Korona salgını altında yaşanan bu zorlu günlerin Türkiye gerçekliği, bir ibretlik örneği olarak tarihe geçecektir. Tüm dünya pandemiye odaklanırken, Erdoğan’ın başını çektiği AKP/MHP/Ergenekon ittifakı, düşman bellediklerine odaklanmış durumda.
Erdoğan’ın Sultan ilan edildiği, AKP/MHP/Ergenekon ittifakı, rejimin organize olmuş yeni halidir. Onun için, “Yerli ve Milli” nitelemesiyle, “Yeni Türkiye” diye ilan ettiler adını. Milliyetçi sosla bezenmiş, “Biz bize yeteriz Türkiye” kampanyasında da görüldüğü gibi, “kendi”, “biz” kimliğine karşı, farklılıkları ve farklılaşmayı bozucu etken olarak görmektedir. Bu durum, ötekine dünyayı dar etmek üzerine kurgulanmış yeni İttihatçı ve yeni Osmanlıcı aklın da organize olmuş halidir. Kuşkusuz bu tekçi, ırkçı zihniyetin yüzyıldır gerçekleştirdiği Ermeni, Süryani, Asuri-Keldani halklarının imha ve inkar politikalarının Kürtlere uyarlanmış halidir.
İşte bu zihniyetten beslenen ve Kürt’e dünyayı dar etmeye yeminli Erdoğan-AKP/MHP/Ergenekon faşizmi, alçaklıkta, namertlikte sınır tanımıyor. Daha yeni bir zaman diliminde şahit olduğumuz, üç yıl önce bir çatışmada yaşamını yitiren PKK/HPG gerillası Agit İpek’in cenazesinin, kargo ile ailesine teslim edilmesi, bu zihniyetin ahlaki, vicdani olarak nasıl bir çöküşü yaşadığının göstergesidir. Bu zihniyetin temsilcileri, Kürtlere yönelik düşmanlığını, insanlığın binlerce yıllık ahlaki değerlerini çiğneyerek sergilerken, yapılanları normalleştirerek, Türkiye toplumunu da ahlaki çöküşe sürüklemektedir.
Bugün varlığını sürdürmeyi, ötekileri ortak düşman ilan etme üzerinden inşa eden Erdoğan rejimi, LGBT’lileri hedef alırken, toplumda eşcinsel nefretini körüklemesi tesadüf değil elbette. Farklı düşünüş, inanış ve yaşam tarzlarını, yaratılmak istenen tek tip toplumsal yapının en büyük düşmanı olarak göstererek, kabarttığı şoven, gerici dalgayı arkasına almaya çalışmaktadır. DİB Başkanı Ali Erbaş’ın, LGBT’lilere yönelik açıklamasında olduğu gibi, hor görmekle, aşağılamakla kalmayıp; Korona salgınının müsebbibi göstererek, toplumsal lince adeta davetiye çıkartması bundandır.
Evet, “Bozulduğu zaman, insandan daha korkunç yaratık yoktur,” diyor Sofokles. Erdoğan ve başını çektiği blok, Kürtleri sindirmek için, ölülerine insanlık dışı işkence uygulama, gömülmesini engelleme, mezarından çıkartma, mezarlarını tahrip edip manevi değerlerine saldırarak hedefine ulaşmaya çalışmaktadır. Bu hastalıklı zihniyete göre, artık en iyi Kürt yalnızca ölü Kürt değildir; kendine ait her şeyiyle silinip gitmiş Kürt’tür. Mezar taşı bile olsa, bir aidiyet taşıyorsa, bertaraf edilmesi gereken bir düşmandır. Yaşayanlar için reva gördüğü ise bütün aidiyetlerinden soyunmuş, cesetleşme halidir.
Kürtlerin belleğini silmenin, ebedi varlığını yok etmenin bir diğer yöntemi, kültürel değerlerine, diline saldırmak oldu Erdoğan faşizminin. Bunun için, ilk olarak hafızasının silinmesi ve dilinin kopartılarak, ağzına sadece Türk dilini yerleştirilmesi gerekiyordu. Nitekim Kürdistan’da, Belediyelere atanan kayyumların, ilk olarak Kürtçe tabelaları indirmesi, Kürtçe yer ve mekan isimlerini kaldırması, rejimin sistematik olarak geliştirdiği kültürel soykırım politikalarının en uç notası olmuştur. Özgürlük savaşçılarının mezar taşlarına işlenmiş, “X, W, Q” harflerine tahammül edemeyecek kadar hunharlaşabilmesi bundandır. Kuşkusuz bir halkın diline, kültürüne, kutsal manevi değerlerine yönelik, insanlığın ahlaki değerlerini yerle bir ederek sergilenen bu düşmanlığın, sıradan olması düşünülemez.
Bir halkın dilinin yok edilmeye çalışılması, manevi değerlerinden soyutlanarak, psikolojik olarak aşağılık kompleksinin aşılanmaya çalışılması, tarihi değerlerinin tahribatı kültürel soykırımın en etkin yöntemi olmuştur. Kuşkusuz bu durum halkların karşı karşıya kaldığı en büyük tehlikedir. Zira tarih sahnesinden silinen birçok halkın, bu tür uygulamalara maruz kaldığı bilinmektedir. Bunu yaparken, başta dil, örf, adet, gelenek ve mitoloji olmak üzere, bir bütün olarak ötekileştirilen kültürün, hakim kültür içinde erimesi hedeflenmiştir.
Dolayısıyla sömürgeciler çok iyi bilmektedir ki, dil bir ulusun varoluş gerekçesidir. Maneviyatının, kültürünün, kimliğinin temel öğesidir. Toplumu var eden, onu bir üst evreye ulaştırabilen dil olmaksızın, insandan söz etmek mümkün değildir. Bu nedenle hegemonyalarına aldıklaları ulusu tarih sahnesinden silmek için, fiziki olarak yok etmenin yanında, dilini kültürünü hafızalarından silmeyi hedeflemişlerdir.
Bir toplumun kültürü, değerleri, becerileri ve bütün bilgisi diliyle yaşam bularak, ulusal varlığını süreklileştirir. Toplumun bileşeni bireyler, yaratılan kültür ekseninde kimlik, kişilik kazanarak toplumsallaşır. Bu bağlamda, bireyler ancak ait oldukları ulusun diliyle kültürel bir varlık olurlar. Bir ulusun dili ile kültürü arasındaki bağlar o kadar sıkıdır ki, yalnızca dil varlığının incelenmesi ile onun yaşayış biçimi, inançı, gelenekleri bir bütün olarak kültürü hakkında bilgi edinilebilir.
Dil; kendine özgü yasalar içinde yaşayan, duygu, düşünce, ve tasarımların sözlü, yazılı, belli ses, söz ve işaretlerle dışa vurulması olarak tanımlanmakta. Bir anlamda, bir ulusun genetik kodlarını taşıyan ve ileten, sürekli gelişim içinde olan canlı bir varlıktır. O kodlar dilin büyülü notalarıdır. Bireyin mensup olduğu toplumun binyıllarca biriktirdiği kültürel hazinenin, miras olarak gelecek kuşaklara taşıyan genetik şifredir dil. Bu taşıyıcı damar kesilmeden, halkları tarih sahnesinden silmek mümkün değildir.
Anadili, bilinçli bir öğrenim evresi olmadan öğrenilen ve bilinçaltına işleyen dildir. Bilgi dağarcığı anca anadilinde somutlaşabilmektedir. Bu nedenle evreni tanımlama, kavrama, soyutlama, imgeleme, fikir üretme, kavram gelişimi, etik, estetik ve moral yönden gelişme, rasyonel ve sezgisel düşünme anadille mümkündür. Kısaca, bir ulusun varlık değerlerinin depolandığı, tarihsel hazinenin anahtarıdır anadili.
Bu çerçeveden bakıldığında anadili, bir toplumun manevi vatanıdır aynı zamanda. Vatan parçasında, her şeyin bir harmoni güzelliğinde, özgürce yaşamasını besteler ahenk içinde büyülü sözcükleriyle. Evrende akla, inanca estetik güzellikte ruh ve can veren ögedir anadili. Dolayısıyla anadili, her insanın yavrusuna, varolanlar evreninin kapısını açtığı anahtardır. “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır” sözü, anadilinin anlam ve önemini en çarpıcı şekilde dile getirmektedir. Bir Finli yazar, Antti Jalava, “Anadilim canımın derisi gibidir; fakat bildiğim diğer diller benim için elbise gibidir. Bir elbise bana uyar ya da uymaz. Uymadığı zaman onu değiştirebilirim, ama derimi değiştiremem” diyor.
Evet bugün Erdoğan rejimi, yüz yıldır sürdürülen ve başarısızlıkla sonuçlanan, Kürtlere yönelik kültürel imha politikasının hezimete uğramasının verdiği hüsranla, her geçen gün daha da pervasızlaşmakta. Mezar taşlarında bile, Kürt’ün diline tahammül edemeyen, Erdoğan şahsında somutlaşan yeni faşizan zihniyet, “canımızın derisini” yüzerek, emellerine ulaşmayı hedefliyor. Bu kültürel soykırımın en uç halidir.
Ancak, Kürtlerin yüzyıllık mücadele birikimi ve dört parça Kürdistan’da ulaşılan düzey, tüm zorlukların üstesinden gelecek birikime sahiptir. Özgürlük Hareketi’nin kırk yıllık mücadele tarihinde yarattığı diriliş destanı, artık hiç bir gücün Kürt halkının manevi değerlerini yok edemeceğini göstermiştir. Yapılması gereken, dil ve kültür çalışmalarına daha bir ciddiyetle sarılarak, kültürel soykırım politikalarına en anlamlı cevabı vermektir.