MKP: Faşizmi tarihin çöplüğüne gönderecek güce sahibiz

0
640

Maoist Komünist Parti, “Faşizmin geleceğimizi daha da karartmasına izin vermeyelim. Faşizmi tarihin çöplüğüne gönderecek kahredici güce sahibiz” dedi. 

Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin (HBDH) bileşenlerinden MKP, parti olarak verdiği mülakatta HBDH’nin başlattığı ‘Faşizmi Yıkacağız, Özgürlüğü Kazanacağız’ kampanyasının sürece cevap olmaktaki önemine dikkat çekti. 

MKP, faşizmi durdurmanın, geriletmenin veya yıkmanın tek yolunun, en geniş şekilde örgütlenmiş gücünün seferber edilmesi olduğunu belirterek, şunun altını çizdi: “Silahlı devrim mücadelesiyle birleşmiş halkın devasa gücünün karşısında hiçbir karşı devrimci güç duramaz, duramamıştır da. Hedefimiz halklarımızın, örgütlendiğinde ve faşizme karşı mücadelede birleştiğinde sahip olduğu kahredici gücünü ortaya çıkarmak, faşizme karşı mücadeleyi daha ileriye taşımak ve büyütmektir.”

‘Faşizmi Yıkacağız, Özgürlüğü Kazanacağız’ kampanyası hakkında bilgi verir misiniz; kapsamı ve amacı nedir?

Devrim mücadelesi, kara düzen ve kendiliğindenci bir tarzda yürümeyi kabul etmez. Amacı ve hedefi beli olan, stratejisi ve genel taktikleriyle izleyeceği hattı da belirleyen bir süreçler toplamı olarak planlı-programlı ve sistemli bir yürüyüşü talep eder. Bu anlamıyla kendiliğindenci değildir. HBDH de kendiliğindenci bir hareket değildir. Devrimin hizmetindeki birleşik mücadele örgütüdür, sürece devrimci tarzda müdahale aracıdır. Somut koşulların somut tahlilini önemseyen ve çıkardığı sonuçları devrimin yüksek çıkarları açısından yorumlayarak, buna devrimci tarzda müdahale etmeyi sorumluluk sayar. Bu açıdan bakıldığında başlatmış olduğumuz seferberliğin iki açıdan önemli olduğunu öncelikle vurgulamalıyız;

* Devrim ve devrim mücadelesindeki ısrarı anlatmaktadır. 

* Her türden yoğun ve kapsamlı saldırılara rağmen sürecin devrimci tarzda okunarak buna uygun politika belirlenmesinde aktif olunduğunu anlatmaktadır.

Halkların devrim hayali ve mücadelesinin bitirilmesi mümkün değil. Tüm bileşenleriyle HBDH de yaptığı eylemlerle, kitle çalışmalarıyla, militan devrimci yapısıyla devrim ısrarını, devrim mücadelesindeki kararlılığını sürdürüyor. Faşizmin topyekun saldırılarına, elindeki yüksek tekniğe rağmen böyledir.

HBDH, canlı ve dinamiktir. Devrimcidir. Ezilen halkların yüksek çıkarları için yola çıkmış, ona cevap olmaya çalışan birleşik mücadele aracıdır. Karşı devrimin her adımını izleyen, üstünlüklerini ve zayıflıklarını, çelişkilerini, çıkmazlarını tahlil-tespit ederek devrimci hamlelerle süreci devrimci tarzda ileriye taşımaya, mücadeleyi geliştirmeye kilitlenmiş bir iradedir aynı zamanda. Bu anlamda, kampanyamız da verdiği bu mesajlarla önemli bir yerde durmaktadır. Bunun altını önemle çizmek gereklidir.

Kampanyamız, faşizme karşı toplumun her kesiminden yükselen tepki ve isyanların dağınık ve parçalı oluşunun faşizmi durdurmaya yetmediğine dikkat çekerek, bu dağınıklığı giderme ve mücadeleyi her alanda birleştirerek bir adım daha ileri çekmeyi gelinen aşamada zorunluluk olarak görmektedir. Dün de hedefimiz buydu fakat bugün bu daha yakıcı bir hale gelmiştir. 

Bunu koşullayan nedenler nedir?

Faşizmin/AKP-MHP iktidarının, ekonomide, iç ve dış siyasette yaşadığı tıkanmanın geldiği boyut, tıkanmayı aşma adına fütursuzca ve dengesizce saldırıları, en son Ermenistan-Azerbaycan savaşında da görüldüğü üzere ayakta kalabilmek için savaşlara duyduğu ihtiyacın artmış olmasıdır. Tabiri caizse kontrolden çıkmış bir vaziyettedir faşist iktidar. Bu durum “kontrolsüz şiddet” gibi tehlikeli bir sürecin yanı sıra iktidarın zayıf haline de işaret etmektedir. İşte bu noktada toplumun ilerici dinamiklerinin, “artık yeter” diyen, değişim isteyen, başkaldıran, kadınların, gençlerin, ezilen inançların, çevrecilerin, farklı cinsel kimliklerin mücadelelerini bir adım daha ileriye taşıyacak ön açıcı devrimci bir özneye ihtiyacı gündeme getirmektedir. HBDH’nin, bu ihtiyacı yerinde tespit ederek, topyekun, bütün ilerici kesimleri, mücadeleleri kucaklayan devrimci bir seferberlik başlatması da bundandır. Kampanya ilanımızın girişinde “… Tüm Bileşenlerimize, Gerilla Alanlarından, Fabrika Hücrelerine, Alan Örgütlülüklerimizden, Milis Güçlerimize Kadar Tüm Birimlerimize, Kürdistan ve Türkiye’nin Tüm Ezilen Halklarına, Emekçilere, Kadınlara, Gençlere …” yaptığımız çağrı da bunu göstermektedir.

Faşizmi durdurmanın, geriletmenin veya yıkmanın tek yolu vardır, o da faşizme karşı en geniş şekilde halkın örgütlenmiş gücüdür. Silahlı devrim mücadelesiyle birleşmiş halkın devasa gücünün karşısında hiçbir karşı devrimci güç duramaz, duramamıştır da. Hedefimiz halklarımızın, örgütlendiğinde ve faşizme karşı mücadelede birleştiğinde sahip olduğu kahredici gücünü ortaya çıkarmak, faşizme karşı mücadeleyi daha ileriye taşımak ve büyütmektir.

AKP-MHP iktidarının, hem iç siyasette hem de dış siyasetteki  tıkanıklığı aşmak için Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da nelere yapıyor?

Kendine karşı olduğunu düşündüğü her şeye saldırmaktan, saldırganlığını sürekli arttırmaktan başka çaresi kalmamış durumdadır. Bugün görünen de budur. Sessiz ve biat etmiş bir toplum hayali kurmaktadır. Her şeyi keyfince yapmak, direnç gösterilmemesini sağlamak, istediği gibi at koşturmak istemektedir. İstediği sonucu alamayınca da daha fazla saldırarak sonuç almak istemektedir. İşçiye, emekçiye, aydına, doğaya, farklı ulus ve azınlıklara, farklı kimliğe, farklı inanca düşman bir iktidarla, faşist bir iktidarla karşı karşıyayız. Kendinden olmayana yaşam hakkı tanımayan bir düşman gerçeğiyle yüz yüzeyiz. TC devleti kurulduğu andan itibaren faşist niteliğiyle halklara karşı konumlanmıştır fakat AKP-MHP iktidarı bu konumlanışı daha ileriye taşımıştır. Baskı ve zulüm, yok sayma ve ötekileştirme, sömürü ve yağma sistemli olarak daha da pervasız bir hal almıştır. Şiddet ve katliam, işkence ve linç, tecavüz ve hak gaspı gündelik yaşamın her anına sirayet etmiş durumdadır. Örgütlü bir şiddet aracı olarak devlet görülmemiş düzeyde bu saydıklarımızı yeniden ve daha üst boyutta gündelik olarak üretir duruma gelmiştir. Sömürü ve zulüm karşısında sessizlik istiyorlar. Hak, hukuk, adalet, eşitlik arayışına tahammül edemiyorlar. Biat eden, şükreden, düşünmeyen, eleştirmeyen, verilenle yetinen bir toplum istiyorlar. Bunlar olmayınca da “ayak bağı” gördüklerini cezalandırmak istiyorlar. Her şeye, her yere, her kesime saldırıyorlar.

Bunun işçi ve emekçi kesime yansıması nasıl oluyor ve buna karşı ne yapılıyor?

İşçi ve emekçi kesim üzerindeki sömürü, pandemi koşullarıyla çifte katlanmış, işsizlik olgusu çalışan kesimleri üzerinde şantaja dönüştürülmüştür. Sağlıksız çalışma koşulları, güvencesiz çalışma ile “ölümüne çalışma” biçimine bürünmüştür. Sürekli artan işsizlik, çalışan kesim üzerinde baskı olarak kullanılmakta, hak arama mücadelelerinin karşısına “işsizlik” tehdidi olarak çıkarılmaktadır. Hakları peyderpey tırpanlanan, esnek çalışmaya zorlanan, sendikal örgütlenmesi engellenen, devasa işsizlikle terbiye edilmeye çalışılan işçi sınıfı ve çalışan emekçi kesimin bu durumdan memnun olduğu sanılmasın. Yapmak istediği her grev veya protesto gösterisinin “milli güvenlik” bahanesiyle yasaklanması veya şiddetle bastırılması, öfkesinin birikmesine de neden olmaktadır. “Yetmiyor, açız, çalışma güvenliğimiz yok” diyen ve taleplerini sıralayan işçi sınıfı nasıl bir güvenlik tehlikesi oluşturabilir ki. Tehlike, sermayenin çıkarının –kazancının zedelenmesidir. En son örnek olarak, soda ve krom üretim tesisleri ile tuz işletmesinde Petrol-İş’in aldığı grev kararının, genel sağlığı ve milli güvenliği bozduğu gerekçesiyle ertelenmesi dahi faşizmin işçi sınıfına yaklaşımını açıklamaya yetmektedir.

Diğer kesimler, mesela köylü, çiftçi ne kadar etkileniyor?

Köylü, çiftçilik yapamaz duruma getirilmiş, tekeller karşısında ezdirilmiş, toprağını terk etmek zorunda bırakılmıştır. Toprağını terk eden köylülük işsizler ordusuna kayıt olmuş durumdadır ve bu gittikçe artmaktadır. Ekilebilecek durumda fakat ekilmeyen tarım arazileri gittikçe büyümektedir. Fakat bunun yanında verimli topraklara rağmen tarım ürünlerini ithal eden bir durumdayız. Kendine fazlasıyla yeterli tahıl üretiminden, ithale muhtaç bir duruma gelinmiş olması tekellerin çıkarına üretilen politikaların sonucudur. Bu durum hayvancılık içinde geçerlidir. Besicilik yapmak, pazara sürmek, emek karşılığını almak mümkün değildir. Bu yüzden köylülük sınıfı üretim alanlarından çekilmekte, iş bulma ümidiyle şehirlere göç etmekte, işsizler ordusuna katılmaktadır.

Diğer yandan HES projeleriyle yalnızca doğa tahrip edilmemektedir, köylülük kesiminin yerleşim yerleri de ellerinden alınmakta, yerlerinden-yurtlarından kovulmaktadırlar. Yapılan barajlarla yerleşim yerleri, tarihi alanlar sular altında bırakılmakta, temiz su kaynakları üzerine yapılan HES’lerle, maden aramalarıyla sular zehirlenmekte, tarım ve yerleşim bölgeleri olumsuz etkilenmektedir. Köylülerin yaşam ve üretim alanları sürekli daraltılmaktadır. Betonlaşan, ranta açılan doğa karşısında çevre mücadeleside gittikçe büyümekte ve radikalleşmektedir.

İktidar, zihniyeti gereği kadın ve gençlik üzerinde tam hakimiyet kurmaya çalışıyor. Bu iki kesimdeki durumu nasıl görüyorsunuz?

Kadınlar üzerindeki baskının AKP-MHP faşist iktidarıyla birlikte katlandığını söylemek abartı olmayacaktır. Siyasal İslam’ın kadına biçtiği kadınlık rolü ve seküler yaşama açtığı savaş karşısında, kazanımlarını koruma mücadelesi veren kadın, sürekli tecavüz ve şiddetle karşı karşıyadır. İstisnasız her gün tecavüz, taciz edilmekte veya katledilmektedir. Devletin bu durum karşısındaki tavrı ise iğrenç düzeydedir. Tecavüzcüsüyle evlenmesini salık veren, “tahrik” gerekçesiyle kadını “adab”a uymasını söyleyen, mağduru değil de faili koruyarak erk egemen sistemi karanlık çağlardaki gibi inşa etmeye çalışmaktadır. İşte, evde, sokakta “cinsel obje” olarak saldırı altında olan kadın sömürü çarkının en çok ezileni olarak da isyanda olması bundandır. Kadınlar gidişattan memnun değillerdir ve bu memnuniyetsizliklerini sokakta dile getirmektedir. Bugün sokakların en aşina olduğu mücadele, kadınların mücadelesidir. Faşizm, kadınları sokaktan uzak tutmaya eve hapsetmeye kalktıkça, kadınlar sokağa daha çok çıkmaktadır, mücadelesi daha da çoğalmakta ve büyümektedir.

Gençliğin gelecek kaygısı daha da artmış durumdadır. Geleceksizlik, gelecek olarak gençliğe sunulmaktadır. Eğitimde fırsat eşitsizliği gittikçe derinleşmekte, dindar bir nesil yaratma adına türlü uygulamalar devreye sokulmakta. Gençlik, eğitimini tamamlasa dahi iş bulması daha da zorlaşmış durumdadır. İstatistiki veriler dahi, iş bulma ümidi olmayan gençliğin sayısının gittikçe arttığını belirtmektedir. Bu durum, geleceksizliğe hapsedilen gençliği çoğalttığı gibi, hoşnutsuzluğunu da arttırmaktadır. Egemen sınıfların medya ve internet-bilişim alanı üzerinden gençliği yönlendirmeye çalışması da bundandır. Potansiyel bir “başkaldırı” birikimi söz konusudur. Bu potansiyel kontrol altına alınmaya, gençliğin enerjisinin sokağa taşması engellenmeye çalışılmaktadır.

Bütün sorunların ve çözümlerinin kaynağının Kürt sorunu olduğunu; Kürt sorunu ile demokrasi diyalektiğini siz de kabul ediyorsunuz. Kürt sorunu ve Kürtler açısından nasıl bir dönemden geçiliyor?

Kürt sorunu, belki de en derin yara diyebileceğimiz sorunların başında gelmektedir. Ulusal demokratik hakları için mücadele yürütmesi, en barbar şiddetle bastırılmaya, “terörizm”le damgalanmaya çalışılan Kürt halkı, potansiyel tehlike olarak damgalanmış durumdadır. İş aramaya başka şehirlere mevsimlik işçi olarak giden Kürt, kadını-çocuğu-erkeği-yaşlısıyla linç saldırılarının hedefi olmaktadır. Burjuva hukuk normları içinde zaten kendini ifade etmesi, ulusal özgünlüklerini, haklarını yaşaması-yaşatması engellenen Kürt ulusunun siyaset yapma hakkı da her türlü komplo ve yasaklamaların hedefindedir. Yerel yöneticileri, siyasetçileri, seçilmişleri tutuklanmakta, işkencelere maruz kalmakta, seçimlerle kazandığı yerel yönetimleri gasp edilmekte, kayyımlar atanarak Kürt’ün iradesine darbe yapılmaktadır.

Kürtler, faşist iktidar için yalnızca iç siyaset de değil, Güney Kürdistan ve Rojava’ya dönük saldırı ve işgal siyasetinde de vazgeçmediği politik argüman durumundadır. TC devletinin “beka” sorunu, Kürt düşmanlığı üzerinden tarif edilmekte; Kürt’e uygulanan her türlü zulüm, katliam, tecavüz, baskı ve yasaklama meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.

Aleviler başta gelmek üzere ezilen inançlar, ilerici aydın ve yazarlar, düşünürler, sanatçılar vb vb.. daha sıralanabilecek büyük bir toplumsal kesim baskı altındadır. Sırf saydığımız bu kesimler değil, burjuva muhalefet dahi bu baskılardan nasibini almaktadır.

İçeride bunları yapan iktidarın, dış siyaseti de buna göre mi şekilleniyor?

Türkiye-Kuzey Kürdistan’da bunlar olurken, dış siyasette de iyi şeylerin olduğu söylenemez. İflas eden ve herkesle çatışan bir dış politikanın içinden çıkılamaz sorunlara neden olduğunu görüyoruz. Dört parça Kürdistan’daki her demokratik kazanım, faşist diktatörlüğü haylice rahatsız etmektedir. Kürt ulusunun demokratik-ilerici kazanımları işgal saldırılarıyla bertaraf edilmek istenmektedir. Güney Kürdistan ve Rojava’ya dönük saldırıların esası budur. Nasıl ki Türkiye-Kuzey Kürdistan’da halkların demokratik kazanımlarının düşmanı olarak konumlanmışsa sınırın öte tarafında da Kürtlerin demokratik kazanımlarına müdahaleyi kendinde hak olarak görmektedir. Irak’ın, Suriye’nin iç işlerine Kürtleri bahane ederek müdahale etmektedir. İşgal saldırıları düzenlemekte ve Kürt yerleşim yerlerini işgal etmektedir.

AKP-MHP faşist diktatörlüğü dış siyasette bir tıkanmayla karşı karşıyadır. Pandemi süreci tüm dünyayı etkisi altına almış durumdadır. Ne eski şaşalı ihracatlardan ne de sanayi üretiminden bahsedebiliyoruz. Daralan ekonomi, iflaslar, işsizliğin devasa boyutlara ulaşması, açlık ve yoksulluk girdabına çekilen halk kitlelerinin sürekli artmasıyla büyük toplumsal çalkantılara gebe bir süreci hazırlıyor. Bu süreç, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da halk kitlelerindeki hoşnutsuzluğun, TC devletinin temel kurumları arasındaki çatışmaların, faşist iktidarın yönetme kabiliyetini kaybetmeme kaygısının büyümesinde gözle görülür bir vaziyet almıştır.

Tüm bunlara dış siyasette Libya, İdlip, Güney Kürdistan, Rojava, Akdeniz ve Kafkaslarda izlediği yayılmacılığı ve halkların sırtına binen acı sonuçlarını da eklediğimizde ortaya çıkan tablo netleşir. Bataklığa saplanan ve fakat bataklıktan çıkmak için debelendikçe daha da batan birinin son çırpınışları gibi, AKP-MHP faşist iktidarı da gerici hedeflerine ulaşmak için saldırdıkça saldırıyor ve düşmanlarını çoğaltıyor. Durum biraz da bu.

Birleşik devrim güçleri, mücadelelerini nasıl sürdürecek, kampanyayı büyütecek devrimci seferberlik nasıl gelişebilir?

HBDH, kurulduğundan/ilan edildiğinden bugüne azımsanmayacak bir mücadele birikimi elde etti. Birçok alanda birleşik mücadelenin gelişimi için çaba harcadı, bazı alanlarda başarılı adımlar attı, bazı alanlarda ise istediği sonuçlara hala ulaşmış değil. Mücadelenin doğası bu. Dümdüz bir rotada ilerlemiyor mücadele. Bileşenlerinin kendi özgünlükleri, örgütlülük düzeyleri, genel siyasi çizgileri ve devrim perspektifleri düşünüldüğünde bunun çok kolay bir şey olmadığı anlaşılabilir. Bu konuda karamsar değiliz, aksine devrimci iyimserliğimizi güçlü bir şekilde koruyoruz. Yürüttüğümüz kesintisiz çalışmalar ve ilan ettiğimiz devrimci seferberlik bunun göstergesidir.

Azımsanmayacak bir birikimden bahsettik. Bu birikimler, yetersizliklerimizi aşmada, daha iyisini ve daha ilerisini yapmada bize yol gösterecektir. Ortaklaştığımız ve mücadeleyi geliştirdiğimiz alanları daha ileri taşıyarak yetersiz kaldığımız alanlarda da birleşik mücadelenin gelişmesini sağlayacağız, bundan kuşkumuz yoktur.

İlan ettiğimiz devrimci seferberlik bir açıdan buna hizmet edecektir. Örgütlü olduğumuz tüm alanlar mücadelelerini yoğunlaştırıp bir adım daha ileri taşıyacaklardır. Buzkıran görevi gerillalarımızda, milislerimizde, KBDH’nin militanlarındadır. Bunun faşizme karşı mücadelede halklara cesaret, moral vereceği, birleşik mücadelenin daha geniş şekilde örülmesine hizmet edeceği söylenebilir. Bu konuda halklarımızın kendi örgütlü güçlerine güvenmeleri, örgütlülük düzeylerini ve mücadelelerini yükseltmeleri bu seferberliğin başarısında belirleyici olacaktır.

Halkın, devrimin örgütlü güçlerinden beklentisi büyüktür. Örgütlü güçlerimiz kendini daha görünür kıldıkça, halkın bu mücadeleye, toplumun ileri kesimlerinin bu mücadeleye destek vermemesi, sahiplenmemesi mümkün değildir. Öncülük budur. Her bir mücadele alanı kendi özgünlüğüne uygun seferberlik başlatarak toplumun her kesimine öncülük yapmalı ve kampanyayı güçlendirmeli, genişletmeli, yaygınlaştırmalıdır. O zaman, kampanyamız büyür, seferberlik tüm toplumu kucaklamış olur. HBDH olarak yetersiz kaldığımız, öncülük yapamadığımız alanlara da ulaşmış ve birleşik mücadelenin yeni mevzilerini de oluşturmuş oluruz.

İşçiler, emekçiler, kadınlar ve gençler, daha fazla neler yapabilir?

Emekçi ve ezilen halklarımız faşist iktidarın saldırıları karşısında alternatifsiz ve çözümsüz değildir. Dayatılan bu yoksulluk, zulüm ve baskı halklarımızın kaderi de değildir. Çözüm tam da asıl muazzam gücü kendisinde barındıran halklarımızda, onların devrimci eylemlerindedir. Bugün bu gücü açığa çıkarmanın tam zamanıdır, yoksa coğrafyamız, bölge ve dünyamız gerici egemenlikler tarafından daha büyük felaketlere sürüklenecek, insanlık ve doğa daha çok yıkımla karşı karşıya kalacaktır. Yani aktif ve güçlü bir mücadelenin yaratılması zorunluluktur. Bunun için de bugün parçalı-dağınık, tek tek gerçekleştirilen karşı koyuşların ortak mücadele zemininde birleştirilmesi günün en acil görevidir. Şimdi tüm alanlarda bu görev bilinciyle HBDH’ın başlatmış olduğu kampanya etrafında seferber olarak eyleme geçme zamanıdır.

Unutmayalım ki; tüm gerici ve faşist iktidarlar dün olduğu gibi bugün de halkların birleşik devrimci enerjisi ve eylemiyle tarihe gömülecektir ve yine dün olduğu gibi bugünde özgür bir geleceği yaratmak için mücadele edenler mutlaka kazanacaktır.

Özet çağrımız şu olabilir: Faşizmin geleceğimizi daha da karartmasına izin vermeyelim, kendi geleceğinize sahip çıkalım. Faşizmi tarihin çöplüğüne gönderecek kahredici güce sahibiz, bunun farkına varalım. Birleşelim, örgütlenelim, birleşik mücadele ile devrim mücadelesini geliştirelim.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz