Emperyalist güçlerin ve faşist Türk devletinin Kürtlerin bütün topraklarını işgal ettmeye başladığı bir dönemin içindeyiz. Tarihten bu güne devam eden Böl-Parçala-Yönet politikası hegemon güçler tarafından Ortadoğunun Kadim halkı olan Kürtler üzerinden uygulanmaktadır. Hegemon güçler tarihte Kürtleri ve Ortadoğu’da yaşayan halkları nasıl bölüp parçlayıp ve sonrada yok ettiğini tarih sayfalarında yerini almaktadır. Özellikle Kürtler üzerinde soykırım politikalarının nasıl uygulandığını ve yok edilmeleri için bütün faşizan politikaları devre koydukları bilinenin ötesinde bir gerçekliktir. Yapılan antlaşmalar doğrultusunda Ortadoğu halklarının kendi toprakları üzerinde yok edildiğini 16 Mayıs 1916 tarihinde İngiltere Sir Mark Sykes ve Fransa’dan M. George Picottar tarafından hazırlanıp Ortadoğu’yu şekillendiren Gizli Sykes-Picot Anlaşması ile başlayıp 24 Temmuz 1923 tarihinde Britanya, Fransa, Japonya, Yunanistan, Romanya, Sibirya ve Türkiye arasında imzalanan antlaşmalar bunun en somut örnekleridir. Hegemon güçler arasında imzalanan antlaşmalar özünde halkların katliamlardan, enfallerden ve soykırımlardan geçirilme fermanıdır.
Hegemon güçler tarafından yapılan her antlaşma ve ittifak halkların yok edilme ve katliamlardan geçirilme ittifağı ve antlaşmasıdır. Lozan antlaşmasının 100 yılını doldurmaya 3 yıl kala bütün faşist ve soykırımcı güçler başta Kürtler olmak üzere Ortadoğunun kadim halklarını kendi topraklarında, vatanlarında ve evlerinde yine paysız bırakmaya yönelik politikalar uygulanmaktadır.
Kürtlerin kanı üzerinde kendi temellerini atan soykırımcı Türk devleti, Kürtlerin bulunduğu her alana saldırmakta ve katliamlar uygulamaktadır. Kendini Kürt katliamları üzerinde yaşatmaya çalışan faşist Türk devleti ve hegemon güçlerin piyonluğunu üstlenen AKP-MHP iktidarı Kürtleri Kürtlerin elleriyle yok etmeye çalıştığı görülmelidir. Lozan’da 4 parçaya ayrılan Kürdistanı şimdi de daha küçük parçalara ayırarak yok etmeye yönelik polikalar uygulandığını iyi görmek gerekir.
Şövenist Türk devleti Hegemon güçlerin ittifakı ve desteğiyle 2014’te kendi yarattıkları DAİŞ’i Kürt halkının üzerine saldı. DAİŞ’i yerle bir eden YPG güçleri devrimin taşlarını örmeye başladı. Bu Türk devleti için büyük bir yenilgiydi. Soykırımcı Türk devleti Kürtlerin Rojava’daki kazanımlarını yok etmek için bütün katliamcı politikalarını devreye koymaya başladı. 2015’te Başur topraklarını işgal etmesiyle başlayıp 2018’de Afrin’de tankını, topunu Kürt halkının üzerine yığdı. Bununla da yetinmeyen hegemoncu güçler 2019’da Kürt halkını katliamdan geçirerek, topraklarını işgal etti. Faşist Türk devletinin işgal operasyonları Başur ve Rojava’yla sınırlı kalmayacağı Zin Werte’ye yönelik başlattığı askeri yığınakla da somut kazanmıştır. Türk devleti Başur’u işgal operasyonlarında KDP’yi arkasına alarak devam ediyor. Kendi topraklarını Kürtlerin kanıyla beslenen tekçi Türk devletine peşkeş çeken KDP, Kürt Özgürlük Hareketinin gerillalarını gerekçe göstererek meşrulaştırmaya çalışıyor. Öne sürdüğü bu gerekçeyle kendini haklı çıkartmaya çalışıyor. Ancak KDP bunu iyi bilmesi gerekir. PKK olmasaydı bu gün KDP’de olmayacaktı çünkü işgalci Türk devleti ve hegemon güçler tarafından çok yok edilmişti. Ulusal bilinçten yoksun KDP ve ihanetçi işbirlikçiler sıranın onlara gelmeyeceğini zannediyorlar. Oysa kendilerinin piyon olarak kullanıldığının bile farkında değiller. KDP’nin tarih sayfalarına göz atarak kaç defa enfalden geçirildiklerini ve hala bu enfallerin sürdüğünü görmesi gerekir. Faşist Türk devletiyle ittifak kurmak yeni enfallere kapı açmaktır.
Birinci Dünya Savaşı sürdüğü 16 Mayıs 1916 tarihinde İngiltere’den Sir Mark Sykes ve Fransa’dan M. George Picottarafından hazırlanıp o günden bugüne kendilerinin ismiyle anılan anlaşma Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesiyle sonuçlandı. Bu anlaşmada Kürdistan üç büyük devlet arasında paylaşıldı.Kuzey kesimi Rusya’ya, DoğuKürdistan’ın bazı kesimleri ile Rojava Fransızlara, Güney Kürdistan ise ağırlıkla İngilizlere bırakıldı. Bu hegemon güçlerin zamanla çekilmeleriyle gelişen tarihsel süreçte ise Türkiye, Suriye ve Irak adı altında devletler kuruldu. Bu devletler Sykes-Picotile çizilen sınırlara sadık kaldı,Kürtler ise sınır telleriyle birbirinden ayrıldı.
Gizli Sykes-Picot Anlaşması ile başlayıp Lozan ile somutlaşan ve Kürt halkını “ülkesi ve milletiyle” dörde bölen menfaat temelli bu uğursuz mutabakat, aynı zamanda her parçada Kürt katliamlarına yeni kapılar açıyordu. 1923 Lozan Antlaşmasıyla emperyalist güçler tarafından dört parçaya bölünen Kürdistan, bu gün ise aynı eller tarafından daha küçük parçalara bölünmeye çalışılıyor. Kadim toprakların sahibi olan Kürtler kendi toprakları üzerinde yani Ortadoğu’da etkisizleştirmeye ve yok edilmeye çalışılmaktadır. Tarihten bu güne kadar süren Böl-Parçala-yönet politikası devrede. KDP’nin bunu iyi görüp değerlendirmesi gerekirken, faşist Türk devletinin işgal operasyonlarına zemin hazırlamaktadır. Kürtlerin bütün dünya tarafından tanındığı ve önem kazandığı bir dönemde KDP’nin çıkarsal ve aşiret yaklaşımı bütün Kürtlere zarar verdiğini unutmaması gerekir. Bu gün Kürtlerin bir parçasının işgal edilmesi demek bütün parçaların işgal edilmesi demektir.
İşgalcilere karşı en büyük cevap ulusal birliğin sağlanmasından geçer. Her halk için ulusal birlik hayati bir konudur. Ancak Kürtler için ise daha çok hayatidir. Kürtlerin ülkesi dörde bölünmüş, halk olarak parçalanmış durumda olması, Kürt düşmanlarına büyük fırsatlar yaratıyor. Bu fırsatlardan yararlanan düşmanlar nasıl ki tarihte boş durmamışlarsa bu günde boş durmuyor. Kürtler üzerinde kirli politikalar yürüterek ve bu parçlanmışlığın üzerine daha fazla parçlanmışlık yaratmaya çalışmaktadır. Kürt düşmanları, sadece parçalar arası değil, aşiretler arasındaki, lehçeler arasındaki, inançlar, mezhepler arasındaki farklılıklarla da Kürt halkını parçalı tutarak kirli oyunlarına devam etmektedir. Kürt’lerin düşmanı olan TC ve Emperyalist güçler sürelikli hazırda duran bir stratejileri var. Bu anlamda Kürtlerin birliği aciliyet farz etmektedır. Kürtlerin özgürlüğü ulusal birlikte örülecek miheng taşlarından geçiyor.
TC’nin Başur’u işgal etmeye başladığı bir süreçten geçerken, KDP 1982’te PKK İle çalışma yürütmek amacıyla 10 maddeden oluşan bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma 1986 yılına kadar devam etti. 3 yıllık süre içerisinde her iki taraf Kürdistan mücadelesi açısından önemli kazanımlar
elde etti. Her iki taraf Kürdistan’ın düşmanları ile birlikte savaştılar. KDP’nin bu antlaşmaya bağlı kalarak Kürtlerin düşmanlarına karşı savaşılarak özgürlüğün geleceğini bilmesi gerekir.
Son olarak ta PKK lideri sayın Abdullah Öcalan’ın yaptığı son telefon görüşmesinde “1982 yılında Neçirvan Barzani’nin babası İdris Barzani ile imzalanan 10 maddelik protokolü hatırlattı ve protokol gereğince Kürtler arasında artık kan akmayacağı ve savaşın yaşanmayacağı dile getirdi. 1982 yılında İdris Barzani ile 10 maddelik bir anlaşma yaptıklarını, Talabani’nin de bu anlaşmadan haberinin olduğunu ve bu anlaşmanın güncellenebileceğini söyledi.”
Öcalan, ‘Şunu bilsinler Kürtlerin birliği olmazsa kimse Kürtler için bir şey yapmaz, kimseye güvenmesinler. Kürtler arasında kanın dökülmesi asla kabul edilemez; halk da biz de kabul etmiyoruz. Şayet ortada bir eksiklik varsa bunun diyalogla çözülmesi ve barışın geçekleştirilmesi gerekir.’ Kürt ulusal birliğinin büyük bir ihtiyaç olduğunu herkesin görmesi gerektiğini belirtti. Kürtler arasındaki birliğin yolunun Rojhilat, Rojava, Başûr ve Bakur’dan geçtiğini söyledi. Başkan, ‘Kürtler artık bir yerde anlaşıp aralarında bir sorun varsa bunu diyalogla çözmelidirler. Bunu yapacak olanlar da Barzani ile Talabani aileleri ve Kandil’deki arkadaşlardır. Hem Kürt halkının hem de bizim beklentimiz Kürtler arasında artık kanın dökülmemesidir’
Öcalan’ın açıklamasından da anlaşıldığı gibi Kürtler için ulusal birliğin artık vazgeçilmez bir gerçekliktir. Kürtlerin birliği ve ittifağı Kürtlerin özgürlüğünü getirecektir.