Leyla Güven: Sayın Öcalan’ın belirttiği darbe mekaniği tekrar devreye girebilir

0
733

ürkiye’nin gidişatının iyi olmadığını gördüklerini belirten DTK Eşbaşkanı ve HDP Colemêrg (Hakkari) Milletvekili Leyla Güven, “İşte tam da bu süreçte bizim sesimizin daha gür çıkması gerekiyor. Yine bu sorunları birlikte çözmek için güçlü bir irade ortaya koymak; her şeye rağmen doğruya ‘doğru’ demek gerekiyor. Olanların adını doğru koymak, bizim tarihsel sorumluluğumuzdur. Bunu yapmak zorundayız” dedi.

Güven, rehin tutulduğu Diyarbakır E Tipi Hapishanesi’nde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle 8 Kasım 2018 günü süresiz-dönüşümsüz açlık grevi başlatmıştı. Güven’in eylemi, tüm Türk cezaevlerine yayılarak, 5 binin üzerinde PKK ve PAJK’lı tutsağın katılımıyla devam etmişti. Eyleminin 79’uncu gününde tahliye edilen Güven, direnişini evinde sürdürmüştü. Kürtlerin yaşadığı tüm alanlarda katılımın olduğu açlık grevinin 150. gününden sonra 30 tutsak ölüm orucuna geçmişti. Açlık grevi direnişi 200 günün sonunda talepleri karşılanmış bir şekilde başarıya ulaşmıştı. Güven, 200 günlük direnişinin ardından Amed’de bir özel hastahanede tedavi altına alınmış ve iki hafta orada tedavi gördükten sonra taburcu edilmişti. Taburcu edildikten sonra halen de tam anlamıyla sağlığına kavuşamayan Güven, geçen hafta vekili olduğu Hakkari’de halkla buluştu, ardından Amed’e gelerek devam eden Demokrasi Nöbeti’ne destek verdi. Güven, gündemdeki konularla ilgili ANF’ye konuştu.

ÖCALAN’IN SESİNİ DUYMALIYDIK

Yargılaması konu olan Efrîn’in işgaliyle ilgili açıklama yaptığı ödenim hatırlatan Güven, Efrîn işgaline doğru tanımlayıp ‘Bu bir işgaldir’ diyen herkesin yargı eliyle susturulmaya çalışıldığını ama sonuçta Efrîn’in işgal edildiğini ve oradaki halkın göçertilerek yerlerine çetelerin yerleştirildiğini söyledi. Güven, şöyle devam etti: “Efrîn işgali dönemi, hem içte hem de dışta birçok sorunun yaşandığı bir ortamdı. Bende o dönemde tutuklanmıştım. Cezaevinde açlık grevi eylemi başlatmıştık. Bu eylem kısa sürede tüm cezaevlerine yayıldı. Hepimizin tek amacı vardı, o da Sayın Öcalan’ın sesinin dışarı çıkmasıydı. Çünkü Ortadoğu’da bir kriz ve kaos yaşanıyordu. Yine Türkiye’de de aynı atmosfer vardı. Birçok kesimin yönetilemediği bir durum ortadaydı. Buna dair de bir şeyler yapmak gerekiyordu. Toplumları iyi tanıyan, tanımlayan, inceleyen ve toplumlar tarihi üzerinde iyi çalışmaları olan insanlar tarihin akışını değiştirebilir. İşte Sayın Öcalan onlardan biridir. Kendisi hem Ortadoğu’ya hakim hem de Türkiye siyaset gerçekliğini bilen bir insandır. Kendisinin de ifadesiyle 1993’ten beri kalıcı ve onurlu bir barış için çabalıyor.

İşte tam de böyle bir zamanda sesi dışarı çıkmalı ve o bir şeyler söylemeliydi. Ben, Sayın Öcalan’ın, siyasetin önünü açacağı anlayışıyla eylemime başladım. Yine cezaevlerindeki tüm arkadaşlarda aynı anlayış ile bu eyleme katıldı. Sayın Öcalan üzerindeki derinleşen tecride baktığımızda, o süreçler aslında çok önemli ve dikkat çekicidir. Ne zaman ki Türkiye’de bir umut açığa çıksa, bu umut etrafında insanlar kümelenirse ve bir çözüm inancı gelişirse Sayın Öcalan üzerindeki tecrit daha da ağırlaştırılıyor. Tam da buradan bakarak, Türkiye siyasetinin esasında ne amaçladığını çok rahat görebiliyoruz. Çünkü umudun yeşermesini istemiyorlar. Yine çatışma ve kaostan beslenen bir kesim var. Bu kesimler, bu ülkenin gelişmesini istemeyenlerdir. Bunlar kendi bireysel ve partisel çıkarlarını güdenlerdir. Bunlar savaşta ısrar edenler ve halkları birbirlerine kırdıranlardır.”

DAHA İLK GÖRÜŞMEDE HAKLI ÇIKTIK

Türkiye’de savaştan beslenen kesimler karşısında barışı, demokrasiyi, insan haklarını ve evrensel değerleri savunan bir kesimin de olduğunu kaydeden Güven, şunları söyledi: ”Bu iki kesimin çatışması tarih boyunca süregelmiştir. Hangisi kendisini toplum içerisinde örgütlerse o öne çıkıyor. İşte tam da böyle bir zamanda Sayın Öcalan’ın sesinin çıkması gerekiyordu. Bizim eylemimizde 200. gününde başarıya ulaşarak İmralı kapısının aralanmasını sağladı. Hepimiz haklı çıktık. Sayın Öcalan, daha ilk görüşmede çok önemli şeyler ifade etti avukatlarına. Türkiye siyasetinin nefes alacağı çözüm önerileriyle katkı sundu. Biz o zaman da Sayın Öcalan konuşursa önemli gelişmelerin olacağını söylüyorduk. Şimdi de aynı noktaya çekilmek isteniyoruz. Yine bir kaos ortamının yaşandığını görüyoruz. Her gün Rojava’ya müdahale olacağı sinyalleri veriliyor, cenazeler geliyor ve çatışmalar oluyor. Yine her gün siyasi soykırım operasyonları oluyor ve yüzlerce insan tutuklanıyor. HDP’nin üç büyükşehir belediyesine darbe yapılarak kayyumlar atandı. Şimdi yine hem Sayın Öcalan ile düzenli olarak görüşmeler yaptırılmıyor hem de bir kaos örgütleniyor.”

SESİMİZİN GÜR ÇIKMASI LAZIM

Rojava’ya saldırıların, HDP’nin Amed il binası önünde oturtulan ailelerin ve kayyum atamalarının bağlantılı olduğuna dikkat çeken Güven, şu tespitlerde bulundu: “İşte tam da bu süreçte bizim sesimizin daha gür çıkması gerekiyor. Yine bu sorunları birlikte çözmek için güçlü bir irade ortaya koymak gerekiyor. Her şeye rağmen doğruya ‘doğru’ demek gerekiyor. Bunları söylediğimiz zaman hedef haline geliriz, müdahale yeriz ama olanların adını doğru koymak bizim tarihsel sorumluluğumuzdur. Bunu yapmak zorundayız. Devrimciler, demokratlar, sosyalistler, insan hakları savunucuları ve Türkiye’nin büyümesini isteyen her kesim bu konuda söz söylemesi ve seslerini gür çıkarmaları gerekiyor. Tam da öyle bir süreçteyiz.”

AİLELERİN YÖNLENDİRİLMESİNE KARŞIYIZ

HDP’nin Amed İl binası önünde oturtulan ailelerin durumlarına ilişkin de konuşan Güven, şu değerlendirmelerde bulundu: “Biz, o annelerin de bizim annelerimiz olduğunu düşünüyor ve onlarla birlikte oturmaya hazırız. Bu konuda bir sıkıntı yok. Onlarla birlikte bu sorunu paylaşmak ve çözümü beraber bulmaya hazırız. Keşke onlar, Barış Anneleri’ni ve Cumartesi Anneleri’ni de çağırsalar. ‘Gelin, gözyaşlarımızın rengi aynıdır. Anne, annedir. Hepimizin acısı ortaktır’ diyerek bir çözüm arayışına gitseler ama belli kesimler tarafından desteklenip, sadece HDP’ye ve Kürtlere hakaret ederek orada oturmak çok yönlendirilmiş, provoke edilmiş ve organize bir işe benziyor. Bizim karşı olduğumuz durum budur aslında. Zaten o annelerin talep ettikleri çocukları, elbette hepimizin talep ettiği ve onurlu bir yaşam için mücadele ettiğimiz zemindir. Dolayısıyla bu annelerin bunu bir an önce farketmeleri ve bu yanlıştan dönmeleri gerekiyor.

HEPİMİZ BİRLİKTE ÇÖZÜM ÜRETELİM

Kapının önünde oturmaktansa içeriye buyup geçsinler, hepimiz birlikte bir çözüm üretelim diye düşünüyorum. Aksi durumda manipüleye ve provokasyonlara açık, dışarıda sadece hakaret ederek ayakta kalmaya çalışmaları doğru değil. Bu ülkenin bir kadın bakanı, Meclis’in üçüncü büyük partisi olan HDP’nin önüne kadar geliyor ama sadece orada oturanları ziyaret edip gidiyor. Bu bile aslında o ailelerin kimler tarafından yönlendirildiğini açıklar niteliktedir. Çok kez denediler ama bir şey elde edemediler. Bundan bir şey çıkmayacaktır. Bu anneler yarın öbür gün evlerine dönecekler. Ayrıca onların evlatları çocuk değiller. Eğer gerçekten gitmişlerse de kendi iradeleri ile gitmişlerdir. Bir siyasi partiyi bundan sorumlu tutamazlar. Bu yöntemler boşunadır.”

DARBE MEKANİĞİ DEVREYE GİRER

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın avukatları ile yaptığı görüşmeler sırasında değindiği yeni anayasa sürecinin Kürtler açısından kapsayıcı olması gerektiğine de vurgu yapan Güven, şunları ifade etti: “Doğrusu Türkiye’nin gidişatının iyi olmadığını görüyoruz. Eğer böyle devam ederse Sayın Öcalan’ın belirttiği darbe mekaniği tekrar devreye girebilir. Tükiye asla Avrupa Birliği’ne giremeyecek ve demokratik bir ülke olamayacaktır. Dolayısıyla köklü bir değişime ihtiyaç var. Bunun en önemli yolu yeni bir anayasadır. Yıllardır iktidara gelen her siyasi parti yeni bir anayasa yapılması gerektiğini söyler ama bunun çalışmalarını yürütmezler. HDP, şu anda bu konuyu önemseyerek, yeni yargısal süreci ve anayasayı içeren bir konseptle birçok kesime ziyaretler gerçekleştiriyor. Bu son derece önemli bir şey ve bunun öncülüğünü yapmak gerekiyor. CHP’nin bu konuda çok önemli bir rolü var. Çünkü ana muhalefet partisidir ve kilit noktadadır. Yeni anayasa, önyargılardan uzak ve hakikaten toplumun ihtiyaç duyduğu bir anayasa olmalıdır. Şu anda adeta ortadan yarılmış, kutuplaştırılmış bir Türkiye söz konusudur. Bir sürü anti demokratik uygulama yaşanıyor. Buna rağmen hiçbir şey yokmuş gibi davranamayız. Her gün yargının siyasallaştığını söylüyoruz ama anayasa ile bunu güvence altına almıyoruz. Kuvvetler ayrılığının hatlarını tekrar belirleyelim. Bu konuda engel, zihniyetlerdir.”

KAYBEDEN SADECE KÜRTLER OLMUYOR

Yıllardır Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nda değişiklikler yapılmadığını belirten Güven, bunu Kürtlerin belediyeler kazanmasına bağlayarak, sözlerini şöyle sürdürdü: “Özerklik Şartı’ndan Kürtlerin yararlanmasını istemedikleri için değişiklikler yapmıyorlar. Aynı şey yeni anayasa sürecinde de kendini gösteriyor. Çünkü yargılar ve korkular var. Bu ülkenin bütünlüğü içerisinde çözüm aramanın dışında bir kaygı duymamak lazım. Bunu Sayın Öcalan, PKK yetkilileri, HDP ve Kürt halkı hep ifade ediyor. Türk devleti, ‘ayrı bir devlet ve ülke edebiyatı’ yaparak, yeni bir anayasanın yapımına engel oluyor. Yani Türkiye artık yeni bir konsept uygulamak zorundadır. Bu şekilde kaybeden sadece Kürtler olmuyor. Belki bu kaos ortamında en çok şiddete maruz kalan Kürtler oluyor ama kaybeden tüm Türkiye halkları oluyor. Onun için yeni anayasa son derece önemlidir.

DOLMABAHÇE MUTABAKATI BİLE

Yeni anayasa da belirlenecek çerçeve, aslında Sayın Öcalan’ın Dolmabahçe Mutabakatı ile ortaya koyduğu 10 maddelik deklerasyon kapsamında ele alınırsa Kürt sorununu da kendi içerisinde çözecektir. Kürtlerde kendi dilleyile, kültürleriyle, kimlikleriyle yaşamlarını sürdüreceklerdir. Bu mümkündür ve dünyanın birçok yerinde olan bir şeydir. Mesela Rojava’daki örnek, bir ilham kaynağıdır. Rojava’da sadece Kürtler yok, birçok halk var. Hepsi bir arada, Demokratik Suriye’yi oluşturdular. Dolayısıyla acılardan kurtulmak için yeni bir anayasaya ihtiyaç vardır. Yargının da tamamen bağımsız olması için bir çalışmanın yürütülmesi gerekiyor.”

DEMOKRATİK SİYASETİN ÖNEMİ

Partilerinin, Türkiye parlamentosu çatısı altında siyaset üretmelerinin halk içerisinde çalışma yürütmedikleri anlamına gelmediğini söyleyen Güven, şunları paylaştı: “Demokratik siyaset, bizim esas aldığımız ve çerçevede çalışma yürüterek önemsediğimiz bir alandır. Halkımızın tercihleri ve talepleri var. Kürt sorununun demokratik çözüme kavuşması için Türkiye zemininde çalışmalar yürütüyoruz. O yüzden de demokratik siyaset alanını son derece önemli görüyoruz. Bu noktada da geçmişten bu yana kapatılan kendi partilerimizle demokratik siyaset yürütmeye çalıştık. Her defasında engellerle karşılaştık. HEP, DEP, ÖZDEP, HADEP, DEHAP, DTP ve BDP diye devam eden bir parti geleneğimiz var. BDP hariç, hepsi çok sıradan ve hukuksuz gerekçelerle kapatıldı. Demokratik siyasetin önü kapatılmaya çalışıldıkça, biz bu alanda ısrar ettik, çünkü demokratik siyasetin önü tıkandığında çatışma ve kaos çıkar. Mümkün olduğunca demokratik siyasetin önünü açık tutmak gerekir. Biz de Kürt siyasal hareketi olarak bu konuda ısrar ettik. Örneğin, DEP milletvekilleri 10 yıldan fazla cezaevinde kaldılar ama çıktıktan sonra demokratik siyasete kaldıkları yerden devam ettiler.

BİZ ZATEN SİNE-İ MİLLETTEYİZ

Şimdi yine demokratik siyasetin önü tıkanmak isteniyor. Aslında Kürtlere, ‘Siz seçilseniz de vekil olsanız da biz sizi görevden alırız. Sizin siyasetinizi tanımıyoruz’ gibi mesajlar içeren yaklaşımlar var. Bunların karşısında Kürtler elbette alternatifsiz değiller. Meclis’e ve belediyelere mahkum değiller. Bu bir varoluş mücadelesidir. Geçmişte bu alanlar yokken de mücadelemizi sürdürüyorduk, şimdi de sürdürmeye devam edeceğiz ama bu alanlar varken de bunları kullanacağız. Kürtler elbette ki sine-i millet aracını da kullanabilirler ama şu anda zaten tabiri caiz ise sine-i milletteyiz. Şu anda alanlarda polisin şiddetine en çok maruz kalan HDP’li milletvekilleridir. Her yerde itilip hakaret ediliyor vekillerimize. Her şeye rağmen arkadaşlarımız halkımız ile birlikte alanlarda direniyor. Bu zaten halkın arasında olmak değil midir?”

KAZANIMLARIMIZI KORUYACAĞIZ

AKP-MHP blokunun da talebinin Kürtleri Meclis’ten atmak olduğuna işaret eden DTK Eşbaşkanı Leyla Güven, şöyle konuştu: “Geçen sefer dokunulmazlıkları düşürerek Kürtleri Meclis’ten atmaya çalıştılar. Eşbaşkanlarımızı tutukladılar. Şimdi de kayyumlar atayarak seçilmişlerimizi tasfiye etmeye çalışıyorlar. Zaten amaçları bu, bizler neden bu amaca kolaylık sağlayalım ki? Ayrıca bu kazanılmış bir haktır. Halkımız bu alanı kazanmıştır. Halkımız yarın bizi çağırabilir. Halk, artık bizim orada kalmamızı istemediğini ve tamamen burada olmamızı isterse, başımız ve gözümüz üzerine ama şu anda o noktada değiliz. Halk bize bir görev verdi ve orada mücadele etmemizi istedi. Bu hakkımızı sonuna kadar kullanacağız. Biz gerektiği yerde noktayı koymasını da biliriz. Bize demokratik siyaset alanını gereksiz göstermeye çalışan; Meclis’e gitsek veya belediyeyi alsak ne olacak gibi bir yaklaşım var. Asla bu noktada olmamamız gerekiyor. Son derece önemlidir, çünkü kazanılmış hakkımızdır ve orada da sonuna kadar direneceğiz. Halkımız bu konuda çok bilinçli ve politik bir halktır. Nerede ve ne zaman tavır koyacağını bilir. AKP’nin tüm provokasyonlarına rağmen kendi tutumunu yerinde ve zamanında ortaya koyan bir halk gerçekliğimiz var.”

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here