Kapitalist ülkeler bu salgından sonra sistemlerinde bazı değişikliklere gidecektir. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Kapitalizm ömrünü uzatmak için bazı reformlar yapacaktır. Yapmak zorunda kalacaktır. Çözüm ise kapitalist sistemi aşmaktır. Kapitalizmi aşmak isteyenlerin PKK önderi Rêber Apo’nun kitaplarını okuması, yürütecekleri çaba ve mücadeleye büyük katkı sunacaktır.
Koronavirüs (Covid-19) öyle bir sarsıntı yarattı ki; siyasal, ekonomik, toplumsal, kültürel birçok gerçekleri gün yüzüne çıkardı. Daha önce üstü örtülen ya da farklı gösterilen gerçekleri tüm çıplaklığıyla görmeye başladık. Öyle ki, her şeyi sorgulayıp yanlışları görmemizi dayatan bir süreç ortaya çıkardı. On binlerce yıllık bir yaşama dayanan insanlık bu eksiklikleri, yetersizlikleri böyle bir salgın hastalığın yarattığı ortamda görmemeliydi. Uzaya çıkan, bilimsel teknik devrim gerçekleştiren, iletişim ve bilişimde büyük bir devrim yapan, öyle ki; yapay zekaya adım atan insanlık böyle bir duruma düşmemeliydi. Bugün gün yüzüne çıkan yanlışlıkları önceden görmeliydi. Ama görülememiştir. Çünkü mevcut bilim sorunludur. Rêber Apo bunu Sümer rahiplerinden daha fazla toplumsal gerçekleri saptıran bilimcilik olarak ifade etti. Bugün dünyanın başına bela olan olguları cinsiyetçilik, milliyetçilik, dincilik ve bilimcilik olarak tanımladı. Kapitalist modernite emrindeki bilim insanlarını günümüzün Sümer rahiplerinden daha fazla gerçeklikten ve toplumdan uzak olarak değerlendirdi. Bu bilim insanlarının görevini gerçekleri ortaya çıkarmak değil de, gerçekleri gizlemek ve her şeyi kapitalizmin hizmetine sokmak olarak değerlendirdi. Bugünlerde Rêber Apo’nun bilimcilik ve bilim insanları üzerine yaptığı değerlendirmeyi ilgili herkes okumalıdır; yeniden ve yeniden okumalıdır. İnsanlığın başına tüm belaların nasıl geldiğini öğrenmelidir. Koronavirüsle ilgili bu yazıyı yazarken bunu belirtmemek büyük bir eksiklik olurdu.
Koronavirüsün siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel yaşamı sorgulatması ve alternatifini daha yakıcı gündeme getirmesini değerlendirmeden önce Türk devletinin koronavirüs karşısındaki tutumunu değerlendirmek gerekir. Çünkü insanlık için koronavirüs kadar tehlikeli olan, bu dönemde bile insanlık dışı özel savaş karakterini bırakmayan, Türkiye halklarını ve tüm insanlığı aldatmaya devam eden bu devlet gerçeğinin bu salgın sırasındaki tutumuna bakmak önemlidir.
Korona ve halka karşı özel savaş
Virüs Çin’de çıktığında ilk önce duyurulmadı ama yaygınlaşınca duyurmak zorunda kaldılar. Çünkü hem hızla yayılıyordu hem de ölümcüldü. Bu durum her ülke için büyük tecrübeydi. Ancak bu tecrübeden sonuç çıkarılmamış; birçok devletin daha baştan tedbir alması gerekirken, yaygınlaştıktan sonra kamuoyuna açıklamaları ve tedbir almak istemelerinin sonuçları ağır olmuştur. Bu devletlerden biri de Türk devleti olmuştur. Halka karşı sürekli özel savaş yürüten, bu nedenle halktan gerçekleri saklayan Türk devleti aynı tutumu koronavirüs salgınında da göstermiştir. Uzun süre bizde salgın yok, diyerek gerçekleri saklamıştır. AKP-MHP iktidarı kendi iktidarını olumlu göstermek için salgını gizlemiş, ancak salgın yaygın hale gelince bizde de hastalık var, demek zorunda kalmışlardır.
İki ay boyunca bizde salgın yok, diyerek hiçbir tedbir almayarak hastalığın yaygınlaşmasına neden olmuştur. Çünkü insanlar normal yaşamına devam etmiştir. Hasta olanlar serbest dolaşmış, başkalarına bulaştırmıştır. Diğer insanlar da hastalığın var olduğunu bilmediği için kendilerini korumaya ihtiyaç duymamışlardır. Şimdi herkes tedbir alınırsa salgının erkenden önüne geçilebileceğini söylüyor. AKP-MHP iktidarı bizde yok, deyip yaşamın normal sürmesini sağlayarak virüsün yayılması suçunu işlemiştir. İki ay gecikmeyle açıklama ve gecikmeli tedbir almaya yönelme ağır bir suçtur. İran kapılarının kapanması, Çin’e gidiş-gelişlerin sınırlanması gerçek bir tedbir değildir. Çünkü günümüzde ülkeler arası gidiş-gelişlerin yoğun olması; bir yerde salgın varsa onun kısa sürede başka ülkelere sıçrayacağı bir durum yaratmaktadır. Nitekim virüsün varlığını gizleyerek kendini başaralı göstermek isteyen Türk özel savaş yönetimi sonunda bizde de var, deyip bazı tedbirler almaya başlamıştır. Ancak dünyanın her yerinde futbol müsabakaları ertelenirken Türkiye’de ertelenmeyerek gizleme ve gereken tedbirleri almama farklı biçimde sürdürülmüştür, hala da sürdürülmektedir.
Şu anda hükümetin tedbir alıyorum, demesi çok anlamlı değildir. İki ay bizde yok, deyip tedbir almayarak işlediği suçu örtemez. Şimdi tabi ki bazı tedbirler almaya çalışıyorlar. Ancak daha baştan yaklaşım yanlış olunca alınan tedbirler de yetersiz kalmaktadır. Yada tedbirlerde sürekli gecikme yaşanmaktadır.
Tayyip Erdoğan son konuşmasında yine şöyle tedbir aldık ve alıyoruz, demiştir. Hatta 2 aylık gecikmeyi yaşatmamış gibi erken tedbir alan ülkelerden olduk, demiş. Türkiye halklarının ve dünyanın gözünün içine bakarak yine yalan söylemiş. Türkiye’de ağır baskı olduğu için birileri de kalkıp sen 2 aylık gecikme yaratarak ağır suç işledin diyemiyor. Yine yüzlerce ölü varken ölü sayısı gizleniyor. Türkiye’de ölü sayısı verilen resmi rakamlarının on katıdır. Belki de daha fazladır. Ancak bu ölümler zatürre ya da farklı bir hastalık olarak gösteriliyor. Her gün ne kadar ölü sayısı gösterileceğini de özel savaş merkezi, saray gladyosu belirliyor. Siz bakmayın sağlık bakanı adına açıklama yapılmasına. Sayıların nasıl belirleneceğine Tayyip Erdoğan’ın da içinde olduğu özel savaş ekibi karar veriyor. Böylece bizde ölümler Avrupa’nın şu şu ülkelerinden azdır propagandası ile kendilerini başarılı ilan edecekler!
Türkiye halkları hesap sormalı
Türkiye ve Kürdistan’da hiç kimse sağlık bakanı adına yapılan açıklamalara inanmamalıdır. Geç açıklama ve tedbir almanın yarattığı ağır sonuçların altında kalmamak için hastalar ve ölümler az gösteriliyor. Türkiye halklarının bunun hesabını mutlaka sorması gerekiyor. Kürtler ise bu salgın hastalık sürecinde nasıl bir düşmanla karşı karşıya olduklarını bir daha görmüşlerdir. Başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerde yayılan bu hastalıktan en fazla Kürtler etkilenmiş, ancak sağlık hizmetini en az alanlar yine Kürtler olmuştur. Kürdistan’da testlerinin yapılmaması Kürt’e yaklaşımının ne olduğunu gösteriyor. Şimdi kit gönderdik, demişlerse de Kürdistan’da fazla bir şey değişmemiştir. Halk can derdindeyken Kürdistan’da belediyelere kayyum atanması bu devletin Kürtlere yaklaşımını bir daha açık biçimde göstermiştir. Bu da Kürt düşmanlığıdır.
Koronavirüsle kapitalizmin ortaya çıkardığı büyük şehirlerin insanlık için nasıl büyük tehlikeler yarattığı çok iyi görülmüştür. Kürtler de Türkiye’de ağırlıklı olarak Marmara, Ege ve Çukurova’nın büyük şehirlerine göç etmişlerdir. Bu nedenle de başta İstanbul’da yaşayanlar olmak üzere bu virüsten çok etkilenmişlerdir. Şu anda virüsün en az etkili olduğu yerler köyler ve kırsal alandır. Yani Kürtlerin en fazla terk ettiği, bırakarak metropollere yöneldiği Kürdistan köyleridir. Şimdi bir kesim, koronavirüs çıkınca köylerine gitme eğilimi içine girmiştir.
Bu vesileyle şunları belirtmek isterim. Kürt halkı baskılar ve ekonomik nedenlerle metropollere göç etmişlerdir. Zaten Kürdistan’da Fırat’ın batısı ve Dersim gibi yerlerde çok önceleri devletin özel savaşı ile metropollere yoğun göç yaşanmıştır.1978 Maraş katliamı ile bu göçler yoğunlaşmıştır. Fırat’ın doğusunda ise esas olarak 1980’li yılların sonu ve 1990’lı yıllarda köylerin yakılıp yıkılması, faili meçhul-aslında failleri bilinen- cinayetlerden sonra göçler yoğunlaşmıştır. Kürdistan boşaltılmıştır. Baskılar yanında devletin özel savaş merkezi psikolojik harekatlarla da Kürdistan’dan kopuşu artırmıştır. Bu temelde Kürdistan’da yürüttükleri soykırım amacına daha erken ulaşacaklarını hesap etmişlerdir.
Hastalığın esas adı kapitalizmdir
Virüs büyük şehirlerde yaşanamayacağını göstermiştir. Zaten bu salgından sonra büyükşehirlerin varlığı sorgulanacaktır. Bu salgın Kürtlerin bir bölümünün köylerine dönmesini sağlayabilir. Aslında Kürtlerin yarısından fazlası Kürdistan’a dönerek daha güzel bir yaşam sistemi kurabilir. Birçok Kürt’ün köyünde basının, dedesinin yerleri vardır. Geri dönerek bu köyleri yeniden canlandırabilirler. Koronavirüs birçok şeyi değiştireceği ve eskisi gibi bırakmayacağı gibi Kürtlerin topraklarına geri dönmesine de vesile olabilir, daha doğrusu olmalıdır. Kapitalizm, mevcut yaşamı bir yerde çıkmaza sokacaktı. Şimdi bu duruma gelindi; Artık modernist düşünme biçimini, modernist yaşam biçimini bir tarafa bırakarak toplumcu düşünme, demokratik modernite yaşamına yönelme olmalıdır. Demokratik modernite yaşamının bir boyutu tarih boyu insanlığın ve toplumun yaşam alanı olmuş köyleri ve kırsal alanı canlandırmak olmalıdır. Kürdistan tarih boyu tarımın ve hayvanlığın merkezi olmuştur. Kuşkusuz yaşam tümüyle yüz yıllar öncesine dönemez ama kapitalist modernitenin ortaya çıkardığı yaşam da bir yanılgıydı, sapmaydı. Tüm insanlığı yaşam alanlarından çıkarıp obez şehirlere, metropollere doldurdu.
Bu şehirleşme, kapitalist sömürü ve bunun üretim anlayışı olan endüstriyalizm için yaratıldı. Bunun için doğanın tüm dengesi bozuldu. Sadece doğanın dengesi değil, toplumsallık dağıtılarak insanın karakteri değişime uğratıldı, bozuldu. Toplumsallığı dağıtmak insanı bozmaktır. Bu da insanlık düşmanlığıdır. Doğanın bozulması ile insanın bozulması at başı gitti. Sonunda insanlığın sonunu getirebilecek bir salgın hastalıkla karşılaşıldı. Gerçek bilim insanları bu konuda ciddi uyarılar yapıyorlardı. Ve bu uyarı doğrulandı. Belki bu salgına çare bulunacak, ancak insanlık kapitalizmden kurtulmazsa yarın daha ağır hastalıklar ortaya çıkacaktır. Hatta bunun çaresi bulunamayarak insanlık yok olmayla karşılaşabilecektir. Bu açıdan kapitalizm tüm insanlık için bir sağlık ve varlık sorunu haline gelmiştir. Hastalığın esas adı kapitalizmdir. Bundan kurtulmadan da şu bu hastalıktan kurtulmak insanlık için bir çare olmayacaktır.
Çözüm; kapitalist sistemi aşmaktır
Kapitalist ülkeler bu salgından sonra sistemlerinde bazı değişikliklere gidecektir. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Kapitalizm ömrünü uzatmak için bazı reformlar yapacaktır. Yapmak zorunda kalacaktır. Örneğin reel sosyalizmin yıkılmasından sonra her ülke kendi kapitalist işletmelerinin, tekellerinin diğer işletme ve tekellerle rekabet edebilmesi için sosyal harcamaları kesip, bunları kendi kapitalistlerine aktardılar. Bu virüsle birlikte bundan bazı dönüşler olacaktır. Ancak bunun çözüm olması mümkün değildir. Çünkü kapitalizm, kapitalizm olmaktan çıkmadığı müddetçe doğası değişmez. Azami kar ve rekabet toplumsal sorunların varlığını da sürdürür; doğanın tahribatına da yol açar. Uluslararası anlaşmalarla konulacak bazı engeller ve yasaklar bu durumun önüne geçemez. Sadece bazı olumsuzlukları kısmen giderebilir. Ancak ne toplumsal sorunlar çözülür ne de doğa sağlığına kavuşur.
Çözüm; kapitalist sistemi aşmaktır. Ekonomi olarak eko-endüstriye dayalı komünal ekonomi, kapitalizmin modernist yaşamına karşı demokratik modernite yaşamı, yani toplumcu demokratik yaşam. Toplumun komün ve meclislerde örgütlenerek tüm ilçe ve illerde kendini yönettiği demokratik bir sistem. Tüm toplumsal kesimlerin kendini örgütleyerek kendi sorunlarının çözümü için söz ve karar sahibi olduğu sistem. Yerel ünite ve toplumsal kesimlerin örgütlülüğü temelinde oluşturulacak demokratik konfederal bir temelde oluşturulacak bir halk yönetimi. Çare devlet yerine eko-endüstriye dayalı komünal ekonomi, toplumun her alanda komün ve meclislere dayalı demokratik yönetim sistemidir. Halk bu ekonomik, toplumsal ve siyasal sistemi devlet dışında örgütleyebilir. Kapitalizm ve devleti bu temeldeki örgütlenme ve oluşturduğu ekonomik ve toplumsal yaşam ve demokratik yönetimler daraltıp kuşatabilir. Halk örgütlenme ve mücadele iradesi gösterirse bunu yapabilir. Kapitalizmden artık sadece emekçiler, yoksullar, kadın ve gençler değil, toplumun büyük çoğunluğu kurtulmak istediğinden böyle bir demokratik devrimi gerçekleştirmek her zamankinden daha fazla imkan dahiline girmiştir.
Kuşkusuz kapitalizmin nasıl aşılacağı, aşılması için nasıl bir mücadele verilmesi gerektiği bu yazıyı aşan bir konudur. Ancak kapitalizmin insanlık için gereksiz hale gelmesi bundan önce de dillendiriliyordu. Bu salgın hastalıktan sonra insanlık için daha fazla gereksiz ve yük durumuna gelmiş bir sistemdir. Aslında yarattığı toplumsal sorunlarla çoktan insanlık ve toplum düşmanı haline gelmiş olan kapitalizm, artık insanlığın fiziki varlığı için de düşman haline gelmiştir. Bu nedenle kapitalizmi aşma gündeme girmiştir. Bunun nasıl olacağının düşüncesi, teorisi, yapılanması ve eylem biçimi daha fazla tartışılacak ve gereken adımlar atılacaktır. Kapitalizm, ömrünü uzatmaya çalışacaktır. Ancak kapitalizmin ömrünü kapitalistlerden çok anti-kapitalistlerin yaratıcılığı ve pratikleşmesi belirleyecektir.
Rêber Apo’nun kitapları okunmalı
Bir daha vurgulayalım; kapitalizmi aşmak isteyenlerin PKK önderi Rêber Apo’nun kitaplarını okuması, yürütecekleri çaba ve mücadeleye büyük katkı sunacaktır. Hiçbir kitapta, hiçbir yazıda bulamayacakları düşünceleri ve önerileri bu kitaplarda bulacaklardır. Hiç kimse bir komplekse girmeden Rêber Apo’nun kitaplarını okursa, tartışırsa, anlamaya çalışırsa anti-kapitalist mücadelenin daha etkili hale geleceğini söyleyebiliriz. Rêber Apo yaptığı savunmasında çok iyi bir anti-kapitalist olduğumu söyleyebilirim, diyerek bu gerçeğe gönderme yapmıştır.
Önemli bir konu da koronavirüs salgını döneminde devrimcilerin ve demokratların iktidarlara karşı tutumunun ne olması gerektiği konusudur. Bu dönem de salgının durdurulması öncelikli bir görevdir. Ancak bu durum faşist AKP-MHP’ye karşı tutumu değiştirmemelidir, liberalize etmemelidir. Kuşkusuz toplum bu salgın karşısında bir bütün olarak dayanışma içinde olmalıdır. Toplum siyasi düşüncesi ne olursa olsun dayanışmada bir kusur göstermemelidir. Ancak soykırımcı faşist AKP-MHP iktidarına karşı ne siyasi ne de toplumun tutumunda bir gevşeme olmalıdır. Aksine bu süreçte gösterdiği tutum nedeniyle bu iktidara karşı daha net tutum ortaya konulmalıdır.
Bu iktidara karşı öfke büyümeli, tutum netleşmeli, mücadele keskinleşmelidir. Bazı kişi ve kesimlerin virüs herkesi tehdit ediyor yaklaşımıyla bu faşist iktidara karşı esnek yaklaşım gösterme eğilimi yanlıştır. Aksine tedbirleri geciktirerek hastalığı yaygınlaştıran, bu süreci Kürt halkına ve demokrasi güçlerine karşı düşmanlığı geliştirme olarak ele alan bu iktidara daha net tutum konulmalı, teşhir edilmeli ve bu iktidardan kurtulmanın ittifakı ve mücadelesi gerçekleştirilmelidir.