
İnternette gezinirken gördüm videoları. Ben doksanlar sürecinde köyü yakılmış, zorla göçertilmiş, açlık ve sefaleti, dıştalanma ve horlanmayı, aşağılanma ve küçük düşürülmeyi olabildiğince yaşamış İstanbul’da yaşayan bir Kürt ailesinin çocuğuyum.
Küçükken hep düşünürdüm keşke ben de diğerleri gibi Türkçe bilseydim, annem ve babam diğerlerininkine benzeseydi, keşke benim de diğerlerininki gibi olsaydı elbiselerim, yabancısı olmasaydım tanısaydım ve kendime güvenerek yürüseydim bu yollarda ben de. Keşke korkmasaydım bu kalabalıktan nereye gittiği belli olmayan. Sonra annem hep ağlamasaydı keşke, babam çaresizlikten derin derin iç çekmeseydi, dedem “ gundé mın, qaniya ava zelal, ax welat” diye diye gözlerinin kenarından akıp yüzündeki kırışıklıklarda boğulan bir damla gözyaşı ile son nefesini vermeseydi keşke.
Daha çocukken yaşadığım bir travmaydı aslında benimkisi kim olduğunu bilmeyen. Çocukça mıydı sorgulamalarım en derinden yaşarken kimliksizleştirilmeyi. Ben kimdim, nasıl yaşamalıydım, nasıl oturup kalkmalıydım, nasıl yürümeliydim, nasıl yemek yemeliydim sonra mesela neleri sevmeliydim. Tadını halen damağımda hissettiklerim, havada kokusu burnuma süren, dokunup hissettiklerim şimdi yokken yanı başımda o zaman artık ben olacak yeni keşiflere çıkmalıydım isteyip istemediğimi hiç sorgulamadan, sorgulayamadan. Kendimden çıkıp oluşturabilecek miydim acaba başka bir ben hem de istemeden.
Hep böyleyken hayatım bir gün “Kürt değil misiniz hepiniz aynısınız” sözü uyanışımın son tokadı oldu. Kürt değil miyiz biz. Evet aslında hepimiz aynıyız. Sonra baktım diğer benim gibilerde aynı sorgu deryasında bilmezce kulaç atıp duruyorlar. Anladım ki amaç bilinmezliğe doğru yaşama tutunabilme hırsı ile atılan kulaçlarla tüketerek gücünü, teslim olmanı sağlama azgın dalgalara. Boşuna hırpalamışım kendimi boşu boşuna. Benim sevdiğim, özlediğim aradığım şeyler farklı olabilirmiş zaten meğerse.
Ey ne olduğu belli olmayan hayat! Seni ya yaşanılası kılacağım ya da hiç yaşanmamış sayacağım. Seni senin bana bahşettiklerinle değil gerçekten olması gerektiği gibi yaşayacağım. İşte bu yüzden videolardaki o kızın öfkesi beni tanımlıyordu. Evet dur demenin zamanıdır artık. Herkes bir yerlerden dur demeli bu kendini bilmezliğe. Bu kadar ince dokunmuş bir asimilasyon ve işkence sistemi konuşup tartışılarak aşılamıyor, söylemek istediğimiz anlaşılmıyor. Böyle olsaydı yıllardır barış barış diye haykıran analarımızın bedenleri sokaklarda çürümeye bekletilmezdi. Böyle olsaydı özgürce yaşamak istiyoruz diyen insanlar birer birer katledilmezdi. Böyle olsaydı Türkçe bilmiyorum diyen çocuk okuldan tekme tokat kovulmazdı. Böyle olsaydı hayır istemiyorum diyen insanlar evlerine ateş verilerek çaresizce köylerinden koparılmazdı, böyle olsaydı her gün eşitlik eşitlik diye sokaklarda feryat eden insanlar yerlerde sürüklenmezdi, belediyelerdekiler, meclistekiler, konuşarak halledilebilecek yerlerdekiler zindanlarda bile susturulmaya çalışılmazdı. Böyle olsaydı küçük bir çocuğun bu kadar sorusu cevapsız bırakılmazdı. Böyle olsaydı…. böyle olsaydı…. Ben de diğer çocuklar ve gençler gibi anladım ki doğru olan, aslında dil değiştirmek gerekiyor.
Şimdi bütün ezilen halklar ve kesimler bunu yapıyorlar. Kapitalizme karşı eylemleri ile haykırıyorlar. Niye olmasın ki? Ben de yapabilirim. Rahat yüzü görmeyen biri olarak dünyanın bu hale gelmesine sebep olanların huzurunu ben de kaçırabilirim. Fiil, eylem yaşam gerçeğidir, yaşamak için gereklidir. O zaman gerçekten yaşamak için ben de eylemselleşebilirim. Yapabileceğim o kadar çok şey var ki… evet ben de yapabilirim.