25 Ocak günü akşam saatlerinde Elazığ, Malatya ve Amed’de etkisini gösteren bir deprem yaşandı. hala enkazların altında ulaşılamayan insanlar olmakla birlikte resmi açıklamalara göre şuana kadar 38 insanın yaşamını kaybettiği bu depremde 1607 kişi yaralandı. Konunun uzmanlarına göre, şiddeti 6.8 olarak belirlenen bu depremde ölüm ve yaralanmalara, binaların depreme dayanaklı olmaması ve bilinmesine rağmen önceden tedbirlerin alınmamış olması neden olmuştur.
Bu yönleriyle Elazığ-Malatya ve Amed’de etkisini gösteren deprem, daha önceki depremler sonrasında olduğu gibi tartışma konusu olmuştur. Hala devam bu tartışmalar devam etmektedir. Ancak bu tartışmalara daha farklı boyutlar da eklenmiştir. Bunlar arasında ise, deprem sonrasında yardımların dağıtımında yapılan ayrımcılık, HDP’li Ergani Belediyesinin ve HDP örgütlerinin gönderdiği yardım kamyonlarının deprem bölgelerine sokulmayarak geri çevrilmesi ile ırkçı, faşist yaklaşımlar en dikkat çekici olanlar arasında yerini almıştır.
Ancak bu tartışmalar, AKP-MHP faşist diktatörlüğünün İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından önüne geçilerek, engellenmek istenilmektedir. İnternet sayfalarına ve ajans bültenlerine düşen bu haberlere getirilen engellerde bunlar arasında yer almaktadır. Özellikle de, HDP’li Ergani Belediyesini gönderdiği yardım kamyonlarının AKP-MHP faşist diktatörlüğünün devlet görevlileri tarafından geri çevrilmiş olması, yardımların AKP ve MHP’ye yakın olanlara dağıtılması ile Türkiye’deki Irkçı, faşist çevreler tarafından depreme dair yapılmış olan açıklamalara karşı yürütülen tartışmalara getirilen engellemeler bunların başında gelmektedir.
Irkçı, faşist kişi ve çevreler dondurucu kış sağunun yaşandığı koşullarda yaşanan depremin neden olduğu can kayıpları, yaralanmalar ve yıkımlarla değil, tabiatları gereği, deprem bölgelerinde yaşayanların kimlikleri ile ilgilenmemektedirler. Yazmış oldukları mesajlar bunlarla doludur. Onlar için; o yerleşim merkezlerin de yaşayanların insan olup, olmadığı değil, kimlikleri önemlidir. Eğer ölenler Kürt ise, bu ölümleri kendi menfaatlerine görmektedirler. Onlara göre, böylece Kürtlerin sayıları biraz daha eksilmiş olacaktır. Bu anlamda tamda Malthuscu bir yaklaşıma göre hareket etmişlerdir. İçerisinde valilerinin, kaymakamların da olduğu AKP-MHP devlet görevlileri de, HDP ile birlikte diğer devrimci, demokrat, özgürlükçü, duyarlı vb. çevrelerin depremden zarar görenlere sunmuş olduğu desteği engelleyerek, ırkçı, faşist güruhun tamamlayıcısı olmuşlardır.
2011 yılının Kasım ayında Van’da yaşanan depremde de benzeri ırkçı, faşist yaklaşımlara tanık olunmuştu. O zaman da şiddeti 5.6 olarak belirlenen depremde, yaşamını kaybeden 40 ve en kazların altından yaralı olarak kurtulan 30 kişinin Kürt kimliği öne çıkarılmıştı. Hatta Van’da gerçekleşen bu depremi Kürtlerin için müstahak olarak gören ve bunu çok açık bir şekilde dile getirilen AKP’liler bile olmuştu.
Tabii, Türkiye’de çok açık bir şekilde Kürt düşmanlığının kendini dışa vurma gerçekliği, bunun ne kadar tehlikeli ve engellenemez bir boyuta vardırıldığını göstermektedir. Depremin neden olduğu bir yıkımın ve yaşanan facia karşısında adeta sevinç çığlıkları atanlar çıkabiliyorsa, sunulan desten ve yardımlar engelleniyorsa bunu daha farklı görmenin, değerlendirmenin olanağı bulunmamaktadır.
Türkiye’deki AKP-MHP faşist diktatörlüğünün yarattığı güruhun; Elazığ, Malatya ve Amed’i etkileyen depremin ardından içerisine girdikleri tutum da bunun en açık bir göstergesidir. Elbette Türkiye ve Kürdistanlı sosyalist, devrimci, demokrat ve özgürlükçü güçler AKP-MHP faşist diktatörlüğünün Kürt düşmanlığının vardığı boyutu bilmektedir. Ki, sorun da bu noktada yaşanmamaktadır. Çünkü bu kesimler gerek deprem gerekse de bu faşist güruh karşısında gereken tepkilerini her koşul altında göstermekten geri kalmamaktadır. Asıl sorun böyle bir gerçekliğe rağmen, halkın tükürükleriyle boğması gereken; Süleyman Soylu, R.T. Erdoğan vb. gibi tescilli faşistlerin, Kürt düşmanlarının hala halkın önünde konuşabiliyor ve deprem bölgelerine gidebiliyor olmalarıdır.
AKP-MHP faşist diktatörlüğünün Elazığ, Malatya ve Amed’i etkileyen deprem karşısında kendini çok bariz bir şekilde açığa vuran bu gerçekliği, aynı zamanda Türkiye’deki Kürt düşmanlığının vardırıldığı düzeyin ve yaşanacak olan olası tehlikelerin de bir göstergesidir. Bu tehlike bugünle birlikte ortaya çıkmamıştır. Kökleri öncesine dayanmaktadır. Daha yalın bir anlatımla “bardağı taşıran son damladır.” Daha önce de Kürt düşmanları Türkiye’de Kürtçe konuştukları, Kürtçe Türkü söyledikleri için Kürtleri linç saldırılarıyla katletmişlerdi. İşkencelerden geçirilerek, sözde mahkemeler tarafından zindanlara alınan Kürtler olmuştu. Yine Kürtlerin kimlikleri nedeniyle evleri, işyerleri yakılmıştı. Kürt düşmanlarının saldırıları bunlarla da sınırlı kalmamıştı. Kürdistan’ı Kürtsüzleştirmek için soykırımlar, sürgünler, mecburi iskanlar yapmışlardı. Gelinen aşamada da tüm bunlar en uç noktalara vardırmışlardır. Daha önce Van’da olduğu gibi, en son Elazığ, Malatya ve Amed’de etkisini gösteren depremin ardında sergilen Kürt düşmanlığı da bunun en somut bir göstergesidir.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi