Ve Kürtler, bunların katil ve tecavüzcüler sürüsü olduğuna, ilkin Koçgiri’de tanıklık ettiler. Hemen ardından, karşı önlem için didinmeye başladılar. Ama, geç kalmışlardı. 1925’de, 1940 senesine kadar sürecek, “katiller, tecavüzcü ve hırsızlar şenliği“nin ortasında buldular kendilerini.
Bu yıllar boyunca, Dicle, Fırat, Murat nehri ile Munzur suyu ve Çemê Bişeriyê’de Kürt kadın ölüleri birbirine dolanarak, kesintisiz aktı. Bunlar, “Romareş“in askerleri eline düşmektense intihar için, azgın sulara koşan Kürt kadınlarıydı.
Kürt müzisyen Nizamettin Arıç, annesinin anlatılarına dayanarak, “Kürt kadınlarının, Geliyê Zîlan katliamı sırasında, yüzleri ve üstlerine hayvan pisliği sürerek tecavüzden kurtulmaya çalıştıklarını, ama topluca kurşuna dizilmekten kurtulamadıklarını“ söylüyordu.
Kürdistan dağlıktır. Dağlar, dipsiz gibi görünen uçurumlarla doldur. Bu uçurumların dibi de, yerde kanayan onur fedaisi Kürt kadınların cesetleriyle doldu, 1925’den 1940’a kadar. Bu kadınların onursal destanı, bugün hala, dengbêjlerin kılamlarında ses olarak yaşıyor.
Dersim olaylarının başlangıç kıvılcımlarından biri de tecavüzcülere gösterilen tepkidir. “Sason isyanı“ diye Türk tarihinde yer alan hayali isyan da, bir Türk subayının gittiği köyde tecavüz girişimi yüzünden öldürülmesidir. Daha sonra general olan ve darbecilikten yargılanan Cemal Madanoğlu, bu hayali isyan gölgesinde, başlatılan kırımı yöneten subaylardan biriydi. Anılarında, “tecavüzcüye tepki, Kürtlerin isyanı olarak ilan edildi“ diye yazıyor.
“Savaş halleri“, ganimet günleri, tecavüzcülerin bayramıydı. Bu bayramı Kıbrıs işgalinde de “eda“ ettiler.
O sıra, “Yeni Ortam“ gazetesinin Ankara temsilcisiydim. İşgalin izlerini takibe gittim ve adaya ayak bastıktan bir kaç saat sonra, bir grup gazeteciyle birlikte tutuklandım. Bir cezaevi aracı ile topluca, Lefkoşa’dan Limasol’a götürüldük. Rumlar, bu araçlarla esir taşındığını bildiklerinden, yol boylarında durup el, kol hareketleriyle bir şeyler söylüyor, uzaktan tükürüyorlardı.
Limasol’da bir kavşakta durakladığımızda, aniden peydahlanan çoğu kadın bir kalabalık, tarafından, muhafız çemberinin dışında kuşatıldık. İnsanlar, yüzlerinde tiksintili bir ifadeyle bağırıyor, tükürüyorlardı.
Anadolu Ajansının muhabiri Fehim, Kıbrıslı’ydı:
“Ne diyorlar, Fehim?“
“Tecavüz edip öldürdüğünüz kadınların memelerini neden kestiniz, barbarlar diye bağırıyorlar“ dedi.
Ne diyebilirdim ki! Sahtekarlık da, bunların bir başka karekteriydi.
Çok değil, on sene sonra, Kürdistan dağlarında, yeniden silah sesleri yankılanmaya başladığında, bir kere daha tekmil katilleri, hırsız ve tecavüzcüleriyle harekete geçtiler. Bir yandan da “bütün Kürtler değil, PKK“ yalanını geveliyorlardı. Ama yaşanan, düşmana karşı topyekün savaştı. Ayırım yapmak yoktu. Zafer meşalesi niyetine köyler yakılıyor, katliamlar yapılıyor, ölülere bile tecavüz ediliyordu.
Henüz, “hukuk devleti tiyatrosu“ da oynanıyordu. Kürtlerin hak arama özgürlüğü bile vardı. Bu sayede açılan davaların birinde, Türk ordusunun bir taburu, bütün olarak tecavüzcülükten yargılanıyordu. “Şükran“ adındaki genç bir kadının trajik hikayesi ile Türk ordusunun “Tecavüzcü şanı“ Avrupa’da yankılanmıştı.
Bugünkü Jandarma Genel Komutanı Arif Çetin, o dönemde köyler arasında dolanıp insan kaçırarak katleden, tecavüzcülük, hırsızlık yapan JİTEM çetesinin başat subaylarından biriydi. Bir başkası da, Mardin Jandarma Komutanı Musa Çitil’di. Çitil, Türk yargısında Ş. E’ye tecavüzden sanıktı. AKP iktidarının, üniformalı katiller, tecavüzcü ve hırsızlara dokunulmazlık getiren yasası ile beraat etti. “Şeref madalyalı“ bir general oldu. En son Sur’un yıkım ile oradaki soygunu yöneten komutandı. Fethullahçı olmakta tekaüt edildi.
Arif Çetin’in günümüz askerleri, işgaldeki Cizre’de, yatak odaları duvarlarına sapıklığın ifadesi olarak, “geldik ama yoktunuz“ diye yazıyor, katlettikleri Kevser’i çıplak ederek Varto’da yol kenarına atıyorlardı.
Ve Türk ordusu bugün, kelle kesen, tecavüzcülük yapan IŞİD’çiler (DAİŞ) ile bir bütün, ikisi Rojava’da, Irak Kürdistanı işgalinde bir arada, sırt sırta savaşan bir karmadır.
Arif Çetin’in emrindeki kiralık askerlerden çavuş Musa Orhan, Beşirili 18 yaşındaki İpek Er’i 20 gün alıkoyup tecavüz ettikten sonra, yüz üstü bırakıyor, genç kadın bunun üzerine intihar ediyordu. bu yüzden hakkında soruşturma açılan kiralık asker de, Hrant Dink’in katili Samast gibi Türk bayrağı önünde, Türk ırkçılığının kurt başı işareti yapan fotoğrafıyla kamuoyu önüne çıkıyordu. Ama kamuoyu tepkisi üzerine, Türk adaletinin tiyatro oyunuyla tutuklanıyordu.
Ama kimsenin kuşkusu olmasın. Bir süre sonra, hafızalar kabul bağlayacak ve tecavüzcü “iyi halinden ötürü“ Türk adaleti tarafından aklanacaktır. Kaldı ki, mahkum edilse ne çıkar.
Kürtlerin, kendilerini sorgulaması, herkesin onurluca bir tavır takınması gerekir. Kürtler bunca aşağılandığı, kimlikleri yüzünden linç edilip kurşunlandığı, sürü halinden oradan oraya savruldukları halde, bu yaşanan Türk “muhabbeti“ nedir böyle? Bunca an düşmanlığa rağmen bazılarının, halkının düşmanına aşkla sarılması yere düşmektir. Kişiliğin düştüğü yerde kokuşarak çürümesidir. Bunun bir başka izahı varsa, biri yapsın…
Hal böyle olunca, katili suçlamak çare değildir. Önce, ayağıyla na gidenlere bakmak gerek. Son iki örnek, Pınar Gültekin de, İpek Er de razılarının güdümünde, kendi ayaklarıyla katillerine gittiler. Kürt ve hesabı sorulmaz diye de kullanılıp katledildiler.
En alttaki Kürtler de uyanıp onurlarına sahip çıkmadıkça, bu gibi kara haller devam edecektir. Biline ki, her zaman ve halde katil tek başına suçlu değildir. Hem “birlikte iş tutacaksın“, hem de katilden yakınacaksın. Bu olmaz…