Osmanlı sultanlarının 19 yy sonlarında en çok göz diktikleri ve boyun eğdirmek istedikleri alan Kürdistan’dır. Bir defa her şeyden önce buradaki Kürt beyleri tam bir özerklik içerisindedirler ve Kürdistan onların gerçekten gerek tarımsal ve gerekse hayvansal yönden en çok besleneceği alandır. Burası imparatorluk için hem asker ve hem de gıda kaynağı olacaktır. İmparatorluk artık Batı karşısında dayanamayıp, yüzyüze geldiği çökme tehlikesini ise, Ortadoğu’daki varlığını koruyup geliştirerek gidermeye çalışacaktır. Bu nedenle de Kürdistan’a yüklendikçe yüklenecektir. Tarih bunun, daha çok IV. Murat’la başlayıp 1840’lardan itibaren hızlandırıldığını yazar. Şüphesiz ki daha önce Kanuniler zamanında, örneğin Bağdat seferinde olduğu gibi, Kürdistan yine boydan boya işgal edilmiş, fakat Kürdistan üzerine sistemli (iç otonomileri ve beylikleri ezme, Kürdistan’ı diğer ülkeler, örneğin Anadolu, Ermenistan ve Balkanlar gibi tamamen zapt u rapt altına almak) yürüyüş 17. yüzyılda başlamıştır. İlk Kürt ayaklanmaları da bu yüzyıllarda ve buna karşı gelişmiştir. Çünkü Kürdistan’a yeniden yönelen ve bu sefer beyliklerin yıllardır sürdürdüğü otonomi statüsünü bütünüyle yıkmayı ve Kürdistan’ı imparatorluğun her türlü hakimiyetine açık bir alan haline getirmeyi amaçlayan imparatorluğun istila girişimi ve bu amaçla başlattığı saldırıları 19. yüzyılda doruk noktasına ulaşmıştır. 19. yüzyıldaki ünlü Kürt ayaklanmalarının anlamı da buradadır.
Yüzyıllardan beridir yerleşik bir durumda bulunan güçlü Kürt beylikleri ve aşiret toplulukları bağımsızlık ve özgürlüklerinden; Osmanlı İmparatorluğu ise, büyük bir asker ve gıda deposu olarak gördüğü Kürdistan’ı tümüyle hakimiyeti altına almaktan bir türlü vazgeçmemişlerdir. Buna bir de İngiliz sömürgecilerinin Kürdistan’ı bir kapitalist meta ihracı alanı olarak görmesi de eklenince, Kürdistan üzerindeki çatışma daha da şiddetlenmiştir. Bu konunun biraz daha açıklanmasında yarar vardır.
18. ve 19. yüzyıldan itibaren bir yandan adım adım Basra Körfezi’ne ve Hindistan’a, diğer yandan Karadeniz’den Mısır’a, Kızıldeniz’e açılan İngiliz emperyalizmi buraya varan yolları da hakimiyet ya da denetim altına almaya yöneldi. Bu yolların önemli bir kısmının bir türlü zapt u rapt altına alınmayan Kürt boylarının yaşadığı Kürdistan’dan geçmesi, İngiliz emperyalistlerini en çok düşündüren hususlardan biriydi. İngiliz emperyalizmi, Kürt boylarını, bu alanlara yapmakta olduğu meta ihracı önünde bir engel olarak görürken; Ermeni, Rum ve Süryani gibi hıristiyan toplulukları kendisine bağlı bir komprador kesim olarak geliştirmek istemekteydi. Yani İngiliz sömürgeciliği de daha sonraki diğer sömürgeci devletler gibi, Kürdistan’ın mutlaka dizginlenmesini talep etmekte ve onların bu talepleri Osmanlı Türk sultanlarının istem ve çıkarlarıyla da çakışmaktaydı. Emperyalizm ve işbirlikçi sultanlığın Kürdistan üzerindeki çıkarlarının bu denli çakışması üzerine, 1830’larda Musul ve Bağdat’taki Fransız ve İngiliz konsolosları, sultandan Kürdistan’ı dizginleyip denetim altına almasını istemeye başladılar.
Bu dönem, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı’nın artan dayatmaları karşısında giderek bir yarı-sömürge durumuna girmeye başladığı bir dönemdir. İngilizler ile yapılan meşhur ticaret antlaşması ile Tanzimat Fermanı bu dönemin bir ürünüdür. Ama Osmanlı İmparatorluğu’nun girdiği sömürgeleşme sürecinin önemli bir özelliği vardır. O, doğu uygarlığına açılan yolların kapısı olan Kürdistan üzerinde tam bir denetim kurmakla görevlendirilmiştir. Bu dönemden sonra Osmanlı feodalizminin Kürdistan’a yönelik saldırılarının amacı artık sadece feodal devletin çıkarlarını korumak değil, aynı zamanda kapitalizmin çıkarlarını da koruyup kollamaktır. Bu nedenle Kürdistan’a yönelik istila seferlerinin kapsamı ve boyutları artık oldukça gelişmiştir. Bu anlamda 19. yüzyılda istila ve işgallere karşı gelişen, Kürdistan’daki direnmelerin de kapsamı genişlemiş, anlamı ise oldukça derinleşmiştir. Osmanlı Sultanlığı’nın emperyalizmin güdümündeki bu yeni saldırılarına karşı Kürdistan’da ardı arkası kesilmeyen isyanlar patlak vermiştir. Ama bilinen nedenlerden ötürü bu isyanlar başarıya ulaşmamış ve Kürdistan, bu yüzyılların sonuna doğru o eski otonom yapısını büyük oranda kaybetmiştir. Böyle bir sonucun sağlanmasında Osmanlılara akıl hocalığı yapan emperyalist güçlerin en önde gelenlerinden biri de Almanlardır. Özellikle Sultan Abdülhamid’in uygulamaya koyduğu askerlik ve vergi ile ilgili kurallar, o zaman Osmanlılara danışman olarak gönderilen Moltke’nin çalışmalarının bir ürünüdür. Bu dönem aynı zamanda Kürdistan’ın Osmanlı İmparatorluğu ile Alman kapitalizmine açıldığı dönemdir de.1830’larda Moltke’nin hazırladığı planlara ve yaptığı hazırlıklara dayanan emperyalizmin doğrudan yönlendirmesi altındaki seferlerinde Osmanlı orduları, Mezopotamya’da bir boydan diğer boya işgal ve kırım hareketlerine girişmişlerdir. Kapitalizmin çıkarları temelindeki ilk istila hareketleri bu seferlerle başlamıştır.Bu geniş çaplı istila seferlerine karşı, Kürdistan’da 19. yüzyılın başlarında büyük isyanlar patlak vermiş ve yüzyılın sonuna kadar devam etmiştir.
Bu seferler 1880’lere, yani Abdülhamid işbaşına gelinceye kadar yaygın bir biçimde devam etmiştir. Kürt beylikleri ise, bu döneme gelindiğinde artık büyük oranda yenilmiş, yeni bir egemenlik statüsü altına alınmıştır. Kürdistan halkı, bu dönemde bir türlü önlenemeyen halk hareketleri sonucunda 19. yüzyılda peşpeşe bağımsızlıklarına kavuşan Balkan halklarının tam tersi bir durum içinde bulunmaktadır. Şüphesiz ki bunun önemli iç ve dış nedenleri vardır, Kürdistan’daki ayaklanmaların bağımsızlıkla sonuçlanmasını engelleyen iç nedenler, kapitalizmin Kürdistan’a ulaşamaması sonucu bütünüyle egemen durumda olan aşiretçi feodal yapının objektif ve subjektif yetersizliği iken; dış nedenleri ise Avrupa devletleri ile Osmanlı sultanlığının Kürdistan üzerinde sağladığı çıkar birliğidir. Oysa Balkanlar’da tam tersi bir durum söz konusudur. Ve Avrupa devletleri burada yerel devletlerin oluşmasına katkıda bulunmuşlardır.
19. yüzyılın sonuna doğru gelindiğinde, Kürt beyliklerinin direnişi kırılmış ve Kürdistan Osmanlı hanedanları ve emperyalizmin çıkarlarına uygun bir alan haline getirilmiştir. Kürdistan’ın yeni statüsü, “sultana sadık bir belde” biçiminde belirlenmiştir.
Sultan Mahmud’un politikası sonucu yenilen Kürt egemen sınıflarında teslimiyet ve uşaklık temelinde yeni bir işbirlikçi sınıfı oluşturulmuş, bu işbirlikçilik “Hamidiye Alayları” adı altında oluşturulan askeri bir güçte somutlaşmıştır. Bu işbirlikçi askeri gücün oluşturulmasındaki amaç, hem Kürt aşiretlerini feodal temelde yeniden örgütlemek, hem de başta Kürt halkının başkaldırıları olmak üzere bölgede ayaklanma halindeki tüm Ermeni vb. halkların direnişini ezmekti. Hamidiye Alayları’nın oluşturulması, tarihte Kürdistan halkına karşı düzenlenen en alçakça plan ve tertiplerden birisidir. Hain bir işbirlikçi tabakanın halklara karşı suç işleme temelinde halkımızın başına bela edilmesinin yanında bu birliklerin esas tahripkar rolü, halkımızla diğer halklar ve hatta Güney Kürdistan’a yönelen saldırılar nedeniyle Kuzey ve Güney Kürdistan’daki halkımız arasında bile kin ve ayrılık tohumları ekmesidir. Bu nedenle bir türlü bütünlüğe kavuşamayan Kürt hareketleri yine bu alaylar eliyle ezilmiştir. Hamidiye Alayları’nın oluşturulmasında somutlaşan Osmanlı İmparatorluğu’nun o dönem Kürdistan politikası, topluma milli bilinç yerine kör, feodal çıkarları hakim kılan bir politikaydı. Ve bu özellikle de Abdülhamid’in anlayışı ve uygulamalarında somutlaşmaktaydı. Bu politikaya göre beylikler birbirlerine karşı kullanılmalı ve toplum bu temelde bir kördövüş içine sokulmalıydı. Dış istila ve işgaller ve Osmanlı ordularının aralıksız süren katliamları yetmiyormuş gibi, toplum bir de bu işbirlikçi hain feodal, savaş ağalıkları temelinde çığırından çıkarılmalıydı. 19. yüzyıl sona erip, 20. yüzyıla girilirken Kürdistan bir de böyle bir bela ile karşı karşıya kalmıştır. Bu elbette ki, feodal Türk sultanlarının işbirlikçi feodalizmi Kürdistan’da güçlü bir temelde yeniden üretme çabalarının bir sonucudur.