilik
olarak görmesini reddederek devletin çıkışını
tarihsel düzlemde bir sapma olarak ele alır.
Yine diyalektik yöntem adına çelişkilerin birbirini
yok ettiği savı Marksizm’in diğer temel yanılgılarından
biri olarak ele alınmıştır. Doğanın ve toplumun diyalektiği
dikkate alındığında, çelişkilerin birbirini yok etmediği
birinin baskın olmakla birlikte diğerini içererek
varlığını sürdürdüğü görülecektir. Tez-antitez ilişkisi
birbirini besler özelliktedir. Anne çocuk ilişkisi buna
örnek verilebilir. Anne-çocuk çelişki içinde gelişir.
Birbirlerini beslerler ama çocuk annenin antitezidir. Bu
temelde nedensellik ve düz çizgisel ilerleme anlayışı
yanlıştır. Kaos aralıklarında farklı yönde gelişmeler gerçekleşebilir.
İlla ileriye doğru olacak diye bir kayıt yoktur.
Yine hep ileri olacak demek mutlakçı bir görüştür.
Buradan hareketle doğal toplum egemenlikli devletçi
toplum tarafından içerilmiş, ancak yok edilememiştir.
Buradan bakıldığında doğal toplum, tüm uygarlık
tarihi boyunca varlığını egemenlikli uygarlığın
kenarlarında, çeperlerinde sürdürmüştür. Doğal toplum
asla yok olmamıştır. Zira doğal toplum insanlığın kök
hücresidir. O yok olduğunda toplumsallık da yok olacaktır.
O hep insanlığın direniş odakları olarak varlığını
sürdürmüştür. Bu yüzdendir ki, kapitalist modernitenin
bireycilik olgusu ve iktidarcılığı en fazla insanlığın bu
doğal toplum özelliklerine bir saldırı olmakta ve özünde
toplumsallığı parçalamaktadır. Ancak bu gerçeklik
Marksist çelişki anlayışının yetersizliği nedeniyle günümüze
kadar görülememiştir. İnsanlığın özgürlük arayışında
temel güç olarak doğal toplum güçlerini oluşturan etnisite, cins, kimlik ve kültür grupları değil, kölenin
biçim değiştirmiş hali olan proletarya esas alınmıştır.
Bu çerçevede şekillenen reel sosyalizm, ulusal kurtuluş
hareketleri ve sosyal demokrasi kapitalizme alternatif
olmak şurada kalsın, sistemin ömrünü uzatmasında
rol oynayan olgular olmuşlardır.

Savunmalar üzerine/ Ali Haydar kaytan

devam edecek….

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz