Kemal SÖBE
İnkarcı rejim en bunalımlı dönemini yaşıyor. Sistemin içte ve dışta tıkanmış olma durumu, başta Kürt sorunu olmak üzere, ülke sorunlarının çözümsüz kalması, inkar rejimini daha da güvenilmez ve sorunlu hale gitirmiştir. Halklar, AKP-MHP rejiminin ne işe yaradığını ve neden var olduğunu tartışır hale geldiler. AKP-MHP faşizminin kullandığı geleneksel siyasi argumanlar artık işe yaramamaktadır. İnkarcı rejim onlarca yıl Türk-İslam sentezine dayanarak, korkunç bir sınıflaşmayla halkları korkunç bir şekilde sömürdü, ezdi, çaldı ve ülkede karabasan denecek canavarlaşmış bir sistem yarattı. Bu canavarlaşmış sistem, onlarca yıldır Kürdistan’da Kürt halkının her değerine kan emiciler gibi saldırdı, saldırıyor. Kendisine ait olmadığını bildiği toprakları her gün bombalamaktan, yakmaktan, yok etmekten geri durmuyor. Bir gün, bu topraklardan çekilmek zorunda olduğunu bildiği için, yakıyor, yıkıyor, zehirliyor. İnsan kendisine ait olduğu bir şeye zarar vermez. Ama Kürtlere ait olduğu her şeye zarar veriyor. Çünkü Kürtlerin varlığını kendi yokluğu olarak biliyor. Çünkü kendi varlığını Kürtlerin yokluğu üzerine inşa etmiş. Kendi varlığını Kürtlerin yokluğu üzerine kurduğu için, Kürtleri yok edilmesi gerekenler olarak görüyor. Bundan dolayı, var gücüyle Kürtlere saldırıyor ve hedefine ulaşmak için, her yolu mübah görüyor. Zalim dünya da buna seyirci kalıyor. Nede olsa, çıkar ve menfaat üzerine kurulmuş bir dünya sistemi var.
Özellikle Avrupa merkezli kapitalist sistemin yüz yıllık siyaseti Kürt inkarına dayanarak Ortadoğu’da, Batı orijinli uyduruk ulus devletlerle bir sistem kurmuşlar. İngiltere ve Fransa, ABD başta olmak üzere, bütün Avrupa, Kürt inkarına dayalı olarak TC’ ile ilişkileniyor. Osmanlının bitmesi, İtteatti Terraki kadrolarını korkutmuş, panikletmiş. Osmanlı artıkları olan İtteatçi kadroların paniklediklerini ve tümden bitmekten korktuklarını gören İngiltere ve Fransa, Ortadoğu’da, eski Osmanlı toprakları üzerinde istedikleri bir siyasetle, kendilerine bağımlı bazı ulus devletler kurabileceklerini gördüler. İşte TC, bu ulus devletlerin başında gelmektedir. Bazıları, Arap ülkelerinin İngiltere ve Fransa başta olmak üzere ABD’ye ve Avrupa’ya daha çok bağımlı olduklarını düşünüyorlar. Arapların, özellikle İngilizlere bağımlı oldukları doğrudur Ama Türkiye de İngiltere’ye çok bağımlıdır. Türkiye’nin İngiltere’ye olan bağımlılığı ABD’ye olan bağımlılığından çok daha fazladır. Türkiye’de faaliyet gösteren birçok maden şirketlerinin İngilizlere ait olduğu biliniyor. Ayrıca, Türkiye’nin İngiliz bankerlere borçlu olduğunu unutmayalım.
TC merkez bankasının yüzde elli hissesinin İngiltere’de faailiyet gösteren, dünya çapında büyük bankerlere ait olduğuda ayrı bir gerçektir. TC’nin yaklaşık beş yüz ton altınının İngiltere’de, bankerlere olan borçtan dolayı, rehine olarak tutulduğu biliniyor. Türkiye’nin, sanılandanda daha çok bir bağımlılığı söz konusudur. Özellikle 12 Eylül sonrası, bu bağımlılık misli misli artmış durumdadır. Kürt inkarı, burada önemli bir rol oynuyor. İngiltere orijinli bir inkar siyaseti var. Musul Kerkük ve Güney Kürdistan’ın ve Irak’ın İngilizlere bırakılması, Kuzey Kürtlerinin de TC’nin asimilasyon ve soykırım siyasetine bırakılması ve İngilizlerin buna destek olma durumu var. TC, Kürtleri soykırıma uğratacak, İngiltere de buna destek verecek ve TC de bunun karşılığında varını yoğunu pazarlayacak ve bu siyaset kadar günümüze kadar kirli bir şekilde devam edecek. Kürt Halk Önderi Öcalan ” bu siyasete ” tavşan kaç tazı yakala ” siyaseti diyor. TC, Kürtleri inkar etmekten vaz geçse, bu siyaset iflas edecek ve halklar için yeni bir sayfa açılacak. Türkiye’de sokaktaki Ahmet ile Mehmet’in bundan haberleri yoktur. Çünkü Ahmet İle Mehmet, hala vatan millet sakarya edebiyatının etkisini yaşıyor.
Apolitik olan bir toplum ne anlar ekonomik siyasi bağımlılıktan. Apolitik bir Türkiye toplumu için, ezanın okunması, bayrağın dalgalanması, istiklal marşının okunması var olmak ve bağımsız olmak için yeterlidir. Bütün bunların bir kandırmaca olduğu son yıllarda, ekonomik kriz koşullarında iyice görünür oldu. Ulus devletler genelde egemenliği altına tuttukları toplumlar üzerinde etkili olurlar ama dünyada en etkili ulus devletlerin başında TC gelmektedir ama tabiki bununda bir sonu var. Sonunun geldiğini anladığı için, faşizmle ayakta kalmaya çalışıyor. TC’nin bir ulus devlet olarak, günümüze kadar ayakta kalması, aslında inkar rejimine aldığı dış destek sayesindedir. Tabi bunda birazda geçmişte kalan Osmanlıyı ve Türklüğü siyaset alanında kullanmasıda etkili oldu. Üç kıtada şanlı orduları at koşturmuş şanlı bayrakları oradan oraya dalgalanmış, Türk, her tarafta egemenlik kurmuş vb. yalanlarla, argumanlarla yıllarca Türk halkı kandırıldı ve aç bırakıldı, sefil bir hayata mahküm edildi. Kürtlerin, bütün bu soykırım ve inkar rejimine verdiği en iyi cevap, iyi bir direniş ve ulusal bir isyan olmuştur. Önceki, aşiret temelli bütün isyanları bastıran inkar rejimi, bu isyanıda bastıracağına gerçektende inanıyordu ama Kürtler, inkar rejimine öyle bir tokat attılarki, inkar rejimi adeta şoke olmuş durumda. Daha önceki Newrozlarda olduğu gibi, bu Newroz’da da, Kürtler Kürdistan’ın her yerinde ve özgürlük dağlarında, Avrupa’da inkar rejimine korku saldılar.
Özellikle 1990’larda, Kürt ulusal Dirilişi tam bir ulusal isyan sürecine girdi ve büyüdükçe büyüdü, inkar rejimini zorladı. İnkar rejimi söylemde de olsa Kürt vardır dedi, söylemde Kürt realitesini tanıyoruz diyen cumhurbaşkanları oldu. Kürt sorununun çözümü dediler, bütün inkar rejimi siyasetçilerinden bazıları, AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer dediler. Yani Kürt yoktur diyen bir zihniyet, Kürtlerin varlığından sözde söz etmeye başladı. Tabi Kürtler, bütün bu söylemlerin aslında bir taktik olduğunu, Kürt değerlerini kullanarak Kürt kimliğini-ulusal değerlerini yok etmek olduğunu biliyorlar. Aslında PKK’nin kuruluşu hep bir Newroz havasında geçti yani parti’nin her günü bir direniş ve isyan oldu. Öyle büyük bedellerle parti güçlendi, büyüdü, kitleselleşerek Kürt halkının gören gözü, yürüyen ayağı, düşünen beyni oldu. PKK, Kürtler için bir umut olarak tarih sahnesine çıktı. Belkide son bir umut ama can alıcı bir umut. PKK, Kürtler, neredeyse uçurumdan aşağı düşmek üzereyken hatta düşmeye bile başlamışken, Kürtleri aşağı çakılmaktan son anda kurtaran bir güç olarak tarihe geçti.
PKK tarihinde her gün bir diriliş günüdür. PKK bir parti olmaktan çıktı, halkın-halkların kendisi oldu. Kürtler, her ne kadar gecikmiş bir şekilde bir ulusal dirilişi yaşadılarsada, PKK tam zamanında Kürtlerin imdadına yetişti. PKK eğer yüz yıl önce olsaydı, ulusal diriliş mücadelesi çok daha erken olurdu. Aslında PKK sadece ulusal mücadele vermedi, Kürt halkını hem uluslaştırdı hemde kurtuluşa götürüyor, yeni yaşamla tanıştırıyor, kadın devrimini gerçekleştiriyor. Ulus devletler çağında, ulusal bir önderliğin daha önce olmaması gecikmeli bir ulusal mücadeleye yol açtı. Kürt ulusal dirilişi gecikmeli oldu ama her bakımdan güçlü ve donalımlı oldu ve Kürt halkını her bakımdan yeniye götüren bir partileşmeyle büyük bir mücadele oldu. Bu diriliş mücadelesi sadece Kürtlerle sınırlı kalmadı, bölgeyide etkisine aldı, çünkü bölgede bütün insanlık eziliyor. Bütün Ortadoğu insanlığı, PKK’yle kurtuluşa yürüyor. Entarnasyonal mücadele PKK ile daha çok büyüyor, sınırları aşıyor. PKK, Ortadoğu’da yeni yaşamın kendisi olmayı başardı. Emperyalizmin mimarlığıyla, Kürt inkarı üzerinde kurulan uyduruk ulus devletler, PKK karşısında acizleşmiş durumdalar. Büyük bir enternasyonal önderlikle ve partiyle direnen bir halk artık zaferin arefesini yaşıyor.