Önder Apo’nun rehineliğine TC devleti geriletilerek son verilecektir – Cemal ŞERİK

0
818
İlgili resim

Mahpus, tutsak ve rehine sözcükleri her ne kadar birbirine yakın dursalar da her biri farklı anlamlar taşımaktadır. Mahpus hapishanede tutulan kişi için kullanılan bir sözcükken, tutsak kelimesi de köle, esir vb. konumda bulunanlar için kullanılmaktadır. Rehine sözcüğü ise kimi yerlerde mahpus, kimi yerlerde tutsak kelimesi ile eş düzeyde kullanılıyor olsa da siyasal ve hukuki anlam itibarıyla bunlardan daha farklı bir anlam ifade etmektedir.

Mahpus; hukuka göre suç sayılan fiilleri nedeniyle mahkemeye çıkarılarak suçlu bulunması halinde hapishanelere konulan kişi anlamına gelmektedir. Tutsak ise karşılıklı savaş halinde olan tarafların birbirlerinden canlı ya da yaralı olarak ele geçirdiği kişileri anlatmaktadır. Bunların her ikisi de bu şekilde farklı anlamlara geliyor olsa da, belirli bir hukuka göre belirlenmiş olan konumlandırılışları ifade etmektedirler. Ancak rehine olarak alınan bir kişi için benzeri bir konumlandırışın zorunluluğundan bahsetmek mümkün değildir. Çünkü rehine her koşulda ve yerde belirli yasalar gerekçe gösterilmeden alınabilir. Bununla birlikte nerede ne kadar süre tutulacağı belli değildir. Rehine olarak tutulanların bırakılması ve onlarla ilişkilenilmesi ancak belirli koşullara ve karşılığında nelerin alınabileceğine bağlıdır. O nedenle de tutuldukları süre içerisinde onlar için belirlenmiş bir süre ve yaşam koşullarının nasıl olması gerektiğine dair herhangi bir kural-kaide söz konusu değildir. Tamamen tutulma süreleri her an değişebileceği gibi onları ellerinde bulunduranların belirleyeceği her türlü davranışla karşı karşıyadırlar. Bunların içerisinde fiziken yok etme, işkencenin her türlüsü vb.leri de vardır.

Bir Güney Amerika ülkesi olan Uruguay’da 1973 yılında gerçekleşen askeri darbe sonrasında “yasadışı” ilan edilen sosyalist devrimci partilerin liderlerine karşı böyle bir yönelim içerisine girilmiştir. Aslında cuntacı generaller iktidarı eline geçirir geçirmez sol, sosyalist, devrimci grupların-hareketlerin-partilerin ortak örgütlenmesi olan İspanyolca adı Frente Amplio (Geniş Cephe) olarak bilinen politik hareketin liderlerini bir biçimiyle fiziken yok etme amacıyla harekete geçmiş ve bunların önemli bir kısmını da katletmiştir. Ancak bu liderlerden bir kısmını da katletme imkanı bulamamış ve onları canlı olarak ele geçirmek zorunda kalmış ve bunu da saklayamamıştır. Politik etkinlikleri nedeniyle bilinen tanınan kişiler olması ve ele geçirilirken hukuki statüsü olan kişilerinde içerisinde olduğu tanıkların varlığı, onların öldürülmelerinin önüne geçmiştir. Buna rağmen ne bir mahkemeye çıkarılmışlar ne de ele geçirilmiş olmalarına hukuki bir muhteva kazandırılmışlardır. 9-10 yıl kadar kaldıkları yer ve yaşamlarına dair en küçük bir bilginin dışarı sızmasına müsaade edilmediği gibi hep tek kişilik hücre gibi yerlerde tutulmuşlardır.

Uruguay’da sol, devrimci, sosyalist muhalefet güçlerin yeniden toparlanmaya, örgütlenmeye, kitlesel bir güç haline gelmesi ve uluslararası humaniter güçleri harekete geçirmesiyle birlikte, cuntacılar o güne kadar izledikleri bu politikadan geri adım atmak zorunda kalmışlar ve rehine olarak tuttukları bu kişilerin varlığını, yaşadıklarını kabul etmişler ve onlara dair bilgilerin ailelerine, kamuoyuna ulaşmasını engelleyemez bir hale gelmişlerdir. Cuntacılar 1983 yılında yapılan referandumunda yaşamış olduğu yenilgi sonucunda onların rehineliğine son vermek zorunda kalmıştır. Daha sonra da rehine olarak tutulan bu kişiler, Uruguay’da yaşanan iktidar değişikliği birlikte ülkenin en üst düzeyde yönetim görevlerinde yer almışlardır.

Her ne kadar hukuki bir gerekçe(!) yaratılmış olsa da Afrika Ulusal Kongre Başkanı Nelson Mandela’nın durumu da bunlara benzerlik arz etmektedir. Onun tutulduğu koşullarda bir rehine olma özelliği taşımaktadır. Aynı şekilde rehineliğine son verilmesi de Güney Afrika yaşanan özgürlük, eşitlik, adalet mücadelesinin iktidarı sarsacak ve yıkacak bir boyut kazanmasıyla mümkün olmuştur. Ardından da Güney Amerika Cumhuriyeti Devlet Başkanlığı görevini üstlenmiştir. Önder Apo’nun içerisinde tutulduğu koşullarda bunlardan farklı değildir.

Önder Apo Kenya’nın başkenti ve aynı zamanda CIA’nın Orta ve Doğu Afrika’daki merkezinin bulunduğu Nairobi’de rehine olarak alınmıştır. Rehine olarak alınışı ise tamamen gayri-meşrudur. Ayrıca bunun uluslararası hukukta da yeri yoktur. Önder Apo’nun TC devletine teslim edilmesinin ve çıkarıldığı mahkemenin de(!) aynı şekilde meşruiyeti bulunmamaktadır. Bunlar tamamen Önder Apo’nun gayri meşru yöntemlerle rehine olarak alınmış olmasını perdelemeye yönelik sahneye konan bir oyundur. Önder Apo’nun İmralı’da tutulma gerçekliği de bundan başka bir anlam ifade etmemektedir.

Önder Apo’ya karşı izlenen politika tamamen siyasal konjonktüre ve Kürdistan özgürlük ve demokrasi mücadelesinin etki ve toplumu harekete geçirme düzeyine bağlıdır. Önder Apo’nun direnişi, Özgürlük ve Demokrasi Hareketinin örgütlülük düzeyi ile pratik sahada sorumluklarına sahip çıkarak görevlerini yerine getirmesi, Gerillanın TC devletini darbeleyen eylemleri, Demokratik Ulus İnşası yolunda toplumsal ve siyasal mücadelenin ivme kaydetmesi, Kürdistan’ın diğer parçalarında ve en genel anlamda Kürdistan halkı içerisinde Önder Apo düşüncesinin etkin harekete geçirici bir boyut kazanması vb. burada asıl olarak belirleyici bir rol oynamaktadır. Bugüne kadar da hep böyle olmuştur.

Soykırımcı TC devleti ve onun temsilini bulduğu Erdoğan faşist diktatörlüğünü, İmralı’da Önder Apo’nun ayağına götüren de tamamen bu gerçeklik başkası değildir. Eğer Özgürlük ve Demokrasi Hareketi Önder Apo’nun belirlediği doğrultuda örgütsel olarak bir yenilenme içerisine girmeseydi, Kürdistan toplumunun Önderliğine olan bağlılığı her geçen gün çok daha yüksek bir boyuta çıkmasaydı, Özgürlük Gerillası düşmanı kahreden darbeler vurmasaydı. Faşist şef Erdoğan’ın, Önder Apo’nun tutulduğu İmralı’nın kapılarını aşındırması mümkün değildi. 2012 ve 2019 yıllarında yaşananlarda bu gerçeğe işaret etmektedir.

2012 yılı ve öncesinde Önder Apo mutlak bir tecrit altında tutulmaktaydı, Kürdistan halkına karşı topyekun bir imha saldırısı başlatılmıştı. Fakat bu saldırılar Önder Apo’nun, gerillanın, halkın ve zindanlarda bulunan tutsakların büyük direnişi karşısında yenilgiye uğratılmıştı. Bunun sonucu soykırımcı TC devleti geri adım atmak zorunda kalmıştı. 2019 yılının Mayıs ayında da tüm bu alanlarda yükselen direniş de aynı şekilde AKP-MHP faşist diktatörlüğünü geri adım atmak zorunda bırakmıştır.

Bundan sonra da Önder Apo’nun içerisinde tutulduğu rehine koşullarını belirleyecek olan da bu gerçeklikten başkası değildir. Elbette Önder Apo’nun içerisinde tutulduğu rehine koşularına dair kamuoyunda bir duyarlılık oluşturmak ve bunu sürekli canlı tutmak için aktivitelerin sahibi olmak önemlidir. Ancak bunun yetmediği de yaşanan süreç içerisinde defalarca ortaya çıkmıştır. Eğer Önderliğin son beş ciltlik savunması ve görkemli direnişi, 2010 yılının 1 Haziran’ın da gerillanın başlattığı Devrimci Operasyonlar, Demokratik Ulus İnşa Mücadelesi, zindanlarda gerçekleşen direnişler vb. olmasaydı ne “İmralı heyetlerinin” kurulması, “Akil İnsanların” oluşturulması ne de -nihayetinde bir özel savaş oyunu da olsa- o günlerde etkisini gösteren siyasal havanın oluşması mümkün olurdu. Yine 2019 yılında Önder Apo’nun direnişi, Özgürlük Güçleri tarafından DAİŞ’in yenilgiye uğratılarak toprak hakimiyetine son verilmesi ve Rojava’da Demokratik Ulus İnşa Mücadelesinde atılan adımlar, Bakur’da gerillanın başlattığı hamleler, Süresiz Açlık Grevleri ekseninde başlayıp, anaların öncülüğünde topluma harekete geçiren direnişler, Başurê Kurdistan’da TC işgaline karşı ve demokratikleşme yönünde toplumsal alanda bir hareketlenme olmasaydı İmralı duvarlarında yeni çatlakların oluşması anlamına gelen, avukatlara ve ailelere İmralı kapılarının -geçici bir sürede olsa- açılması mümkün olmazdı.

O nedenledir ki, mahpus, tutsak ve rehine sözcüklerinin doğru ve yerinde kullanılması sadece o kelimelere yüklenen anlamlar itibarıyla değil; yaşam, toplum ve mücadele gerçekliği içerisinde de büyük öneme sahiptir. Eğer mahpus ve tutsak sözcükleri ile sınırlı kalınır ve belirlenmiş sınırlar içerisinde sorunları dile getirme ve çözüm arama öne çıkarılmış olur. Fakat rehine sözcüğü bu anlamların ve buna bağlı olarak öne çıkarılan çözüm arayışlarının da ötesine geçen bir anlam ifade etmektedir. Önder Apo içerisinde bulunduğu rehine olma gerçekliği de böyle bir anlam ifade etmektedir.

O nedenledir ki, mahpus, tutsak ve rehine sözcükleri sanki aynı şeyi anlatıyormuş gibi bir algı ve yaklaşım içerisinde olunmamalıdır. Önder Apo’nun içerisinde tutulduğu koşullar söz konusu olduğu zaman kesinkes böyle bir yaklaşım içerisine girilmemelidir. Önder Apo’nun rehine olarak alınışının 21. yılını geride bırakmak üzere olduğumuz şu günlerde bu gerçeklik çok daha fazla yakıcı bir şekilde kendini hissettirmektedir.

Önder Apo’nun rehinelik koşullarına ve bugün üzerinde daha da yoğunlaştırılarak uygulanan mutlak tecride son verilmesi ve güvenliği, sağlığı ve özgürlüğü sorunu da ancak diğer örneklerinde de görüldüğü gibi; Özgürlük ve Demokrasi Mücadelesi ile elde edilecek olan kazanımlara ve soykırımcı TC devletinin geriletilmesiyle olanaklı bir hale gelecektir. Bunun dışında da bir yol yoktur.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz