Kurdistan’da Halk Savaşının Gelişimi Ve Devrimci Halk Savaşındaki Tarihi Görevlerimiz -2

0
279

FERİDE ALKAN

Gerilla savaşı işgal altındaki Kurdistan’da sömürgeciliğe karşı büyük bir tarihi adımı, yeniden dirilişi, soykırımcı faşist devlete karşı çok büyük bir kararlılığı, cesareti, çelikten iradeyi ifade etmektedir. Zaten bu yüzden 15 Ağustos atılımı tarihimize diriliş devrimi olarak geçti ve halkımızın yüzlerce yıllık beklentisini karşılayan büyük özlemin giderilmesini temsil etti. Bu anlamda 15 Ağustosla başlayan gerilla savaşı küllerinden kendini yeniden yaratan halkımızın öyküsünü anlatır. Halkımızın Egîdî, efsanevi komutanımız Mahsum Korkmaz öncülüğünde Botan’da gerilla savaşını başlatan ve şanlı 15 Ağustos hamlesiyle dost düşman herkese duyuran Kurdistan kurtuluş güçleri (HRK) iki yıl içinde Kurdistan Halk Kurtuluş Ordusu (ARGK) olarak yapılandı ve böylece  zorluklar ve koşullar ne olursa olsun mutlaka başaracak ruha, bilince, inanca, iradeye sahip  gerilla savaşı çizgisi şekillendi. İşgalci faşist devleti şok içinde bırakan, korkuyla sarsan gerilla savaşı hızla Kurdistan dağlarına yayıldı ve çok yönlü NATO desteğine rağmen gelişimi durdurulamadı. Gerilla savaşı öncü savaştı ve halkımız onu tamamlayan, besleyen, destekleyen konumdaydı. Önder Apo öncülüğünün etkisiyle gerilla savaşımız Botan merkezli olarak hızla halklaştı ve halklaştıkça büyüdü, yayıldı. Halkımızın gerilla desteği 1990lı yıllarla birlikte çığ gibi büyüdü, bir anda gerilla sayısı ona katlandı, özelde de yoğun kadın katılımları nedeniyle ARGK bambaşka bir nitelik kazandı ve 1993’le birlikte bağrından kadın ordulaşmasını doğurdu. Kadın öncülüklü haliyle ARGK daha da gelişti ve Kurdistan’ı aşan bir etki alanına kavuştu. Halkımız Önder Apo öncülüğüne, gerilla savaş çizgisine sonsuz güven ve inançla sahip çıktı ve 1990’na bunun göstergesi olan serhıldanlarla girdi. Nusaybin, Cizre, Hezex, Kerboran serhıldanları 1991’de Vedat Aydın’ın cenazesine yüz binlerin sahiplenmesine dönüştü, Bu serhıldan ruhu 1992 Newroz’un da tüm Kurdistan şehirlerini ve Kürtlerin yaşadığı Türkiye metropollerini sardı. Önder Apo öncülüğü ve gerilla savaşı halklaşmış, halkımız her anlamda aktifleşmiş, toplumsal-siyasal alanda da örgütlenerek devrimin sanatını, dilini, kültürünü, ajitasyon propagandasını geliştirmeye başlamıştı. Zaten bilindiği gibi 1990’lı yılların sloganı “PKK halktır halk buradadır” şeklinde somutlaştı. Böylece 12 Eylül faşist cunta koşularında hicret eden ve 1984’le birlikte gerilla savaşına başlayan PKK altı yıl içinde yani 1990’a gelindiğinde halklaşmış ve halk savaşı niteliği kazanır duruma gelmişti. Halk savaşı karakteriyle hem gerilla on katına çıkabilmiş, kadın ordulaşması öncülüğünde daha devrimci ve özgürlükçü bir nitelik kazanarak tüm Ortadoğu’yu etkilemeye başlamış hem de serhıldanlarla halkımızın birliği, kendine güveni, işgalciler karşısındaki iradeleşmesi çok ileri düzeylere çıkmış, siyasi parti, basın, kültür, dil örgütlenmeleriyle toplumsal yapılanma da devrimci halk ya da savaşan, kendi ülkesini ve yaşamını yeniden mücadeleyle inşa eden halk aşamasına geçilmişti. Bu süreç Kurdistan’da halk savaşında yeni bir aşamaydı ve gerçekten de devrimsel nitelikteydi.

Ancak bilindiği gibi Önderliğimiz öncülüğündeki bu toplumsal gelişime, devrimci halk şekillenmesine NATO müdahale etti ve soykırımcı faşist TC’yi yeniden yapılandırdı. NATO müdahale etti çünkü üyesi olan bir devletin PKK karşısında yenilmesini kendisinin yenilgisi gibi görüyordu öte yandan TC NATO çıkarlarına göre dizayn edilmişti ve dolayısıyla ayakta kalması NATO güçleri için hayati önemdeydi. Bu yüzden NATO halk savaşımızın önüne geçmek, Önderliğimizle halkımızı, partimizle halkımızı dolayısıyla gerilla ile halkımızı birbirinden ayırmak için Türk Gladyosu olarak özel harp dairesini hareketimize karşı en aktif pozisyona getirdi. Bu amaçla sayısı on binleri geçen tetikçiyle JİTEM’i kurup Kurdistan’ı faili meçhul katliamların karanlığına boğdular. Hizbulkontra örgütüyle halkımıza kabuslar yaşattılar. Kontgerilla yapılanmasıyla Kurdistan köyleri, genel olarak kırsalı provakasyonlara, komplolara terk edildi. Halkımız koruculaşma – ajanlaşma ya da katledilme arasında tercih yapmaya mahkum edildi. Topraklarını bırakmak istemeyenler mecburen koruculaştı ki bunların büyük kısmı teslimiyetin sonucu olarak sonradan kontralaştı. Yurtseverlikten taviz vermeden topraklarında kalmada ısrar edenler katledildi, zindanlara dolduruldu, sürekli korku altında tutuldu. Bu ikisini de kaldıramayanlar ya diktatör Saddam Hüseyin denetimindeki Irak’a ya Avrupa’ya yada Türkiye metropollerine göçtü, evsiz, yurtsuz kalarak sömürgecilerin ucuz iş gücü ordusunu oluşturdu. On binlerce köy yakıldı, Şırnak-Lice başta olmak üzere sayısız Kürt şehri tanklarla yıkıldı, yakıldı. Yüz binlerce insan zindanlara hapsedildi, on binlercesi JİTEM, Hizbulkontra ve diğer özel savaş yapılanmaları eliyle kaçırıldı, işkencelerle katledildi. Zaten bilindiği üzere 1991’le birlikte Kurdistan’da OHAL ilan edilerek halkımızın kontra örgütlerin insafına terk edilişi yasallaştırıldı. Zira OHAL demek resmi devlet yasaları yerine gizli devlet ya da derin devlet yasalarının uygulamaya geçirilmesi demektir ki bunun pratik karşılığı JİTEM, Hizbulkontra, korucu, kontgerilla, MİT gibi yapıların istediğini istediği şekilde yapabilmesi ve yaptıklarının sorgulanamaz, yargılanamaz statüsünde devlet güvencesine alınmasıdır.

İşte tüm bu özel savaş politikalarından dolayı halkımız ile gerilla arasına 1991’den başlayarak büyük duvarlar örüldü. Buna denizi kurutarak balığı yaşayamaz hale getirme konsepti diyorlardı. Deniz olan halk yok edilerek balık olan gerilla imha edilecekti güya. Öyle ya halk desteği olmadan gerilla varlığını sürdüremezdi. Yani büyüyemez, kendini tamamlayamaz, lojistiğini çıkaramaz, istihbaratını alamaz ve böylece inisiyatif oluşturamazdı. Faşist Türk devleti üyesi olduğu ve çıkarlarına hizmet ettiği NATO’nun desteğiyle denizi kurutmak dediği halkımızı yok etmek için insanlık dışı her tür uygulamaya baş vurdu. Halkımıza tarihin en büyük acılarını yaşattı, zulmünü uyguladı. Aynı şekilde gerilla üzerine en insanlık dışı yöntemlerle yöneldi. Çatışmalarda şehit düşen gerillaların cenazelerine tecavüz etti, yaralı ele geçenlerin organlarını kesti, kesik kafalarla resimler çektirip prestijli(!) milli gazetelerinde manşet yaptı, içindeki çocuk ve yaşlılarla evleri ateşe verdi, kuyulara gençleri atarak üzerlerine asit boşaltı, domuz bağlarıyla evlerin bodrumlarında yıllarca yurtseverlere işkenceler yaşattı. Kurdistan adeta cehenneme çevrildi ve halkımız cennet olan kendi ülkesinde cehenneme mahkum edildi.

Bu süreç halk savaşını etkiledi. Zaten amacıda mücadelemizin halk savaşına dönüşmesinin önüne geçmekti. Düşmanlarımız 1990 serhıldanlarından, halkla gerillanının bütünleşmesinden ve bunun sonucu olarak gerillanın bir anda on kat büyümüş olmasından, halkın “PKK halktır halk buradadır” demesinden yani halkın PKKlileşerek öncüleşmesinden, devrimin temel gücü olarak şekillenmesinden korkmuşlardı. İşte bunun önüne geçmek için 1991’le birlikte Kurdistan’ı OHAL alanı ilan ederek JİTEM, Hizbulkontra, kontrgerilla, korucalar ve MİT’in alanı haline getirdiler. Özel savaş alanı haline getirilen Kurdistan’da aslında halk savaşının önünü almaya, gerillayı halktan koparıp marjinalleştirmeye çalıştılar. Ve denilebilir ki gerilla öncülüğünün hızla halklaştığı serhıldan süreçlerini belli oranda geriye çekmeyi başardılar. Giderek halkın yedek güç olduğu, rolünün gerillayı desteklemek olduğu  şeklindeki daha sınırlı bir mücadele duruşunun kanıksanmasına yol açtılar.   Aslında bu sonuç özel savaş güçleri için önemli bir başarıyı ifade ediyordu. Zira 1991’le birlikte Kurdistan’a dayatılan kirli savaşla her ne kadar halkımız teslim alınamamış, iradesi kırılamamış ve her koşulda Önderliğini, partisini, gerillasını sahiplenmesini sürdürmüş olsa da mücadelemizin halk savaşına dönüşmesinin, halkın devrimi gerçekleştirme de kendini gerillayla eşit sorumluluk temelinde örgütleyip inisiyatifli kılmasını engellemiş, gerillayı destekleyen bir güç olarak sınırlandırılmasını sağlamış oldular. Böylece halk savaşının gelişimini geriye çektiler ve halkın devrimi gerçekleştirme mücadelesinde asal güç olmasının önünü alarak destekleyen pozisyonda kalmasını işin doğasıymışçasına normalleştirdiler. Bu anlamda halkımızın devrimin asal gücü olarak iradeleşmesinde belli bir yere kadar sınırlandırma ya da zayıflama oluşturdular. Halk her şeyi yapamaz ancak destekçi olabilir gibi bir algının yerleşmesini sağladılar. Yani halkın gerillayla birlikte savaşı yürütmesine böylece devrimi birlikte geliştirecek iki temel güç olarak şekillenmesinde engelleyici olmayı başardılar. OHAL uygulamalarıyla hem halk ağır baskılar altında sınırlandırılmış, destekçi pozisyona çekilmiş oldu hem de halkının büyük acılar içinde zorlandığını gören gerilla da “halkımız ağır baskı altındadır. Bu kadar ağır baskı altındayken bizimle birlikte devrimin  bütün sorumluluğunu alması zordur. Dolayısıyla gerilla olarak biz devrimi gerçekleştiririz halkımızda gücü oranında bizi tamamlar, destekler” algısı, yaklaşımı oluşturdular. Bu aslında bir özel savaş politikasıydı ve amacı halk ile gerillanın birlikte savaşmasını engellemek yani  birlikte temel devrim güçleri haline gelmelerini engellemek dolayısıyla güçlerini parçalamak ve de bu parçalanmışlıktan faydalanıp devrimin önüne geçmekti. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu özel savaş politikası halkımızı teslim alamadı ancak devrimdeki pozisyonunu destekçilik noktasına indirmeyi bir yere kadar başarmış oldu. Böylece halkımız destekçi pozisyona girdi. İşte bu süreçte halkımız “vur gerilla vur Kurdistan’ı kur” anlayışıyla hareket etti, devrimi gerçekleştirme sorumluluğunun gerillaya ait olduğu algısıyla hareket etti buna göre yaklaşım belirledi.

Elbetteki Kürdistan koşullarında gerilla öncülüğü gereklidir ve de çok önemlidir. Bu anlamda gerilla bu güne kadar oynadığı tarihi rolünü bundan sonra da oynamaya devam edecektir. Ancak Viatnam, Çin başta olmak üzere büyük emperyalist güçler karşısında zafere ulaşan mücadeleler yürütmüş birçok halk savaşı örneğinde olduğu gibi ülkemiz Kurdistan’da da gerilla ve halkın devrim yapmaktan aynı düzeyde sorumlu olduğu bir yaklaşıma, anlayışa kesinlikle ihtiyaç vardır. Zira işgal altındaki halklar ancak halk savaşlarıyla özgürlüklerini elde edebilir, sömürgeci güçleri yenebilirler. Yakın tarihimiz bunun sayısız örneğiyle doludur. Halkımızda bunun bilincindedir ve Rojava devrim deneyiminde halk savaşının nasıl da sonuç alıcı olduğunu hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde deneyimledi. Halep’te halk örgütlenerek hem kendini, alanlarını korudu hemde işgalin önünü aldı aynı şekilde işgal edilmiş yerleri de şehir gerilla savaşıyla tek tek kurtardı. Sadece Kürtler olarak yaşadıkları bölgeleri kurtarmakla da kalmadılar birçok Arap bölgelerini de DAİŞ faşizminin işgalinden kurtarıp asıl sahiplerine teslim ettiler. Bir bütün olarak Rojava ve Kuzey Doğu Suriye alanları savaşan halk gerçeğiyle özgürleştirildi.

Elli yıllık mücadelemizin son 13 yıllık sürecini ifade eden 4.stratejik dönem bu anlamda oldukça önemlidir. 2010 yılında “Devrimci halk savaşı” biçiminde tanımladığımız 4. Stratejik mücadele sürecimizi başlatmış olduk. İşte Rojava devrimi bu stratejik süreç içinde gerçektende devrimci halk savaşının ürünü olarak ortaya çıktı. Mevcut durumdada kadim şehrimiz Efrîn, büyük Kürt uygarlığı Mitanilerin  başkenti Serêkanî ve Girê Sipî şehirlerini işgal eden Türk sömürgeciliğine karşı ve yine bu sömürgeciliğin uzantısı DAİŞ’e karşı, destekçileri olan çete yapılanmalara karşı devrimci halk savaşı temelindeki mücadelesi devam ediyor. Şengal halkımız aynı şekilde devrimci halk savaşı bilinci ve stratejisiyle kendi toplumsal inşasını ve savunmasını yapmaya devam ediyor.

DEVAM EDECEK…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz