Eğer KDP Yönetimi söz konusu olaylardan da PKK’yi sorumlu tutuyorsa, aslında tamamen de haksız sayılmaz. Açığa çıkıyor ki, KDP ve YNK gibi güçler nasıl Güney Kürdistan’ın bir gerçeği iseler, PKK de Güney Kürdistan’ın bir gerçeğidir…
Selahattin ERDEM
İlk bakışta “Bunun da mı sebebi PKK’dir?” diye sorası geliyor insanın. Anlaşılacağı gibi, Güney Kürdistan’da günlerdir süren halk direnişinden söz ediyoruz. Zira Güney Kürdistan halkı sokaklara dökülmüş mevcut yönetimi protesto ediyor. Taleplerini “Aylardır ödenmeyen maaşların derhal ödenmesi” biçiminde odaklandırıyor. Güney Kürdistan Bölge Yönetimi topu Bağdat Yönetimine atmaya çalışsa da bu durum halk tarafından inandırıcı bulunmuyor. Güney Kürdistan Bölge Hükümeti Başbakanı Mesrur Barzani’nin bir kez daha “Dış güçleri” işaret etmesi ise duyan herkeste acı bir tebessüme yol açıyor.
Çözümsüz yönetimin polis şiddetine baş vurması ise ortamı çok daha fazla gerginleştiriyor. Nitekim daha ilk günlerde bile ona yakın insanın öldüğü ve elliden fazlasının da yaralandığı belirtiliyor. Tutuklu sayısını ise henüz tam olarak hiç kimse bilmiyor. Tabi durumun nereye varacağı ve nasıl sonuçlanacağı da henüz bilinemiyor.
Bağdat ve Hewlêr yönetimlerinin Şengal’i ele geçirmek üzere anlaşma yaptıkları, bu temelde on bine yakın askerin Şengal’e sevk edildiği, Şengal gerginliğinin zirvede olduğu, KDP Yönetiminin Güney Kürdistan’da yaşanan her şeyden PKK’yi sorumlu tutup suçladığı ve bu temelde Medya Savunma Alanlarını kuşatmak üzere özel askeri güçlerini ve ağır silahlarını sevk ettiği, KDP-PKK gerginliği nedeniyle Kürt ulusal kamuoyunun ayakta olduğu bir ortamda Güney Kürdistan halkının Hewlêr Yönetimine karşı hak aramak üzere ayağa kalkmış olması kuşkusuz çok daha fazla dikkat çekiyor.
Aslında daha önce de başta Bağdat olmak üzere Irak kentlerinde halk sokağa dökülmüş ve Kazımi Yönetimine karşı sert protesto eylemleri geliştirmişti. Önce Irak, ardından da Güney Kürdistan kentlerinde yönetime karşı halkın sokağa dökülüp hak talebinde bulunması daha çok dikkat çekici oldu. Bu durum, Irak’ta ve Güney Kürdistan’da çok ciddi bir krizin yaşanmakta olduğunu gösterdi.
Dahası bütün bunların AKP-MHP iktidarının ağır bir kriz yaşıyor olması ve ABD’de Trump Yönetiminin seçimi kaybetmesi ortamında gelişmesidir. Bağdat ve Hewlêr Yönetimlerini TC ve ABD’nin yönlendiriyor olması ve PKK’ye karşı ABD-TC-KDP ittifakının planlı saldırı yürütüp Irak Yönetimini de buna dahil etmek için yoğun çaba harcaması gerçeği dikkate alınırsa, yaşanan olaylar daha anlamlı olmaktadır. Bu durum, söz konusu olayların müsebbibinin PKK olmasından da öteye, PKK’ye karşı çıkanların ağır kriz yaşar ve kaybeder noktaya geldiklerini göstermektedir. Bu da ABD-TC-KDP ittifakının “PKK’yi imha ve tasfiye planının” boşa çıkartılıp başarısız kılınmış olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Demek ki PKK ile uğraşmak akıllı bir iş olmamakta ve sahiplerine sorun ve başarısızlık yaşatmaktadır.
Şimdi yeniden başa dönüp “Bununda mı sebebi PKK’dir?” sorusuna gelirsek, bu sorunun KDP Yönetimi için bir yergi olmanın ötesinde, bir anlamda kendi içinde bir gerçeği de ifade ettiği söylenebilir. Evet, bir anlamda Güney Kürdistan sokaklarına dökülerek halkın kendi hakkını istemesinin sebebi de PKK olmaktadır. Çünkü dört parça Kürdistan’da ve yurtdışında Kürt halkı kendini yönetenlerden hak istemeyi ve bunun için örgütlenip direniş geliştirmeyi PKK’den öğrenmiştir. Önder Apo’nun düşünceleri ve PKK’nin pratiği Kürt halkını bilinçlendirmiş, örgütlemiş ve hak mücadelesi yürütür hale getirmiştir. Kürt halkı hak aramayı, ağaya kafa tutmayı, baskı ve sömürüye karşı direnmeyi, haksızlığa karşı çıkmayı, adalet aramayı, özgürlük ve eşitlik istemeyi Önder Apo ve PKK’den öğrenmiştir.
Dolayısıyla Güney Kürdistan halkının kendi hakkını aramak için sokağa dökülmesi de söz konusu PKK gerçeği ile çakışmakta ve PKK’den öğrenmiş olduğunu göstermektedir. Eğer KDP Yönetimi söz konusu olaylardan da PKK’yi sorumlu tutuyorsa, aslında tamamen de haksız sayılmaz. Açığa çıkıyor ki, KDP ve YNK gibi güçler nasıl Güney Kürdistan’ın bir gerçeği iseler, PKK de Güney Kürdistan’ın bir gerçeğidir. Bu nedenle, hiç kimse kendini ev sahibi, PKK’yi ise misafir olarak göremez.
Diğer yandan, Güney Kürdistan’da sokağa dökülen halkın taleplerini maaşların ödenmesi noktasında odaklandırmış olması tartışılmaktadır. Özellikle yönetim çevreleri, halkın sadece maaşını istediğini ve başka rahatsızlığının bulunmadığını öne çıkartarak ve maaşları da yakında ödeyeceklerini söyleyerek olayları daraltmak ve yumuşatmak istemektedirler. Buna karşı özellikle yönetime muhalif olan çevreler ise halkın taleplerinin sadece maaşlarla sınırlı olmadığını, bir bütün sistemden rahatsız olduğunu ve artık köklü değişiklikler yapma zamanının geldiğini vurgulamaktadırlar.
Kuşkusuz Güney Kürdistan’daki halk direnişini sadece maaşların ödenmesine indirgemek son derece dar ve yetersiz olur. Evet somutta talepler “Ödenmeyen maaşların ödenmesi” noktasında odaklanmaktadır, ancak bunun etrafında birçok ekonomik, siyasi, idari, hukuki, sosyal sorunun çözümü dile getirilmekte ve de istenmektedir. Gerçeğin böyle olduğunu yönetenler de dahil herkes bilmektedir. Fakat halkın taleplerinin “Maaşların ödenmesi” noktasında odaklanmış olması da aslında bu gerçekleri ortaya koymaktadır. Yani maaşların ödenmiyor olması öyle basit bir durum değil, tersine her alandaki birçok yanlışlığı ortaya koyan bir durumdur.
Öyle ya, maaşlar durduğu yerde ödenmiyor değildir. Bölge Hükümeti bu durumu “Para yok” diye izah etmektedir. Açık ki bu izah da “Para neden yok?” sorusunu ortaya çıkarmaktadır. Acaba Güney Kürdistan’ın kaynakları olmadığı için mi durum böyledir? Gerçeğin böyle olmadığını herkes bilmekte ve Güney Kürdistan’ın müthiş ekonomik kaynaklara sahip olduğunu herkes görmektedir. O halde sorun neden gündeme gelmektedir? Çok açık ki, bir yandan izlenen yanlış politikalarla söz konusu kaynakların işletilmemesinden, diğer yandan ise toplum yönetimi yerine parti yönetimi esas alındığı için söz konusu kaynakların yönetim ve yakınlarının elinde olmasından ileri gelmektedir. Yani maaşların ödenememesi Güney Kürdistan’da izlenen ekonomik, toplumsal, siyasi, askeri, idari sistemin sonucu olmaktadır.
Dikkat edilirse, Güney Kürdistan’da ne devlet ve ne de demokrasi denebilecek bir idare ve yönetim sistemi, tarzı mevcuttur. Kürt ulusallığı esas alınmadığı gibi, adına “Bölge Yönetimi” dense de gerçekte ortada bütünlüklü bir bölge yönetimi de yoktur. Peki ne vardır? Çok açık ki sadece parti yönetimleri vardır. Hangi parti nerede güçlüyse mevcut durumda oranın yönetimidir. Yani parti yönetimi hem devlettir hem hükümettir hem idaredir ve hem de toplumdur. Dolayısıyla her şey parti yönetimlerinin istek ve çıkarları doğrultusunda olmaktadır.
Bu temelde Güney Kürdistan’da bütünlüklü bir yönetim değil, parça parça yönetimler vardır. Bu yönetimler de seçimle oluşmamaktadır. Yapılan seçimler çoğunlukla bir göstermeliktir. Yöneticiler parti yönetimleri tarafından atanmaktadırlar. Bunun sonucunda ulusal kurumlaşmalar, ulusal savunma, dış ilişki, ekonomik sistem gelişmemektedir. Üretime dayalı bir sistem yoktur. Ulus-devlet memurluğunu andıran maaşlı bir sistem vardır. Adeta bütün toplum, yönetimin verdiği maaşla yaşamaktadır. Kaynakları parti yönetimleri alıp kendi çıkarına kullanınca da ortada maaşların ödenmesi için para kalmamaktadır. Son otuz yılda Güney Kürdistan’da çok az sayıda insan dünyanın en zengini haline gelirken, toplumun yüzde doksanı ise maaşa bağlı ve ihtiyacını karşılayamaz duruma düşürülmüştür.
Sorunların kaynağı işte bu yapıdır, bunu ifade eden sistem, tarz ve anlayıştır. Ortada demokratik anlayış, sistem ve tarz yoktur. Mevcut aile ve aşiretçiliğe dayalı particilik ve onun yönetimi, zihniyet, sistem ve tarz olarak demokratik ulus gelişimine izin vermediği gibi, gerçekte bir ulus-devlet bile olamamaktadır. İşte Güney Kürdistan halkı gerçekte bu anlayışa, sisteme ve tarza karşı isyan etmekte ve tarihten gelen demokratik toplum gerçeğini demokratik ulus düzeyine yükseltmek istemektedir. Bu temelde Önder Apo’nun geliştirdiği bilinç ve Kürdistan genelinde yaşanan demokratik ulus devrimi dikkate alınırsa da Güney Kürdistan halkına demokrasiden başka bir yönetimin artık kabul ettirilemeyeceği açıkça görülmektedir.