Kobane Serhildanı

0
306

Cihat TALİP

Gönlüm dilime dargın, dilim gönlüme

Gönlüm duygularını anlatamadığı için kızarken dilime,

Dilim anlatamayacağı şeyleri düşündüğü için kızıyor gönlüme…

Mevlana

                                                                           

        Nasıl da güzel söylemiş. Bir çoğumuz 6-7-8 Ekim serhildanlarını düşündüğümüzde gönlümüzden ve beynimizden birçok şey geçiririz. Ama bunları dile getirmekte de birçok zorluk çekeriz. Ama zorlanacağız diye de dilimiz döndükçe anlatmaktan vaz geçmemeliyiz. Çünkü direniş tarihlerinde yaşanılanı anlatmak bir devrimci, yoldaşlık, yurtseverlik ve insanlık görevidir. Zorlanıyoruz diye o ruhu, o anlamı anlatmaktan, yaşamaktan vaz geçmemeliyiz. Yaşadıkça anlatmak, hissetmek ve üzerimize düşeni sergilemeyi zorunluluktan öte yaşamsal bir yasa olarak görmeliyiz.

        1998 yılının Ekim ayının 9 unda Önderlik şahsında Kürtler her anlamıyla çok büyük tarihsel bir komployla ve tehlike ile karşı karşıya kaldılar. Bu komplo ile karşılaşıncaya kadar ne bu tehlikenin büyüklüğünün ne de gelişinin farkında olmadıklarından düşman kendisince yine Kürdü gafil avladım havasında idi. Ama bir şeyi göz ardı ediyordular. Önderliğin ve onun etrafında ateş topuna dönüşecek olan fedailerin sergileyecekleri muazzam direnişi hesaba katamadılar. Bu komplo ile tarihin karanlık sayfalarına gömmeyi umdukları Kürdün, buradan Önderlik şahsında Kürt için bu kadar büyük bir çıkışın olacağını hesaplamamışlardı. Tabi bu plan uluslararası güçler için tarihsel bir hesap olduğundan öyle kolay vaz geçecek değillerdi. 1998 de yarım kalan hesabı bu sefer Kobanê özelinde kapatmayı düşünüyorlardı. Bu sefer karanlık güçler hesap tarihsel olduğundan, yönelimleri de buna yakışır olmalı anlayışından hareketle kendilerini ceng sahnesine iyi hazırlamışlardı. Buna paralel ve yakışır şekilde saldırdılar. Bu sefer zafer kesin havasında idiler. Görev yarım kaldığından bu sefer hesap da büyük olmalı idi.

        Ama yine hesaplamadıkları birçok unsur vardı. Kürt eski Kürt hiç değildi. Kürdün Önderliğine, onca şehidine, halkına ve ülkesine bağlığı bilinçle ve duyguyla yoğrulmuştu bu sefer. Değil ülkesini ve değerlerine sırt çevirmeyi bir karış toprağının işgal edilmesine veya el uzatılmasına tahammülü olmadığını hesaplamadılar. Yine hesapların yanlış yapıldığı bir dönemde, düşman Kobanê’ye saldırmıştı. Bu hedef öyle tesadüf değildi. Kobanê’nin tarihsel geçmişi yanında bir de güncel olarak Kürt özgürlük hareketinin ilk tohumlarının atıldığında Önderliğinin ilk üstlenme ve sırtını dayadığı tarihsel bir dayanaktı. Bundan kaynaklı düşmanın Kürde asıl mesajı senin bütün dayanaklarını yıkacağım mesajıydı.

          Bundan hareketle bütün hıncını ve çirkinliklerini DAİŞ denilen insanlık dışı bir olguda toplayıp, üstüne birde Ortadoğu motifleri ve değerleriyle allayıp pullayıp Kobanê özgülünde Kürdün üzerine saldırdılar. Dediğimiz gibi bu sefer her şey çok iyi hazırlanmıştı. Ta ki ceng meydanına gelinceye kadar zaferi kesin kılmışlardı kendileri için. Önce saldırılar Kobanê çevresinde ve köylerinde başladı. Düşman kendisinden çok emindi. Sürekli tarihler vererek bilmem ne zaman nerede ne yemeği, nerede ne zaman ne namazı kılacağım deyip duruyordu. Dünyanın dört bir yanında TV’ler ve bilmem ne başındaki seyircileri de saatlerini ayarlayıp söylenenlerin zamanında olup olmayacağını bekliyorlardı. Kimse başka bir ihtimalin ve hesabın olabileceğini tahmin bile etmiyordu.

          Tam da bu noktada önce devreye esmer ve kavruk tenli Kürt genç kadın ve erkekleri girdi. Eee saldırı kapsamlı o zaman direnişte kapsamlı ve görkemli olmalıydı Kürt için. Tam da bu nokta da halkın deyimiyle ‘pêlav sor ketin dewrê’ (kırmızı ayakkabılılar devreye girdi). Direniş görkemlileştikce büyüdü. Ama buna paralel saldırılarda yoğunlaştı. Hal böyle olunca bu seferde devreye Kürt halkı girdi. Dört parça ve dünyanın her tarafındaki Kürt halkı bütün dünyaya görkemli ve toplu bir direnişin nasıl olacağını gösterdi. Ama bu görkemin içinde Kuzey halkımızın ve gençlerimizin direnişi ayrı bir önem taşıdığını özellikle vurgulamak gerekiyor. Çünkü Türkiye’nin bu saldırılar içindeki rolü uluslararası güçler tarafından önemli ve özeldi. Aslında saldırıların yürütüldüğü merkez konumundaydı. Bundan kaynaklıda direnişçiler için olacaksa bir saldırı ve yönelim, saldırıların merkezine olmalıydı. Bu rol ve misyonda Kuzey halkımıza düşüyordu. Bu tarihsel bir rol ve görevdi. Bunun bilincinde olan Kuzey halkımız üzerine düşeni yaparak 6-7-8 Ekim de Kuzeyde ve Türkiye de muazzam bir direnişe geçti. Devleti bütün anlamıyla Kürdistan’dan ya söküp attı ya da bazı binalara kapatıp çıkamaz hale getirdi. Kuzey halkımız adeta Kobanê’de mevzilerde direnen savaşçılarla nasıl bütünleşilir bütün dünyaya gösterdiler. Senkronize bir şekilde bütün Kuzey halkımız bulunduğu her alanı direniş haline dönüştürerek istenildiğinde bir toplumun bilinç ve ruh bütünlüğünün nasıl oluşturulacağını herkese gösterdiler. Tabi ki büyük direnişlerin büyük bedelleri de olur. O dönem Kürt toplumu bu bedelleri ödemekten geri durmadı. Her şeyi göze alarak bir alev topu misali nerede ayağa kalktı ise orada düşmanını küle dönüştürdü. Parçalar arası bütün sınırları bir daha anlamsız kıldı. Kazanılacak olan zaferin ruhunu bütün Kürdistan’a serpiştirdi.

            Bu serhildanlar sadece Kobanê’yi desteklemek ve selamlamak anlamına gelmiyordu. Bu saldırılarla aslında uluslararası güçlerin Kürt ve Kürdistan üzerindeki bütün planların ve hesaplarında yerle bir edilmesi anlamına geliyordu. Bu serhildanların Kürtler açısından askeri, siyasi ve diplomatik kazanımların yanında, istenildiğinde ulusal bütünlük duygusunun hem ne kadar gerekli hem de ne kadar güçlü olduğunu kanıtlamış oldu. Bu serhildanlarla Kürd’ün artık göz ardı edilemeyeceğini, öyle her isteyenin Kürd’ün üzerinde hesap yapamayacağını herkese göstermiş oldu. Kürt için ise büyük bir direniş mirası ve gerekçesi oluşturdu.    

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here