Geçtiğimiz günlerde Adana sokaklarında 17 yaşında bir genç saray polislerinin kurşunuyla vuruldu. Kimdi, neydi, nereliydi, olay nasıl gerçekleşti sorularından bağımsız, bir genç vuruldu. Olayın çamur medyasında haber değeri yoktu, yarım ağız, kısa bir vurguyla üzerinden atlandı. Mesele kapandı, gitti. Muhalefet ve devrimci güçler kısmen de olsa bu olayı gündemine almaya çalıştı, sönük-cılız da olsa kimi tepkiler yükseldi. Çokta üstünde durulmadı. Mesele faili malum cinayetler müzesinin tozlu raflarında yerini alacaktı ki… Birden işin rengi değişti. Çamur medyasında gencin ölümü haber değeri görmemişken, bir haber parlatıldı.
Genci vuran polisin ifadeleri durmadan değişti. Kaçıyordu, vurdum dedi. Şüpheliydi, vurdum dedi. Oruçluydum, bilinç bulanıklığı yaşadım dedi. Bunlar alışkın olduğumuz kurtarma ifadeleri, kaldı ki canım istedi, vurdum deseydi de pek bir şey değişmeyecekti. Sonuç iki-üç ay göstermelik tutukluluğun ardından cezasızlıktı. Fakat katil polis savunmasında bir şey daha ifade etti; Kürde benziyordu, mahalle tekin değildi, vurdum dedi. Kürde benzemek…
Kürt olmak, tarihsel bir arka planla fiziki ve kültürel bir soykırım gerekçesidir. Bu durum artık gizlenen, kimi zararlı cemiyetler, teröristler, vatan hainleri kisvesi kullanılarak yapılan bir katliamlar dizisini çoktan aşmıştır. Faşizmin ve ırkçılığın zirvesinde, Kürt olmak ve bunun bilincinde olmak, doğrudan bir ölüm gerekçesidir. Evinde oturanı, sokakta çalışanı, barikatta çatışanı, cephede savaşını fark etmeksizin, varlık olarak Kürtlük ölüm, yok edilme gerekçesidir. Öyledir Kürt gerçeği, kimliği yüzünden okunan binlerce Kürt gencinin, kadının, çocuğunun nasıl katledildiğini unutmaya muktedir midir toplum hafızası? Fakat Kürde benzemek… Bu bir meşruiyet gerekçesi olarak kullanılıyor. Neo-faşizm, kendinden olmayan, kendine benzeşmeyen herkesi ortadan kaldırmayı hak görüyor. Konu benzeşme meselesine gelmişken, medyada parlatılan haber şuydu.
Türk faşist şefi Erdoğan, Adana’da vurulan Suriyeli göçmen Ali el-Hemdan’ın babasını arıyor ve basına sızan telefon görüşmesine göre Ali’nin canının diyeti olarak tüm aileye vatandaşlık ve istihdam vaat ediyor. Oğlunu kaybetmiş, acılı baba(!) da tüm aşireti adına Erdoğan’a bağlılık yemini ediyor. Tarihsel faşizmin geleneksel yargısına göre adalet bir kere daha yerini bulmuş oluyor. Bir gencin kellesi bedeline, tüm aileye vatandaşlık ve istihdam!
Bu tekerrürden ibaret olmayan tarihin tefekkürü değil, toplumlara reva görülenin alenen ilanı ve karşılığında çaresiz bırakılmış, kendi olmaktan çıkarılmışların cevabıdır. Bu sistemde kendine yaşanılır bir yer edinmek için benzeşmek ve kendini sağlama almak… Kürde benzemenin sonu ölümken, kendi topraklarında barbarca çıkar savaşı verenlerin devletine tam bağlılık yemini etmek ve benzemek sonsuz bir güven sağlamaktadır. Tıpkı büyük şair Orhan Veli’nin dediği gibi: Kelle fiyatına hürriyet, esaret bedava… Bir ailenin mültecilik koşullarından kurtulma hürriyetinin bedeli Ali’nin canı oluyor. O polis bir-iki ay içerisinde serbest kalacak, o aile Yeşil faşizmin kollarında kendine güvenli bir yuva bulacak, faşizmin oy hesabı büyüyecek ve Ali unutulup gidecek.
Kelle fiyatına hürriyet demişken, Zînê Wertê meselesine bir de bu açıdan bakmak da yarar var. KDP’ nin uzun yıllardır merkezi hegemon güçlerin çıkarları çerçevesinde, Kürt ulusal varlığını pazarlığa açtığı bir sır değil. Şu anda yaşanan durum eğer akli selim bir şekilde ulusal birlik ve tarihsel sorumluluk bilinciyle çözülmezse, yakın zamanda bir sıcak savaş pozisyonuna geçilecek gibi duruyor. KDP’ye Kürt-Kürdistan soykırımı karşılığında kimi şeyler vaat ediliyor. Özgür-direnen Kürdün yerini boyun eğen, benzeşen kliklerin alması isteniyor. Tarihsel arka planıyla okursak 1924’lerden beri işlenen bu planın, sömürgeci rejimlerin destekleriyle tekrardan tırmandırılmak istendiği açıkça ortadadır. Zaman zaman sıcak savaşa da dönüştürülen bu planın, benzeştiremediğini, asimile edemediğini yok et politikası olduğu yüzyıllık tarihle ispatlıdır. Savaştır, birbirine kırdır, kalanları bağla. Bu kapitalizm için sıradan bir yöntemdir. Kürdistan özgülüne dönersek mevcut haliyle Kürtleri; PKK ve diğerleri diye parçalayarak çatıştırma çabası yeni bir durum değildir. Fakat şekil değiştiren küresel hegemonyanın önündeki PKK engelinin sadece TC sömürgeciliğiyle çözülemeyeceği çoktan anlaşılmıştır. Alternatif plan tarihte çokça denenmiş işbirlikçiliği devreye sokmaktır. Vur PKK’yi, Al Kürdistanı! Yani öz olarak özgür-direnen-bağımsız Kürdün kellesi bedeline, bağımlılığın esareti sağlamlaştırılıyor. Hem de en büyük hak ve hürriyetler adı altında…
Bu durum Ali’nin cinayetiyle kimi benzerlikler gösteriyor. Her halükarda faşizm doğal hak olan kimi şeyleri vermek için diyet istiyor. Ya önce vuruyor, bunun karşılığında veriyor, ya da önce verip bedel karşılığı vuruyor. Her halükarda benzeşmeyi sağlama almak için mutlaka o kişiye, varlığa, topluma ait olan bir şeyleri gasp ediyor, yok ediyor ya da katliamdan geçiriyor. Ya topraklarını işgal ediyor, ya savaşı tırmandırıyor, ya aç bırakıyor, göçertiyor, yurtsuz bırakıyor ya da toplum kırım gerçekleştiriyor. Böylelikle kendi varlığını da sağlama almış oluyor.
Sonuç olarak Kürt olmak hatta Kürde benzemek bile en meşru yok edilme gerekçesi haline gelmiş-getirilmiştir. Buna karşılık ulusal varlığın bilincinin, Kürtlüğün, Kürdistani değerlerin her zamankinden daha güçlü, daha cesur savunulmasının zamanıdır. Bu sadece Kürt ulusal varlığının değil, mutlak faşizmin cenderesi altında yaşayan tüm Ortadoğulu halkların geleceği açısından kritik önemdedir. Ortadoğu demokratik modernite çözümüne giden yolun en önemli yapı taşlarındandır.