Makbul annelik sınırlarının dışına çıkmak

0
264

Özgür Sevgi GÖRAL

İyi anne kime denir? İyi annelik üzerine yazılanlar son derece ideolojik şeyler aslında. Anaakım yorumlara bakarsak iyi anne çocuğunun başında olan, onu en iyi şekilde yetiştiren, topluma faydalı bir birey haline getiren annedir. Oysa bu cümlenin her unsuru politik tartışma konusu. Çocuğunun başında olmak nedir mesela, çocuğunu eve kapatıp büyüterek mutedil bir birey olmasını sağlamak mı? Bir çocuğu en iyi şekilde yetiştirmek nedir peki?

Toplumsal eşitsizliklere arkasını dönmeyi ve bireysel başarı hikayeleriyle yetinmeyi öğretmek mi? Ve son olarak, topluma faydalı bir birey olmak ne anlama gelir? Toplumu verili haliyle, içerdiği tüm eşitsizlik, sömürü ve şiddet ilişkileriyle kabul eden ve ona canla başla hizmet eden bir birey olunca faydalı mı olunur? Şüphesiz annelik tecrübesi, bir bebeğin özerk bir birey haline gelmesi için, içinde büyüyeceği sevgi, şefkat içeren bir ortam ve dayanıklı bir maddi ve manevi dünya kurmak gerektiğinden, muazzam bir bakım emeği vermeyi gerektiren bir tecrübe. Feministler annelik tecrübesinin içerdiği muazzam emeğin adını koyarak ‘bakım emeği’ olarak adlandırana kadar bu çabanın bir emek türü olarak düşünülmesi bile mümkün olmadı. Ancak adı konulmadan gaspedildiği zamanlarda bile, en muhafazakarından en yenilikçisine her politik hareket yine de annelik tecrübesinin içerdiği müthiş emek ve çabanın farkında. Bu nedenle, neredeyse tüm farklı bağlamlarda, anneliğin ‘kutsallığını’ vurgulayan pek çok retorikle ve politik sözle karşılaşırız. Fakat bu farklı retorikler ve sözler büyük bir iki yüzlülük içerir. Öncelikle bir bebeğin özerk bir birey haline gelmesi için gereken ve aslında pek çok kişinin demokratik bir şekilde bölüşerek paylaşırsa neşeyle yüklenilebilecek bakım emeği, annenin görevi olarak onun boynuna asılır. Bu görevi yerine getirmediği düşünülen anneler, acımasızca yargılanır, karalanır. O çok kutsal annelerin büyük kısmı evlatlarını tek başlarına, zorluklarla, özellikle küçük çocuk dönemini, kamusal alanın küçük bir çocukla dolaşmaya hiç uygun olmamasından ötürü, eve kapanarak geçirirler. Son yirmi yıldır kadınlara 3 çocuk yapmalarını söyleyen devlet ne bakım emeğini paylaşmak ne de ücretsiz kreşler kurmak konusunda istekli. Kutsal anneler, birbirinden ayrılmış evlerde, yapayalnız veya aileden diğer kadınlarla dayanışarak ya da bakım emeğini ücretli emek yoluyla satın alarak çocuklarını büyütmeye, o kutsal anneliklerini icra etmeye çalışıyorlar.

Yeni TC devleti için annelik kurumunun önemi?
Fakat anneliğe dair büyük ikiyüzlülük şüphesiz sadece bakım emeğiyle sınırlı değil. Annelik aynı zamanda milliyetçi politik projeler için çok temel önemde. Makbul anneler, mevcut ulus devletlerin çoğunluk milli grubunun değerlerini çocuklarına devretmekten de sorumlular. Türkiye örneğinde düşünürsek, 19. yüzyıl sonundan itibaren, annelerin çocuklarını Türk milli değerlerine bağlı olarak yetiştirecek ilk öğretmenler olarak görüldüğünü ve bu nedenle annelere özel bir önem atfedildiğini görürüz. Türk milletinin evlatlarını yetiştirecek ilk öğretmenler olarak anneler, yeni Türkiye Cumhuriyeti devleti için de annelik kurumunun en önemli anlamlarından biridir. Cennet anaların ayakları altındadır elbette ama Türkiye’de o cennete girmek için makbul annelik sınırlarında olmak gerekir; aslında 20. yüzyıl boyunca sömürgecilik ve ırkçılık çerçevesinin güçlü biçimde hüküm sürdüğü başka pek çok ulus devlette olduğu gibi. 1980’li yıllarla birlikte hem 12 Eylül darbesi sonrasında emniyetlerde, askeri merkezlerde işkence ve hapishanelerde eziyet gören evlatlarına sahip çıkmak için ortaya çıkan tutuklu ve hükümlü anneleri hem de kaybedilen, katledilen, işkence gören, çatışmada öldürülen evlatlarına sahip çıkmak için ortaya çıkan, Cumartesi Anneleri/İnsanları, Barış Anneleri gibi pek çok farklı inisiyatifin anneleri makbul annelik tecrübesinin dışında kalan anneleri kamusal alana soktu. Her biri çok farklı şekillerde, devlet şiddeti sonucunda katledilmiş evlatlarını arayan ya da evlatlarının gördüğü sistematik devlet şiddetini engellemek için mücadele eden annelerdi. Makbul anne tanımına girmiyorlardı çünkü evlatları yeteri kadar uysal olmamış ve belirli politik mücadelelerde aktif rol almışlardı. Üstelik onlar da ya evlatlarını ne olursa olsun bırakmayacaklarına yeminler ediyorlar ya da evlatlarının bağlı olduğu politik davaya kendilerinin de bağlı olduğunu ilan ediyorlardı. Dolayısıyla onlara yapılan sert müdahaleler aynı zamanda ‘kutsal annelik’ söyleminin sınırlarını da apaçık gösteriyordu.   

Cumartesi Anneleri’nin mücadelesi
En iyi bildiğim Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın mücadelesinden kısaca bahsetmek gerekirse, kayıp yakınları ve İnsan Hakları Derneği üyelerinin bir araya gelmesiyle ilk oturma eylemini, aralarında zorla kaybedilen Hasan Ocak’ın işkence edilmiş bedeninin kimsesizler mezarlığında bulunmasının da olduğu bir dizi olay sonrasında düzenlendi. Hasan Ocak’ın ailesi, Rıdvan Karakoç’un ailesi ve pek çok başka kayıp yakını, İnsan Hakları Derneği üyeleri, zorla kaybetme örneklerinin giderek artmasıyla da birlikte, bir araya gelerek ne yapabileceklerini konuşmaya başladılar. Arjantin’deki Plaza del Mayo Anneleri örneğinden de ilham alan grup, 27 Mayıs 1995 Cumartesi günü saat 12.00’de İstanbul’un Beyoğlu ilçesinin en kalabalık yerlerinden biri olan Galatasaray Meydanı’nı seçerek ilk oturma eylemini gerçekleştirdi. Her oturma eyleminde birkaç kayıp yakını sırayla kendi hikayesini anlattı; oturma eyleminin sonunda ise, yıllardır sistematik şekilde uygulanan zorla kaybetme suçuyla ilgili hakikatin ortaya çıkarılması ve adaletin sağlanmasına yönelik talepleri dile getiren bir basın açıklaması okunuyordu. Katılımcılarının gözaltına alındığı, işkence ve şiddete maruz kaldığı eylem, 200 hafta boyunca devam etmeyi başardı. Oturma eylemleri, yarattığı güçlü etkiye rağmen, 13 Mart 1999’da eylemlere katılanların maruz kaldıkları sürekli devlet şiddetinden dolayı, kayıp aileleri tarafından durduruldu. Hasan Ocak’ın kız kardeşi Maside Ocak, ailelerin oturma eylemlerini sonlandırmadığını, yalnızca ara verdiğini söyleyerek, “Bizim için her yer Galatasaray, kayıplarımızı aramaya devam edeceğiz” dedi.  Cumartesi Anneleri’nin oturma eylemleri, Ergenekon davasının iddianamesi hazırlandıktan sonra, 31 Ocak 2009’da, Ergenekon davasının kapsamının genişletilip, zorla kaybetme suçunu içermesi talebiyle tekrar başladı. Çünkü zorla kaybetmelerden sorumlu olan kişilerin bir bölümü, o zaman Ergenekon davasında yargılanıyordu. Bu yeni oturma eylemleri, faillerin hesap vermesi için adalete yönelik somut bir talepten kaynaklanıyordu. Dahası, bu oturma eylemleri artık Diyarbakır, Batman, Yüksekova ve Cizre gibi Kürt kentlerinde de gerçekleşiyordu. Kürt savaşının yeniden şiddetlendiği 2015 yılından sonra durum değişti, eylemlerin Kürdistan’da yapılması oldukça zorlaştı. Sonrasında, pandemi ortamında eylemler online olarak yapıldı, eylem bugün İstanbul ve Diyarbakır’da farklı biçimlerde devam ediyor.     

‘Annelik en kutsal görevdir’ yalanı
Bugün sadece Cumartesi Anneleri/İnsanları değil, örneğin, eşi ve iki oğlu katledilen Emine Şenyaşar (ve oğlu Ferit Şenyaşar) 9 Mart 2021’de Urfa Adliyesi önünde “Adalet” nöbeti başlatarak evlatlarının hesabını soruyor. Makbul anne tanımının dışında kalan pek çok anne, yaşanan savaş ve çatışmalarda katledilen evladının cenazesini usulüne uygun gömmek için, kimi kaybedilen evladının kemiklerine ulaşmak için, kimi Adli Tıp Kurumu’nun kapısında ağır hastalığı olduğu halde hapishanede tutulan evladı için mücadele ediyor. Bu anneler, anneliğin en kutsal görev sayıldığı yalanını ters yüz etmekle kalmıyor, aynı zamanda devletin makbul anne sınırları dışında kalan annelere karşı nasıl kıyıcı olabileceğini de açığa çıkarıyor. Evlatlarına sahip çıkan, onların saçının teline zarar gelmemesi için, onları katleden faillerin yargılanması için, onların hakettikleri haysiyetli muameleyi görmeleri için mücadele eden anneler, aslında özel alanla sınırlandırılmak istenen annelik tecrübesini alıp politik alana koyuyorlar. Hem feminist politikanın sloganı olan özel olan politiktir cümlesindeki bilgiyi icra ediyorlar hem de makbul olmayan anneler olarak, büyük bir şiddete uğramayı göze alarak bütün bir sömürgecilik, ırkçılık pratiğini açığa çıkarıyorlar. Annelik koruması onlara işlemiyor. Ama onlar buna rağmen evlatlarının yaşadıklarına tanıklık etmek için, onların davasına sadık kalmak için, usulüne uygun şekilde tutamadıkları yası tutmak için, evlatlarının başına geleni sürekli tekrar ederek ve muazzam bir şiddete göğüs gererek mücadele ediyorlar. Annelik tecrübesinin sınırlarını genişletiyorlar, son derece kişisel tecrübelerini kamusala açıp aslında kişisel olanla politik olan arasındaki bağı, geçişliliği ortaya koyuyorlar. Annelik tecrübeleri aynı zamanda sömürgeciliğe, ırkçılığa, adaletsizliğe, cezasızlığa karşı mücadelenin bir parçası oluyor. Böyle bir Türkiye’de ve içinde bulundukları koşullarda, çok büyük bir riya da içeren anneler gününü kutlamak isterler mi bilmiyorum. Ama tam da annelere dair büyük bir ikiyüzlülüğün yeniden ve yeniden sahneleneceği anneler gününde mücadelelerinin önünde saygıyla eğilmek ve onlara duyduğum minneti ifade etmek istiyorum. İyi ki varlar.

Kaynak: Newaya Jin

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here