KJK: Koronavirüsü zamanlarında siyasi tutsaklara ve Önder Apo’ya özgürlük istemek ve bu istemi daha gür ve örgütlü kılmak her zamankinden daha fazla güçlendirilmeli ve yükseltilmelidir.
KJK Koordinasyonu, koronavirüs tehdidine ilişkin bugün yazılı açıklama yaptı.
KJK’in değerlendirmeleri şöyle:
‘DEVLETLER ÇÖZÜMSÜZ’
“Bir süredir dünyanın en önemli gündemi haline gelen koronavirüs insan yaşamının kapitalist sistemde karşı karşıya kaldığı tehlikeyi gözler önüne serdi. Kapitalist sistemde insan yaşamı her zaman büyük tehlike altındadır. Kapitalizmin kâr hırsı talana dönüştüğü için tüm kaynaklar hızla tüketilerek ekosistemin dengesi ile oynandı. Dünya yaşanmaz hale getirildi. Atmosferimiz tahrip edildi. Bu nedenle her gün farklı sonuçlarla yüz yüze kalmaktayız. Koronavirüs de bunlardan bir tanesidir. Bugün dünya ölçeğinde yayılan koronavirüs ile mücadelede dünya devletlerinin çözümü çözümsüzlük olarak ‘bekle gör, kalan sağlar bizimdir’ olmuştur.
‘İNSAN YERİNE EKONOMİLERİNİ GÖZETİYORLAR’
Pozitivist bilimin merkezi olan İngiltere doğal seleksiyon teorisine uygun olarak güçlü olan yaşar dedi. Bunun bilimsel altyapısını ise sürü bağışıklığı olarak açıkladı. Mevcut durumda insan ölümünü durdurma yerine bunun önüne geçecek süreçleri destekleyeceğine ekonomiyi canlı tutmak ve sürdürmek için virüse karşı bağışıklık kazanmış olanları tespit etme amaçlı antikor testleri geliştirerek bağışıklık kazanmış olanları işe gönderme telaşı ile kapitalizmin acımasız kâr hırsını bir kez daha gözler önüne serdi. AB’nin geri kalanı güvenliğe odaklandığı kadar insan sağlığına ve yaşamına odaklı hareket etmediğini birçok örnek ile ortaya koymuş oldu.
‘TÜRKİYE ÖLÜMLERDEN SORUMLU’
Ortadoğu ulus devlet yapılanmaları ise küresel salgına karşı önlemleri önlemsizlik olarak tanımlayacağımız biçimde salgını gizleme ve gündeme almama olarak ortaya koydular. Bu birçok alanda salgının hızla yayılmasına ve birçok insanın ölümüne yol açtı. Müdahale etmeyi bilinçli erteleyen ve gizleyen birçok ülke insan ölümlerinden birebir sorumludur. Bu ülkelerden biri de Türkiye oldu. Faşist rejim ile yönetilen Türkiye’de ise düşünmezsen, konuşmazsan, görmezsen rutini ile her zamanki olağanlık havası yaratılmaya çalışıldı. Adeta yoğun bakıma giren bir hastanın durumunun stabil tutulması gibi tüm toplumu stabil altına alan bir politika ile stabilizasyon rutin sürdürülmek isteniyor. Ancak kamuoyu bu rutin stabil hallerin cazibesine kanmadı ve itiraz hakkını kullandı. Bundan sonra hükümet adına yapılan açıklamalarda virüsün çok sınırlı dolaşımda olduğu, bu konuda tedbirlerin alındığı ifade edildi. Esasında ise hükümet bu arada İdlib’e asker taşıdı, Kuzey Kürdistan’da bahar operasyonlarına başladı, Medya savunma alanlarına dönük hava operasyonlarını aralıksız sürdürdü, Kuzey Doğu Suriye’ye askeri saldırılar yaptı ve içme suyunu keserek bir milyon insanı salgının kollarına attı. Bununla sınırlı kalmadı, Kürtlerin iradeleriyle seçtikleri 8 belediyeye kayyum atayarak büyük bir meşguliyet içinde olduğunu ortaya koydu. Bu arada özel savaş virüsleri olarak HDP Amed binası önünde oturma eylemi yaptırdıkları kişilere ne olursa olsun yapmış oldukları şeye devam etmeleri emredildi. Ne de olsa virüsü taşıyanlar virüsten niye korksunlar ki! Bir bütün olarak faşist AKP-MHP iktidarı soykırımla uğraştığı için sıra toplumun sağlık sorunlarına bir türlü gelmedi. Savaş kurallarında hiçbir ilke ve yasa tanımayan paramiliter bir güce dönüşen devlet kurumları halkın sağlığını kendilerine dert edinmedikleri gibi halk sağlığı ile ilgilenmek isteyen insanları da dıştalayan ve muhalif gösteren bir politika izlemişlerdir. Bu nedenle ne sağlık emekçileri sendikası ne de Tabipler Birliği bu sürece dahil edilmedi. AKP-MHP faşist rejiminin önlemleri ayrıştırıcıdır ve eşitsizliği açıkça kışkırtan türdendir. Psikolojik özel savaşta kimseye sırasını kaptırmak istemeyen İçişleri Bakanı Kürdistan’ı işaret ederek halkın kurallara uymadığını, kendilerini zorladıklarını açıkladı. Bununla Kürdistan’da ölümler olursa bize ne biz zaten söylemiştik mi demek istiyor, yoksa Kürdistan’ı siyasi, ekonomik ve askeri tecrit-izolasyonla yönettiği halde sosyal izolasyonu da mı meşrulaştırmak istiyor… Bunu yakın zamanda anlayacağımız kesindir. Kürdistan’a hiçbir yatırım yapmayan, sağlık hizmetlerini ayrımcılıktan ötürü götürmeyen devlet politikalarını gizleme çabası ve telaşı da olabilir. Zevahiri kurtarma telaşesiyle Kürtleri töhmet altına alırsak bu işi de kotarırız, deniliyor. Halkı töhmet altına alarak dikkatleri devletin uygulamalarından ve önlemlerinden çekmeyi hesaplamaktadırlar. Kürdistan’daki sağlık sistemini sorgulama ve gerçeğini ortaya koyma yerine halkın töhmet altına alınması klasik sömürgeciliğin klasik numaralarından biridir. Ege’de, İç Anadolu’da ve Karadeniz’de sanki herkes kurallara uymuş da bir tek Kürt halkı bu kuralları çiğnemiş algısı yaratılıyor. Algı yaratmak yapılacak olan operasyonun zeminini her zaman yaratır. Özel savaş bunu Kürdistan’da her zaman yaptı. Siyasi, askeri, ekonomik, kültürel birçok defa yaptı, şimdi ise sağlık alanında yapıyor. Her konuda sömürge hukukunu devreye koyarak hareket eden devletin sağlık sisteminde farklı yaklaşacağı gibi bir yanılgı yaşanmamalıdır.
‘ÖNEMLİ ROL OYNANMALI, DAYANIŞMA GÖSTERİLMELİ’
Bu nedenle sivil toplum örgütleri, meslek odaları, kadın hareketleri, gençler ve siyasi partiler salgının aşılması ve salgınla mücadelede önemli bir rol oynamalıdırlar. Sağlık komiteleri mahalle ve köylere kadar ulaşmalı ve kriz masaları ile halka doğru bilgi ulaştırma, uyarma, eğitme, virüse karşı korunma tedbirleri, yardımlaşma ve dayanışma kültürü temelinde aktarılmalıdır. Gençler yaşlılara yardım etmeli, yoksullar dayanışma ve imece usulü ile bu dar zamanlarda yalnız bırakılmamalıdır. Devletin bütün bunları yapmasını beklemek tek kelime ile kendini kandırmaktır. Devlet zaten yapsaydı çoktan yapardı. Kürdistan’daki sağlık hizmetleri yok denecek düzeydedir. Ne solunum cihazları var, ne testleri yapabilecek tanı kitleri var ne de yoğun bakım üniteleri. Dolayısıyla kurumlar eğer tedbir almaz, halk ile dayanışmaz ve bu konuda aktif bir çalışma yürütmezse ciddi kayıplar ortaya çıkabilir.
Yaşlılara karşı son günlerde yansıyan psikolojik saldırılar tecrübenin ve birikimin inkarı ve reddidir. Bir toplumda tecrübe ve birikim inkar edilirse o toplumun emeğe saygısı ve emeğin ortaya çıkardığı değerleri sahiplenme düzeyi de ciddi anlamda zarar görür. Bu tür saldırı veya yaklaşımlarda bulunmak lümpenliktir. Lümpenlik ise aşısız kalmaktan çok daha kötü sonuçlara yol açan bir virüstür. Faşist hükümetin bakanları ve başbakanı bu anlamda lünpenlikte sınır tanımayan bir şebeke olarak bu virüsü tüm topluma yayma peşindedirler. En başta da bununla mücadele edilmeli ve toplumsal dayanışma yükseltilmelidir.
HALKA UYARI VE ÇAĞRI
Halkımızın da bu sürece ciddi yaklaşması gerekmektedir. Bu virüs küresel salgın haline geldi ve yayılıyor. Virüsten korunmanın yolları ise kalabalık alanlara girmemek ve sosyal mesafe ile bu salgını asgari sınırda tutmak önemli olmaktadır. İnsanlarımız hiç birşey yokmuşçasına sokaklarda kalabalık gruplar halinde gezmemeli, aile ziyaretlerine ara vermeli, sosyal etkinliklerini sınırlamalı, düğün, taziye, toplantı vb hususlarda eski alışkanlıklarını sürdürmemelidir. Alışkanlıklarımızın ihtiyaçlarımızı belirlememesi gerekiyor. İhtiyaçlarımızı koşullara göre karşılama ve sınırlama gibi iradi bir duruş ile salgına karşı tedbirli olmaya ağırlık verilmelidir. Halkımız dayanışma ilkesiyle komşusuna ve mahallesine sahip çıkarak kendi şehrini esenlikli kılabilmelidir. Bu anlamda sağlıklı, esenlikli bir toplum için herkes sorumluluklarını yerine getirmeli ve örgütlenme çalışmalarını sağlıklı bir toplum için harekete geçirmelidir.
‘ÖNDER APO VE TUTSAKLARA SAHİP ÇIKALIM’
İzolasyon kişinin kendisini toplumdan kısmi veya tamamen uzaklaştırmasıdır. Bu salgın ile kendi kendimizi izole ederek koronavirüsü ile mücadele etmeye çalışıyoruz. Ancak yıllardır devletin zoruyla zindanlarda bulunan, zindanlara doldurulmuş ve kapatılmış binlerce siyasi tutsak ve Önder Apo bu tecridin en ağırını en insanlık dışı uygulamalarla yaşadılar. Bugün birçok kimsenin Önder Apo ve siyasi tutsakları daha iyi anladığını düşünüyoruz. Çünkü dünyanın çoğunluğu bir süredir izolasyon altında tutuluyor. Fakat siyasi tutsakların ve Önder Apo’nun içinde tutulduğu izolasyonda bağırsan sesin çıkmaz, ölsen elini uzatacak bir insan bulamıyorsun. Çünkü derin ve dar yapılardan oluşan hücrelerle her türlü hak gasbı, aşırı kontrol mekanizması, psikolojik baskı, gözetleme gibi uygulamalar esas alınmakta ve bu tür yöntemler sistematik sürdürülmektedir. Bu nedenle vicdan ve ahlak insan olmanın özsuyu ise tüm kamuoyunun, Kürt halkının, gençlerin ve kadınların Önder Apo ve siyasi tutsaklara daha fazla sahip çıkması gerekmektedir. Koronavirüsü zamanlarında siyasi tutsaklara ve Önder Apo’ya özgürlük istemek ve bu istemi daha gür ve örgütlü kılmak her zamankinden daha fazla güçlendirilmeli ve yükseltilmelidir.”