Türkiye’deki faşist iktidar, siyasetiyle toplumun tüm yaşamını zehirliyor. Geliştirilen milliyetçilik, Kürtlerin soykırıma uğratılması, Türklük dışındaki tüm etnik yapıların ve ulusların düşman görülmesi, Türk müslüman orta yaş üzeri erkekler dışında herkesin rejim için tehdit olarak görülmesi, doğa katliamlarının her gün daha da acımasızlaşarak kâr uğruna sürdürülmesi ve sırtını cumhurbaşkanlığına dayaması… saymakla bitmeyen durumlar bu zehirlenmenin sonuçlarıdır. Erdoğan figüründe uygulanan siyasi tarz, bugün tüm topluma rol model olarak dayatılmaktadır. Erdoğan’ın dış siyaset üslubuna dahi yansıyan sokak jargonu denmeyecek kadar toplum karşıtı, düşük seviyeli dili, artık üniversite öğretim görevlisi olanların da kullandığı bir dil haline geldi. Hep birileri birilerine parmak sallıyor. Parmak sallamadan konuşmak, tartışmak neredeyse imkansız. Bakıyorsunuz bir akademisyen Esad rejimine parmak sallıyor, bir adam bir kadına, bir sakallı bir sakalsıza, bir Türk bir Kürt’e… Tüm toplumsal kesimler acımasız bir hiyerarşinin rendesinden geçiriliyor ve Kürtlere yaşatılan fiziki soykırım yanında tüm toplumsal kesimler her an anlamsal katliamdan geçiriliyor.
Bu katliamlardan en fazla payını alan da kadınlar oluyor.
Türkiye’de derinleştirilen milliyetçilik, bugün yaşanan birçok toplumsal facianın kaynağı ve zeminidir. Yine dinsel özgürlük adı altında dinciliğe gösterilen iltimas bunun bir zeminidir. Türkiye’de AKP iktidarıyla bağlantılı olarak kadın katliamları arttı. İslamiyet bir inanç olmaktan çıkarak faşizmin, DAİŞleşmenin paravanı haline getirildi. Ancak AKP kendi iktidarını MHP’ye dayamasıyla da bu katliamlar kitlesel düzeye çıktı. Milliyetçilikle dinciliğin izdivacına bilimciliğin kölece payanda olması da eklendi ve toplum karşıtlığı sistematize edildi. Bir fıtrat tartışması ile başladı, kadın rahminin kontrolünün erkeğe, hatta iktidara verilmesiyle devam etti ve kadınların sokak ortasında öldürülmesine, balkonlardan atılmasına, öldürülüp bedenlerinin kaybedilmesine kadar geldi. Özgecan’a yapılanlar, AKP siyasetinin damıtılmış hali olarak hatıralarda duruyor.
Türkiye’deki rejimin bir gereği olarak, ötekileştirilen tüm milletler nasıl hakim milliyetin tasarrufunda görülüyorsa, tüm erkekler tarafından da tüm kadınlar da kullanıma açık görülüyor. Bunu önlemek için yapılması gerekenler çok. Ancak tez elden yapılacak olan, kadın cinayetlerinde cezayı yaptırımı arttırmak ve özsavunmasını yapan kadınlara ceza uygulamamak olmalı.
Bir süre önce Rusya’da kadın cinayetlerini önleme amacıyla, özsavunmasını yapan kadınların ceza almaması yasalaştı. Bu yasa, Önder Apo’nun büyük özgürlük devrimi için öngördüğü “Erkeği öldürmek” tezinin zihniyet devrimine dönüşemediği Rusya’da, erkeği fiziki olarak öldürerek sorunu kendisi için çözen kadınlara hak vermek, özünde olgunlaşmamış bir sosyalizmin mirasçıları olmalarına rağmen sosyalizmden uzaklaşmanın da utangaç özeleştirisi sayılabilir.
Önder Apo’nun erkeği öldürmek tezi, özünde sosyalizmin en temel ilkesi olan eşitlik ilkesinin uygulanması için uygun şart oluşturmaktır. Önder Apo eşitlik kavramından ziyade farklılıkların eşitliği belirlemesini esas alır, tekçiliği ve diktatörlüğe gidebilecek her tür tekleştirmeyi baştan reddeder.
Soykırımlarla kendi varlığını süreklileştirebilen Türkiye devleti ve onun faşist iktidarı, Önder Apo’nun özgürlük devrimini gerçekleştirecek zihniyet adımları karşısında bu tezleri tam tersinden işletmektedir. Uluslararası komplonun yıldönümünün protesto edildiği şubat günlerinde bir kez daha verilen tüm savaşın, Önder Apo ile merkezi uygarlık sistemi arasında olduğunu, dolayısıyla AKP-MHP iktidarı arasında olduğunu görmekteyiz. Derinleştirilen milliyetçilik demokratik ulus olmanın ne kadar düşmanıysa, kadınların öldürülmesi de kadın kurtuluş ideolojisinin, kadın eksenli bir paradigma ve değerler dizisinin düşmanlığını yapmaktadır.
Rusya bile, sosyalizmin mirasına layık olamayan tüm uygulamalarına rağmen, özsavunma amacıyla erkeği öldüren kadını cezalandırmama kararı aldı. Oysa Türkiye’de her gün kadınlar katledilmekte, cezalandırılmakta ve bunu yapan erkekler de AKP-MHP iktidarı tarafından ödüllendirilmektedir. Küçük yaşta çocuklarla evlenmeyi nasihat eden akademisyenler her gün sözleriyle birilerini zehirlemektedir. Her söz, birilerine ulaşmakta, o birileri ya bir kadını öldürmekte ya da bir çocuğa tecavüz etmektedir. Değil Rusya’daki gibi kadının özsavunması kavramına anlam verilmesi, tam tersine Türkiye’de erkekler ya “vururum, sonra gider paşa paşa yatarım” diyerek ya da kendini deli ilan ederek köleliğini ilan etmekte ve sisteme teslim olmaktadır. Her iki durumda da erkekliğin kadın eksenli değerler tarafından öldürülmesinden daha kötü bir ölüm vardır. Gidip zindan yatması, yatmaması, kaçması, kendini deli ilan etmesi her ne olursa olsun, kadın cinayetleri erkekleri de öldürmektedir. AKP-MHP iktidarı, kadınları katletmeye ve çocuklara tecavüz etmeye tahrik ederek erkekleri zehirlemekte ve köleleştirmektedir. Esas ölüm budur. Derinleştirilmiş kölelik budur.
Oysa Önder Apo’nun ‘erkeği öldürme’ teorisi, egemenlikli erkek anlayışının öldürülmesi ve yerine özgür yaşamı, farklılıkların eşitliğini esas alan bir zihniyetin inşa edilmesidir. Söylemin eylemle bütünselliğinden oluşan gerçek demokrasi, özgürlük değerlerinin alışkanlık haline getirilmesidir. Hoşgörüden çok daha büyük bir varlıkların kabulü anlayışına dayanır. Kadın değerlerinin özgür yaşayabileceği ve bu değerlerin kadınlar kadar erkekler tarafından da temel yaşam değerleri olarak esas alınarak yaşamın kadın eksenli değerlerle örülmesine dayanır. Ve bu teori, tüm karşı saldırılarına, tüm ambargolara, tüm katliamlara rağmen tüm dünyayı etkilemeye ve dönüştürmeye devam ediyor.