Ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkı, ulusun kendi yaşamına nasıl yön verebileceği ile ilgilidir. Ulusun kaderini tayin ilkesi son yüzyıllık bir ilke olarak hayata geçmiş bulunmaktadır. Bu ilke esasen bir ülkenin ya da devletin başka bir ülke ulus ya da devlete saldırmaması, o ulusun her türlü hakkına saygılı olup o ulusu kabul etmesi anlamına gelir.
Kemal SOBE
İmparatorluklar ve emperyalizm çağında zayıf uluslar, devleti güçlü olan ulusların saldırısına, baskısına ve çok yönlü sömürüsüne maruz kalıp uzun yıllar kölelik denecek koşullarda yaşamışlar, hatta geleneksel milli değerlerini kaybetmişlerdir. Birinci dünya savaşı koşullarında ve sonrasında toplumsal mücadelelerin gelişimi, emperyalist devletleri politik olarak taktik değiştirmeye zorlamıştır.
Açık emperyalist işgaller güçlü toplumsal direnişlerle karşılaştıkları ve toplumsal direnişlerin emperyalizmin egemenlik ve etki alanlarını daralttığından dolayı, işgaller bir süre sonra gizli işgallere dönüşecek, ezilen ulusa daha farklı sömürü metodlarıyla yaklaşılacaktı. İmparatorluklar döneminde işgaller bir bütünen ekonomik ve kültürel, kimlikler değerleri hedefliyordu. Son 100-150 yılda da, taktik gereği kimliklere, kültürlere yani klasik ulusal değerlere dokunmama hata onu tanıma ve ulusun sınırlarını varlığını kabul etme ama ekonomik olarak borçlandırıp kendine bağımlı hale getirme siyaseti hayata geçirilmiştir. Örnek olarak, İngiliz devleti 1. dünya savaşı sonrası Afrika, Amerika, Ortadoğu, Asya ve daha birçok bölgedeki (ulusların)sömürgelerinin hepsini bir şekilde kabul etmişti ama günümüze kadar da devam eden ekonomik bir sömürü söz konusudur.
Afrika’dan kahvenin kilosunu 1 Dolara alıp, dünyaya 15 Dolara satması ama Afrika’daki ulusların hepsini tanıması o ulusların kaderini tayin etmesini kabul etmesi yeni sömürge
siyasetiyle ilintilidir. 150- 200 yıl önce Afrika’da her türlü sömürü ve talanı yaptıklarını da dünya unutmadı. Son 70-80 yılda da durum değişti ama ekonomik sömürü modernleşerek devam etti. Aslında emperyalizm koşullarında sınıfların varlığını sürdürmesi ezilen sınıfları hiçbir zaman özgürleştirmeyecekti ama kimliksel ve kültürel olarak ezilen, asimilasyonla karşı karşıya kalan ulusların bu değerlerine artık bir noktada göstermelikte olsa saygı duyacaklardı ya da öyle görüneceklerdi daha iyi bir sömürü siyasetini icra etmeleri için. Mesela Britanya’dan bağımsız ayrı devlet olan ama ekonomik olarak Britanya devletine bağlı onlarca devlet var. Emperyalist devletler ezilen toplumların diline dinine ve kimliğine artık karışmıyor asimile etmiyor ama ekonomik olarak ta ipleri elinde tutuyor. Kürdistan’da ve Kürtler de ise durum çok farklıdır.
Kürt halkı yüz yıldır kimlik, kültür ve ulus olarak yok edilmek, asimile edilmek isteniyor. Kürtlerin asimile edilme tehlikesinin en çok hayata geçirildiği yer Türkiye olmuştur. Bütün gücünü Kürtleri Türkleştirmeye harcayan bir rejimin varlığı söz konusudur. Sadece Kürdistan’ın ekonomik değerlerini sömürme değil, bir bütünen Kürtleri tarihten silmeyi, kimlik ve ulus olarak yok etmeyi amaç edinmişler ve bu amaç ve hedeflerinde hala vazgeçmemişlerdir. Diğer parçalardaki Kürtlerin bile haklarına tahammül etmeyen bir rejimin neyi hedeflediğini ve ne yapmak istediğini anlamak hiç zor olmasa gerek. Gelişmiş kapitalist ülkelerin, günümüz şartlarında artık diğer ulusları asimile etme, kimliklerini eritme gibi bir amaçları yok ama Türkiye devletinin bütün amacı Kürtleri asimilasyona uğratmak, kimliklerini yok etmeyi hedefliyor .Kürtlerin yürüttükleri mücadele kendi kimlik, kültür ve ulusal varlıklarını koruma mücadelesidir. Kürtlerin en azından orta vadede ya da ivedi olarak sınıf eksenli bir mücadele yürütme gibi bir hedefleri yok. Kürtlerin şu an için öncelikle acil yapmaları gereken kendi Kürtlüklerini kurtarma, kimliklerini ve ulusal değerlerini özgürleştirmedir. Kürtler için şimdi ekmek değil, kimlik ön plandadır. Dünyada hiçbir ulus, Kürtlerin yaşadığı tehlikeyi yaşamamıştır. Kürtler var olma ile yok olma arasında durup, var olma mücadelesi veriyorlar. İspanya, Fransa ve İngiltere Afrika’yı kültürel olarak asimile etmek için gitmediler, ekonomik sömürü için gittiler. Günümüzde Afrika’da onlarca devlet var, ulusal hakları var. Kürtlerin ise anadilde eğitim yapma hakları, kimliklerinin kapitalist sistem koşullarında bile kabulu yok. Kürtlerin mücadelesi tabiki ekonomik olarak bağımsız olmayı da hedefliyor ama öncelikle ulusal değerlerin ve kimliğin ilgili devletler ve dünya tarafından kabul edilmesini hedefliyorlar. Türkiye devleti hala yüz yıl önceki asimilasyon siyasetini aşmış değil. Yani Kürtleri ulus ve kimlik olarak kabul etme ama ekonomik olarak yine kendisine bağımlı bir sistemin olmasını bile istemiyor, tümüyle Kürtleri Türkleştirmeyi, kimliksel kültürel soykırımı hedefliyor. Dünyada hiçbir devletin yapmadığı şeyi yapmak istiyor. Avrupa ve Amerika’nın dünyada saldırmadıkları ülke kalmadı ama hepsi ekonomik sömürüyü hedefliyordu, saldırdıkları ülkelerin kimliğine yada kültürüne düşmanlık yapma o ulusları asimile etmeyi hedeflemediler.
Türkiye devleti ise öncelikle, Kürtleri Kürt olarak yok etmeyi, Türkleştirmeyi, yeni bir ulus yaratmayı hedeflemişlerdir. Yüz yıllık siyaseti hep bu yönlü olmuştur. Bundan dolayı diğer parçalardaki Kürtlerin kazanımlarına düşmanlık yapıyor, ayrılmalarına hatta en küçük bir kazanıma sahip olmasını istemiyor, müdahale ediyor, saldırıyor, engel olmak istiyor, bağımsız devlet olmalarını istemiyor. Çünkü bir parçadaki Kürtler ulusal haklarını kazanırlarsa hele hele bağımsız ayrı devlet kurarlarsa bu direk diğer parçaları da etkileyecektir, yüz yıllık asimilasyona bir şekilde darbe vuracaktır. Emperyalizm koşullarında ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkı yeni sömürge siyasetiyle ilgili olup sadece geleneksel kimlik kültür ve ulusal değerleri kapsıyordu ama sömürü politikası devam ediyordu. Sosyalist ideolojinin ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı hem ulusal değerler ve hem de ekonomik ve siyasi olarak ta, tam bağımsız olmayı hedefliyordu. Yani kapitalizmin ulusların kaderini tayin etmesini kabul etmesiyle, sosyalizmin ulusların kendi kaderini tayin etmek istemesinin sınıfsal özü ve niteliği çok farklıdır.
Kapitalizm ulusa kendi dilini konuş kültürünü yaşa, inancını yaşa, devletin, bayrağın ve ülken olsun, anadilinde eğitimini yap ama ekonomik olarak bana çalış benim kölem ol benim sistemimi yaşa diyor. Ancak sosyalizmde durum çok farklıdır. Sosyalizmde bir ulus hem kimlik, kültür ve hem de ekonomik ve siyasi olarak tam bağımsızdır. Türkiye devleti Kürtlere kapitalist koşullarda bile kimliğini yaşama hakkını vermedi, Kürtleri tanımadı. Çünkü Türkiye devleti Kürtleri sadece ekonomik olarak sömürmeyi değil, Kürtleri Türkleştirmeyi ana hedef yapmıştır. İşte Türkiye’nin en büyük çıkmaz yolu budur. Avrupa ve Amerika bugün bile ekonomik olarak sömürdüğü ulusların geleneksel ulusal haklarını kabul etmiştir, ayrı devlet olmalarına, bayraklarına diline kültürüne düşmanlık yapmamıştır. Türkiye Kürtlerin her değerine korkunç bir düşmanlık yapıyor, Kürtlerin en küçük bir ulusal hakkını kazanmasını kendi sonu olarak görüyor. Yani Kürtler ulus olarak kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahip olurlarsa ben biterim, benim sonum gelir korkusunu yüz yıldır yaşıyor. Ki aslında gereksiz bir korku ve fobi.
Ama korkulan böyle devam ederse başa gelir. Kürtleri ulus olarak kabul etme, haklarına saygılı olmak Türkiye’yi aslında her yönden güçlendirir ve Türkiye’yi demokratik, her yönden güçlü ve saygın bir ülke yapar. Kürtlere düşmanlık yapmanın Türkiye’yi her bakımdan zora ve çıkmaza koyuyor. Ama Türkiye Kürtlerin ulusal değerlerine düşmanlık yapmaya devam eder, bu politikasını sürdürmeye devam ederse işte o zaman Türkiye’nin varlığı tehlikeye girer, tıpkı Osmanlı gibi.
Türkiye eğer ki güçlü, demokratik ve saygın bir ülke olmak istiyorsa bunun yolu, Kürtleri ulus olarak kabul etmek, Kürtlerin ulusal değerlerine saygılı olmaktır. Türkiye gelinen
noktada artık Kürtleri asimile edemez. En dağınık ve örgütsüz, Önderliksiz koşullarda bile bunu başaramayanlar, şimdiki örgütlü, Önderlikli ve güçlü ulusal koşullarda bunu başarma şansları yüzde sıfırdır. Ulusların her türlü hakkına saygılı olmak insanlık gereğidir, demokrasinin bir ilkesidir.