Öcalan’a ve Kürtlere yapılan komploya ilişkin bazı notlar

0
912

KEMAL SOBE-

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 1998’in Ekim ayında Suriye’ye yapılan baskılar sonucu, Suriye’den ayrılmak zorunda kaldı. Abdullah Öcalan, ezilen dünyaya daha
yakın olduğuna inandığı Rusya’ya gitmeyi tercih etmişti. Sovyetlerin dağılması, Sovyet sosyalist devletinin çökmesi, bambaşka bir Rusya’nın ortaya çıkmasına yol açmıştı. Sovyetler Birliği var olsaydı, Öcalan yüksek ihtimal kabul edilirdi, kalırdı.

Rusya’da Yeltsin ve ekibi, Öcalan’a ”burda kalamazsın” demişlerdi. Bu duruma, Öcalan sonraları ”kendi sistemlerine, sosyalizme ihanet edenlerden başka ne beklenir” şeklinde
değerlendirme yapacaktı. Abdullah Öcalan, Rusya’nın böyle yaklaşması karşısında hayal kırıklığı yaşamıştı. Rusya’daki Kürt kurum temsilcilerini de yeterli bir diplomasi
yürütmemekle de eleştirmişti. Abdullah Öcalan, Rusya’dan sonra, dost bildiği Yunanistan’a gitti ama içeriye bile alınmadan havaalanında bekletildi. Yıllarca kendilerini Kürtlerin dostu olarak gösterenler ya da Kürtlerin dost olarak bildikleri ülkelerin gerçek yüzleri ortaya çıkıyordu.


Yapılan hiçbir siyasi-diplomatik girişim olumlu sonuçlanmamış Öcalan, gümrükten içeri bile girememişti. Abdullah Öcalan, tekrar Rusya’ya gitmiş fakat yine kabul edilmemiş, en son İtalya’ya gitmiş iltica etmişti. Ancak, büyük bir komplonun olacağını sezmişti. Çünkü Öcalan, insan hakları ve demokrasinin beşiği olduğunu iddia eden Avrupa’ya gelmiş, Kürt sorununu diplomatik yollarla çözmeyi tercih etmiş, böyle bir yolla Kürt sorununu çözebileceğinin hesabını yapmıştı. Ancak ne varki Avrupa, iki yüzlü hareket etmişti.

Öcalan, İtalya’da bir süre kaldıktan sonra, hiç aklına bile gelmeyeceği bir ülkede, Kenya’da Yunanistan büyükelçiliğinde kısa süreli bir beklemeden sonra planlı bir komplo ve takiple Türkiye’den giden özel bir ekiple Türkiye’ye getirilmişti. Türkiye’den giden ekip, Öcalan’ı
kaçırıp Türkiye’ye getirmişti ama Öcanlan’ın takip edilmesi, kaçırılmasının planlanması ve uygulanmasının hepsi Amerika, İsrail ve birçok Avrupa gizli servislerinin eliyle oldu.


Bu kaçırma olayı sadece Türkiye’nin tek başına yapabileceği bir iş değildi, arkalarında dünya vardı, bundan dolayı uluslararası komplo diyoruz. Her Avrupa ve bölge ülkelerinin
bu komploda parmağı ve kendilerine göre de hesapları vardı. Avrupa’nın insan haklarının ve özgürlüklerin beşiği olmadığı net olarak anlaşılmıştı. Kendi yasalarını bile hiçe saymışlardı.
Normal koşullarda Abdullah Öcalan’a Suriye’de çıkma konusunda bile baskı hakları yoktu. Yoktu, çünkü Öcalan Suriye’de UNİTED NATİONS mülteci kriterleri koşullarında kalıyordu. Yani Öcalan, Suriya’de siyasi bir mülteci olarak kalıyordu. Bir ülkede siyasi mülteci olarak kalan bir kişiye o ülkeden çık deme hakkı yoktur ve BM’nin korumasındadır, ama mesele Öcalan ve Kürtler olunca durum değişti. Çünkü Öcalan bir kişi olmaktan öte bir durumu ifade ediyordu.


Abdullah Öcalan, Ortadoğu’da Kürtler ve halklar şahsında yeni bir siyasi çizgi demekti ve bu yeni siyasi çizgi Avrupa ve Amerika’ya alternatifti. Öcalan’ı kabul etmemeleri siyasi biri olmadığı için değildi tabiki. Avrupa ülkeleri uluslararası kanunları ve kendi yasalarını hiçe saymış, bir halkın önderini korsanca yakalamış, Türkiye’ye teslim etmişti. Avrupa,
yüzyıldır Türkiye’de bir Kürt sorunu olduğunu, son 36 yıldır da fiili bir savaş olduğunu pekala çok iyi biliyor. Bu savaşta yıllarca Türkiye’yi her yönden desteklemiş, Kürt sorununun çözümüne bizzat engel olmuşlardır. Avrupa’nın Kürt sorununun çözümünü engellemesi Türkiye’deki Kürt karşıtı devlet aygıtını ve ırkçı çevreleri daha katı hale getirmiş, inkar politikası katmerlenerek devam etmiştir. Türkiye, Kürt karşıtı bir siyasal zemin üzerine kurulmuştu.


Devletin, Kürt karşıtı olmasına rağmen, Avrupa Ülkeleri eğerki biraz demokratik hareket edip Kürtler konusunda ekonomik ve siyasal çıkar ve menfaat hesapları yapmasalardı, Kürt sorununa insani ve demokratik bir pencereden yaklaşıp ele alsalardı, inkar bu kadar gelişemez ve Kürt sorunu şimdiye kadar bir çözüme kavuşabilirdi. Türkiye’de Kürt karşıtı katı bir ulus devlet yapısı var,
ama Avrupa da bu katı ulus devlet yapısını sürekli destekliyor. İşin içine siyasi ve ekonomik ilişkiler, çıkarlar girince Kürtler unutuluyor, çıkarlara kurban ediliyor. Rusya gibi, ezilen dünyaya daha yakın olarak bildiğimiz bir ülke kalkıpta mavi hat projesi karşılığında Öcalan’a kalma izni vermemiş, Kürt sorununu aklına bile getirmemişti. Yunanistan da Kıbrıs ve Ege konusunda Kürt sorununa yaklaşımı çıkara dayalıydı. Bütün yaklaşımlar emperyalist etiketli yaklaşımlardı. PKK’nin Ortadoğu’da halkların demokratik birlikteliğine dayalı yeni yaşam paradigması Amerika, Avrupa sermayesini çok korkutmuştu. İngiltere, Fransa ve Avrupa Türkiye’ye kendi çıkarlarını koruma
karşılığında Kürtleri inkar etme imkanı verilmişti. Yani Türkiye, Avrupa ve Amerika’nın bölge karakolu ve yerel emperyalist gücü olmaya devam ettiği sürece, Kürtlerde hem inkar edilecek, hem de katliama uğrayacaklardı.


Abdullah Öcalan’a yönelik yapılan bu uluslararası komplo öyle basit sıradan bir komplo değildir, bizzat Kürt halkına yönelik geliştirilen, kökleri yüz yıl öncesine dayanan bir siyasetin sonuçlarıdır. Öcalan’a yönelik yapılan komplo Kürtler ve bölge halklarına yönelik yapıldı. Emperyalist ülkeler ve Türkiye, Öcalan’ın korsanca yakalanıp Türkiye’ye getirilmesinden sonra, PKK’nin üç beş ay gibi kısa
bir sürede dağılacağının hesaplarını yapmışlardı. Kürt halkının, başta Kürdistan, Türkiye, bölgede ve Avrupa’da kendi önderlerine sahip çıkması, emperyalistlerin hesaplarını bir ölçüde boşa çıkarmış, PKK’nin daha güçlü olmasını sağlamış, ulusal devrimci mücadelenin günümüze kadar daha çok gelişmesini ve güçlenmesini sağlamıştır.


22 yıldır Abdullah Öcalan’ın İmralı’da ne gibi şartlarda, koşullarda tutulduğunu hepimiz biliyoruz. Abdullah Öcalan’ın Kürdistan ve Türkiye merkezli olarak geliştirdiği demokratik ulus paradigması Ortadoğu’da bütün dengeleri değiştirecek niteliktedir. Avrupa ve Amerika’yı en çok korkutan budur.
Öcalan’ın kabul edilmemesi, Kürtlerin hala inkar edilmesi, Kürdistan’ın özelliklede son 7-8 yıldır açık bir savaş ülkesi haline getirilmesi, yukarıda adı geçen ve yüz yıllık bir geçmişi olan tavşan kaç tazı tut siyasetinin yol açtığı sonuçlardır. Emperyalist sistem ve onun uzantıları olan bölge katı ulus devletlerini aşmanın yolu demokratik uygarlık manifestosudur. Demokratik ulus paradigması hem
bölge halklarını demokratikleştirip kaynaştırır ve hem de emperyalizmin bölgedeki yüz yıllık etkisini kırar ve ileriye dönük hesap planlarını da işlevsiz bırakır. Emperyalist ülkelerin Türkiye ile mevcut politikaları devam ediyor.


Demek ki Avrupa ve Amerika’nın hedefi, kurdukları emperyalist-kapitalist, sömürü sistemleri gereği,
çıkar ve menfaattır. Bunların demokrasileri kendilerine bile yetmezken, kalkıpta biz Ortadoğu’ya demokrasi ve özgürlük götürüyoruz demeleri aslında savaş ve göz yaşından başka bir şey değildir. Demokrasi götürülmez, verilmez, demokrasi mücadele edilerek kazanılır. Kürtler kendi önderlik ve partisiyle demokrasiyi kazanma mücadelesini 40 yıldır veriyorlar ve Kürt halkı artık Ortadoğu’nun en demokratik halkı halkı olmayı başarmıştır. Kürtler sadece bununla da yetinmeyecekler, demokrasiyi, demokratik ulus paradigmasıyla bütün Ortadoğu’ya mal edecekler.


Ekim 1998’de Kürt Halk Önderi Abdullan Öcalan’a yönelik yapılan bu uluslararası komployu şiddetle kınıyorum. Komplocuların hevesleri kursaklarında kaldı. Komplocular kaybetti, Kürtler kazandılar. Kürtler özellikle Rojava devrimiyle ulusal birlik konusunda büyük bir mesafe kat ettiler, yekvucut olup inkar siyasetine gereken dersi ve ayarı verip, önderlerine, kimliğine, ulusal devrimci hareketine sahip çıktılar. Kürtler bugün en parlak dönemini yaşıyorlar. İnkarcılar, binlerce yıllık bir kimlik ve halkın öyle kolay asimile etme hesabını yapmışlardı ama büyük yanıldılar. Binlerce yıllık bir tarihi ve kültürü olan Kürtlerin öyle kolay
yem olmayacaklarını anlayamadılar. PKK, inkarcıların midesine bir hançer gibi saplandı, inkarcı siyasete kırk
yıldır en büyük darbeyi vurdu, etkisizleştirdi. Kürtlerin şimdi yapmaları gereken bütün Kürtlerin ulusal birlik temelinde ulusal mücadeleyi dört parçada daha çok geliştirip, kendi kaderlerini tayin etmeleridir. Bölgecilik, Kürtlere yarar değil, zarar verdi, verir. Bundan dolayı ulusal çıkarlarımızı ön planda tutacağız.


Kürtler şimdi daha çok örgütlü ve güçlüler. Kürtler sahip oldukları güç ve örgütlülükle yüz yıllık bu inkarı tümden yıkıp, kendi ulusal yönetimini kurabilir, kendi demokrasisini inşa ederek Ortadoğu’daki bu yüzyıllık statükoyu kırabilir, kendisiyle beraber bütün bölgeyi özgürleştirip, yeni yaşamın temelini atabilirler. Gün ulusal birlik günüdür. Kürtler büyük bir mücadeleyle uluslararası komployu önemli ölçüde kırdılar, boşa çıkardılar, komplocuların hayallerini, ulaşmak istedikleri hedefi kırdılar. Bugün bütün dünyanın gözleri Kürtlerin üzerindedir. Kürtlerin Ortadoğu’da yeni yaşam sadece bölgeyi değil dünyayı etkileyecektir. Gelinen aşamada Kürtler halk olarak ulusal birlik konusunda ve kendi ulusal önderlikleriyle önemli bir birlikteliğe sahipler. Yani PKK eşittir Kürtler ve Ulusal Önderlikleri hepsi bir yumruk olmuş durumdalar. Bundan 20 yıl öncesine kıyasla Kürtler şimdi dört parçada da daha çok örgütlü, bilinçli ve güçlüler. Bundan dolayı inkar politikasının kendi lehine sonuç almasının imkanı sıfıra inmiştir. Kürdistan’da statükosuzluk
bitecek, Kürtler statü sahibi olacaklar, kendi kendilerini özgürce yönetecekler, yeni bir yaşamın yaratıcı
gücü olacaklar.

Yarınlar Kürtler ve halklar için zafer, başarı ve özgür yaşam olacaktır…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz