Kurdistan’da Halk Savaşının Gelişimi Ve Devrimci Halk Savaşındaki Tarihi Görevlerimiz – 1

0
412

FERİDE ALKAN

Kurdistan’da halk direnişinin ya da halk savaşının sömürgecilik tarihi kadar eski bir geçmişi vardır. Halk savaşı son elli yılında partimiz öncülüğünde stratejik bir çizgide kesintisiz bir şekilde başarıyla sürdürülüyor olsa da oldukça uzun bir geçmişe dayandığımızı biliyoruz. Önderliğimizle başlayan elli yıllık PKK sürecinde halkımız geçmişle kıyaslanmayacak düzeyde bilinçli, örgütlü, planlı dolayısıyla daha iradeli, inançlı, güçlü olmuştur. Ancak  halkımız partimiz PKK’nin çıkışından önce de hep direnmiş, hep serhıldan halinde olmuştur. Özelde de son iki yüzyılda yani 19. ve 20. yüzyıllar boyunca işgalcilere karşı sürekli  mücadele etmiştir. Yirminci yüzyılın son çeyreğinden başlayarak şimdilerde ilk çeyreğini bitirmeye yaklaştığımız 21. yüz yılda da partimizi PKK öncülüğünde hep savaşan durumda olagelmiştir. Bu anlamda diyebiliriz ki Kürt halkı işgalcilere karşı sürekli mücadele eden halk gerçeğini temsil etmektedir. Bu günde dünyadaki en mücadeleci, direnişçi, savaşçı halk pozisyonundadır. Bunun Önderliğimiz ve dolayısıyla özgürlük mücadelemizle ilgili boyutları bilinmektedir ve hem ideolojik-felsefi olarak hem sosyal olarak hem de politik olarak PKK gerçeğinde yeniden şekillenen, zihniyet kazanan toplum olunduğu artık herkesçe kabul görmektedir. Ancak bu böyledir diye halkımız adına her şeyi kendimizle başlatmıyor, halkımızın direnişçi geleneğini, savaşçı geçmişini miras alarak Önderlik çizgisi temelinde mücadele etmeye devam ettiğimizin bilinciyle hareket ediyoruz.

Bilindiği gibi Osmanlının son yüz yılında ve de TC’nin ilk yüz yılında Kürt halkı olarak büyük felaketlerle karşı karşıya kaldık. Osmanlılar dağılmalarının faturasını biz Kürtlere çıkartmaya çalıştı bunun için halkımıza dönük sayısız katliam yaptı, kendi içinde bağımsızlığı ifade eden özerk Kürt mirliklerinin hepsini baskıyla, zulümle dağıttı. Kürt önderlerini, ailelerini ve onlarla hareket eden yüz binlerce Kürdü sürgüne gönderdi, cennet Kurdistan’dan kopararak Afrika, Asya çöllerinde ülke hasretiyle ölmeye terketti. Onlarca kez Ezidi ve Alevi halkımızı sırf inançlarından dolayı ezdi, katliamlardan geçirdi, kız çocuklarına, kadınlarına el koyup köle pazarlarında sattı, kutsal mabetlerini harabeye çevirdi, ibadetlerini teşhir edip karaladı. Tüm bunlar yetmezmiş gibi dağılmış ve emperyalist devletlere yenilmiş Osmanlının kalıntıları üzerine kurulan cumhuriyet Türkiye’sinde de halk olarak daha büyük katliamlara maruz bırakıldık. Üstelik emperyalistlere karşı verilen ve adına kurtuluş savaşı denilen mücadeleyi biz Kürtlerin sayesinde kazandıkları halde. Çanakkale de, Sakarya’da, Anafartalarda, İzmir’de, Gelibolu’da, Antep’te, Urfa’da, Maraş’ta savaşan ve emperyalistleri yenen Kürt askerleri, milisleri, kadınları yani bir bütün Kürt halkı olduğu halde  sanki savaşı tek başına Türk milleti yada Türk ulusu kazanmış gibi davranıp gerçeği manipüle etmek üzerinden TC’yi inşa ettiler. Şimdi bile Çanakkale şehitliği incelenirse can veren Kürtlerin sayısının savaştaki toplam kayıpların yarısından fazlası olduğu rahatlıkla görülecektir. Yani biz Kürtlerin kanı, canı, alın teri üzerinden kurtarılan toprakları Türk ulusuna mal ederek ve de bizleri inkar ederek dolayısıyla imhamızı ön görerek cumhuriyet Türkiye’sini inşa etmeye çalıştılar. Yüz yıldır da bu temelde üzerimizde soykırım siyaseti yürütüyorlar. Başka bir ifadeyle denilebilir ki cumhuriyet Türkiye’si Kürtler yeniden güç olmasın, bir araya gelemesin ve Kürt olarak Kürdistan’da yaşar hale gelmesin böylece Türk ulusunun hamalları, hizmetçileri, köleleri olarak onlara hizmet etsinler, adları da medenileşmemiş yani cahil ya da dağlı Türkler olarak yer etsin ve kendilerine de insanlığa da böyle kabul ettirilsin diye yüz yıldır fiziki, kültürel, psikolojik soykırıma tabi tutulduk, bir insanlık suçu olan asimilasyon cenderesine alındık. Aslında turancı zihniyetle beslenen ittihatçı yapılanma, emperyalist devletlerin birinci dünya savaşı sonunda Osmanlı artıkları olarak kendilerine bıraktığı Anadolu’ya sıkışıp kalmamak için biz Kürtleri ve ülkemiz Kurdistan’ı kendilerine ekleme kararı aldılar. Bunu Lozan komplosuyla uluslararası güçlere de kabul ettirdiler. Lozan’a “din ve soy kardeşlerimiz Kürtlerle aynı emellere sahibiz, sizlere karşı birlikte savaştık ve Cumhuriyet Türkiye’si ortak vatanımız olacak” diyerek gittiler. Böylece Kürt halkı olarak bizleri Türk ulusunun parçası gibi gösterdiler. Gerçekte ise ittihatçı zihniyet temelinde yaklaşarak Türk ulus devlet inşasında Kürt olarak varlığımızın yok sayılmasını ve ne pahasına olursa olsun hızla Türkleştirilmemizi temel strateji olarak belirlediler.   İttihatçı Kemalist elit 1919’dan 1923’e kadar halkımızı yanında tutmak, emperyalist devletlere tek milletmişiz görüntüsü vermek için sistematik algı operasyonları geliştirdi, göz boyama siyasetiyle hareket etti ancak Lozan’da işlerini garantiye alıp cumhuriyetlerini ilan ettikten sonra 1924 anayasasıyla gerçek yüzlerini ortaya çıkarıp Türk usul devlet inşasını Kürt soykırımı üzerinden geliştirmeye başladı. Bu yüzden diyoruz ki yüzüncü yılına girmekte olan Türk cumhuriyetinin biz Kürtler için anlamı soykırımdır, felaketler yüz yılıdır. Çünkü sırf Türk ulus devleti var olabilsin diye Kürt halkı olarak yüz yıldır sistematik bir şekilde hem fiziki hem de kültürel soykırımdan geçirildik, geçiriliyoruz. Bilindiği gibi daha Cumhuriyetin ilk yıllarında zamanın adalet bakanı tarafından açıkça dillendirilen Türk zihniyeti “Türkiye Türklerindir ve Türk olmayanların tek yaşam şartı Türke hizmet etmektir” biçiminde olmuştur. Bu resmi devlet ve şekillendirdiği egemen Türk ulus zihniyeti, bakış açısı, davranışları, politikalarıdır. Oysa eğer Türkiye birinci dünya savaşının sonunda emperyalistlerce işgal edilen Anadolu-Kurdistan coğrafyasının adı ve de bu coğrafya da kurulan vatansa, bu toprakları işgalden kurtaran ve bunun için yüz binlerce şehit veren Kürtlerdir dolayısıyla adına Türkiye denilen bu topraklar Türklerden çok Kürtlerindir.  Zira ‘kurtuluş savaşında (!)’ vatanın (!) her karışı Kürtlerin kanıyla sulanmıştır. Aslında Anadolu-Kurdistan toprakları üzerinde Kürtler olmaksızın Türk egemenlerinin ya da Türk milletinin kazandığı hiç bir savaş da yoktur. Ne kurtuluş savaşı denilen savaş ne de Malazgirt,  Çaldıran, Ridaniye, Mercidabık zaferleri Türk egemenlerine aittir. Tarih tüm bu zaferlerin Kürtlerle yapılan ittifakların ve de Kürtlerin aktif katılımının sayesinde elde edildiğini dolayısıyla hakiki anlamlarıyla Türkten ziyade Kürt zaferleri olduğunu bir çok belgeyle kanıtlar açıklıktadır. Şimdi de hain korucular, kendi halkına ihanet etmiş kontralar, ajanlar, işbirlikçi KDP olmaksızın Türk ordusunun – ki ordununda büyük bölümü Kürtlerden oluşmaktadır- hiç bir yerde tek bir başarısı olamayacağını hatta Kürdistan başta olmak üzere işgal ettiği her yerdeki ömrünün bir kaç ayı geçemeyeceğini anlamak isteyen herkes görebilir.

Bunların hepsini neden yeniden hatırlatma gereği duyduk? Çünkü bizlere karşı geliştirilmiş bu iğrenç komploya karşı, bu büyük haksızlığa ve onursuzluk dayatmasına karşı ve de iki yüz yıldır Türk egemenleri eliyle bizlere yaşatılan felaketlere, yüz yıldır sistematik olarak yürütülen soykırıma karşı halk olarak direniyoruz. 1914’te Bitlîs’te, 1919’da Koçgîrî’de,  1920’de Suleymanîye’de, 1925’te Muş, Erzurum, Xarput, Bitlîs, Çewlîk, Amed’te, 1926’ya kadar Sason’da, 1927’de Motkî’ de, 1926-1930’da Agirî’de, Zîlan’da, 1915’ten 1930’a kadar Rojhılat Kurdistan’ın da, 1937-1938’de Dêrsîm’de, 1945-1946’da Mahabat’ta, 1961’den 1975’e kadar Başur Kurdistan’ın da, 1973’ten günümüze kadarki elli yılda da Önder Abdullah Öcalan öncülüğünde dört parçaya bölünmüş bütün Kurdistan’da  işgalcilerin inkar-imha siyasetine, soykırım konseptine karşı halk olarak direniyoruz. Bu anlamda denilebilir ki iki yüz yıldır Kurdistan’da halk savaşı vardır. Belki hem mekan olarak hem de zaman olarak kesintili ve de kopuk kopuktur ancak toplamında  işgalcilere, soykırımcılara karşı durmadan yürütülen halk direnişidir, halk savaşıdır. Öncülükleriyle ilgili sorunların çıkmış olması   düşmanlarımıza karşı yürüttüğümüz görkemli halk direnişi, halk savaşı gerçeğini değiştirmez. İki yüz yıldır durmadan savaşmak zorunda kalmak, direniş durumunda olmak sistematik olarak katliamlarla, işkencelerle, idamlarla, tutsaklıklarla, sürgünlerle, açlık ve fakirlikle mücadele halinde olmak bir halk adına asla azımsanamaz asla görmezlikten gelinemez büyük bir onurdur.

PKK’nin tarihsel rolü, gerçek anlamı da kutsal Kurdistan topraklarının asıl sahipleri, otantik toplumu olan Kürt halkını yenilmez bir mücadele çizgisine, her koşulda başarıyı sağlama iradesinde olan bir Önderliğe kavuşturmuş olmasındadır. Yani Önder Apo ile birlikte halkımızın Medlerden günümüze neredeyse uygarlık tarihi boyunca yaşanan öncülük sorunu çözülmüş, büyük önderliksel doğuş gerçekleşmiş ve onun belirlediği yolda halkımız özgürlük bilincinde keskinleşmiş, iradeleşmiş, birlik olmayı büyük oranda başarmış dolayısıyla işgalciler başta olmak üzere her türden gericiliğe karşı temel mücadele gücü haline gelmiştir. İşgalcilerin soykırım siyasetine karşı elli yıldır yürüttüğü görkemli direnişin yanı sıra erkek egemen dünya gericiliğinin ortak ürünü olan DAİŞ felaketinden insanlığı kurtaran güç olmasının başka nasıl bir izahı, anlamı olabilir ki?

Bütün bu gerçeklerden yola çıkarak diyebiliriz ki aslında değişik biçimlerde de olsa iki yüz yıldır Kürdistan’da işgalcilere karşı halk savaşı vardır. Ancak bunun kesintisiz olarak sürdürüldüğü ve halk savaşı stratejisine dayanarak planlı, örgütlü yürütüldüğü süreç Önder Apo öncülüğündeki elli yıllık süreçtir. Ve önemle vurgulamalıyız ki Önderliğimizin mücadeleyi başlattığı yetmişli yıllarda özelde de Türk işgali ve sömürgeciliği altındaki Bakur Kurdistan parçasında Kürtlük adına hemen hemen hiç bir şey kalmamış adeta Kürtlüğün başa bela kabul edildiği ve kültürel soykırım olan asimilasyonun neredeyse sonuç aldığı bir süreç yaşanmaktaydı. Kürtlük adına bilinç kalmadığı gibi sahiplenme cesareti de kalmamış, Kürtlüğünden olabildiğince kaçış ve bu temelde Türkleşme baskın hale gelmişti. Denilebilir ki Bakur Kurdistan parçasında işgalci Türk devletinin soykırım çemberindeki Kürtlük yok hükmündeydi ve gerçekten de Önder Apo çıkışı olmasaydı Kürtlüğün bittiği noktada bulunmaktaydık. M. Mustafa Barzani öncülüğünde 1961’den itibaren Başur Kurdistan’ın da yürütülen mücadeleyle gelişen canlanma, büyüyen umutlar ise ne yazık ki 1975’teki büyük yenilgi ve tasfiye nedeniyle  Kürtlük hayallerini, umut kırıntılarını da yok etmiş durumdaydı. İşte tam da bu noktada büyük Önderliksel doğuş gerçekleşti ve PKK ile birlikte Kürt halkı, Kürt kadınları yani bir bütün Kurdistan toplumu olarak yeniden dirildik, hızla mücadele edebilir hale geldik, devrimci bir iradeye kavuştuk. Böylece sömürgecilik karşısındaki halk savaşı yeniden başladı ve kesintisiz olarak elli yıldırda akıl sınırlarını zorlayan bir inançla, inatla, belki de tarihin en büyük bedelleri pahasına sürdürülmeye, zafer tutkusuyla yürütülmeye devam etmektedir. Elbette Kürtlük adına umudun, cesaretin, bilincin bırakılmadığı koşullarda PKK bir öncü grubun mücadelesi olarak başladı. Ancak PKK’yi kuranlar halkın içinden çıkan, fakir-köylü, emekçi halk çocukları olduğu için yani  halktan kişiler oldukları için mücadele daha en başta halklaştı ve daha grup aşamasında halk savaşı niteliği kazandı. Hilvan Komünü yada sovyeti bunu ifade eder. En baştan beri Kürt kadınlarının yaygın katılımı, her kesimden Kürdün katılımı bunu ifade eder. Bu anlamda denilebilir ki Önder Apo öncülüğündeki PKK mücadelesinin baştan itibaren şekillenen karakteri halk direnişi- halk savaşı karakteridir. Fakat işgalci devletin soykırımcı siyaseti ve bu temelde neredeyse her on yılda bir gerçekleştirdiği faşist darbeleri nedeniyle daha ilk yılında PKK hicrete gitmek yani ülkeden çıkmak zorunda kaldı. Faşist darbe nedeniyle boğulmamak ve mücadeleyi sürdürebilmek için Kurdistan’dan Ortadoğu sahasına hicrete gitmek zorunda kalmak PKK öncülüğündeki halk savaşının belli bir dönem için kesintiye uğramasına neden oldu. Zira 12 Eylül faşist cunta koşullarında bütün Kurdistan işkencehane haline getirilmiş, zindan yasalarıyla yürütülmüş, yüz binler tutsak edilmiş, halk öncüleri ve örgütlü yapıları Diyarbakır 5 nolu zindanı başta olmak üzere bir çok zindanda vahşi uygulamaların cenderesine alınmıştı. Bu koşullarda halk belli düzeyde direnişini sürdürse de esas olarak korku atmosferine girmişti. Ortadoğu sahasına hicret eden Önderliğimiz ise canhıraş bir çalışmayla gerilla savaşının hazırlıklarını tamamlamaya ve bu temelde ülkeye dönmeye çalışmaktaydı. Bu anlamda denilebilir ki 1973’le birlikte Ankara’da Önderliğimiz öncülüğünde şekillenmeye başlayan ve 1976 ile birlikte Kurdistan’a Apocu grup olarak taşınan, 1978’de de Kurdistan’ın kalbi Amed’de PKK olarak somutlaşıp hızla halk mücadelesine dönüşen özgürlük hareketimiz 1980’de gelişen faşist cuntanın araya girmesi nedeniyle kısa bir süreliğine de olsa kesintiye uğramış, hicret durumu yaşamış, büyük zorluklar temelinde kendini toparlayarak 1982’de ülkeye dönebilmiş ve Önderliğimizin yoğun çabası neticesinde 1984’te gerilla savaşına başlamıştır. Burada belirtmek istediğimiz şey eğer 1980 faşist cuntası olmasaydı aslında 1978 yılında gerçekleşen tarihi anlamı büyük Hilvan Komininde olduğu gibi mücadelemiz ağırlıklı olarak ovaya dayalı halk savaşı şeklinde gelişecekti ve tüm Kurdistan’a en erken zamanda yayılarak başka kominlere yol açacak giderek Kurdistan kominleri birliğine dönüşecekti. Ancak faşist cunta koşullarının yarattığı zorluklar nedeniyle önce Ortadoğu hicreti ardından da Kurdistan dağlarında gerilla savaşı biçiminde devam eden bir mücadele olarak şekillendi.

DEVAM EDECEK…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz