Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “Erkeğin yaşamla ve yaşamın kadınla barışması sağlanmadıkça mutluluk da boş bir hayal olacaktır” derken, kadın devrimini şart görüyor.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü vesilesiyle, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın kadın meselesine dair fikirlerini, ‘Bir Halkı Savunmak’ ve ‘Ortadoğu’da Uygarlık Krizi’ adlı savunmalarından derledik.
Köklü bir kadın devrimi, dolayısıyla erkeğin zihniyet ve yaşam değişikliği yaşanmadan yaşamın kurtuluşunu olanaksız bulan Öcalan, “Erkeğin yaşamla ve yaşamın kadınla barışması sağlanmadıkça mutluluk da boş bir hayal olacaktır” diyor.
“Geleneksel hiyerarşinin kadın üzerinde geliştirdiği erkek egemenliği uygarlık tarihi boyunca hep yetkinleştirilmiştir. Ulus-devlet formunda azamileşen iktidar, bu gücünü büyük oranda yaydığı ve yoğunlaştırdığı cinsiyetçilikten alır. Cinsiyetçilik, en az milliyetçilik kadar iktidar ve ulus-devlet üreten bir ideolojidir. Normal bir biyolojik işlev değildir. Erkek egemen için kadın cinsiyeti, üzerinde her tür ihtirasını gerçekleştirdiği bir obje, nesnedir. Kutsal Kitaplardaki “Kadın tarlanızdır, istediğiniz gibi sürebilirsiniz” deyimiyle, modernitenin “Kadın bir saz gibidir, istediğiniz gibi çalabilirsiniz” deyimi bu gerçekliği dile getirir. Ayrıca “Sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyin” deyişi egemenliğin faşist karakterini yansıtır.
EN AZ KAPİTALİZM KADAR TEHLİKELİ
Toplumsal cinsiyetçilik en az kapitalizm kadar tehlikeli bir toplumsal canavardır. Ne yazık ki, amansız ve kurnaz erkek egemenliği bu olgunun hakikatinin açığa çıkmasını engellemek için gözü kara bir tutum içindedir. Kapitalizm kadar araştırmayı gerektirdiği halde, en karanlıkta bırakılan toplumsal alandır. Tüm iktidar ve devlet ideolojileri ilk kaynağını cinsiyetçi tutum ve davranışlardan alırlar. En derin, örtbas edilmiş ve üzerinde her tür kölelik, baskı ve sömürünün gerçekleştiği toplumsal alan kadın köleliğidir. Tüm iktidar ve devlet biçimlerinin üzerinde denendiği, kaynak bulduğu toplumsal nesnedir.
Kadın köleliğinin bu özelliklerinin derin bilinciyle hareket eden kapitalizm ve ulus-devlet, kadını en geliştirilmiş sermaye ve iktidar aracı olarak kullanmaya büyük özen gösterir. Çok iyi bilmek gerekir ki, kadın köleliği olmadan hiçbir kölelik biçimi gelişme ve yaşama şansına sahip değildir. Kapitalizm ve ulus-devlet, en kurumsallaşmış egemen erkeği ifade eder. Daha açıkçası, kapitalizm ve ulus-devlet, zorba ve sömürgen erkek tekelciliğidir. Belki de bu tekelciliği parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur.
Kadın konusunda erkeğin bencilliği ve gözü karalığı güncel bir olgu olarak her saat gözlemlenebilir. Bu konuda da hiçbir ahlâkî ve hukuki kural tanımadan, her toplumsal tabakada gözünü kırpmadan cinayet işleyebildiği de vicdanı olan herkesin göz ardı edemeyeceği bir gerçekliktir. Bu tutumlar çoğunlukla aşk adına sergilenir. Hâlbuki aşkın hakikatle ilişkisi az çok yorumlandığında, bu söylemin en aşağılık bir yalan olduğu hemen anlaşılacaktır. Ne bitkiler ne hayvanlar aleminde, hatta ne de ‘cansız’ diye yorumladığımız fizikî âlemde aşka konu olan hiçbir özne bu tür bir eyleme asla yönelmez. Anlamı hala çözümlenemeyen bazı sapmalar gözlemlense de, insan türündeki bu yönlü cinayetlerin nedenleri ve anlamı açık ki çok farklıdır. Egemenlik ve sömürüyle bağı öncelikle belirtilmesi gereken hususların başında gelmektedir.
YAŞAMA İHANET EDEN ERKEK
Sorulması gereken temel soru, erkeğin neden kadın konusunda bu kadar kıskanç, tahakkümcü ve cani kesildiği, yirmi dört saat tecavüzcü konumla yaşamaktan vazgeçmediğidir. Şüphesiz tecavüz ve tahakküm toplumsal istismar kavramlarıdır. Olup bitenin toplumsal niteliğini ifade etmektedir. Daha çok da hiyerarşiyi, ataerkilliği ve iktidarı çağrıştırmaktadır. Daha derinlikte yatan bir anlamı ise, yaşama ihaneti ifade etmektedir. Kadının yaşamla çok yönlü bağlılığı erkeğin toplumsal cinsiyetçi tutumunu açığa kavuşturabilir. Toplumsal cinsiyetçilik, yaşam zenginliğinin cinsiyetçiliğin köreltici ve tüketici etkisi altında yitimini, bunun doğurduğu öfke, tecavüz ve hâkimiyetçi tutumu ifade eder.
Kadındaki kölelik hiçbir kölelik biçimiyle karşılaştırılmayacak denli karmaşık ve yaşamsaldır. Uygarlık tarihi içinde kadın köle pazarı, cariyelik, haremlik kurumları olguyu kısmen yansıtabilir. Fakat kapitalist modernitenin kadın üzerindeki uygulamalarının haddi hesabı yapılamayacak denli çoğaltılmıştır. Hiçbir uygarlık kapitalizm kadar kadın üzerinde oynamamış, istismarını kurumsallaştıramamıştır. Olgu o denli istismar edilmiştir ki, kadınların ezici çoğunluğu kendilerini en alçakça durumlara indirgeyen uygulamaları kadının temel kimlik özellikleriymiş gibi yansıtmaktadır. Hatta kendilerini oyunların bir parçası olarak oynamakta sakınca görmeyecek kadar ele geçirilmiş bulunmaktadır. Sadece olgusal baskı ve sömürüden bahsetmiyoruz. Yaşamın hücrelerine kadar özümsetilmiş bir köleliği ses, renk, beden ve zihniyet biçimleri olarak gönüllü sunmaktan çekinmemektedir. Toplumsal hakikatle bağını yitirmiş, tamamen sahnede oynatılan bir yaşamdan ibaret hale getirildiklerinin farkına bile varamamaktadır. Daha doğrusu bu imkânı bulamamaktadır. Yaşamın onurunu ve hakikatini kazanabilmek için kadın etrafındaki sisleri dağıtmak olanca yakıcılığıyla önemini korumaktadır.
AİLENİN İFLASI
Modernitenin maskesini düşüren kurum yine ailenin iflas durumudur. Batı uygarlığında ailenin iflası sadece toplumsal bağların zayıflığını göstermez; toplumla olan çelişkisinin, krizin ve kaotik durumun derinliğini gösterir. Nasıl ki kadın köleliği toplumsal köleliğin düzeyini belirliyorsa, kadın-erkek ilişkilerindeki kaotik durum da günümüz kapitalist modernitesinin çelişkisini ve kaotik durumunu yansıtır.
Toplumun şiddetle beslenme geleneği en alt birim olarak ailede daha da nefes aldırmaz düzeydedir. Özellikle kadın üzerinde görünmez bir savaş halidir. Şiddetten titremeyen tek bir kadın hücresi yok gibidir. Çocukların durumu da aynıdır. Temel eğitim yöntemi şiddettir. Şiddetle terbiye edilmiş çocuktan, büyüdükten sonra aynısının bekleneceği açıktır. Şiddete dayalı egemenlikten gurur duyulur, haz sağlanır. İktidar ve şiddete dayalı güçlülük duygusunun en tehlikeli toplumsal hastalık olarak değerlendirilmesi gerekirken, en yüce ve keyifli duygunun kendisi olarak ilan edilir. Lanetlenmesi gereken bir olgu, en çok yüceltilen bir erdem olarak sunulur.
Toplumsal cinsiyetçilik kadın-erkek ilişkilerindeki iktidarla sınırlı bir kavram değildir. Toplumsalın her düzeyine yayılmış bir iktidarcılığı ifade eder. Moderniteyle azamileşmiş devlet iktidarını gösterir. Hiçbir nesne kadın kadar tahrik ettirme ve iktidara konu arz etme durumunda değildir. Kadın nesneleştirilmiş bir varlık olarak iktidarı azami kılma özelliklerine sahiptir. Sürekli tahrik ettirilme ve iktidarı çoğaltma konumunda tutulur. Kadının iktidarla ilişkisini bu kapsam üzerinde çözümlemek, hakikatini açığa çıkartmak açısından önemlidir. Her erkek iktidar hırsını kadında gerçekleştirme zihniyetine fazlasıyla sahiptir. Aynı zihniyet kadın cinsinin birbirleri ve çocuklar üzerindeki iktidar hırsı olarak daha da çoğalır ve uygulanır. Bu sefer kadın kadının kurdu olur. Zincirleme reaksiyon denilen olay budur. Kadının kapitalist sömürü sistemindeki rolü çok daha açık ve elverişli durumdadır. Sistem için ücretsiz doğurma ve büyütmekle yetinmez, en az ücretle her işe koşturulur. İşsizler ordusunun baskı ve ücret sistemini sürekli düşürme pozisyonunda tutulur. Ne acıdır ki, en kahırlı emeğin sahibi olduğu halde, Marksistler de dahil, hiçbir öğreti kadının haklarından ve emeğinden bahsetme gereği duymaz. Bunun için gerekli çözümleme ve politik tutumu geliştirmez. Erkek egemenliğinin, toplumsal cinsiyetçiliğinin yaygınlığını kanıtlayan bir gösterge de kadın emeğiyle ilgilidir.
Şüphesiz her cinsiyet türünün olduğu gibi kadının da bir doğası vardır. Toplumsallıktan öte biyolojik cins olarak kadının daha merkezi öğe olduğunu, biyoloji bilimi her geçen gün artan kanıtlarla desteklemektedir. Özcesi kadın fiziği erkeği kapsamakla birlikte, erkek fiziği kadını kapsayamamaktadır. Kadın doğası kendine karşı daha güvenli dururken, erkek adeta yerinde duramaz. Kadın etrafında dönen bir bela gibidir. Tüm bu gözlemler kadın fiziğinin zaaf yüklü değil, daha merkezi olduğunu kanıtlıyor. Bu nedenle kadın öncelikle erkek egemen kültürün dayattığı ‘eksikli, hastalıklı’ tanımını derhal reddetmelidir. Tersinin doğru olabileceğini erkeğe hissettirebilmelidir. Kadın fiziğine ilişkin kendine güvenmeli derken bu önemli gerçeği kast ediyoruz.
Bu fiziksel oluşumun doğal sonucu kadındaki duygusal zekânın daha güçlü olmasıdır. Duygusal zekâ yaşamdan kopmayan zekâdır. Empati ve sempatiyi güçlü taşıyan zekâdır. Kadında analitik zekâ geliştiğinde bile güçlü duygusal zekâsından dolayı daha dengeli, yaşamla bağlantılı ve tahripkâr olmaktan uzak durmaya daha yeteneklidir. Erkek kadın kadar yaşamın ne olduğunu anlamaz. Yaşamın kendisi olan (Aryen dil grubundan olan Kürtçede Jîn, yaşam demektir. Aynı zamanda kadın anlamına gelir) kadın, yaşamın bütün yönlerini riyakârlıktan uzak, saf ve yalın haliyle görme yeteneğidir. Bu yeteneği güçlüdür. Bunu şahsi yaşamımızda da çok iyi bilmekteyiz.
Entrikacı, yozlaştırıcı, fahişe vs. sıfatlı kadın gerçeğinin acımasız sorumlusu erkektir. Hiçbir kadın kendi halinde kaldıkça entrikacılık, fahişelik yapma gereği duymaz. Fiziği, biyolojik varlığı buna uygun da değildir. Entrikacılığın ve fahişeliğin gerçek yaratıcısı erkektir. Bilinen ilk genelevi Sümer başkenti Nippur’da M.Ö 2.500’lerde ‘musakkatin’ adıyla açanın erkek iktidarı olduğunu biliyoruz. Buna rağmen utanmadan sanki fahişelik kadın yaratımıymış gibi bir yaklaşımı sürekli canlı tutar. Kendi eserini, doğurduğu suçluluğu kadına mal ederek, sahte bir namus anlayışı geliştirerek olmadık lanetlenme ve dayağı, katliamı kadından eksik etmez. Bu ilave tanımlamadan çıkarabileceğimiz sonuç, erkeğin öncelikle ideolojik saldırısına karşı yetkin durmadır. Erkek egemen iktidarcı zihniyete karşı kadının özgürlükçü doğasal zihniyetini yetkin kılıp öncelikle ideolojik alanda kazanmayı iyi bilmek, tam sağlamak gerekir. Unutmamak gerekir ki, geleneksel kadınsı teslimiyet fiziki değil toplumsaldır. İçerilmiş kölelikten gelir. O halde öncelikle ideolojik alanda teslimiyet düşünce ve duygularını yenmek gerekir.
Kadın özgürlüğü politik alana yönelirken, savaşımın en çetin yanıyla karşı karşıya olduğunu bilmelidir. Politik alanda kazanmayı bilmeden, hiçbir kazanım kalıcı olamaz. Politik alanda kazanmak demek, kadının devletleşmesi hareketi değildir. Tersine, devletçi ve hiyerarşik yapılarla mücadele, devlet odaklı olmayan, demokratik, cins özgürlüğünü ve ekolojik toplumu hedef alan siyasal oluşumları yaratmak demektir. Hiyerarşi ve devletçilik en çok kadın doğasıyla uyuşmazdır. Dolayısıyla anti-hiyerarşik ve devlet dışı siyasal oluşumlar uğruna kadın özgürlük hareketi öncü rol oynamak durumundadır. Köleliğinin politik alanda yıkılması özünde bu alanda kazanmayı bilmesiyle mümkündür. Bu alan mücadelesi kapsamlı demokratik kadın örgütlenmesini ve mücadelesini gerektirir.
Ortadoğu toplumu ikinci bir tarım-köy devrimine ihtiyaç duyduğu gibi, bu toplumun ikinci bir kadın devrimine de ihtiyacı vardır. Anaerkillik neolitiğin kadın devrimidir. Daha doğrusu muhteşem neolitik devrim bir kadın devrimiydi. İnsanlığın halen mirası üzerinde geçindiği bir devrimdir. Ataerkin, uygarlığın ve modernitenin karşı-devrimiyle yıkılan ve kadının en derin köleliğini, sömürüsünü doğuran ve tüm topluma yaygınlaştıran bu büyük karşıdevrim günümüzde sistematik krizini ve kaotik durumunu bütün toplumsal alanlarda yaşıyor, çözüyor. Kadına dayatılanın yaşama ihanet olduğu anlaşılıyor. Yaşanmak isteniyorsa, öncelikle bunun kadınla yeniden karşılıklı bilgelikle güç dengesi içinde güzellik ve yücelik duygularının üretilmesi ve paylaşılmasının başarılması gerekiyor. Bu gerçeğin inşa edilmesi, hakikatine varılması gerekiyor. Bu konuda tekilin ve evrenselin yani somut kadın ve erkekle ideal soyut erkek ve kadınlığın iç içe yaşanması gerekiyor. Yaşanması için bilincinin ve iradesinin oluşturulması gerekiyor. Mülk olarak, sahip olarak birbirini köklü olarak terk etmek gerekiyor. Geleneksel namus yerine, güzelliğin ve soylu kişiliğin çekiciliğini geçerli kılmak gerekiyor.
KADIN DEVRİMİ OLMADAN KURTULUŞ OLANAKSIZ
Köklü bir kadın devrimi, dolayısıyla erkeğin zihniyet ve yaşam değişikliği yaşanmadan yaşamın kurtuluşu olanaksızdır. Çünkü yaşamın başat kendisi olan kadın kurtulmadan, yaşamın kendisi hep bir serap olarak yaşanacaktır. Erkeğin yaşamla ve yaşamın kadınla barışması sağlanmadıkça, mutluluk da boş bir hayal olacaktır. Kadın ve özgür yaşam için toplumsal gerçekler sınırsızdır. Ortadoğu toplumu, kadını yaşadığı uygarlık ve fethine uğradığı moderniteyle düşürüleceği kadar düşürülmüş, kendisi olmaktan çıkarılmış, nesne konumuna getirilmiştir. Toplumsal sorunun kadın üzerinde çözümlenmesi ve çözümüne aynı olgu üzerinden gidilmesi doğru bir yöntemdir. Sorunların anasına ancak çözümlerin anası olan kadın devrimi dayatılarak hakikate doğru adımlarla varılabilir.
Demokratik modernite çözümü kadın sorunu ve devrimi konusunda idealli ve eylemlidir. Demokratik modernite ulusları kadınsız projelenip uygulanacak projeler değildir. Tersine, her adımında kadınla bilgeliğin ve eylemliliğin paylaşılmasıyla gerçekleştirilecek devrimlerdir. Ekonomik toplum, inşasında kadın öncülüğünde gerçekleştiği gibi, yeniden inşasında da kadının komünal gücünü gerektirir. Ekonomi kadının öz toplumsal mesleğidir, eylemidir. Ekoloji ancak kadın duyarlılığıyla toplumla buluşturulacak bilimdir. Kadın kimlik olarak çevreseldir. Demokratik toplum kadın zihnini ve özgür iradesini gerektiren toplumdur. Demokratik modernite açıkçası kadın devrimi ve uygarlığı çağıdır.”