KEMAL SÖBE
Din ve inanç tarih boyunca egemenlerin iktidarda kalma araçları oldu. Köleci ve feodal sistemlerin etkince dini kullanıp toplumları binlerce yıl yönettikleri ve köle olarak kullandıkları biliniyor. Hatta köleci ve feodal sistemlerde kimi hükümdarlar kendilerini tanrı/yarı tanrı ve tanrının yeryüzünde ki temsilcisi yada gölgesi olarak gösteriyorlardı. Toplumların eğitimsizliğinden/bilgisizliğinden faydalanıp ve bilgiyi kötüye kullanıp toplumları egemenlik altına almak, köleci ve feodal sistemlerin sistemsel karakterini, yapısını oluşturuyordu. Toplumları fiziki olarak esaret altında tutmak kaba fiziki gücü gerektirirken, itaatkâr bir toplumun ise beynini ele geçirme, duygularını kuşatmak, bilincini yok etmek gerekiyordu. Gerçekleri çarpıtma, hayatı farklı gösterme, toplumsal bilinci yok etmek, kadercilik anlayışı egemenlerin yönetim zihniyeti olmaktadır. Sınıflı ve devletli sistemlerde, toplumları yönetmek, sürüleştirme siyasetiyle oluyor.Sınıflı devletli sistemler, toplumsal düşüncenin denetim altına alındığı, toplumsal düşünceye yön verildiği, kontrol edildiği sistemlerdir. Aslında bu sistemlerde toplumsal düşünce yok edilmiştir dersek daha doğru bir yaklaşım olur. Dikkat edilirse, toplumlar hep egemen anlayışın yönlendirmesiyle hareket ediyorlar. Sömürü sistemlerinde toplumların-insanların yaşadığı sorgulanır. Egemenlerin siyasetiyle yaşayanların, yaşamları sorgulanır, incelenir.
Egemenlikçi zihniyetin topluma yedirdikleri zihniyetin, topluma ait olup olmadığı toplumun yaşamına bakıldığında kendisini gösterir. Toplumun her yönden bir yabancılaşmayı yaşaması, egemen zihniyetin toplumu toplum olmaktan çıkarmasının ve düşüncesiz bırakmasının bir sonucudur. İşte yönetilmek aslında düşüncesiz bırakılmanın, toplumun hafızasız bırakılmasının bir sonucudur. Metafizik-fizik ötesi anlayış, afyonlaşmış din ile toplum yaşamında kendisini daha çok gösteriyor. Sürekli halktan kesimler, ezilenler kadere mahkum ediliyorlar. Çünkü yönetenler kader tayin edici olurlar, yönetilenlerin ise kaderi olur. Yönetilenler kadere inanırlar, inandırılırlar. Bir toplum neden ve nasıl yönetilir? Düşüncesiz ve hafızasız bırakılmış bir toplumu yönetmek, yönlendirmek çok kolaydır. Kolay yönetilen bir toplumu sömürmek, egemen kesimlerce emeğini gaspetmekte bir hak olarak görülür. Viranede açlık sınırının altında yaşayıpta saraylarda yaşayanları alkışlamak, zenginlerin mülkleriyle övünmek ne anlama geliyor?
Hükümdarların kulu olmak, önlerinde eğilmek, el eteklerini öpmek kulluktur. Sınıflı-devletli sistemler kulluğun zirveye çıktığı devletin ise tanrı olarak görüldüğü ve tapıldığı ve dinin etkince kullanıldığı sistemlerdir. Tanrı güç demektir, egemenlik güç ile olur. Dolayısıyla devlet demek egemenlerin toplumu yönetme gücüdür ve toplum bu güce ölümüne bağlıdır ve tapar. Kapitalizmin tanrısı para ve ulus devlettir. Kapitalizmdeki argumanlar da, yerine ve zamanına göre değişkenlik gösterebilir. Ortaçağ Avrupası’nda din faktörü etkili bir silah idi ve toplumu yönetmede, egemenler için sonuç alıcıydı. Rönesan ve aydınlanmayla, kilisenin ve afyonlaşmış dinin etkisi kırıldı, kilisenin metafizikçi bakış açısının toplum üzerindeki etkileri yıkıldı. Toplum daha gerçekçi ve realist düşünmeye başladı. İşte kapitalizmin gelişmesiyle, dinin afyonlaşmış rolü yerini ulus devletin toplum hakimiyetine bıraktı. Gelişmiş kapitalist ülkelerde afyonlaşmış dinin bir etkisi artık yokken, Müslüman ülkelerde afyonlaşmış Emevi dini hala etkince kullanılıyor. Batı merkezli kapitalizmin gelişimi, gelişmemiş Müslüman ülkelerde yarı sömürge sistemler oluşturmayla sonuçlandı. Sovyetlerin gelişip kapitalizme alternatif olması, kapitalizm karşısında bir güç olması, kapitalist egemenlerin YEŞİL KUŞAK denilen projeyi hayata geçirmesine yol açtı. Çünkü 20. yüzyılda toplumsal ve ulusal mücadeleler, emperyalizme karşı gelişmeye başlamıştı. Yeşil Kuşak Projesi, kapitalizmin arka bahçesi olarak gördüğü gelişmemiş Müslüman ülkelerde ulusal-toplumsal ve demokratik devrimci güçlerin çıkışını ve emperyalizme karşı direnişini engelleme girişimidir.
ABD-AB, global emperyalizm-kapitalizm, Çarlık Rusya imparatorluğuyla Osmanlı imparatorluğu arasındaki tarihi savaşları ve sorunları, Sovyetler döneminde etkince kullandılar. Komünizmi din düşmanlığı, Allahı tanımama ve Rusçuluk olarak gösterip, komünizm hakkında doğru bir bilgisi olmayan geniş kitleleri, böylece sosyalist gelişmelerin dışında bıraktılar hatta karşıt hale getirdiler. Yani Rusçulukla özdeşleştirilen ve Rusya’nın tekelinde bırakılan komünizm Türklüğün ve müslümanlığın düşmanı olarak gösterildi. Yani Rusya Osmanlının-Türklerin düşmanıysa, Sovyetlerde Türkiye’nin düşmanıdır ve Sovyet Rusya’ya ait bir sistem olan komünizm Türkiye’nin-Türklerin ve müslümanların dostu olamazdı, zihniyeti halka yedirildi ve bu zihniyet Türkiye’de hala diri tutulan sakat bir anlayıştır. Siyasal islam, 12 Eylül sonrası biraz yedekte tutulduysada, son yirmi iki yıldır AKP-MHP faşizmiyle birleştirildi, Türk-İslam senteziyle tam beyaz-yaşil bir Emevi diniyle toplum tanınmaz hale getirildi. 1950-1980 arası, siyasal Türkçülük Türkeş denilen kontrgerilla şefinin eliyle kullanıldı, yüzlerce solcunun-devrimcinin kanına girdiler, sosyalist gelişmelere Türkçülük ve müslümanlık adına darbe vurdular. Siyasal İslam, daha çokta 1980 sonrası devlet ortamına, önce denetimli olarak alındılar ve son yirmi yıldır devleti siyasal İslamcılara teslim ettiler ama Bahçeli faşistini de son sekiz yıldır, aslında RTE’ye kayyum olarak atadılar. El kaide, Taliban ve İŞİD gibi İslami faşizan örgütlerle yönetilen Afganistan, tanınmaz hale getirilmiştir ve insanlık tarihinin hiçbir döneminde olmayan çağdışı ilkel vahşi bir sistemle yönetiliyorlar.
İran’daki İslami sistem, diğerlerine göre biraz ılımlı ve modern gerici mollaların rejimi olarak yorumlamak daha doğru olur. Çünkü İran’daki molla rejimi de, hala solcuların, devrimcilerin, Kürtlerin, kadınların, seküler ve aydın kesimlerin kanına giriyorlar. Yani İran’daki rejimi ileri bir rejim olarak görmemiz mümkün değildir. Anti Amerikancı olması, anti kapitalist olması demek değildir. İran’ın anti Amerikancı-Batıcı olması, tarihsel imparator olmaktan güç alarak, günümüzde de bölgesel emperyalist bir güç olmak ve elinden gelse, yapabilse global bir emperyalist güç olmayı bile ister. Türkiye’nin Kürt düşmanlığı temelinde Türk-İslam senteziyle yönetilmesi, NATO’nun uydusu olması Türkiye’ye çok şey kaybettirdi. Türkiye halkı, sözde komünizm tehlikesine karşı, NATO’nun yanında yer almanın bedelini, aslında şimdi daha çok ödüyor. Yoksulluk Türkiye halkını kasıp kavuruyor. Ekonomi heran patlama ve dibe vurma noktasındadır. Bazı eski siyasal İslami ve siyasal Türkçü kişiler, din ve Türklük maskesi altında yıllarca emperyalizm tarafından kullanıldıklarını çeşitli yerlerde dile getiriyorlar. Türkiye’de, doğru ve bütünleştirici sol bir önderlik gelişmediği için, Türkiye halkı, Türk-İslam sentezinin etkisini günümüze kadar yaşadı-yaşıyor. Toplumun bir bölümü hala tarikatların-cemaatlerin kuyruğuna takılıyor. Cemaatler-tarikatlar adeta din pazarlayan tüccarlar haline gelmişler. Türkiye’deki dinci cemaatler-tarikatlar Arabistan’da bile yok. Sözde laik olan bir ülkede, dinci cemaatler cirit atıyorlar ve hepside villalarda yaşıyorlar, son model mersedeslere biniyorlar. Yosulluk dinci cemaatlerin eliyle kader olarak gösterilecekki, kapitalistlerin düzeni bozulmasın. Toplumu kaderle uyutmanın görevinide işte bu dinci cemaatlere verdiler.
El kaide, Taliban ve son yıllarda türeyen İŞİD ve benzeri dinci paravan çeteler, son yetmiş yıldır kapitalist-emperyalist sistemin, Müslüman ülkelerde devrimci demokratik toplumsal gelişmeleri engellemek için kullandıkları dinci çetelerdir. Sovyetlerin bu ülkelerle, sosyalist ideoloji temelli ilişki kurmalarını engellemek için de bu dinci çeteler kullanıldı. Türkiye’de 1950’den sonra, Türk-İslam sentezi siyasal Türkçülüğün ve siyasal İslamın eliyle geliştirildi, devrimci gençliğe karşı kullanıldı. Ancak 12 Eylül cuntası sonrası, toplumun inanan büyük çoğunluğu siyasal İslamın örgütlenme alanı haline getirildi. Son kırk yılda dinci cemaatler, tarikatlar ve bu gibi dinci çevrelerin hepsi, NATO’nun, global emperyalist sistemin Yeşil Kuşak Projesi altında desteklediği çevrelerdir. Emevi dininin etkince kullanılması, genç nüfusun dinci cemaatlerin ve tarikatların tuzağına düşürülerek beyinlerinin yıkanması ve sosyalist ve anti emperyalist çevrelere karşı kullanılması hedeflenmiştir. Batı emperyalizmi, dinci çetelerin ve dinci çevrelerin eliyle Müslüman ülkelerde sosyal-toplumsal gelişmelerin önüne geçti. Anti emperyalist-sosyalist devrimlerin gerçekleşmesini engellediler. Dikkat edin, Türkiye’de kadercilik almış başını gidiyor. Yoksulluk kader, aç kalmak kader, fakirler hep cennete gidiyorlar, fakirler hep şehit oluyorlar, fakirlerin hep şükretmeleri gerekiyor. Kimse zenginliği, zenginlerin nasıl zengin olduğunu sorgulamıyor. Yoksulluk ve açlık kaderdir ve Allahın emridir deyip, karşı çıkılamaz diyorlar. Ortaçağ Avrupası’ndaki dini korkular hala Türkiye’de topluma yaşatılıyor. Fakirlik kadermiş ve karşı çıkılamazmış çünkü Allahın emriymiş.
Allah zenginlere neden dokunmuyormuş acaba? Allah, herkese yetecek kadar nimet ve maddi imkan veriyorken neden toplumun çok küçük bir kesimini zengin etsin, çoğunluğuda yoksul ve muhtaç bıraksın? Oysaki KUR’AN, ” ey Müslümalar, ihtiyaçtan fazlasını paylaşın ” diyor. Gerçek İslam’da mülk Allaha aittir ve bütün kulların, Allaha ait mülklerden alma ihtiyacı kadar alma hakkı vardır diyor. Bu durumda, demekki İslam ve din hala kullanılıyor. Müslüman ülkelerde yaşanılan din, İslam adı altında Emevi dinidir. Emevi dinini, İslam diye toplumlara yutturuyorlar. Müslüman ülkelerdeki siyasal İslam’ın hepsinin arkasında Yeşil Kuşak Projesi vardır ve hepside global sermayenin hizmetindedir. Bir ülkede okuldan ve fabrikadan kat be kat fazla cami varsa ve hala cami yapılıyorsa ve bu camiler diyanetin emrindeyse, orada kesinlikle toplumu kandırma vardır. Bu kandırmaların hepside Allahın adını kullanarak Allaha şirk koşarak yapılıyor. Deprem oluyor insanlar ölüyor, Allahın kaderidir deniyor. Toplum yoksulluktan kırılıyor, Allahın kaderidir deniyor. Allah, kendi kullarının düşmanı mıdır? Allah, özelliklede fakirlere mi düşman? İşte afyon olarak kullanılan dinin sonuçları ortadadır. Toplumun beyninin içinin oyuyorlar, hafızasız bırakıyorlar ve istedikleri şekilde yönlendiriyorlar, kullanıyorlar, aldatıyorlar, kandırıyorlar ve sömürüyorlar. Halbuki gerçek din, köleliğe ve ve eşitsizliklere karşı bir isyan hareketi olarak ortaya çıktı. İsyancılık ruhu bütün dinlerin gerçeğinde ve özünde vardır. Yoksulluk kader olsaydı Allah, herkese yetecek kadar nimet vermezdi. Xade, onca nimet verecek ama toplumu da yoksul bırakacak ve bunada, kader diyecek. İşte Allah’ın adını kullanıp insanları kandırmak ve bunun üzerinde egemenlik kurmak budur. Bütün bunlar, toplumların bilgisizliğinin, eğitimsizliğinin, hayatı doğru tanımamanın sonuçlarıdır. 1990’larda, PKK’nin Kürdistan’da gelişmeye başladığı koşullarda, Hizbullah denen zebanileri, Kürtlerin başına bela ettiler. Kürtlerin, PKK’yle doğru bir örgütlülüğü yaşamaları, doğru bir bilinç kazanmaları, politikleşmeleri, PKK’nin, dine devrimci yaklaşımı sonucu, siyasal İslam denen Hizbullah kontraları başarılı olamadılar.
Son yıllarda da, HÜDA PAR denilen Hizbullah zebanileriyle, İŞİD zihniyetlilerle, Kürt halkınının kanına gireceklerinin hesaplarını yapıyorlar. Kürtler, gerçek İslamın ne olduğunu öğrendiler ve siyasal İslamın-dinin etkisinden çıktılar. Sermaye güçleri tarafından kullanılan bütün dinci çeteler bitmeye mahkumdur. Çünkü bir silah olarak kullanılıyorlar ve oynatılan rolleri bittiğinde de bir kenara atılacaklardır. 1980 sonrası, Türkiye’de dinci örgütlenmelere ağırlık verilmesi, cemaatlerin ve tarikatların kurulması, Gladyo-NATO’nun Yeşil Kuşak Projesi’nin derin devletin eliyle uygulanmasıdır. Özellikle toplumun en genç dinamik kesimlerine yönelmeleri, genç kesimleri tuzaklarına düşürmeleri, dinci eğitime ağırlık vermeleri, başta gençlik olmak üzere, toplumun sosyalist yönelmelerini ve sosyalist gelişmelere ilgilerini bitirmek amaçlandı. Toplumun inancını, topluma karşı bir silah olarak kullandılar, şeytanın düzeni olan kapitalizmi Allahın düzeni olarak topluma kabul ettirip yaşattılar. Ve kapitalizmden kaynaklı sömürüyü, yoksulluğu ve eşitsizliklerin hepsinide kader olarak gösterdiler ve en kötüsüde toplumu, uzun süre buna inandırdılar, sömürdüler. Sosyalistlerin yapmaları gerekenler, dine devrimci yaklaşımı esas almaları ve dinin gerçeğini topluma anlatmaları ve afyon dinini ortadan kaldırmaları olmalıdır. Toplumun inancı topluma teslim edilmelidir. Toplum, özgürce inancını yaşarsa, görülecektir ki din, hayatın kendisi ve ahlaktır/edeptir. Ahlakı ve edebi olmayan bir din, Allahın dini değildir, şeytanın dinidir. Emevi dini, şeytanın dinidir. Türkiye’de ve diğer Müslüman ülkeler de yaşanılan din, Emevi dinidir, Hz Muhammed’in getirdiği din değildir.