İmralı tecridine dünyanın her yerinden ve saygın çevrelerinden tepkilerin geldiğine dikkat çeken Karasu, Türkiye’deki demokrasi güçlerini ses çıkarmaya çağırdı, bunun demokratlığın ölçüsü olduğunu söyledi.
Karasu, işgal saldırılarına dikkat çekerek, gerilla direnişinin işgalcilere geçit vermediğini belirtti, KDP’nin artık bir meşruiyetinin kalmadığını kaydetti.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, İmralı tecridi, işgal ve soykırım saldırılarına ilişkin Medya Haber TV’nin sorularını yanıtladı.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecritle başlamak istiyorum. Mutlak bir iletişimsizlik devam ediyor. Ancak son zamanlarda buna karşı önemli eylemler ve gelişmeler söz konusu. AİHM, 69 Nobel ödüllü insanın mektubuna bir cevap verdi. Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu’nda tecride dönük önemli bir toplantı gerçekleştirecek. Otuzdan fazla ülkede 1500’den fazla avukat, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la görüşmek için Türkiye Adalet Bakanlığı’na başvuruda bulundu. Gençlik, Kürt Halk Önderi’nin özgürlüğü çerçevesinde her sene gerçekleştirdiği Uzun Yürüyüşünü başlattı, Kürt festivalleri gerçekleşiyor. Türkiye ve Bakur’da 13 Ekim’de çok önemli bir hamle geliştiriliyor. Bu gelişmelerin önemini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Önder Apo’nun özgürlüğü ile ilgili geçen yıl 10 Ekim’de başlatılan kampanya birinci yılına yaklaşıyor. Bu süreç gerçekten de Önder Apo’yu sahiplenme, Önder Apo’nun özgürlüğünün özellikle Kürdistan’da, Türkiye’de değil, tüm dünyada gündemleşmesi açısından çok önemli bir süreç oldu. Önderliğin gündemleşmesi, kitaplarının okunması, birçok filozofun, aydının Önderliği sahiplenmesi, bu süreçte Önderliğin gerçek büyüklüğünü, karakterini dünyaya yaymada da önemli bir rol oldu. Önderliğin düşüncesinin de bu geçen yılda yaygınlaşması önemli bir düzey kazandı.
Mücadele sonuç alıyor. Bu, görüldü bu süreçte. Avukatlar CPT ile görüştüler, AİHM’le görüştüler. Onlar da o zaman bazı cevaplar vermek zorunda kaldılar. En son da 69 Nobel ödülü sahibi aydının, bilim insanının yazdığı mektup, çağrı AİHM, CPT üzerinde de etkili oldu. Çünkü sıradan insanlar değil, dünyanın tanınan insanları, insanlığa hizmet etmiş insanlar, insanlığın vicdanı olan insanlar. Böyle değerlendirmek lazım bu insanları. Bunların Önderliği sahiplenmesi, Önderliği sahiplenme düzeyinin daha da çıtasını yükseltti. Yani mücadele, çaba CPT’yi de AİHM’i de zorluyor. Giderek Türkiye’yi de zorluyor ve zorlayacak. Bu bakımdan bu bütün çabaları takdirle karşılıyoruz, selamlıyoruz.
‘Önderliğe özgürlük, Kürt sorununa çözüm’ kampanyasının birinci yılına girerken yeni eylemler var. Kampanyanın yaygınlaşması var. Hem Türkiye’de hem Avrupa’da bu kampanya yaygınlaştırılacak. Ve ikinci yıl gerçekten de Önderliğin özgürlüğünü sağlama açısından çok önemli bir yıl olacak. Gelişmeler onu gösteriyor. Yakında 1500 avukatın açıklaması olacak. Çok önemli. Yine Önderliğin Umut Hakkı’nın Bakanlar Konseyinde görüşmesi olacak. Bu da tabii önemli. Orada da biraz daha işin ciddiye alınacağını düşünüyoruz. Çünkü kaç yıl oldu belli bir karar aldılar. AİHM’in aldığı karar vardı, Türkiye dikkate almadı. Türkiye’nin dikkate almadığı diğer kararlar eleştirilirken, Türkiye üzerinde baskı yapılırken Önderlik’le ilgili kararlara bu kadar sessiz kalmaları çok politik yaklaşım anlamına geliyor. Politik bir yaklaşımla Türkiye’ye karşı sessiz kalıyorlar. Artık onun da bir sınırı var. Bu kadar mücadele, baskıdan sonra inanıyoruz ki, bu yapılacak toplantıda belli bir durum ortaya çıkacak. Öyle görülüyor. Avukatların çabası olacak. Yine gençlerin yürüyüşü var. Bunların hepsi Önderliğe Özgürlük Kampanyasının parçası olarak gelişiyor, gelişecek. Festival de öyle olacak. Bu yılki festivalin de esas hedefi, Önderliğe Özgürlük Kampanyasını daha etkili hale getirmek. Bu konuda Kürt halkı iradesinin, sesinin, isteğinin daha güçlü biçimde festivalde dile gelmesi gerçekleşecek. Türk devletinin soykırım politikaları, kültüre saldırı, diline saldırı, halayına saldırı; bunlar tabii ki Kültür Festivali’nin daha güçlü geçmesinde bir motivasyon oluşturacak. Ama bunun yanında Önder Apo’nun özgürlüğünü daha da yükseltme, geliştirme açısından biz bu yılki festivale katılımın çok yüksek olması gerektiğini düşünüyoruz. Herkes katılmalı, bütün dostlar katılmalı. Hatta Avrupa’daki aydınlar, Avrupa toplumunun demokratik güçlerini de bu festivale katmak gerekir. Bu hem Önderliğin özgürlüğünü sahiplenme hem de Türk devletinin soykırım politikalarına bir cevap niteliğinde olacaktır. Bu yönüyle bu çalışmalar önemli. Bakur’da da 13 Ekim’de güçlü bir yürüyüş yapılacak. Yine Türkiye metropollerinde Önder Apo’ya Özgürlük kampanyasına katılımlar olacak.
‘TÜRKİYE’DEKİ DEMOKRATLAR İMRALI’YA SESSİZ KALMAMALI, ÇABA GÖSTERMELİLER’
Tabii Türkiye’deki demokrasi güçleri, aydınlarını da eleştirmek lazım. Türkiye’deki demokrasi güçleri, aydınlarının da İmralı’daki hukuksuzluğa karşı çıkmaları gerekiyor. Adalet diyorlar, hukuk yok diyorlar. AKP-MHP’nin adaletsizliğine, hukuk dışı uygulamalarına karşı çıkıyorlar. İyidir ama İmralı’dakine de karşı çıkmaları gerekiyor. İmralı’daki bu hukuk dışı uygulamalara karşı çıkılmadan, bu keyfi uygulamalara karşı çıkılmadan, diğer uygulamalara karşı çıkıldığında bunun çok değeri olmuyor, değeri kalmıyor. Tutarlı olmak lazım. Kürt halkı Türkiye halklarıyla birlikte yaşayacaksa, Kürt halkı Türkiye’nin içinde kimliğiyle, kültürüyle, özgür Türkiye halkıyla birlikte yaşayacaksa, o zaman bu halkın ‘iradem’ dediği, ‘Önderliğim’ dediği Önder Apo’yu sahiplenmeleri gerekiyor. Önder Apo üzerinde uygulanan bu hukuksuzluğa karşı çıkmaları gerekiyor. Yoksa gerçekten bu sessizlik, Kürtler üzerindeki baskılara karşı bu sessizlik, aydın olmanın, demokratik olmanın ölçülerini düşürüyor. Evet, Türk halkıyla Kürt halkı bin yıla yakındır ve 1071’den bu yana komşu olmuş, yan yana yaşamış. Şimdi bunun bir anlamı yok mu? Kürtler olmasaydı 1071 başarısı da olmazdı zaten. Bu da biliniyor. Şimdi böyle bir halk varken, bin yıla yakın yan yana yaşanan bir halk varken, bu halkın yok edilmesi, soykırıma uğratılması, inkâr edilmesi kabul edilebilir mi? Bu bakımdan bu aydınların, demokratların, Önder Apo’nun özgürlüğü için çaba göstermeleri gerekiyor. Şu andaki durumdan çıkılması gerekir. Bunları da belli yönleriyle ilkesiz hale getiriyor, durumlarını zorluyor. Bu yönüyle Önder Apo’ya Özgürlük kampanyasını yükseltmemiz lazım, geliştirmemiz gerekiyor. Hem Avrupa’da hem Türkiye’de bu kampanyaları yükseltmek gerekiyor.
Gençliğin bu yürüyüşü önemli. Gençliğin yürüyüşünü de selamlıyoruz. O da tabii ki Önder Apo’nun özgürlüğüne kilitlenmiş bir çabadır. Bu yönüyle ben önümüzdeki yılın daha büyük bir çabayla, büyük bir mücadeleyle Önderliğin özgürlüğünü yakınlaştıracağına inanıyorum.
‘ŞEHİTLERİMİZ TARİH YAZDI’
Son zamanlarda yaşanan önemli şehadetler oldu. HPG, Orhan Cihat Bingöl, Tekîn Goyî, Nûjiyan Amed, ve Rosîda Mêrdîn’in şehadetlerini kamuoyuyla paylaştı. Yine faşist Türk devletinin KDP ile ortak saldırısında çok değerli arkadaşlarımız, yoldaşlarımız, çalışma arkadaşlarımız Gulistan Tara ve Hêro arkadaşlarımız şehit oldular. Bu şehadetler için neler söylemek istersiniz?
Bu şehit arkadaşların tamamına yakını tanıdığım arkadaşlardır. Bu süreçte Jin Jiyan Azadî devriminin, kadın isyanının da birinci yıl dönümü. Hem Jîna Emînî’yi hem de bu direnişte şehit düşenleri saygıyla minnetle anıyorum. Orhan Bingöl ilk tanıdığım arkadaşlardan, daha doğrusu 1994’te geçtim gerilla alanına; bizim o zaman ’95’te manga komutanlarımızdan biri de Orhan arkadaştı. İşte gerilla alanına geldiğimde ilk tanıdığım arkadaşlardan biri de Orhan arkadaştı. Tabii büyük bir direniş tarihi var, mücadele tarihi var. Defalarca Bakur’a gitti. Özellikle Erzurum, Bingöl, oralarda büyük çalışmalar yürüttü. Yani 30 yıldan fazla bir mücadele içinde olan arkadaşımızdı. Bunların yaşamları anlamlı yaşam. Yaşamlarını anlamlı kıldılar. Yaşamlarına çok şey kattılar. Kürt halkının özgürlüğüne, insanın özgürlüğüne katkı yaptılar. Bu yönüyle yaşam boş yaşanmadı. Büyük değerler katarak hem özgürlük mücadelesi hem demokrasi mücadelesi… Orhan yoldaşı minnet ve saygıyla anıyorum.
Yine Tekîn Goyî ve Nûjiyan Amed arkadaşlar… Bunların da Kürt halkının özgürlük mücadelesine çok büyük katkıları oldu. Özellikle kadın yoldaşlarımızın kadın özgürlük mücadelesine katkıları çok fazla oldu.
Eğer bugün Kürdistan’da kadın özgürlük mücadelesi geliştiyse, Kürdistan’daki demokratik devrim derinleştiyse, bunda kadın özgürlük mücadelesinin, şehit kadın yoldaşlarımızın çok önemli emeği var, değeri var. Bunu herkes bilmeli. Hem Kürt toplumu bilmeli hem tüm Kürt kadınları bilmeli. Bu arkadaşlar yaşamlarıyla yeni bir tarih yazdılar, yeni bir yaşam yarattılar. Yeni bir yaşam anlayışı ortaya çıkardılar. Bu çok önemli, çok değerlidir. Bu kadın yoldaşlarımızı da minnet ve saygıyla anıyorum.
Tabii basıncı arkadaşlarımız da çok değerli arkadaşlarımızdı. Rosîda Mêrdîn zaten Bakur’da Azadiya Welat gazetesinin sorumlusuydu. Orada yıllarca çalıştı. Kürtçeye çok hakimdi. Yazı İşleri Müdürlüğü yaparken ceza aldı. Hemen dağın yolunu tuttu. Geldi dağa. Yıllarca basıncılık da yaptı. Bu konuda önemli katkıları da oldu. Gelir gelmez de zaten hep gerillaya katılmak istiyordu. Biz basına veriyorduk, basında çalışıyordu. O ısrarla gerilla mücadelesi içinde yer almak istiyordu. Sonunda bunu kabul ettirdi. Gerilla alanlarında kaldı. Tabii en sonunda Medya Savunma Alanlarında, Avaşîn, Zap, Metîna, bu alanlardaki yıllardır süren direniş içinde arkadaşlar yer aldı. Çok zor koşullarda bu direnişin savaşçısı, komutanları oldular. Rosîda’yı da yakından tanıdığım için saygıyla minnetle anıyorum.
Gulistan arkadaşımız da özgür basının çok önemli bir çalışanıydı. Zaten Türk devleti özgürlüğü için yaşayan bütün Kürtlere düşman. Özgürlüğü için yaşayan Kürt’ü kim ortaya çıkardı? PKK ortaya çıkardı. Bu bakımdan mücadelemizden etkilenen herkese düşman. Kadroya da düşman. Zaten saldırıyor. Sanatçısına da düşman, kültürcüsüne de, basıncısına da… Herkese düşman. Gulistan arkadaş bilinçli katılım gösteren bir arkadaştı. Uzun yıllar Başûr’da basında çalıştı, Şengal’de çalıştı, Rojava’da çalıştı. Ama zaman zaman da dağa gelerek, programlar yaparak basın çalışması yürüttü. Bu yönüyle gerçekten özgürlük mücadelemize önemli katkısı olan çok değerli bir yoldaşımızdı. Tabii diğer arkadaşı, genç arkadaşı, her arkadaşı tanımıyoruz. Ama o da özgür basının bir çalışanı. Zaten Türk devleti, özgürlük mücadelesi içinde yer alan, ister basıncı olsun ister kültürcü olsun, herkesi tabii hedefliyor, saldırıyor. O da özgür basın çalışanı olduğu için, o da katledildi.
Bütün bu yoldaşları saygıyla, minnetle anıyorum. Bu şehitlerimizin özgürlük mücadelesine katkıları çok büyüktür. Bir de bu şehitlerimizin ölçüleri var. Yüksek ölçülerde mücadele ettiler. En zor koşullarda fedakârlık yaparak, zor demeden, her türlü zorluğun üzerine yürüyerek mücadeleyi yürüttüler. Ve son nefeslerine kadar da bu mücadeleyi başarıya götürme çabası içinde oldular. Bu bakımdan özgürlük mücadelemizin yarattığı bu değerler çok önemli. Önder Apo’nun fikirlerinin yürüttüğü mücadelenin, geliştirdiği mücadelenin ortaya çıkardığı bu gerilla duruşu, bu özgürlük duruşu çok önemli. Onlara birçok konuda; yurtseverlik konusunda, özgürlük, demokrasi konusunda, bütün insanlığa hizmet konusunda… Evet, hem Kürt halkının özgürlük mücadelesini veriyorlar ama düşünceleriyle, mücadeleleriyle insanlığa da katkı yapıyorlar. Aynı zamanda evrensel kişilikler durumundadır. Onların mücadelesinin böyle bir sonuçları var. Bu yönüyle bu arkadaşları gerçekten minnet ve saygıyla anıyorum.
İŞGAL SALDIRILARI VE GERİLLA DİRENİŞİ
Faşist Türk devletinin Kürdistan’daki topyekûn işgal saldırıları sürüyor. Özgürlük savaşçıları da bu işgalin gerçekleşmemesi için büyük bir direniş yürütüyor. Özellikle Bakur’da AKP-MHP faşizmi TC’nin kuruluş yıl dönümünde tek bir gerilla kalmayacağı iddiasını ortaya koymuştu. Ancak son bir yıldır, yani Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 101. yılı, Botan’dan Serhat’a, Dersim’e, Garzan’a her yer gerillanın direnişiyle geçti. Tüm bölgesel ve yerel işbirlikçilere rağmen Zap geçilemedi. Bu anlamda gerillanın ve faşist Türk ordusunun pozisyonu nedir?
Şu açıktır ki 2021’de 9 Şubat’ta Garê’ye yaptıkları saldırıdan bu yana büyük bir mücadele sürüyor. Gerçekten tarihi bir mücadele, savaş tarihine geçecek bir mücadele sürüyor. Zaten ilk saldırılarında Garê’de bir bozgun yaşadılar. Ama mevcut iktidar varlığını, yaşamını, Kürt düşmanlığı, Kürt’ü yok etme üzerine kurduğundan ısrarla Medya Savunma Alanları’na saldırma, Bakur’da gerillaya saldırma politikasını yürütüyor. Ama buna karşı da gerilla bütün olarak direniyor. Büyük bir direniş yürütüyor.
Bu, Kürt’ün var olma-yok olma direnişidir. Önderlik “var olma mücadelesi gerekirse 50 yıl, 100 yıl sürer” diyordu. Çünkü karşımızdaki düşman Kürt’ü yok etmek istiyor, Kürt’ü soykırıma uğratmak istiyor. Hiçbir Kürt yanlışa düşünmemeli, şaşırmamalı. Türk devletinin politikasının soykırım olduğunu bilmeli. Bunu bilmeyen, düşünmeyen, bunu anlamayan Kürt, gaflet içinde olan Kürt’tür.
Evet, bu devlet Kürt’ü soykırıma uğratmak istiyor. Lozan Antlaşması’ndan sonraki devlet politikası budur. Lozan Antlaşması aynı zamanda bir soykırım anlaşmasıdır. Uluslararası güçler, İngiltere, Fransa, başta olmak üzere Musul ve Kerkûk’ün Irak’a bırakılması karşılığında Kürtleri soykırıma uğratma politikasına izin verdi, onay verdi. Hâlâ bu politika yürütülüyor. Uluslararası güçler hâlâ bu politikanın dışında bir Kürt politikası yürütmüyor.
Türk devleti de bu politikadan aldığı destekle, ona dayanarak Kürt soykırımı politikasını ısrarla sürdürüyor. On milyonlarca halkın, bir ulusun soykırıma uğratılma saldırısı var. Çok yönlü tabii.
‘SOYKIRIM SALDIRILARI SÜRDÜKÇE KÜRTLER ASLA SAVAŞTAN VAZGEÇMEZ’
Kültürel soykırım, ekokırım, toplumkırım, yine fiziki saldırılarla öldürme, baskı altına alma, zindanlara doldurma, işkence yapma, irade kırma politikalarının hepsi bu soykırımı gerçekleştirmek içindir. İşte bu gerçeğin bilincinde olan gerilla direniyor. Bu büyük direniş, bu uğursuz, bu insanlık dışı politikaya karşıdır. Bilinç bu olunca tabii savaş da sonuna kadar fedaice sürdürülecektir. Kürtlerin bu savaştan vazgeçmesi düşünülemez. Gerillanın bu mücadeleyi bırakması, sürdürmemesi düşünülemez.
Herkes şunu bilsin. Özgürlük mücadelemizin çok tarihi bir toplumsal, kültürel derinliği var. Bilinç derinliği var. Ulusal demokratik derinliği var. Önceki direnişleri de var. Ama bu 50 yıllık yürüttüğü mücadele, özgürlük mücadelesine bu mücadeleyi sürekli yürütecek bir tarihi, toplumsal, kültürel, demokratik, ulusal derinlik kazandırmıştır. Bu yönüyle gerillayı şöyle darbeledim, böyle vurdum, şöyle yıprattım, diyerek bu mücadelenin engellenmesi düşünülemez. Bu mücadele sürecek, bu soykırım politikası yenilgiye uğratılacaktır. Bu, Kürt halkının kararıdır, iradesidir.
‘KDP’NİN HİÇBİR MEŞRUİYETİ KALMADI’
Artık bundan dönüş yok. 50 yıllık mücadele, yeni bir özgürlük düşüncesi, özgürlük mücadelesi, özgürlük anlayışı ve özgürlüğe kilitlenmiş bir toplum gerçeği yarattı. Bu bakımdan işte şu kilidi vurduk, bu kilidi vuracağız… Bunların hepsi hikâye, boş! Kilitledikleri KDP’dir. KDP de şu anda en zayıf dönemde. Zorla ayakta kalıyor. TC’ye dayanarak ayakta kalıyor. Bazı dış güçlerin destek vermesiyle ayakta kalıyor. Çünkü KDP’nin Kürtler içinde meşruiyeti kalmadı, gitti. Onu yaşatacak meşruiyet yok. İstediği kadar şöyle desin, böyle desin, şu tarihten, bu tarihten bahsetsin. Yok öyle, meşruiyeti kalmadı. Zaten bizim 50 yıllık mücadelemiz olmasaydı, Başûr’daki bu kazanımlar da ortaya çıkmazdı. Evet, Başûr’daki halk da mücadele etti, işkence gördü, zulüm gördü. Ama biz bu mücadeleyi yürütmeseydik, geliştirmeseydik, bu sonuçlar ortaya çıkmazdı. Herkes de bunu bilsin. Şu anda mücadelemizin geldiği düzey böyle.
Türk devleti de bütün saldırılara rağmen sonuç alamadı. Her türlü imkânı kullandı, her türlü kirli savaşı kullandı, sonuç alamadı. Savaş, Medya Savunma Alanları’nda sürüyor. Zap’ta sürüyor, Metîna’da sürüyor, Avaşîn’de sürüyor. Gale’de sürüyor, Bakur’da sürüyor. Bu yönüyle şu anda özgürlük mücadelemizin hareket alanı geniştir.
Özgürlük mücadelemiz bütün Medya Savunma Alanlarını hatta Türk devleti giderek Başûr’u işgal ettiği için, bütün Başûr’u Türk devletine karşı direnme alanı haline getirecektir. Bu yönüyle onlar istedikleri kadar her gün şöyle yaptık, böyle yaptık, şu kadar sonuç aldık, kilit tutacağız… Bunların hepsi propagandadır. Zaten Süleyman Soylu’ya kalsaydı 3-4 yıl önce bitmişti! Ama öyle olmadığı görüldü. Gerilla mücadelemiz bunu daha fazla gösterecektir.
IRAK İLE ANLAŞMA
Türkiye KDP ve Irak hükümetinin işbirliği sonrası faşist Türk devletinin sivillere saldırıları da arttı. Kürtlere ve Irak halkına zarardan başka bir şey getirmeyen anlaşmanın geldiği aşama için neler paylaşabilirsiniz?
Bu anlaşma bir gaflet anlaşmasıdır. Kesinlikle Irak için bir gaflet anlaşmasıdır. KDP’nin, TC’nin baskısıyla Irak gerçekten gaflet anlaşmasının içine girmiştir. Güya, evet Irak’ın da sorunları var. Ekonomik, toplumsal sorunları var. Ama Irak öyle bir gaflet içinde ki, sanıyor ki Türkiye’yle böyle bir anlaşma yaparsa ,işte PKK’yi tasfiyede ortaklaşırlarsa sorunlarından kurtulacak. Öyle düşünüyor herhalde. Bu bir gaflettir. Aksine bu anlaşma Irak’ın siyasal sorunlarını, sıkıntılarını gelecekte daha da artıracak. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Türkiye’yi yıllarca Başika’dan çıkaracaklardı. Şimdi resmileştirmişler. O anlaşmayla Türkiye aslında Musul, Kerkûk hayallerine ulaşmanın yolunu açmıştır, resmiyetini kazanmıştır. Irak, Türk devletine bu fırsatı, imkânı, bu zemini sunmuştur. İstedikleri kadar desin, anlaşmamız şöyledir, böyledir; Türk devleti o anlaşmaya dayanarak kendisini adım adım Irak’ta etkili kılmaya çalışacaktır. Açık söylüyorlar bunu. Musul, Kerkûk bizimdir, diyorlar. Irak bunu nasıl önleyecek? AB mi önleyecek? Gerçekten gaflet içindeler. Bu yönüyle bu anlaşmanın sonucu tabii ki bu kadar katliam oluyor.
Siviller öldürüldü, Maxmur’a saldırıyorlar. Şengal’e zaten her fırsatta saldırıyorlar. Açıktan açığa bu anlaşmaya dayanarak, bak biz haklıyız yani diyerek Rojava’ya saldırıyorlar. Bir de şunu belirtelim. Diyelim gerillaya saldırıyorum, PKK’ye saldırıyorum, diyor. Buna dayanarak her yerde insanları öldürüyor, sivilleri öldürüyor, katlediyor. Türk devletinin böyle bir hakkı mı var? Yani demek ki Türk devleti gider Avrupa’da da basıncıya saldırır. Nerede bir özgürlük düşüncesi olan Kürt’e saldırır. Bu doğru mudur yani? Türkiye’ye karşı özgürlük düşüncesi ortaya çıkaran PKK’dir, Önder Apo’dur. Türk devleti buna nasıl saldırıyor? Bunun neresi haklı? Irak bunun neresini haklı görüyor? Bu bakımdan bu politikaları biz yine kınıyoruz. Fakat tabii Irak içinde de bu anlaşma kabul edilmiyor. Çok kötü bir anlaşma. Sanki bir savaş olmuş da teslimiyet anlaşması… Yani baktığın zaman öyle görüyorsun. Yenilgi sonucunda dikte ettirilmiş bir anlaşmadır. Türk devleti de bu anlaşmaya dayanarak ileride hem Başûrê Kurdistan açısından hem Irak açısından daha da olumsuz adımlar atacaktır. Ama buna karşı yine kim direnecek? Gerilla direnecektir. Yani Türk devletinin bu politikalarını boşa çıkaracaktır.
12 EYLÜL DARBESİ
12 Eylül Askeri Darbesi’nin 44. yıl dönümü. Bu darbenin ilk günden bugüne etkileri nasıl oldu?
12 Eylül öncesi Türkiye’de önemli bir özgürlük mücadelesi, toplumsal mücadele vardı. Türkiye toplumu kapitalizme açılıyordu. Fakat Türkiye toplumunun da Kürdistan toplumunun da toplumsal değerleri vardı. Kapitalizm girmeden önce toplumsal değerleriyle yaşayan halklardı. Tabii kapitalizm de bütün değerleri yok ediyor. Her şeyi çıkar üzerine kuruyor. O toplumsallık, hak, adalet, eşitlik, komşuluk, kardeşlik, bütün değerlerini yerle bir ediyor. Böyle bir süreçte Türkiye’de bir toplumsal mücadele ortaya çıktı. Emekçilerin, işçilerin, halkın mücadelesi ortaya çıktı. Bir yönüyle aslında kapitalizmin gelişmesine, kapitalizmin toplumunu dağıtmasına karşı toplumcu zihniyetin, o toplumcu geleneğin kapitalizme karşı bir isyanıydı aslında.
Bu süreçte aynı zamanda Kürt soykırım politikası da derinleştirildi. Türk devleti yeni imkânlara kavuşarak Kürtler üzerinde soykırım politikasını adım adım derinleştirdi. Buna karşı tabii ki Kürtlerin de bir tepkisi oldu. Özellikle Hareketimizin, PKK’nin yürüttüğü büyük bir mücadele oldu. Türkiye’de bir toplumsal, siyasi kriz ortaya çıktı. Bu öyle, işte birileri sağı kullandı, solu kullandı, şeklindeki bir çatışma değil yani. Toplumun kapitalizme karşı mücadelesi, Kürtlerin Kürt soykırımına karşı mücadelesi vardı. Buna karşı da dış güçlerin desteğini alan Türk devletinin, kontrgerillanın hem Kürt özgürlük güçlerine karşı hem de kapitalizme karşı mücadele eden demokratik topluma karşı saldırıydı, demokratik güçlere karşı saldırıydı, sol güçlere karşı saldırısıydı.
Zaten 12 Eylül’ün en temel gerekçesi Kürdistan’daki mücadele olmuştur. Bu, kitaplarda belgelenmiştir. Yanlış hatırlamıyorsam, Mehmet Ali Birand’ın kitabında Kenan Evren 12 Eylül’e nasıl karar verdiklerini anlatırken diyor; Mardin tarafından gelirken Urfa üzerinden geçtik, Hilvan, Siverek… O zaman bilgiler verildi. Biz o zaman kararımızı aldık, diyor. Evet, 12 Eylül böyle bir şeydir.
12 Eylül’ün önemli sonuçları oldu. 12 Eylül’ün temel hedefleri oldu. Bir, Türkiye’de ve Kürdistan’da büyük bir örgütlenme eğilimi vardı. Örgütsellik vardı. Her yerde örgütlenmeler vardı. Onlarca sol örgüt örgütleniyordu. Toplum, örgütlenmeye yatkındı. Çünkü toplumsal değerler daha tümden çökmemişti. Toplum bu kadar kapitalizmin dağıttığı, tümden bireyci olan bir toplum haline gelmediği için örgütlenmeye, toplumsal mücadeleye yatkındı.
Bir, kapitalizmini geliştirmek için bunu dağıtma saldırısı. Tabii esas olarak da 12 Eylül’ün gerçekleşmesinin temeline dayanarak Kürt halkının özgürlük mücadelesini tasfiye etmek. Burada da Kürt halkının özgürlük mücadelesine saldırıldı. Yeniden Kürdistan’ı işgal eder gibi büyük bir saldırı yürütüldü. On binlerce insan işkenceden geçirildi, zindanlara dolduruldu. Bunun yanında da yeni bir politika üretildi. Kürtleri nasıl tasfiye ederiz, Kürtlerin bu direnişi nasıl kırarız, yalnızlaştırırız, etsizleştiririz diye politika yürüttüler. Bunun için de Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra Kürtlere, sola karşı saldırı vardı. Bir de İslami kesimlere. Onlara da baskı vardı. Onlar bir yönüyle siyasal alandan dışlanmıştı. Toplumsal alanda değil. Tabii dini devlet kullanıyordu. Fakat siyasal alanda İslami kesimlere, toplumsal alanda da kültürel alanda da baskı altına alınmışlardı. İşte 12 Eylül, İslam’ı sistem içine alalım, solcuların bir kısmını da devletin yanına alalım; böylelikle Kürtleri yalnızlaştırır, soykırım politikasını daha kolay yürütürüz, demiştir. 12 Eylül’ün esas politikası budur. Zaten Fethullahçıları yine devlet içine koymuştur. Bugün AKP iktidardaysa 12 Eylül’ün aldığı bu karara dayanıyor. 12 Eylül’ün ürünü. Nitekim onu bırakmıyorlar. 12 Eylül yasalarını bırakmıyorlar. Darbeye karşıyız, 12 Eylül’e karşıyız, diyorlar ama onun yarattığı düzeni sürdürüyorlar. Demokrasi güçlerine karşı, Kürt halkına karşı saldırı, o düzeni sürdürmektir, bu düzenin parçası olmaktır. Bu yönüyle aslında devlet, İslami kesimin üzerine biraz gittiği için, İslami kesimin de böyle Kürt soykırımına hepsi ortak olmuyordu. Biraz uzak kalıyorlardı. 12 Eylül ile birlikte Müslüman toplumsal kesimleri de, İslami kesimleri de soykırıma ortak ediyorlar. Şu anda zaten Erdoğan bu işin ortaklığını yapıyor. Halkın inançlarını, duygularını Kürt soykırımı için kullanıyor. 12 Eylül böyle bir düzendir. 12 Eylül hâlâ devam ediyor. Evet, bizim mücadelemiz sekteye uğrattı, tümden hedeflerine kısa sürede ulaşmadılar ama hâlâ 12 Eylül düzeni tümden yıkılmış, dağılmış değil, devam ediyor.
Buna karşı büyük bir mücadele yürütüldü. Zindanda bu direniş yürütüldü. Mazlum’un, Ferhat, Eşref, Necmi, Mahmut; Dörtler’in, Hayri, Kemal, Akif ve Ali’nin öncülük ettiği Büyük Zindan Direnişi, aslında 12 Eylül’e en büyük darbeyi vurmuştur. 12 Eylül’ü Kürdistan’da ideolojik yenilgiye uğratmıştır. Türkiye’de de darbe vurmuştur ama esas olarak Kürdistan’da ideolojik yenilgiye uğratmıştır. Tersine çevirmiştir. Tabii 12 Eylül’ü değerlendirirken, ben bu şehitlerimizi anıyorum. Bu şehitlerimizin mücadeleye büyük katkıları oldu. Yine 24 Eylül 1996’da Amed’de kafaları kalaslarla parçalanarak şehit edilen 10 yoldaşımızı da minnet ve saygıyla anıyorum. Onlar da zindan direnişinin önemli fedaileridir. Teslim olmadıkları için, direndikleri için kafaları parçalanarak katledilmişlerdir. Kürt halkı, Amed halkı bu şehitlerimizi de hiçbir zaman unutmamalıdır.
12 Eylül’e karşı mücadeleyi biz sürdürüyoruz. Evet, Türkiye’de sol dağıtıldı, demokrasi güçleri dağıtıldı, yıpratıldı ama biz yine de şu anda bu mücadeleyi gerçekten sürdürüyoruz. Bu yönüyle de tüm demokrasi güçleri, Türkiye halkları bilmez ki 12 Eylül’e yönelik de, bu faşizme karşı mücadeleyi de yine PKK ve Kürt halkı verdi. Tabii bunu derken Türkiye’deki sol güçler, demokrasi güçleri hiç mücadele vermedi değil; zindanda da direndiler, dışarıda da direndiler. Büyük fedakârlık yaptılar, birçok şehit verdiler. Tabii 12 Eylül düzenine karşı bugüne kadar direnen bu yoldaşları da saygıyla anıyorum. Ama bizim de bu mücadelede etkili olduğumuz, bir nevi öncülük yaptığımız da açıktır.
Bu yönüyle 12 Eylül’ü herkes doğru değerlendirmeli. 12 Eylül toplumda ne yarattı, hangi siyasal sonuçları yarattı; solcular da, demokratlar da, aydınlar da, İslami kesim de herkes doğru değerlendirmeli. Doğru değerlendirilmezse doğru bir demokratik Türkiye yaratamayız. Doğru bir demokratik Türkiye yaratmak açısından 12 Eylül’ün amaçlarını, 12 Eylül’ün yaptıklarını, yarattıklarını bilmemiz gerekiyor.
Bu yönüyle bir daha 12 Eylül’e direnenleri saygıyla, minnetle anıyorum. O zulmü, o baskıyı da şiddetle kınıyoruz ve mutlaka yenilgiye uğratacağımızı da söylüyoruz.
ENSARİOĞLU BİR NEVİ ÖZEL SAVAŞIN AMED’DEKİ SÖZCÜSÜ
Amed’in Tavşantepe köyünde 8 yaşındaki Narin’in canice katledildiği ortaya çıktı. Neredeyse bir ay oldu ancak faşist Türk devleti ısrarla katilleri açığa çıkarmıyor. Yine çok ahlaksız bir şekilde bu canice katliamı gündem doldurma malzemesi haline getiriyor. Yani Narin adeta her gün bir kez daha katlediliyor. Siz bu yaşanan olay ve sonrasında faşist Türk devletinin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gerçekten çok üzücü bir olay. İnsan vicdanının kaldırmayacağı bir olay. Narin’e Allah’tan rahmet diliyoruz, bütün Kürt halkına da daha sağlığı diliyoruz. Gerçekten vicdanı olan herkesi rahatsız etmiştir. Bir de o güzel gülüşüyle herkesin yüreğine işlemiştir. Narin unutulmayacaktır. O gülüş unutulmayacaktır. Dolayısıyla onu katledenler, katleden zihniyet, katleden yapı, sistem yapı unutulmayacaktır. Neden katledildi? Bu da önemli tabii. Kimler katletti? Daha tam netleşmedi. Hem de bu konularda, siber takipte çok ileri olduklarını iddia eden, uzman olduğunu söyleyen, işte otopside çok gelişmiş olduğunu söyleyen Türkiye’de bir aya yakındır gerçekler hâlâ tam açığa çıkmış değildir. Bu da gerçekten sorgulanması gereken, kuşku verici bir durum.
Bazı engelleyici durumlar var. Yoksa açığa çıkardı. Türkiye’de hiç kimse inanmıyor bu kadar sürede niye açığa çıkarılmadığına. Bu konuda herkesin kuşkusu var. Bu kuşkular da yersiz değil. O kadar veri de ortaya çıktı. Cenazesi bulunduktan sonra itiraflar çıktı. Buna rağmen hâlâ şu mudur, bu mudur? Hangi nedenle öldürülmüş, bunlar açığa çıkmadı. Gerçekten önemli. Hangi neden?
Jandarma komutanı, “sağ bulacağız” demişti…
Evet, o da ilginç. Sağ bulacağız dediler diye, biz de düşündük ki herhalde iz buldular. Bulacaklar yani. O niye söyledi, o da anlaşılmış değil. Şöyle mi yani? Türk polisi, Türk jandarması mutlaka bulur! Böyle bir şey mi yoksa toplumu oyalama, böyle toplumun hassasiyetini gevşetme mi?
AKP iktidarı bunu kötü kullandı. Bir aydır bütün dertler, AKP’nin suçları, ekonomik sıkıntılar, her türlü baskı, Kürdistan’daki uygulamalar gerçekten unutuldu. Gündem buna döndü fakat toplumda gerçekten bir duyarlılık ortaya çıktı. Yoksa kapatılırdı. Belki o cenaze bile bulunmazdı. Kayıp Narin olarak tarihe geçerdi.
Hatırlıyorum, 1960’larda kaybolan bir Ayla vardı, bulunamadı. O da Türkiye’de çok gündem olmuştu. Herhalde kamuoyu duyarlı olmasaydı, bu kadar üzerine gitmeseydi Narin de öyle kaybolacaktı. Orada suyun altına çürüyecekti. Zaten ilk şeyde demişler; kaçırılmış. Hatta PKK’yi işaret etmişler. PKK çocuk kaçırıyor! Onun üstünü örtmek için yapılan propaganda. Aslında o propaganda yapanların katliamla da ilişkisi vardır yani. Niye hemen böyle 8 yaşındaki çocuğu PKK kaçıracak da bilmem dağa götürecek… Bu, ancak suça ortak olanlardır yani.
İhmalden öte aslında bir koruma var. Bir nevi en uygun biçimde nasıl unutturulabilir biçiminde bir yaklaşım var. Ama bu öyle bir cinayet değildir. Bu böyle tekil bir olay değil yani. Şundan diyorum. Evet, bir koruma var. Zaten Galip Ensarioğlu demedi mi; ‘aile bizim dostumuz’ diye. Ensarioğlu şu anda Amed’de devletle iç içe çalışan, devletin adamıdır. Bir nevi özel savaşın Amed’deki sözcüsü. Böyle bir adam yani. Korunmasaydı açığa çıkardı. Fakat doğru değerlendirmek lazım. Niye açığa çıkarılmadı? Niye rahatlıkla cinayet işlendi? Niye rahatlıkla bu cinayetin üstü örtülür? Bunun nedeni şudur. Kürdistan’da Türk devleti ile ilişkili böyle aileler var; köyler var, korucular var, başka ilişkiler var. Bunlar her türlü suçu işliyor. Uyuşturucu kaçakçılığı yapıyorlar, silah kaçakçılığı yapıyorlar, kadın kaçırıyorlar, tecavüz yapıyorlar, insanları öldürüyorlar. Topraklara da el koyuyorlar devlete bağlı bu kesimler. Aile olur, korucular olur, bir köy olur, bir kabile olur. Bunların böyle bir özelliği var devlet korumasında. Şimdi devlet Kürdistan’da Kürt halkının özgürlük mücadelesini tasfiye etmek, saldırmak için bu tür çevrelere ihtiyaç duyuyor. Ve o çevreler de ailedir, köydür, çevredir, koruculardır; rahatlıkla suç işliyorlar. Biz suç yaparız, gizleriz. Birisinin toprağına el koyarız, kimse ses çıkaramaz, diyorlar. Şimdi böyle devlete bağlı topluluklar var. Bir devlet toplumu da var. Bunlar rahatlıkla her türlü suçu işleyebilirler. Sırtını devlete dayamışlar. Devletin de onlara ihtiyacı var. Onlara dayanarak, onlarla ilişki içinde Kürt halkının özgürlük mücadelesini tasfiye etmek istiyor. Hizbulkontra’nın ne olduğu belli değil mi? Binlerce cinayet işlememiş mi? Şu andaki konumunu da biliyoruz. Ne dedi Süleyman Soylu? “Bunun değerini de daha sonra anlayacaksınız.”
DEVLETİN POLİTİKASININ SORGULANMASI LAZIM
Bu köyde ciddi ilişkilenmeleri var…
Evet, evet. Yani işte diyelim şurada korucu, şurada başka bir aile. Her şehirde, her ilçede devletin dayandığı bir kesim var. Köydür, mahalledir, bir kabiledir. Bilmem Şırnak’ta Tatarlar diyorlar, bilmem Kamil Atak’tır, başka yerde bilmem başka şeydir. Böyle devlete dayanan kesimler var. Bunun sorgulanması lazım.
Bu cinayet vesilesiyle devletin politikasının sorgulanması lazım. Kürdistan’da şöyle gelenek, şöyle feodaldır diye saptırma var. Bu devletin politikasının sorgulanması lazım. Bu köy de öyle bir topluluk. Bu aile de böyle bir aile. Devlete dayanmış, artık neler yapıyor? Hangi kara parayla uğraşıyor, kısa yoldan zengin oluyor. Bu köy Amed’e, Bağlar’a yakın bir köy. Bağlar, Amed’deki en yurtsever mahalle; belli ki bir nevi Bağlar’a, Amed’e yönelik saldırılarda bir merkez gibi kullanılıyor. Devletin dayandığı bir köy. Tabii başka aileler de var ama asıl güçlü olan aile bu. Bu Güran Ailesi. Diyelim ki onlar bu cinayette nasıl kendi aralarında anlaşmışlar, öyle kendine göre ifade veriyorlar. Aslında diğer aileler de korkuyor. Bütün köyler susuyorsa başlarına ne geleceğini biliyorlar. Çünkü o ailenin nasıl devlete dayandığı, nasıl bir güç olduğunu biliyorlar.
Bu devleti sorgulamak lazım. Bu tek cinayet değil ki! Başka zaman da yapmışlar. Korucular saldırıyor, öldürüyor, tecavüz ediyor, kadınları kaçırıyor. Öyle değil mi? Bilmem, birkaç yerde olmadı mı? Devletin şeyi de öyle. Uzman çavuşlar da devlete dayanarak tecavüz yapıyor, kadınlara saldırıyorlar. Kürdistan’da böyle bir devlet toplumu da var. Fakat Kürdistan’da demokratik devrim gerçekleşti. Kürdistan’da demokratik bir toplum var. Özgür kadına dayalı bir demokratik aile ortamı gelişmiş durumda. Ama devletin bu demokratik devrime karşı Kürdistan’daki özgürlüğü tasfiye etme, baskı altına alma politikası var. Bu gerçeğin görülmesi lazım. Şu anda Kürdistan’da demokratik toplum var. Türkiye’de olmayan demokratik toplum Kürdistan’da var. Özgür kadın duruşu var. Demokratik değerler, insani değerler var.
Devlet toplumu da var. Ona dayanarak Kürdistan değerlendirilemez. Devletin sorgulanması lazım. Varsa muhalifler devleti de sorgulasınlar. Devleti niye sorgulamıyorlar? O kadar izliyoruz, devletin politikası sorgulanmıyor. Asıl sorgulanması gereken devletin politikasıdır. Kürdistan’daki bu olaylar, olgular bunun sonucudur.
Evet, Kürdistan’da bir mücadele var. Bir demokratik devrim var. Bir de ona karşı devletin oluşturduğu bir kesim var. Onlar değişmiyor. Onlar devlet toplumu. Onu yaratan, devlet. Devlet demokratikleşmenin önünde engel. Özgür kadının, demokratik ailenin gelişmesi önünde engel. Devlet aşiretlerin hepsini kendisine bağlayarak gerici biçimde ayakta tutuyor. Çünkü Kürdistan’daki demokratik devrim onlara da sirayet ederse o zaman özgürlük mücadelesine karşı bir şey yürütemez.
BİR GERİLİK ARAYACAKLARSA TÜRKİYE’DE ARASINLAR
Diğeri ise özellikle bu Kemalist kesimler… Eskiden beri işte ‘Kürdistan geridir, Kürdistan şöyledir. Zaten Kürdistan’a seferler de onun için. Yani medeniyet götürmek için’! Böyle yaklaşımlar da görüldü. İşte ‘orada feodalizm, gelenek var’ gibi gerçekleri çarpıtan, devleti eleştirme yerine böyle değerlendirmeleri var. Kürdistan’daki demokratik devrimi herkes görecek.
Literatürü de doğru kullanmak gerekir. Geleneğe saldırıyor. Gelenek kötü bir şey değil ki. Ahlaki politik toplum var. Toplumlar tarih boyu, bu ahlaki toplum o değerleriyle ayakta kalmış. Şöyle değil yani. Köleci toplum olmuş, diğer toplum tümden yok olmuş; öyle değil. Tamam, devlet olmuş ama devlet kapitalizme kadar neredeyse dünyanın yüzde seksenine ulaşmamış. Bir devlet toplumu olmamış. Geleneksel bazı değerleri olan, ahlaki, politik değerleri olan, vicdanı olan bir toplumsal gerçek var. Bunu gelenek diye kötülemek doğru değil. Tarih içinde oluşmuş. Özellikle erkek egemenlikçi zihniyet oluşmuş ama geleneği bütün olarak kötülemek yanlıştır. Bugüne nasıl geldik? Hangi değerlerle geldik? Bu ahlak, vicdan, kültür nasıl oluştu? Toptan yaklaşmak yanlış bir sosyolojik bakıştır. Doğru anlamak için Önderliği okusunlar.
Feodal toplumda toplum vardı. Kapitalizm toplumu da çözdü. Kapitalizm bütün toplumu çözdü. Rosa Luxemburg’un en önemli değerlendirmelerinden biri; kapitalizm yaşamak için toplumu çözmek durumda. Kapitalizmin en büyük kötülüğü, insanlık karşıtı olmasının en önemli özelliği; toplumu çözmesidir, toplumsal değerleri çözmesidir. Bu toplumsal değerler kötü müydü? Tarih boyunca insanlığın yarattığı değerlerdi. Ahlaki politik toplumda yaşıyordu. İnsanlar kendi sorunlarını çözüyordu. Eskiden devlet yoktu.
Feodal denilen olumsuz şeyleri ayakta tutan devlettir. Devleti sorgulayacaklar. Kürdistan’da demokratik devrim olmuş. Aşiret reisidir, tarikat şeyhidir; demokratik toplum onları geriletti. Özgür birey, demokratik toplum ortaya çıktı. Ama devlet bazı yerlerde kendisi için ayakta tutuyor.
Demokratik aile var. Özgür kadın var. Özgür kadına dayalı bir demokratik aile gelişiyor. Yoksa işte devlete bağlı olduğu için aile bir cinayeti bile korumaya çalışıyor. Zaten Erdoğan’ın aile derken, kadının olmadığı aileyi kastediyor. Erkek egemen. Yani aile diyorsun ama kadın yok içinde. Kadın tümden silik, reisi erkek, her şey erkek. Ailenin demokratikleşmesi özgür kadın mücadelesiyle gelişir. O da Kürdistan’da gelişti. O bakımdan bir gerilik arayacaklarsa Türkiye’de arasınlar.
DEVLET DEMOKRATİK ZİHNİYETİN GELİŞMESİNİ ENGELLİYOR
Geçen gün Ordu’da bir anneanne çocuğu alıyor, öldürmek için balkondan atıyor. Tekirdağ’da bilmem ne oluyor. Demokratik zihniyet gelişmiyor Türkiye’de. Devlet geliştirmiyor. Engelliyor. Bu kadar Kürt düşmanlığının olduğu yerde hangi demokratik kültür gelişir? Diyorlar; Türkiye’de şiddet anlayışı var. Bin yıldır yan yana yaşadığı Kürt’e düşman. Görse dövecek, öldürecek. Bin yıldır yan yana olduğuna böyle yaparsa orada vicdan kalır mı? Ahlak kalır mı? Niye bu kadar şiddet var? Bu, devletin politikasıdır. Otoriter zihniyetin, Kürt düşmanlığının sonucudur. Bu politikaya karşı çıkmadan çözemezsin. Herkes birbirine şiddet uyguluyor. Toplumumuz bu hale gelmiş. Kürt sorununun demokratik çözümü olsun, Kürt’e bu yaklaşım bırakılsın; Türkiye’deki bütün bu gerçekler çözülür.
Galip Ensarioğlu dedi ya, aileyi bildiğimiz için söylemiyoruz. Ya bu kadar veriden, bu kadar bilgiden sonra bulunamaz mı… Aslında belki de bir kişinin üzerine atacaklar bu aileyi kurtarmak için. Çünkü bu aileyi kurtarırlarsa aile devlete daha bağlı olur. Kurtaramazlarsa acaba başka aileler, devlete bağlı olanlar ya bizi de bu hale getirirler mi, diye kuşkuyla bakabilirler.
Demokratik güçlere düşen rol nedir?
Kakofoni olmamalı. Her şey tartışılıyor, muğlaklaştırılıyor. Böylelikle tabii devlet de, bu cinayeti gizlemek isteyenler de muğlaklıktan yararlanıyor.
Kadın hareketleri, Kürt halkı sahiplendi Narin’i. Bu önemli. Bunu canlı tutmak lazım. Toplumsal vicdan olarak ayakta tutulması lazım. Bu sadece Narin cinayeti için değil, başka cinayetler için, başka saldırılarda da bu vicdan harekete geçmeli. Bir Kürt çocuğu öldürdüğünde devlet tarafından, harekete geçilmeli. Metropolde Kürtlere saldırılıyor. Bu vicdan hareketi geçmeli. Bence muhalif güçler, demokratik güçler doğru değerlendirmeli.
Önderlik hep şunu dedi… Kapitalizm toplumu dağıtıyor ya, Önderlik dedi ki; toplum ölmez. Çünkü bu toplumsal değerler binlerce yılda oluşmuş. On binlerce yılda oluşmuş. İnsan bir toplumsal varlık zaten. İnsan toplumsal varlık olarak kalacaksa, bu tür şeylere mutlaka tepki duyacaktır. Türkiye’de bu Erdoğan var ya, gerçekten dünyada en ahlaksız insandır. Vicdansızdır. Onun kadar her şeyi iktidarının çıkarı için değerlendiren başka bir insan yok. ‘Kadın da olsa çocuk da olsa gerekeni yaparız’, dedi. Bu zihniyet işte; imam ne yaparsa cemaat ne yapar. Kadın da olsa çocuk da öldürürüz, dedi ve öldürdü. Rojava’da da öldürdü, Kürdistan’da da öldürdü, öldürmeye devam ediyor. Bu yönüyle bu bakımdan bu AKP iktidarının vicdansız, ahlaksızlığının da daha fazla teşhir edilmesi gerekiyor.