Kendini örgütleyip yürüten toplum özgür toplumdur

0
569

Reyhan SERHAT

Çocukluğumda dinlediğim bir hikayeyi anlatarak başlamak istiyorum konuya. Hikaye kısaca şöyle: Bir canavar varmış, insanları bir yere kapatmış ve her gece yaşadıkları yere gidip parmaklarını uzatmalarını ister ve kanlarını içermiş. Her gece bu insanlar parmaklarını kanatıp canavara uzatırlarmış. Bir gün insanların ateşleri sönmüş. Ateş bulamamışlar ve canavarın inine gidip ona bizim ateşimiz yok, ateş almaya geldik. Ateşimiz olmazsa kanımız donuyor, seni besleyemeyiz demişler. Ama canavar rahatsız edilmeyi kabul etmemiş ve onların hepsini yutmuş.

 Bu hikayeyi biz çocukken dedem anlatırdı. Ve dedem bu hikayeyle zulmedenlere taviz verenlerin onlara ne kadar yaranmaya çalışırsa çalışsınlar, canavarın bununla yetinmeyeceğini ve sonunda onları yutacağını anlatmak isterdi. Ve dedem “asla kanınızdan bir damla dahi vermeyin çünkü sonunda sizi yiyecek” derdi.

Bunun öz savunmayla bağını yıllar sonra daha derinden anlayabiliyorum. İnsanlar kendilerini gün gün yok eden, kanlarını emen canavardan korkup ona kendilerini sunduklarında bir gün her şeyini, sözde korumaya çalıştığı varlığını da kaybedecektir.

Herkesin bildiği, herkesin binlerce defa söz ettiği gibi insanlık aklını kullandığı andan itibaren hep kavratmaya ve anlatmaya çalışmışlardır öz savunmanın ne olduğunu. Günümüz ve çağımız itibariye bütün felsefeciler, bilginler herkesin, her canlının bir öz savunması olduğunu iddia etmektedirler. Her canlının bir ruhu vardır, her kıpırdanışın yaşama hakkı vardır. Ve evrende her canlı böyle yaratılmıştır, böyle var olmuştur. Evrende varolan adalet öz savunma hakkını her canlıya vermektedir. Tüm varlıkların öz savunmasının olması onun varolma nedeniyle ilintili bir kanunudur. Bigbang patlamasıyla birlikte evrenin oluşması ve tüm canlıların kendisine yer edinmesi, kendini koruması, varlığı için savaşması, kendi kanunları döngüsünde hep varolagelmiştir. İnsanların aklının gelişmesiyle ve evrende canlıların ayrışmasıyla birlikte insanlar savunmalarının bilincinde olduğu oranda yapmışlardır ve bu milyonlarca yıl böyle sürmüştür. Bu savunma tüm canlılardan daha farklı olarak insanda toplumsallaşma ve örgütlenmeyle bağlantılı gelişmiştir.

Günümüz dünyasında güçlünün güçsüz gördüğü herşeyi ezme hakkını kendisinde görmesinden dolayı tekrardan bir öz savunma tanımı yapma ve bunun bilincine varma gereği vardır. Çünkü öz savunmasıyla vardır her şey. Tüm canlılarda haklı bir öz savunma olduğunu düşünürsek, en akıllı, yani doğanın evrimleşmede son evreyi temsil eden varlığı olan insanın öz savunması ne anlama gelmektedir? Çoğu insan, aydın, yazıp çizenler öz savunmayı birbirlerine, herkese anlatmaya çalışmışlardır. Ancak ya gerçekten insanlar bunu anlamıyor ya da bizler bunu yeterince anlatamıyoruz diye düşünüyorum.

Neden öz savunma dediğimizde canlının yaşam hakkından bahsetmeliyiz. Ancak bu yaşam kendi kökü ve özü üzerinden, kendi özünü korumaya dönük bir yaşamdır. Dünyanın en akıllı olan varlığı olan insanda öz savunma ihtiyacı hep olmuş ve insan bunu yapmıştır. Eğer öz savunmasını yapamasaydı belki de insan diye bir varlıktan bahsedemezdik. Oluşan toplumsallıkla birlikte insan hem kendini bir değer olarak görmüş, hem de yarattığı değerleri koruma görevi biçmiştir kendine. Bir yandan kendi savunmasını yapmış bir yandan yarattığı değerlerle meşru savunmasını gerçekleştirmiştir. Bu da hep toplumun ahlakıyla birlikte gelişmiş ve günümüze kadar gelmiştir. Çünkü toplumun ahlakı en başta o toplumun öz varlığını korumaya dayanmaktadır. Her ne kadar günümüzde bu farklı bir biçimdeyse de ama insanlık tarihinde hep böyle olmuştur. Yani politik toplumun ahlakı onun öz savunmasıdır.

İnsan dediğimiz bu değerli varlığın neden bugün kendi varlık nedenini bilmediği, öz savunmasını yapamadığını anlamak zor. Savunmasız bırakılmış toplum gerçeğinin en trajik halini yaşadığımız çağımızda temel sorunumuz bu toplumun savunmasını yapmak ve bu örgütlülüğü geliştirmektir. Çünkü toplum örgütsüz bırakılarak savunma gücünden uzaklaştırılmıştır. Binlerce yıl insanlık kendi emeğiyle ve düşüncesiyle bugün yaşadığımız değerleri varetmiş ve onları koruması gerektiğinin bilinciyle yaşamıştır. Çünkü toplum ve toplumsallık varetmektir. Toplumsallık hep varetme, değer yaratmayla uğraşma işidir. Düşünün ki bir insan yüz yıl yaşıyor ve yüz yıl boyunca çalışıyor ve birileri bunu bir dakikada yok edebiliyor. Bu tür yaşanan olayların toplum hafızasında ne kadar tahribat yarattığına günümüz toplumunda şahitlik etmekteyiz. Bugün topluma en büyük darbe de onun yarattığı değerleri görmemektir.

İnsan olgusunun hep bir yaratım olduğunun bilincinde olmayışımızın bir nedeni de tarih bilincinden ve toplum bilincinden yoksun olmamızdır. Dünyaya bakıp da insanlığın ve toplumun halini, sorunları, trajedileri, bunalımları gördüğümüzde bugün bunları yaşamasının en büyük nedeninin de kendi tarihinden uzaklaşma ve toplumsal bilincin, hafızanın silinmesinden kaynaklı olduğunu görüyoruz. Bu nedenle yaşamdan ve değerlerden uzaklaştığımızı görmüyoruz. Bugün egemenlerin ve sömürgeci güçlerin halklar üzerinde yürüttüğü savaşların, haksızlıkların neden görülmediği ve neden kimsenin bu durumu sorgulamadığı, bütün haksızlıklara boyun eğildiği, kaderine razı olan bir toplum gerçeği ile karşı karşıya olduğumuzu sorgulamak zorundayız. Yani göz göre göre bir toplum nasıl değerlerini görmezden gelip kaderine razı olur? Neden böyle bir toplum gerçeği açığa çıktı? Halbuki esasta toplum hiçbir hiyerarşiye, hiçbir sultaya, hiçbir egemenliğe boyun eğmemiş ve yarattığı değerleri korumuş, korumayı bilmiştir. Günümüzde ise toplum adeta beyni durmuş, kanı donmuş haldedir, kendi değerlerini, kendi alın terini diktatörlüklere peşkeş çekmeyi kabulleniyor. Neden sorgulama, sorma durdu? Üreten, yaratan bizleriz ama neden emeklerimizi başkalarına sunuyoruz? Nedir bizi korkutan? Nedir bizi biz olmaktan çıkaran? Bizler çalıştığımız ve ürettiğimiz halde neden iktidarlar kendini bu emekler üzerinden yaşatmaya çalışıyor diye soran oluyor mu? Soruyor muyuz? Öyle sanıyorum ki günümüzde toplum, halk, aydınlar neden halkın değerlerini iktidarlara sunmakta olduğumuz üzerine yeterince yoğunlaşmıyorlar. Eğer biz toplum olarak yarattığımız değerleri egemenlerin, elitlerin hizmetine sunuyorsak, eğer alın terimizi her gün bir canavara veriyorsak, bile bile parmağımızı kanatıp o vampirin ağzına koyuyorsak bizi tümden değil de azar azar yesin diyedir sanırım, bugün de biraz bu yaşanıyor. Aslında bugün AKP iktidarını örnek verebilirim, bu pozisyonda olduğuna inanıyorum.

O zaman sen o canavar karşısında her gün parmağını kanatıp ona emzirteceğine, uzun yaşayayım da beni tümden yemesin diyeceğine, neden o canavarla savaşmayı tercih etmiyorsun? Azar azar korkuyla yaşayıp öleceğimize kahramanca savaşıp mücadele etmek, öz savunmamızı yapmak neden olmasın? Bu hepimizin hakkı. Ve şunu unutmayalım ki kanımız ve canımızla beslediğimiz canavar eninde sonunda gün gelecek bizi yutacak. Hem de beklemediğimiz anda. Çünkü tarihte olduğu gibi günümüzde de iktidarlar asla boşluğu kabul etmez. Bu nedenle insan öz savunmayı bir gereklilik ve varolma biçimi olarak algılamalıdır.Öz savunma insan olmanın gereğiyse o zaman neden öz savunmamızı yapmayalım? Bu bizim hakkımızdır, bu varolmadır, insan olmadır. Bugün bizler nasıl yaşıyoruz? Gün boyu çalışıyor ve üretiyoruz, neden karşılığını almıyoruz diye hiç soramıyoruz, sormuyoruz. Korkuyor muyuz da sormuyoruz yoksa anlamıyor muyuz? Ya da birisi öz savunmasını yaptığında buna ne kadar anlam veriyoruz?

İnsan olmanın gereği kendi halkıyla ve yarattığı değerlerle yaşamaktır. Bu bir toplum ahlakı ve insanlık değeridir. Bugün bazılarımız mücadele ederken bazıları tüm insanlık değerlerinden uzak, ahlaksızca, asalakça, kim olduğunu bilmeden sürünüp gitmektedirler.

Elbette öz savunmadan bahsederken tüm dünyada olduğu gibi Kürtlerin de bir öz savunma hakkının olduğu ve olması gerektiğini bilmemiz gerekir. Kürt halkı bugün amansız bir savaş içerisindedir. Ve bu amansız savaş sadece onun öz savunmasıdır. Binlerce yıldır yarattığı değerleri koruma ve yaşatmaktan sorumlu olduğunun bilincindedir. Bunu görmeyen Kürtlerden, seyirci kalan, canavarı beslemeyle görevli olan insanlar olmayalım. Bugün Kürdistan’da gelişen savaş, direniş bir öz savunma savaşıdır. Ne olursa olsun toplum sessiz ve sakin görünse de asla elindeki bu değerlerin gitmesine razı olmayacaktır. Ve buna dur demenin zamanı da gelmiştir.

Neden bunu öz savunmayla ilgili anlatmaya çalışıyorum? Biz gün boyu boş magazinler okuyacağımıza hiç gerçeği olmayan günlük diziler, hikayeler peşinde zamanımızı ve enerjimizi harcayacağımıza öz savunmanın gereği olarak binlerce yıldır yaratılan değerlerimizi diktatörler ailesine kaptırmama savaşı vermeliyiz.

Elbette ki her şeyden önce öz savunmanın bilincinde olması gereken kesim ve cins kadındır. Toplumun en büyük emekçisi ve yaratıcısı kadındır. Çünkü kadın herşeyi yaratan, toplumsallığı geliştiren ve koruyandır. Kadın tarihteki tanrıça rolünden, herkese yol göstericiliğinden neden elini çekmiş acaba diye kendine soran olmuş mu ya da sorduk mu? Karakteri gereği kadın asla pes etmemiştir, son ana kadar emekleri peşinden koşmuş, tüm savaş egemenlik, zulüm ve saldırılara rağmen mücadele etmiş ve günümüze kadar getirmiştir. Bu şekilde kimlik olmuş, yaşam kaynağı olmuştur. gelin görün ki o da günümüzde diktatör ailesine karşı sessiz kalmayı kabullenmiştir. Halbuki kadınlar hiçbir zaman haksızlığı kabul etmemiştir. Bu yüzdendir ki hep katledilmiş ve emeği sömürülmüştür. Ama kadın kimliği demek yaratıcılık, mücadelecilik ve değerleri korumak demektir. Oysabugün görüyorum ve üzülerek belirtmeliyim ki diktatör ailesine karşı sessizdir. Halbuki kadın öz savunmasını geliştirirse herkes kazanacaktır. Kürt kadını bugün en onurlu, en mücadeleci güç olduğunu kesinlikle bilmeli ve yaşananlara seyirci kalmamalı. Kaybedecek neyi var ki kadının? Eğer senin evladının, eşinin, toplumunun gece gündüz emekleri sömürülüyorsa, bir öz savunması yoksa neden AKP canavarına alkış çalasın ki? Son kez şunu belirtmeliyim ki; toplum neden bile bile bir aileyi, gözü dönmüş bir adamı, bu adamları paraya, mala mülke boğuyor? Neden? Neden birisi açken diğeri göklerde yaşıyor? Toplum bunları kendi elleriyle yapmıyor mu? Bu durumu görmek ve sormak gerçekten çok mu zor?

Gerçekten toplum neden kendi canavarını besliyor? Gelin celladımıza aşık olmayalım. Öz savunmanın bir insanlık gerekliliği ve değeri olduğu olgusuna yönelelim ve görelim. Gelin toplum ahlakına dönelim. Ankara’da, Pirsus’ta, Cizire’de, Sur’da, Silopi’de bedenleri un ufak olan gençlerimizin, insanlarımızın kanını yerde bırakmayalım ve hesabını soralım. Eğer biz gencecik insanların lime lime olmuş bedenlerinin hesabını sormazsak, diktatörlerin önüne geçmezsek, bizler büyük bir vicdan hesabı vermek zorunda kalırız. Bugün öz savunmamız yok. Nerede başımıza ne gelecek belli değil, bir canavarın tepsisindeyiz. Zira öz savunman yoksa canavarın sofrasında nasıl yaşayabilirsin ki? Yutulmayı bekleyen bir toplum nasıl bir toplum olabilir ki?

Kimiz ve neyiz biz? Bu yazıyı uzadığı kadar yazmak isterim. Bugün en çok Kürt toplumunun öz savunma ihtiyacı vardır ve bunu yapmalıdır. Ekmeğin, paran, evin varsa ama öz savunman yoksa neye yarar? İnsanlar toplumsal tarihlerinde ilkin güvenliğe önem vermişlerdir. Yani güvenliğini garantiye almak demek öz savunmayı gerçekleştirmek demektir. Yoksa insanlar gasp ve talan savaşlarından kendini koruyup kurtarıp bugünlere gelemezlerdi. Bugün kadınlar, gençler ve çocuklar biraz da kendilerine dair olan şeyleri okumalıdır. Kürtler tarihte şerefleri ve onurlarıyla yaşamıştır. Ve hep başkalarına hayat yolu bulmuştur. Bugün Türkiye’de yaşanan savaşın ve krizin bir nedeni de Kürt toplumunun kendi değerinin bilincinde olmamasının sonuçlarıdır. Neden? Düşünün ki yüz yıldır yaşadığın kasabada, köyde ve kentte başkasına ait olan bir bayrak, asker, polis sabah kalktığında senin karşında. Ama senin hiçbir savunman yok. Ve dilini bilmediğin bir asker, elinde copu olan bir polis sokağın başında seni bekliyor. O zaman yapman gereken şey nedir diye sorulmaz mı? Bana ait olmayan bir güç, dış bir güç başımda duruyor ve bana zulmediyor denmez mi?

Bir toplum kim ve ne olduğunun bilincinde olursa kendi örgütlülüğüne başvuracak, kendi komününü, meclisini kuracak, kendi kendini savunacak ve yürütecektir. Kendisini karşısındaki o yaratığa teslim etmeyecek, kendini vareden örgütlülüğüne başvuracak. Kendi komününe ve meclisine giderek kendini yürütecek. Çünkü örgütsüz insan bir hiçtir. Kişi kendi savunma örgütlülüğünü kuramazsa dış güçlerin saldırılarına açık kalacaktır ve bu kişi köle olmaya mahkumdur. Eğer çocuklarımız katlediliyor ve onları buzdolaplarında saklıyorsak ve dışarıda, kapımızda bekleyen polise “dur” diyemiyorsak o zaman kimiz biz ve bu dünyada yerimiz nerededir? Varlığımızı, dilimizi kabul etmeyen bu varlıkla mücadele etmeyecek miyiz?

Öz savunmanın en önemli bir yönü de dildir. Kendi şehrimizde, sokağımızda, evimizde kendi dilimizi konuşamıyor ve bunu savunamıyorsak kendimize biz kimiz diye sormalıyız. Biz kendi dilimizi, kültürümüzü savunamıyor ve koruyamıyor, kendi renklerimizle yaşayamıyorsak sadece yiyip içip yaşıyorsak bunun gerçek yaşamla ne alakası var? İnsan kendi kimliği ve savunmasıyla vardır. AKP bugün Kürdistan’ın en ücra mahallesine bile gidip nasıl yaşayacağını belirlemeye çalışıyorsa bunu kabul edecek miyiz? Halbuki tarihte kendi kültürü üzerinden yaşayan ve en medeni olan halk Kürtlerdir. Her Kürt sabah kalktığında kendi kurum ve örgütüne gitmelidir. Kendini örgütleyip yürüten toplum özgür toplumdur. Köle olmayı kabul etmiyorsak kendimizi örgütleyecek ve kimsenin kölesi olmadığımızı göstereceğiz. Özellikle gençlerin ve kadınların örgütlenmeye önem vermeleri gerek. Çünkü güvenlik her şeyden önce gelir. Varolmanın temel koşulu o varlığı korumaktır. Yemeksiz, evsiz, parasız yaşayabilirsin ama güvenliksiz yaşayamazsın.

Ahlaki ve politik toplum kendini örgütleyen, kendi kendini yürüten toplumdur. Özgür bir ortamda yaşamak istiyorsak öz örgütlülüğümüze önem vereceğiz, düşmandan medet ummayacağız. Özellikle de bu konuda kadınlar adaletin peşinden koşarak emeklerinin, değerlerinin çalınmasına izin vermeden kendi partilerinin, kurumlarının yanında olmalıdır. Kendi değerleriyle yaşadıkça insan özgürleşir. Kendi değeri de kendi yarattığıdır, alınteri, emeğidir. Toplumun öz örgütlülüğü olduğu oranda kapınızda ve sokağınızda bekleyen diktatör ailenin hiçbir işlevi kalmayacaktır.

Kendi kimliğinin bilincinde olmak ve bu kimliği yaşatıp korumak öz savunmadır. Kimliğimizi korumak ve savunmak içinse örgütlülük ve mücadele esastır. Bulunduğumuz her yerde, mahalle veya yaşam alanlarında kimliğimizi korumanın ve yaşatmanın temel mücadelesi de demokratik özerklik mücadelesini yürütmekten ve toplumumuzu inşadan geçmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz