Kürdistan üzerinde yüzyıllara varan yabancı egemenlik, Kürt egemen sınıflarının ruhuna ve iliklerine kadar işleyen işbirlikçi bir karakter kazanmasına yol açmıştır. Günümüzde geliştirilen sömürgeci kapitalizm nedeniyle de ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel yapı tahrip edilerek oldukça olumsuz bir noktaya, Kürt bireyi ise kendisine, ülkesine ve halkına yabancılaştırılmış bir konuma getirilmiştir. Çağdaş gelişmelerden ve bilimsel öğretiden soyutlanan halkımız, bilinçsizliğin verdiği bir kör döğüşü içinde gerçek çıkarlarının nerede yattığını göremeyen, düşmanın ve işbirlikçi Kürt çevrelerinin kendi politik çıkarları doğrultusunda istedikleri gibi yönlendirilen, kendi çıkarlarına karşıt düşman politikalarının gerçekleştirilmesinde hem kendi kendine ve hem de kardeş halklara karşı savaştırılan bir konumun yaşatıldığı bir noktaya kadar getirilmiştir. Bu olumsuz yapı üzerinde, düşmanın ve bunu bilerek ya da bilmeyerek alet olan güçlerin yürüttükleri bilinçli faaliyet nedeniyle de, denilebilir ki, toplumumuz adeta provoke edilmiştir.
Tüm bu olumsuz toplumsal ve ulusal yapının sorunlarını çözüme kavuşturmak, ancak çağdaş bilimsel öğretinin yol göstericiliğinde ve bunu temsil eden sınıfın politik öncülüğünde gelişebilecek ulusal kurtuluş savaşımı ile mümkündür. Bu da işçi sınıfı ve onun öğretisi olan bilimsel sosyalizmdir. Bunun dışında, bir başka sınıfın ve onun temsil ettiği ideolojik-politik akımın, tarihsel nedenlere dayanan Kürdistan’ın ağır toplumsal ve ulusal sorunlarını çözmesi mümkün değildir. Tam tersine sorunlarımızın daha da derinleşmesine ve çıkmaza sürüklenmesine yol açmaktadırlar. Daha da ötesi, ideolojik-politik-örgütsel yetersizliklerinden dolayı, kendi bünyelerinde, bir yığın art niyetli ve karanlık emeller taşıyan ya da doğrudan doğruya emperyalizm, sömürgeci devletler ve bölge gericiliği adına ajanlık düzeyinde faaliyetlerin gelişmesine ve bunun da giderek bir klik biçiminde örgütlenmesine elverişli bir zemin oluşturmaktadırlar. Bu noktada toplumsal yapımızın zayıflıklarını da kullanan bu karanlık güçler, yaygın bir biçimde iç çatışmaları körükleyerek halkımızı aşiret aşiret, örgüt örgüt birbirleriyle çatıştırıyorlar. Halkımızın kurtuluş sorununa devrimci yurtsever bir yaklaşım geliştirmek isteyen dürüst ve samimi öğeleri ise, çeşitli biçimlerde düzenlenen komplolar ile hunharca katlediliyorlar. Ve üstelik bu ihanetlerini ve işledikleri suçlarını, içinde rahatça faaliyet yürüttükleri örgütlerin ve önderliklerinin üstüne atıyorlar.
Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinde bunun en acı ve somut örneği Güney Kürdistan’da, geçmişte olduğu gibi bugün de yaşanıyor. Ülkemizin bu parçasında gelişen Kürt ulusal hareketinin, ilkel milliyetçi ideolojik-politik hattın örgütsel öncülüğünden kaynaklanan ciddi zayıflıklar ve yetersizlikler vardır. Bu hareketin bünyesinde, zayıflıklarından yararlanarak geçmişten bu yana örgütlenen ve mücadeleye oldukça büyük zararlar veren ajan bir kliğin oluştuğunu ve günümüzde bu kliğin tüm özellikleri ve bağlantılarıyla açığa çıktığı görülmektedir. Sözünü ettiğimiz kişi ve klik, Sami Abdurrahman denilen tescilli ajan ile kendisini kamufle etmek için oluşturduğu ve adına PDGK (Kürdistan Demokratik Halk Partisi) denilen örgütüdür. Sorunu geçmişiyle birlikte ve daha yakından ele almak gerekiyor. Bu unsurun, daha İngiltere’de öğrenim görürken İngiliz ajan servisleri tarafından eğitildiğini, İsrail istihbarat örgütü MOSSAD ile yoğun ilişkiler içinde olduğunu, Irak ve Güney Kürdistan yurtsever ve demokratik hareketleri, birtakım belgelerle kanıtlamıştır. 1970’li yıllarda, I-KDP’nin dış ilişkiler sorumluluğunu yürütürken, daha o zamandan itibaren kendi ajan kliğini örgütlediği ve birçok komplolar düzenlediği bugün ortaya çıkan gerçekler ışığında daha iyi kavranmaktadır.
Yüzyıllardır yabancı işgal, istila altında adeta kendi benliğine yabancılaştırılmanın eşiğine kadar getirilmiş bir halkı, bağımsız ve demokratik bir toplum haline dönüştürebilmek, öyle kolay gerçekleştirilebilecek bir görev değildir. Bu doğrultuda, daha atılan ilk adımların bile büyük güçlüklerle, engellerle ve hatta büyük ihanetlerle karşılaşacağı açıktır. Bu nedenle, bu alanda atılacak ilk adımlar bile, ancak büyük cesaret, fedakarlık, tüm bu engellerle şiddetli ve kıyasıya bir mücadele ve büyük kayıplar pahasına atılabilecektir. İşte bu noktada da gösterilmesi gereken cesaret, fedakarlık gösterilebilmeli, ödenmesi gereken bedel ödenebilmeli ve böylece de olsa ilk adımlar mutlaka atılabilmeliydi.
Ama, Kürdistan’da toplumsal yapı o derece tahrip edilmiş, o derece kendisine yabancılaştırılmıştır ki, insanların değil ulusal kurtuluş gibi soylu bir davaya atılmaları, kendi aralarında en ufak bir birlik oluşturmaları dahi son derece zorlaştırılmıştır. Toplumun, yüzyıllardır süren aşiret, kabile ve aile çatışmaları sonucu adeta atomlarına kadar bölünmesi, bireyi ulusal ve demokratik bir bakış açısından uzaklaştırmış, dar aşiretsel, ailesel çıkarlar içine hapsetmiştir. İşte böyle olumsuz bir yapıda bırakalım ulusal-demokratik bir hareket geliştirmek, bireylerin bunun ruhundan bile uzak bulundukları ve hatta daha da ötesi bunu kendi ruhlarında geliştirmeye bile cesaret edemedikleri bir ortamda, bağımsız ve demokratik bir toplumun yaratılması doğrultusunda, milli kurtuluş bilinci ile milli kurtuluş hareketinin halka dayatılması ve kabul ettirilebilmesinin son derece büyük zorluklarla karşılaşacağı açıktır. Yapı o kadar olumsuz bir duruma düşürülmüştür ki, bu düşüncelerin bırakalım halka, bir grup kadroya bile taşırılıp kabul ettirilebilmesi çok büyük güçlüklerle karşılaşmaktadır. Kadrolar içinden geldikleri olumsuz yapıdan o kadar etkilenmektedirler ki, dar mahalli çıkarlar, aşiretçilik ve ailecilik etkilerini bunlar üzerinde bile duyurabilmektedir. Bu nedenle, ulusal birliğin ve demokratik bir anlayışın topluma ulaştırılmasında hızlı bir başarı beklemek, gerçekçi bir yaklaşım olmadığı gibi, mümkün de değildir. Fakat, bu doğrultuda gösterilen çabalar adım adım ve adeta tüm olumsuzluklarla boğuşa boğuşa ve birçok acı kayıp pahasına da olsa geliştirilmek zorundaydı. Bu anlamda da tüm elverişsizlikler ve olumsuzluklara rağmen , atılan ilk adımların mücadelemizde tarihsel bir anlamı ve önemi vardır.
Evet, tüm bu olumsuzluklar var, insanlarımız ulusuna, toplumuna yabancılaştırılmış ve bir parçalanmışlık içerisindedir diye, soruna doğru bir temelde yaklaşıp, çözüm aranmayacak mıydı? Kuşkusuz ki hayır! Bu alandaki tüm olumsuzluklara ve imkansızlıklara ve hatta düşmanın tüm yoğun tahriklerine rağmen soruna el atılmalı ve proleter yurtseverliğin gerekleri yerine getirilmeliydi. Madem ki milli kurtuluş, birlik ve direniş çağımızın güçlü bir arzusu haline gelmiş ve halkımız buna ulaşmak için bu denli büyük bir enerji ve istekle yüklüydü, o halde proletarya çözümleyici rolünü oynamalı ve ideolojik-politik mücadelesi ile bu olumsuz zemini olumlu bir yapıya dönüştürebilmeliydi. Bunun için de her şeyden önce proletaryanın oluşturduğu olumlu temele dayanıp, geçmiş deneylerden de ders çıkararak ve okun ucunu baş düşmana yöneltip, onunla mücadele içerisinde ve mücadele için her türlü tedbir alarak soruna yaklaşmalı, ve süreç içerisinde toplumu içten içe kemiren çatışmaları da önleyerek, bunun yerine milli bilinç, milli birlik ve direniş ruhunu geçirmeyi sağlamalıydı.
Fakat ortaya çıkan olumsuzluklar bu sürecin uygun bir tarzda işlemesini engelleyerek daha sancılı bir gelişmenin yaşanmasına neden oldu. Ancak proletaryanın çözümleyici rolünün devreye girmesi ve proleter önderliğe yakışır bir tarzda soruna sahip çıkması, bu olumsuzlukların aşılabilmesinin elverişli koşullarını da ortaya çıkarmıştır. Eğer Kürdistan koşullarına uygun bir program, strateji ve taktik geliştirilir ve bu temelde günlük faaliyetler yönlendirilebilirse, sorunun çözümlenmemesi için neden kalmaz. Yeter ki bu alanda büyük hatalar yapılmasın ve partinin program, strateji ve taktiğinde dile getirilen, Kürdistan koşullarına uygun doğru görüşler akıllı ve iyi bir şekilde planlanmış güncel çalışmalarla hayata geçirilebilsin. Bunun gerçekleştirilmesi çok zor gibi görünen ve başarılması hiç mümkün olmadığı sanılan sorunların bile peş peşe çözüme kavuşturulduğu rahatlıkla görülecektir. Geçmişteki çok sınırlı çalışmalarla bile ne kadar başarılı sonuçlar alındığı hatırlanır ve yine aşılması güç gibi görünen birçok sorunun nasıl aşıldığı gözönüne getirilirse, önümüzdeki dönemde de sorunların çözümünün pek zor olmayacağı açıkça görülebilir. Ayrıca Mehmet KARASUNGUR ve İbrahim BİLGİN yoldaşların şehit düşme olaylarının da kanıtladığı gibi, PKK gerek geçmişte ve günümüzde de sadece Kuzey-Batı Kürdistan değil, tüm Kürdistan sathında sorunu çözümlemek için sürdürdüğü yoğun çabalarına kararlılıkla devam edecek ve büyük kayıplar pahasına da olsa doğru tutumunda ısrar ederek başarılı olmak için elinden gelen her şeyi yapacaktır.