Duydum sessizce çekilmişsin yaşamın kıyısına. Bir kalp krizi alıp götürmüş seni. Yıllardır bir yangın yeri olan yüreğin bu dünyaya fazla gelmiş. O yangın yıllardır sadece seni değil yanındaki yamacındaki herkesi kavuruyordu.
Zaman 93 yılı 23 Nisan’ı gösteriyor. Dersim Pertek’te hastane önünde bekliyoruz. 12 gerilla Pertek’in Çalakxane köyünde katledilmiş. Diğer gün cenazeler Pertek Hastanesine getirilmiş. Aileler çocuklarının cenazesini almak için hastane önünde bekliyor. Ağlamalar, hawarlar, çığlıklar birbirine karışmış. Cümle katil sürüleri sırıtarak katlettikleri gençlerin ailelerine bakıyorlar. O anın keyfini sürüyorlar. Biraz beride emniyet amiri ve yanında kontra şefi duruyor.
Toplanan ailelerin içerisinde bir ana haykırıyor feryat û figan; “Cihanım, Cihanım, Cihanım!” Sesi öyle derinden geliyor ki yer gök sus pus oluyor. Sadece onun sesi, haykırışı, hawarı ve düşmana küfrü duyuluyor. Diğer sesler onun sesinde kayboluyor. “Alçaklar, faşistler, tek damla gözyaşını bu gözlerde görüp sevinemeyeceksiniz” deyip, gözyaşlarını içine akıtıyordu. Oğlunu katledenler onun karşısında sesini çıkaramıyor. Onun bağırışlarıyla, düşmana karşı dik duruşuyla ve içinden ağlamasına eklediği kinle, orada cenazeleri karşılamaya giden hepimiz, bir yandan ağlıyoruz bir yandan da Zarife ananın, korkusuzca onların üzerine yürümesinin yüreğimize, beynimize ve tüm bedenimize bulaştırdığı cesaretle, karşımızda duran emniyet amirinin, yüzümüze iğrenç iğrenç bakan askerlerin, devrimcileri katletmenin pis gururunu yaşayan kontraların, polislerin, askerlerin ve cümle katillerin üzerine gidiyoruz.
Dik başı, mağrur duruşuyla düşmanın üzerine yürüyen Zarife ana (Zarife Taçyıldız), tek başına hepimizi kanatları altına alıyordu. Her birimize öfke, direniş ve cesaret veriyordu. Bölüştürüyordu kendinde olanı. Ve bir ananın direnci ile iradesinin nelere kadir olduğunu öğretiyordu. Zarifelerin, Beselerin direncinden, yiğitliğinden yudum yudum veriyordu hepimize.
O yıllarda bir Devrimci Sol gerillası oğlu Cihan, gerillada hepi topu iki hafta kalabilmişti. Cihan yiğitliğini anasından almış gibiydi. Silahsız bir gerilla olarak teslim olmayı değil, “kavga bu, şehit düşmek de var” diyerek, düşmanın üzerine korkusuzca yürümeyi seçmişti. O çok söylediği “kavga yürek ister, yürek” sözü gibi yüreğini siper etti kendine ve silahsız bir şekilde bedenine sürülen onlarca mermiyle toprağa düştü.
O katledilen devrimcilerin anıları “Şu Dersimin Dağları…” olarak şarkıya dönüşüp senelerce dilimizden düşmedi, tıpkı senin haykıran sesinin yüreğimizden, kulaklarımızdan çıkmadığı gibi.
Oğlunu anlatırken, “o dünyayı fethetmek için yaratılmıştı” demiştin. Yolun daha başında toprağa düşmesini hiçbir zaman kabul edemedin. Ondan sonrası senin için, dünyayı fethetmeye yönelmiş tüm gerillaların, direnişçilerin, özgürlük arayışçılarının anası olarak, nerede kavga varsa orda olmaktı. Yaşamının tek bir anlamı vardı, o da sadece özgürlük sevdalıları için evinde oturup dua etmek değil, nerede bir kavga anı varsa orada olmak, direncin en kor anında bulunmaktı. Yaşamının sonuna kadar da öyle yaptın. Her kavgada sen vardın.
Yıllarca ayrım gözetmeksizin tüm devrimcilerin anası oldun. Hepsinin yanında yamacında olup, kol kanat gerdin. “Öyle kolay değil, devrimci anası, şehit anası olmak” deyip, düşman mahkemelerinde, meydanlarda cellatların, katillerin yüzüne tükürdün. Senden cesaret, özgürlük tutkusu bir kez daha karıştı Dersim’in havasına.
4 Nisan kutlaması için mahkemeye verildiğinde, hâkimin “senin ne işin vardı o kutlamada” sorusuna, “ben Sayın Başkanım Abdullah Öcalan’ın doğum gününü kutlamak için oradaydım. Ben sayın Başkanım Abdullah Öcalan’ı ve özgürlük gerillalarını çok seviyorum” diye cevap vermiştin. Hakim, kutlamada yer almak yüzünden mahkemeye çıkarılan, diğerlerini göstererek, “peki bunlar da orada mıydı” diye sorunca, “ben ne bileyim, ben ihbarcı mıyım, kendilerine sor. O kadar pastayı ben tek başıma mı yedim?” serzenişinde bulunup, korkudan dolayı, kutlama anında tesadüfen orada olduklarını söyleyenlere, “Pastayı yerken böyle demiyordunuz” demiştin.
O zamandan bu zamana adı değişip özü değişmeyen cellatların akla hayale gelmeyecek, vicdanın, ahlakın hiçbir yerine sığdırılamayacak zulümleri, dağılıyor ülkemin her karış toprağına. Bir ananın canının parçası, evladının kemiklerini, bir kartona koyup posta ile anasına gönderdiler. Hem de “gel, postan var” diyerek. Bir anayı şehit düşen devrimci kızının mezarı yıkılmasın, mezar taşı kırılmasın diye, evladının başında nöbet tutmak zorunda bıraktılar. Küçücük bir çocuğu, annesinin gözlerine bakarak, gün gün ölüme gidişini izlettiler annesine. Güzel ülkemin her yerine cellat sehpaları kurdular, her yere ölüm mangalarını yerleştirdiler. Ölüm ve zulümden başka bir ses çıkmasın istediler ve kan damlattılar zamana, hayata. Zulümleri ve ölümleri en çok analar görsün, görsünler ki, direnç, umut doğurmasınlar bir daha dediler.
Zarife Ana! Yavrunun, Cihanının yoldaşları Helin, Mustafa ve İbrahim, özgür ve eşit bir dünya için dirhem dirhem eriyerek, Cihan’a yaren oldular. Onlar da senin gibi sevindirmediler düşmanı. Evlatların olarak saklanıyoruz hepimiz senin o güzel çığlığına, haykıran sesine ve faşistlere göstermediğin gözündeki yaşına. Hepimiz şunu anlıyor ve yaşıyoruz ki, bütün özgürlükler, cennetler ayaklarının altında değil, senin ve tüm yiğit analarımızın yüreğinin altında.
Bilgemiz Atakan Mahir, bir bayram olsa ve tüm yetkiler sizde olsa sorusunu soruyor ve cevaplıyordu: Tüm analara çocuklarını verirdim ilk olarak. Gözü ve yüreği yaşlı, yiğit analarımıza evlat kokan bir ülkeyi verebilmenin umuduyla, anneler günün ve gününüz kutlu olsun.
Şiyar DERSİM