Kürdistan’ın Parçalanması ve İsyanlar

0
511

Emperyalistler arası rekabet 20. yüzyıl başında dünya paylaşımını amaçlayan bir bloklaşmaya dönüştü. Çıkarların çatışmasına ve uyuşmasına uygun olarak İngiltere, Fransa ve Rusya ittifakı karşısında Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ve savaş bitmeden ittifaktan çekilen İtalya yer alıyordu. Almanya’nın yanında yer alan Osmanlı İmparatorluğu savaştan enkaz durumunda çıktı. İngiltere Arabistan, Yemen, Ürdün ve Mısır’ı, Fransa ise Suriye ve Lübnan’ı işgal etti. Paylaşımı savaştan önce gündemleşen Osmanlı’nın dağılması Sevr Anlaşması ile resmiyet kazandı. Fakat Ekim Devrimi’nin gerçekleşmesi ile Rusya savaştan ve paylaşımdan çekildi. Anadolu ve Kürdistan’da emperyalist işgale karşı halk direnişi başladı ve Mustafa Kemal önderliğindeki ortak kurtuluş mücadelesine dönüşen halk direnişi, Sevr Anlaşmasının yürürlüğe girmesini engelledi. Emperyalist işgali kendi varlık yokluk sorunu olarak algılayan Kürtler Türklerin yanında yer aldılar. İşgale karşı ilk direniş Kürdistan’da başladı. Bunu Anadolu’daki direnişler takip etti. Giderek yaygınlaşan bu tepki ciddi bir mücadeleye dönüştü. Anadolu ve Kürdistan’da bir ulusal kurtuluş mücadelesinin koşulları doğdu. Emperyalistler savaş yorgunuydu. Çarlık Rusya’sı Ekim Devrimi ile değişmiş ve ulusal kurtuluş hareketlerine dost bir güce dönüşmüştü. Mustafa Kemal böylesi iç ve dış koşullar altında Anadolu’ya ayak bastı. Mevcut durumu gören Mustafa Kemal, tercihini bastırmak üzere gönderildiği halklara karşı değil, ulusal kurtuluştan yana yaptı. Erzurum ve Sivas gibi Kürdistan şehirlerinde örgütleme çalışmalarına girdi. Mustafa Kemal, gelişen hareketi iki halkın mücadelesi olarak tanımlıyor; zaferden sonra kurulacak devletin de iki halkın ortak devleti olacağına teminat veriyordu. Kürtlerin büyük çoğunluğu Mustafa Kemal’in yanında yer aldılar. Bu dönem içinde Sevr Anlaşması hükümlerine göre ayrı bir Kürt oluşumuna gitmek isteyen tek bir isyan gerçekleşti. Başını Ali Şer ve Nuri Dersimi’nin çektiği Koçgiri aşiretleri, 1919’da taleplerini içeren birkaç başvurudan sonra harekete geçtiler. İsyan bir yıl kadar sürdü. Birçok aşiretin katılmaması, katılan bazı aşiretlerin sonradan çekilmesi ve Dersim’den gelecek yardımcı kuvvetlerin kış nedeni ile gelememesi üzerine isyan bastırıldı. Mustafa Kemal önderliğindeki milli mücadele Kürt-Türk ittifakı biçimde sürdü. Devlet tecrübesi askeri deneyim ve milli bilinç gelişkinliği itibari ile başını Türk tarafının çektiği mücadele 1923’de başarı ile sonuçlandı ve Cumhuriyet ilan edildi. Mustafa Kemal, Cumhuriyeti iki halkın ortak cumhuriyeti olarak tanımladı. Fakat süreç bunun tersi yönde gelişince yeni bir isyan dönemine girildi. Kürtler, yüzyıllara dayanan birlikteliğin gereğini yerine getirmişti. Birlikte yaşam ve ortak vatan seçeneğini tercih etmiş ve kendi iradeleri ile kurtuluş mücadelesindeki yerlerini almışlardı. Fakat Mustafa Kemal önderlikli Türk tarafının cumhuriyet sonrası politikaları hiç de buna uygun düşmedi. Dünyada milliyetçi rüzgarların estiği bu dönemde bağımsızlıkçı milli hareketler gelişip güçleniyordu. Bu durum yeni cumhuriyetin politikalarına olumsuz yansıdı. Cumhuriyetin doğuşundaki ‘Kürtlerle ortaklık’ yaklaşımına ters düşen gelişmelere yol açtı. Yeni cumhuriyetin birçok halkı içeren çok kültürlü bünyesinde benzer hareketlerin gelişme potansiyeli vardı. Bunu bir tehdit olarak algılayan Türk milliyetçiliği, “tek ulus, tek dil, tek kültür, tek devlet, tek şef” biçiminde aşırı bir tekleşmeyi ve merkezileşmeyi esas aldı. Elde kalan son toprak parçasını korumanın yolunu böyle belirleyen Türk milliyetçiliği, tüm etnik, kültürel ve ulusal yapıları tasfiye etmeye, eritmeye ve Türk uluslaşmasına katmaya yöneldi. İlk adımı inkar olan bu yaklaşım 1923 yılında iyice su yüzüne çıktı. Lozan Anlaşmasında (24 Temmuz 1923) Kürtlerden hiç bahsedilmedi. Kürdistan’ın statüsü üzerinde yoğun pazarlıklar yapılan Lozan’da, Kürlerin gelişimine hizmet edecek hiçbir karar çıkmadı. Türk milliyetçiliğinin amaçları ile emperyalizmin bölgeye dönük amaçları Lozan’da uzlaştırıldı. Buna göre Kürdistan dört parçaya ayrıldı. Büyük Güney -sınırları 1926’da kesinleşmek üzere- İngiltere’ye, Küçük Güney parçası Fransızlara düştü. Emperyalistlerle sağlanan mutabakattan sonra cumhuriyetin geri milliyetçiliği emekçi sınıflardan ve Kürtlerden uzaklaştı. Baskıcı ve inkarcı uygulamalara girişti. Bu gidişat 1924’den itibaren otokratik bir hal almaya başladı. “Bu noktada her iki tarafta da derinleşen bir açmaz olmuştur. Aslında doğru bir başlangıç yapılmıştır. Zaferle sona eren ulusal kurtuluşçuluk ve ilan edilen cumhuriyet, güzel bir ortak eserdir. Nitekim cumhuriyetin ilanından sonra İzmit’te yaptığı bir basın toplantısında Mustafa Kemal, Kürt sorunu ve benzer sorunların ancak demokratik tarzın oturtulmasıyla çözülebileceğini açıkça dile getirmiş ve bir tür yerel otonomi önermiştir. Karışık bölgelerin durumu açısından sınırlarla oynamanın içinden çıkılmaz gelişmelere yol açacağı gerçeğinden hareketle, sakıncalı yöntemler yerine, bugün tüm demokratik sistemlerde uygulanan bir yol önermiş olması Türkiye’nin gerçeklerine uygun düşmektedir. “Ama hilafet ve saltanat yaklaşımlarının her iki tarafta da güçlü olması, ilkel milliyetçi bazı aydınların dış faktörlerle aralarına mesafe koymamaları ve kendi programlarını TBMM’ne sunamamaları dar ayrılıkçılığa düşmelerine ve gerçekte hiç de hazır olmadıkları ve zamansız patlak veren 1925 isyanına katılmalarına yol açtı. Halbuki başlangıçta böyle bir niyetleri yoktu. İsyancıların önemli bir kesimi devlette memur ve subay olarak görev alıp ulusal kurtuluşa destek veren kesimlerdi. “Buna karşı mahalli ağalar ve şeyhler ise, cumhuriyetle hem ideolojik hem de maddi çıkar çelişkileri içerisindeydi. Çoğunun İstan101 bul hükümeti ile ve dolayısıyla İtilaf devletleriyle ilişkileri vardı. Bu kesim, cumhuriyetin değil saltanat ve hilafetin geleceğini sanarak ulusal kurtuluşa önce destek vermiş, bu olmayınca isyana yönelmiştir. Kürt ideolojik ve siyasi hareketlerinin cumhuriyetin bu otoriter gelişimine doğru yaklaşmamaları, içine düştükleri trajedi ve yenilginin temel nedenlerinden biridir.”  Belirtilen nedenlerle başlayan ayaklanmaya Şeyh Sait önderlik ediyordu. Fakat isyan daha önceden bir ekip tarafından hazırlanmıştı. 1922’de Erzurum’da kurulan Kürt İstiklal Cemiyeti, Lozan Anlaşması sonrasında bağımsızlığa yönelmişti. Örgütün kurucu kadrolarının çoğu Kürt egemen sınıfından gelen şeyh, ulema, yüksek bürokrat ve paşa idi. Örneğin Cibranlı Halit Hamidiye Alaylarında görev yapmış bir paşaydı. Seyit Abdülkadir, Şeyh Ubeydullah ailesinden geliyordu ve Osmanlı’da Danıştay Başkanıydı. Şerif Paşa ise üst düzey bir bürokrattı. Yusuf Ziya, Osmanlı Meclisinde mebusluk yapmıştı. Şeyh Abdullah bir aşiret reisiydi. Daha sonra katılan Şeyh Sait ise, Nakşibendi tarikatının dini lideriydi. Tümü de kurtuluş mücadelesinde şu veya bu biçimde yer almış bu ekibin büyük kısmı, ayaklanmanın hazırlık aşamasında yakalanarak tasfiye oldu. İsyanın önderliği Şeyh Sait’e kaldı. 1926’nın baharında başlayacak ayaklanma, devletin provokasyonu ile 1925’in kışında başladı. Erken doğum yapan isyan, epey yayıldı. Darahini, Elazığ, Palu, Lice vb. birçok yer alındı. Fakat isyan güçlerinin Amed saldırısı başarısız oldu. İkinci saldırı da kırılınca isyan gerilemeye başladı ve isyancılar dağlara çekildiler. Kısa süre sonra da Şeyh Sait, Binbaşı Kasım’ın ihaneti ile yakalandı (15 Nisan 1925). İsyan 31 Mayıs 1926’da tümden bastırıldı. İsyan önderleri Amed’de idam edildiler. Yukarıdaki alıntıda belirtilen temel nedenlerin yanında, önder kadronun yakalanması, isyanın örgütsüz ve koordinesiz bir biçimde gelişmesi ve erken patlak verip birçok aşiretin isyan dışı kalması da yenilgide rol oynadı. İnkarcı Türk milliyetçiliği bunu imha ile tamamlamakta sakınca görmüyordu. Lozan’da resmileşen ve emperyalist güçlerle mutabakata varılan inkar ve imha siyaseti büyük bir şiddet temelinde devam ettirildi. Kürtler buna Ağrı İsyanı ile cevap verdiler. 1926’da aşiret reislerinin sürgün kararı üzerine Ağrı İsyanı fiilen başladı. Bro Heskê Tellê sürgüne direnerek, bir grup savaşçısıyla Ağrı Dağına çıktı. 1927’de Lübnan’da toplanan Hoybun Cemiyeti isyan komutanlığına eski bir Osmanlı subayı olan İhsan Nuri Paşa’yı getirdi. Sürgün kararı çıkan aşiret reisleri Ağrı’ya akın ettiler. Birçok yer ele geçirildi. Cumhuriyet hükümeti Sovyetler ve İran’la anlaşarak isyancıları ablukaya aldıktan sonra, 1930’da İran ve Sovyetlerin desteği ile bastırdı. İnkar ve imha siyaseti adım adım hakim kılınıyordu. Çok yönlü bir asimilasyonla Kürtleri eriterek Türk uluslaşmasına katma, bu kabul edilmeyince imha etme daha da yoğunlaştı. Zorunlu iskan, dil yasağı, siyaset yasağı, giyim yasakları, isim değiştirme ve bölgeye çeşitli yerlerden getirilen Türk topluluklarını yerleştirme biçimindeki uygulamalar peş peşe geldi. Kürdistan’ın direniş potansiyelini sistemli bir şekilde kıran devlet, Dersim’i özel bir plan dahilinde ele aldı. Siyasi ve askeri denetimin hakim kılınması ve devlet otoritesinin tesisi için uzun süreli bir hazırlık yapıldı. Devlet, 1937 yılında bir provokasyonla isyanı tahrik etti. Seyit Rıza’nın önderlik ettiği isyan, bir yıl başa baş çatışmalarla sürdü. Ali Şer askeri komutanlığı yürütüyordu. Önceki isyanların yenilgi nedenleri, Dersim isyanı için de geçerliydi. İsyan önderlerinden Ali Şer ve önde gelen kimi komutanlar iç ihanetle öldürüldü. Seyit Rıza ise bir komplo soncu yakalanarak 10 Kasım 1937’de idam edildi. Yenilen isyan, 1938’in sonlarına kadar küçük çatışmalarla sürdü. Dersim isyanının bastırılması ile Kuzey Kürdistan’daki isyan dinamiği tamamen kırıldı. Yoğun bir inkar ve imha siyaseti ile Kürdistan’a yönelen devlet, Kürtlüğü ve Kürtleri yok etme uygulamalarını dış dünyaya ‘gericiliğe karşı mücadele’ biçiminde yansıttı. Bir ayaklanma süreci de böylece sona erdi. Bu süreçte yaşanan yıkım, tarih boyunca yaşananların en büyüğü oldu. Kuzey Kürdistan’da isyanlar dönemi kapandı. İsyanlar imhayı önleyemedi. İnkar ve imha siyaseti de sorunu çözemedi. Fakat bu arada bir inkar, imha ve isyan döngüsü ortaya çıktı. Bu kısır döngüyü Kürdistan’ın diğer parçaları da yaşadı. Birinci Paylaşım Savaşından büyük sarsıntıyla çıkan İran Şahlığı’nda siyasal birlik, ancak 1925’de kurulabildi. Merkezi otoritenin gelişmesinden rahatsızlık duyan kimi etkisiz hareketler dışında, Doğu Kürdistan’da 1946’ya kadar ciddi bir hareket yaşanmadı. Şahlık rejimi Kürt egemenleri ile çatışmaya girmeden Kürtleri merkezi otoritesine dahil etti. Baskı ve şiddeti içermeyen bu ilişki tarzı, Doğu Kürdistan’da isyan hareketlerini engelledi. Feodalitenin hakim olduğu Doğu Kürdistan’da, cılız bir ticaret burjuvazisi 103 gelişme gösterse de, otorite aşiret reislerindeydi. Dolayısıyla modern bir mücadelenin zemini oluşmadı. Şahlık Rejiminin İkinci Paylaşım Savaşında Almanya taraftarı politikalar izlemesi üzerine, Sovyet ve İngiliz güçleri İran’a girdiler. Bu durumdan yararlanan Kürtler 13 Ocak 1946’da Kızıl Ordu’nun desteğinde Mahabat Kürt Cumhuriyeti’ni kurdular. Savaş sonrası anlaşmalar gereği Kızıl Ordu çekildi. Şahlık güçleri, İngiltere’nin yoğun desteği ile 1947’de cumhuriyete son verdi. İleri bir toplumsal tabandan yoksun olan, bu yüzden güçlü bir örgütlenmeye gidemeyerek Sovyetlere dayanmak zorunda kalan cumhuriyet, İngiltere desteğindeki Şahlık güçlerine karşı dayanamadı. Cumhuriyetin yıkılması ile başlayan baskıcı uygulamalar Kürtleri Şahlıktan biraz daha uzaklaştırdı. Bundan da güç alan Fars milli burjuvazisi, 1951’de iktidarı ele geçirdi. 1963’de Musaddık Hükümetini CIA desteği ile deviren Şahlık rejimi, diğer muhalefet güçleri gibi Kürtleri de baskı altına aldı. Bunun yol açtığı durgunluk 1978 İran İslam Devrimine kadar sürdü. Şahlık karşıtı çeşitli grupların barındığı Doğu Kürdistan’da, kapitalist gelişmeye fazla imkan verilmedi. Kürt toplumu yarı feodal kompradorlar ticaret burjuvazisi ve din adamlarının denetimini bu yüzden aşamadı. Fakat halk fiili bir özerklik içinde oldu. 1978’de tüm İran halkı gibi ayaklanan Kürtler Doğu Kürdistan’da Şahlık otoritesini yıktılar. Kısa sürede devrimi ele geçiren Mollalar rejimi ile anlaşmaya çalıştılarsa da bu kabul görmedi. Merkezi otoriteye kayıtsız şartsız tabi olmaları dayatıldı. Buna karşı Doktor Qasımlo’nun başını çektiği direniş 1982’ye kadar zayıflayarak sürdü. Osmanlı’nın paylaşımında Güney Kürdistan İngilizlerin denetimine verilmişti. 1926’da yapılan bir anlaşmada, Türkiye Musul ve Kerkük’ü İngilizlere devretti. İngiltere Güneydeki varlığını, Araplar ile Kürtleri vuruşturma politikasına oturttu. Araplar bağımsızlığa yöneldiğinde Kürt hareketlerine göz yuman, isteğine ulaştığında da Arap egemenleri ile birleşip Kürtleri ezen İngiltere, çirkin bir teslim alma politikası uyguladı. Meta ihracı ve petrol çıkarma dışında bir kapitalist girişimde bulunmayan İngiltere, ilişkilerini de kompradorlaşan Arap egemenleri aracılığıyla yürüttü. Kürdistan’da feodaliteyi çözecek herhangi bir gelişme yaratılmadığı gibi, denge unsuru olarak kullanılmak üzere aşiret reislerinin özerk yapılarına dokunmadı.  Birinci Paylaşım Savaşından sonra Irak’ı işgal eden İngilizlerin Güney Kürdistan’ı denetime almaları çok kolay olmadı. 1921’de Şeyh Mahmut Berzenci önderliğindeki Kürt güçleri İngiliz güçlerine karşı direnişe geçtiler. Bölgede doğan otorite boşluğundan da yararlanan Berzenci hareketi, İngiliz güçleri ve Arap işbirlikçiliğinin ortak saldırıları karşısında yenildi. Süleymaniye merkezli Berzenci güçleri dağlara çekildi. İsyan bu alanlarda zaman zaman yaşanan çatışmalarla sürdü. 1930’larda Barzani kardeşlerin katılımı ile devam etti. 1943’de Güney Kürdistan’ın Barzan bölgesinde Molla Mustafa Barzani bir isyan başlattı. Irak ordusunun Erbil ve Behdinan bölgelerini terk etmesine yol açan ayaklanma, 1945’de İngiliz Hava Kuvvetleri tarafından bastırıldı. Barzani ve peşmergeleri İran’a çekildiler. Barzani, Mahabat Kürt Cumhuriyeti’nin kuruluşunda da yer aldı. Cumhuriyet yıkıldığındaysa, peşmergeleriyle beraber Sovyetler Birliği’ne gitti. İkinci Paylaşım Savaşından sonra İngiltere, siyasal iktidarı işbirlikçi Arap kompradorlarına bırakarak çekildi. Bu, gelişmek isteyen Kürt egemenleri ile hakimiyet kurmak isteyen Arap egemenleri arasındaki çatışmaları yoğunlaştırdı. Arap işbirlikçi kompradorlarına karşı sadece Kürtler değil, Arap küçük ve orta burjuvazisi de mücadele yürütüyordu. Bunlar Kürtlerle geliştirdikleri ittifaktan da aldıkları güçle 1958’de bir darbe gerçekleştirdiler. 13 Temmuz 1958’de iktidarı ele geçiren Abdülkerim Kassem monarşiyi yıkarak cumhuriyeti ilan etti. Kassem hükümeti 27 Temmuzda yayınladığı geçici anayasada, Kürtlerin Irak Devleti sınırları içindeki varlığını ve ulusal haklarını tanıdı. KDP yasallık kazandı ve aynı yıl Molla Mustafa Barzani Sovyetler Birliği’nden döndü. Bundan sonra Güneyde de yeni bir döneme girildi.

Kaynak: Demokratik Kurtuluş Mücadelesinde Halk Hareketi SERHILDAN-Weşanên Serxwebûn

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here