Dünyanın diğer alanlarında köleleşmeye paralel yaşanan halklaşma süreci, Kürtler için biraz daha farklı bir seyir izlemiştir. Çeşitli kavim, kabile ve aşiret topluluklarının bir mozaik oluşturduğu Mezopotamya’da, ilkel toplum sürecinde Kürtleri diğerlerinden ayıran bir özgünlük göze çarpmaz. İster Kürtlerin atalarının ‘Kuzey Avrupa’dan geldiği’ tezinden, isterse ‘bölgenin yerlileri’ olduğunu öne süren tezden hareket edilsin, Kürtlerin köleciliğin ortalarına kadar bölgedeki diğer topluluklardan farklı bir özelliğine rastlanmaz. Bilinen en eski yerleşim bölgelerinden de anlaşıldığı kadarıyla avcılık ve hayvancılıkla uğraşan Kürtlerin ataları olan MEDLER, Mezopotamya’nın Zagros silsilesi ve Toros hattı arasındaki bölgede, diğer topluluklarla ilişki içinde karakteristik özelliklerini kazanmaya başlamışlardır. Diğer topluluklarla ekonomik, dinsel ve askeri etkileşim içinde gelişen farklılaşmada sert coğrafya ve iklim de etkili bir rol oynamıştır. Bu anlamda Kürtlerin atalarını salt Medlerle sınırlandıramayız. Kürtlerin kökeni Medlerle aynı dönemde Mezopotamya topraklarında yaşayan Sümer, Babil, Kasit, Guti, Huri, Kardok ve Pers topluluklarından bağımsız değildir. Kürtlerin kökeni bunların tümüdür. Bu toplulukların tümünün sentezi diyebileceğimiz bir halklaşma süreci yaşanmıştır. “Kürtler bilindiği üzere tarihten binlerce yıl önce yerleşik bir halk olup özellikle Mezopotamya, Zagros ve Toros eksenleri arasındaki alana yerleşmişlerdir ve çok eski kültürlerin sahipleridir. Hatta tarihi bilgilere bakılırsa, halkların böylesi iç içe geçtiği, birçok halk kültürüyle klan, kabile ve aşiret varlığının en çok iç içe karıştığı yerdir. Yani burada saf bir ırk aramak beyhudedir. Denilebilir ki, Ortadoğu’nun o karmaşık coğrafyasında ve onun halklar mozaiğinde Kürdistan merkezi işgal etmekle birlikte, bütün halklar mozaiğinden renkler Kürtlerin içine yerleşmiştir. Dolayısıyla Kürtler bugünkü dünyamızda en renkli halklardan birisi hangisidir denilirse, ister adına Kürt diyelim -ki, şimdi bile herkes ayrı ad vermektedir- yani salt bir adla değerlendirilmemeleri bile Kürtlerin çok adlı ve orijinli bir halk olduğunu gösteriyor. “Kürtleri daha değişik tanımlamak gerekirse, nasıl birçok uygarlığın etkisi altında kaldıkları tartışılabilir. Sümerlerin ilk kent devletlerini Yukarı Mezopotamya’da kurmalarının yanında, yine doğuda bir Pers, ondan önce de Med organizasyonu olarak karşımıza çıkan bu organizasyonlar Kürt orijinlidir. Onlar da bu coğrafyada önemli etki bıraktılar. Urartular ile kuzeyden gelen İskitlerden de buraya gelenler vardır. Ardından Hititlerin gelişi ve Arap yarımadasında birçok çıkış vardır. Mısır Firavunlarının buralara kadar geldikleri biliniyor. İlk yazılı anlaşmaların bu coğrafyada yapıldığı, ilk hukuk normlarının burada şekillendiği, ilk polis şehir devletlerinin alt ve üst yapısıyla burada geliştiği, hatta ilk imparatorlukların yani Babil, Asur ve Med imparatorluğunun, giderek Pers İmparatorluğunun -diğer alanlarda daha imparatorluklar yoktur- burada şekillendiği, yani toplumun uygarlığa geçişinin, sınıflı topluma geçişin alt ve üst yapısına, ilk orijinine burada tanık olunmuş ve buranın bütün halkları gibi en temel halklardan birisi olan Kürt halkı da böyle uygarlıkla, onun şafak vaktinde bir tanışmışlığa sahiptir.”Mezopotamya’nın verimli topraklarında göçebeler halinde hareket eden toplulukların ayrışmaları, tarımcı ve çoban toplulukları biçiminde kendini gösterir. Tarımcılığa geçerek toprağa yerleşenler verimli su kenarlarında kümelenirken, çoban toplulukları geniş otlakların bulunduğu korunaklı dağlık alanlarda yer alırlar. Sümer, Akad ve Babil kent devletlerinin peşinden köleci Asur İmparatorluğunun ortaya çıkması, bu özgür toplulukların yaşamına büyük bir müdahale olur. Asur, uyguladığı köleci zorla toplulukların özgür gelişiminde büyük bir engeldir. Fakat uyguladığı köleci baskıyla aşiretler ve kabileleri parçalayıp daha gelişkin bir sosyal örgütlenmeye yol açmıştır. Bunun yanında dağlara çekilerek direnen toplulukların gerek direnişleri, gerekse yerleşik Asur’a karşı yürüttükleri talan seferlerinde yakınlaşmalarına yol açarak, halklaşma sürecinde olumlu bir rol oynar. Dağlara çekilen toplulukların çeşitli bölgeler üzerinde hakimiyet mücadeleleri yaşanan bir olguyken, aralarındaki ilişki bununla sınırlı kalmaz. Çok sınırlı da olsa alışveriş, bir diğer ilişki biçimi olarak karşımıza çıkar. Çeşitli bölgelerde aynı yerleşme tekniğinin kullanılması, aynı ya da çok benzer eşyalara rastlanması, benzer tapınma biçimlerine sahip olunması gibi ortak özellikler bunun göstergesidir. Bu toplulukların en belirgin örneklerinden Medler ve Perslerin gevşek bağlarla bağlı -zayıf konumda olanların güçlülere boyun eğdiği- toplulukların çeşitli nedenlerle evrimleri sonucu belirginleştikleri görülür. Kimi ortak özellikleri yaşayan farklı aşiret grupları biçimindedirler. Bunun ortak özelliklere ve daha sıkı bağlara dönüşmesini sağlayan şey kendi aralarındaki ilişki ve Asur köleciliğine karşı yürüttükleri mücadele süreçleridir. Bu mücadeleler içinde iki ana kutba ayrılan topluluklardan Medlerin Persleri Güneybatı İran’a sürmeleri yaşanır. Bir yanını Karadeniz ve Mezopotamya bozkırları, diğer yanını Anti-Toroslar ile İran platosunun çevrelediği dağlık alana hakim olan Med topluluklarının gelişiminde diğer engel olan Asur’a karşı mücadele ise, 612 yılına kadar sürer. Bölgede köleciliği dayatan Asur’a karşı Perslerin de desteğini sağlayan Med aşiret ve kabileleri, tarihteki en zalim köle devletini toplu bir hareketle yıkarlar. Bu, Med topluluklarının yurtlaşmalarında ve ortak özelliklerini daha ilerleterek halklaşmalarında önemli bir adım olur. MÖ. 550’ye kadar Medlerin hakimiyeti önce Medya, daha sonra Kürdistan olarak isimlendirilen coğrafi sınırlara kadar ulaşır. Bu alanın sınırı Ön Asya’da, Urmiye Gölü’nden başlayıp Güneye doğru iner. Güneyde Musul ve Kerkük’ten geçer. Düz bir hat izleyerek Harran Ovasını içine alıp İslahiye’ye varır. Batıda Pazarcık, Elbistan ve G˚nin’i kapsayarak Bayburt’a kadar uzanır. Kuzeyde Kars ve Ardahan’ı kucaklayıp tekrar Urmiye’ye ulaşır. Hakimiyetlerini bu alana yayan Medlerin iktidarı, MÖ. 550 yılında halklaşmalarını güçlü bir devlet aygıtına kavuşturamamaları, bunu sağlayacak köleci zoru uygulamadaki zayıflıkları (Zerdüştlük bunda etkilidir) ve içte güçlü bir birlik duygusunu yaratamamaları gibi nedenlerle Persler tarafından yıkılmıştır. Böyle bir süreç yaşayan Medler, MÖ. 612-550 yılları arasında din, dil ve toprak ortaklığı, yine kültürel ve ruhsal yakınlaşma konusunda büyük bir gelişme göstermişlerdir. Bu süreçte sağlanan gelişmeler işgal, istila ve katliamlarla geçen tarihlerinde, onları bir halk olarak ayakta tutmuştur. Uygarlığa, halklaşma ve yurtlaşmaya bu olumlu girişi uzun bir sömürgeleşme süreci izlemiştir. Asur’a karşı direnişte dağları mesken tutan Med aşiret ve kabile toplulukları, tekrar dağlara çekilerek direnmeye geçmişlerdir.Köleci Pers devletinin tüm baskılarına karşı sağladıkları gelişmeyi direnme temelinde sürdüren Medler, Pers egemenliğinde kaldıkları 280 yıl boyunca bunu devam ettirdiler ve sayısız direniş içinde oldular. Kürt halkının mirasçısı olduğu Medlerin Asur’a karşı isyanı bilinen en eski kölecilik karşıtı isyanlardandır. Medlerin bölgedeki diğer topluluklarla birleşerek geliştirdiği direnişler yüzyıllarca sürmüş, bu süre içinde halklaşmayı sağlayan bir yakınlaşma yaşanmıştır. Asur köleciliği altında bir halklaşma yaşanırken, bir de özgür aşiretlerin direnme temelindeki halklaşmaları söz konusudur. Asur’a karşı direnme temelindeki halklaşma, kısa devletleşme sonunda Perslere direniş İçinde de sürmüştür. Perslere karşı direnme süreci aynı zamanda Medlerin “Kurdî, Kurdîenne, Kardox” gibi isimlerle tanımlandığı bir dönem olmuş, Yunan tarihçileri Medleri böyle isimlendirmişlerdir. İleri uygarlığı ve verimli toprakları, gelişen Helen Köleci İmparatorluğunu Medya’ya çekmekte gecikmemiştir. Perslerin bölgedeki egemenliği, Büyük İskender’in MÖ. 330’da Pers ordularını yenmesiyle sona erdi. İskender’in erken ölümü, Helen İmparatorluğunun parçalanmasına yol açtı. Bu Kürtler için olumlu oldu. Kürtler halklaşma ve uygarlaşmada baskıdan uzak gelişme imkanı buldular. Kimi bölgelerinde kuzeyden inen Ermenilerin egemenlikleri yaşandıysa da bu, gelişmeyi fazla etkilemedi. MÖ. 50’ye kadar süren bu durum, köleci Roma İmparatorluğunun tüm Ortadoğu’ya hakim olmasıyla son buldu. Yakıp yıkarak ilerleyen Roma ordularının tahribatı büyük oldu. Yurtlarını savunma temelinde birlikte bir karşı koyuştan çok, yaşadıkları bölgeleri savunmayı amaçlaan parça parça direnişler ezildi. Kürtler daha yüksek ve korunaklı dağlık alanlara çekildiler. Roma’nın denetime alma ve köleleştirme çabalarına karşı kesintisiz direniş gösterildi. Halklaşma ve uygarlaşma sürecine ilk ciddi darbe bu dönemde gerçekleşti. Dağlara çekilen aşiretler arası ilişki kesintiye uğradı. Verimli topraklardan uzaklaşıldı. Yerleşik yaşam koşulları büyük oranda ortadan kalktı. Çeşitli halk topluluklarının direnişlerini şiddetle bastıran Roma, MS. 360 yıllarına kadar hüküm sürmekte fazla zorlanmadı. Bu tarihte hemen hemen şimdiki İran toprakları üzerinde Perslerin ağırlıkta oldukları Sasani Devleti kuruldu. Sasani Devleti, Roma İmparatorluğu ile 400 yıl sürecek hakimiyet mücadelesinde 89 Kürtlerin büyük desteğini aldı. Arada kalan Medya iki gücün çatışma alanı oldu. Kürtlerin karakteristik özelliklerini en çok bu süreçler belirledi. Dağınık direnişler dışında ciddi bir halk ayaklanması ya da bir halk hareketi gelişmedi. Özgürlüklerini koruma amacıyla dağlara çekilen aşiretlerin halklaşma ve uygarlaşmaları kesintiye uğradı. Ovalarda ve kentlerde kalıp yabancı egemenliği kabul edenlerle dağlara çekilenler arasında bir yabancılaşma ortaya çıktı. Bu, daha sonraki süreçleri olumsuz etkileyecek, “bajari-çiyayi” çelişkisini doğurdu. Yine halklaşma önünde engel olan aşiret yapılanmasının kemikleşmesine yol açtı. Kürtler konar göçer yaşam tarzını aşamadılar. Bütün bunlar dağlık alanlarda, direniş içinde kendi arasında parçalanmış ve kendine özgü bir halklaşmayı ortaya çıkardı.
Kaynak: Demokratik Kurtuluş Mücadelesinde Halk Hareketi SERHILDAN-Weşanên Serxwebûn